
“Allah Dilese Biz de İman Ederdik”
“Şayet Rabbin isteseydi yeryüzündekilerin hepsi/topluca mutlaka iman ederdi. İnsanları iman etmeleri için sen mi zorlayacaksın?” (Yûnus 99)
Bu âyet, bütün insanların iman etmelerini şiddetle arzulamasından dolayı duyduğu sıkıntıya karşı Nebî (asm)’i teselli etmekte ve onun içini rahatlatmaktadır. Hitap her ne kadar Allah resulüne ise de, davasını dert edinen ve bu derdine çareler arayan bütün dava erlerinin zaman zaman sıkıntısını duyduğu, insanların bu dine duyarsız bigane kalıp, arkalarını dönüp yüz çevirmelerine ve yönlerini ateşe çevirip koşar adım gidişlerine gönülleri razı olmayıp da hayret edip içerlenmeleri ve çevresindeki insanların cehenneme koşar adım gidişini görüp de rahatsızlık duymaması “neden” diyerek iç geçirmemesi mümkün değildir.
Böylesi bir hal ve durumda hep bu ayet gelir aklıma . Ve kendime döner ‘sen altından kalkamadın, becermedin ve yetersiz kaldın’ der. Kendimi suçlarım… ve şunu bir kez daha anlarım; insanların inanıp inanmaması davetçinin işi değildir ve herkesin Mü’min veya kâfir olma hakkı vardır. İnsan kendisi iman edecek ki Allah da onun kalbine hidayet etsin. Çünkü iman “sebep”tir; hidayet ise “sonuç”tur. Çünkü iman öncelikle bir kalp/yürek eylemidir. Kalbinde iman olmayanın zorlama ile iman sahibi kılınması mümkün değildir. Çünkü “dinde zorlama yoktur.” (Bakara 256)
Bu ayeti tersinden okuyanlar da var. “Bak Allah istememiş isteseydi iman ederdik.” Ters mantık işleterek irade kullanan ve bununla da Allah’ı suçlayanlar bizlere (hocaları) İblisi hatırlatıyor; (İblis) dedi: “Beni azdırmana karşılık senin doğru yolunun üstünde oturacağım.” (Araf 16) Suçlu kimmiş?
Ayette geçen “Şâe” = fiili, bir şeyi var etti, demektir (Müfredat). Allah bazı şeyleri kulunun tercihine göre yarattığından öznesi kul olursa “tercih edip yaptı”, Allah olursa “tercih edip yarattı” anlamına gelir… (Süleymaniye Vakfı. Meallerdeki Hatalar)
Ayet direk Hz. Muhammed’e hitap etmekte ve onun ve ona iman edenlerin aslında insanlar üzerinde herhangi bir tasarruf yetkisinin bulunmadığını ifade etmektedir. Gerçek anlamda etki insanın kendi iradesi ve o iradenin tercihini yaratacak olan Yüce Allah’tır. Kur’an tekrar tekrar şu gerçeğin altını çizmektedir: “Eğer O dileseydi hepinizi doğru yola yöneltirdi” (En’am 149). Bu açıkça şu anlama geliyor: Allah insana doğru ile eğri arasında seçim yapma yetisi serbestliğini vermiş ve böylece onu, yalnızca doğal güdüleriyle, içgüdüleriyle yaşayan öteki canlılardan ayırarak ahlak meselesi olan üstün bir varlık statüsüne yükseltmiştir ve bu statü ile insan kendi geleceğiyle ilgili kararı yine kendisi verecektir. Yani ya yaptığı güzelliklerle ebedi nimetleri hak eden erdemli bir insan olur, ya da yaptığı kötülüklerle azabı hak eden zalim ve günahkâr biri olur.
Rabbin (cebir kullanarak) isteseydi yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı. O halde sen mi insanları inanmaları için zorlayacaksın? Unutma ki; Rabbin her şeyi yapma hakkına, her şeyi yapma gücüne sahipken bile inanmaya zorlamazken, hiçbir güce sahip olmayan siz mi insanları inanmaya zorlayacaksınız? Böyle bir şeye hakkımız yok! Böyle olsaydı insanlardan irade ve akıl kalkar, imtihanın özelliği biter belki de insanoğlu yaratılmazdı.
“De ki: “En kesin/üstün delil Allah’ındır. Şayet Allah dileseydi, hepinizi toptan doğru yola iletirdi.” (En’am 149)
Bizi, kendi seçiminizin sonucuna bırakmasaydı. Allah, insanın yaptığı seçime göre uygun olan karşılığı vererek, sapkınlığı gerektiren şeyleri yapanı saptırır; doğru yola iletilmeyi gerektiren şeyleri yapanı da doğru yola iletir. Eğer Allah hepimizi doğru yola iletseydi yani hepimize hidayet verseydi o zaman biz insanların tercih hakkı kalmamış olurdu. Tercih hakkının olmadığı yerde sorumluluk da olmaz. Bu durumda insanın yeryüzünde sorumlu bir varlık olarak yaratılmasının ve halife yapılmasının bir anlamı kalmazdı.
“Allah dilese biz de iman ederdik” diyenler.
Bugün bu sözü söyleyenlere şunu hatırlatmak gerekir; sizden önce iman etmede zorlanan, direnen ve bahaneler üretenler bir tek sizler değilsiniz. Bir yaratıcı var deyip vahyi kabul etmeyerek inkar eden; deisim, agnostisizm ve paganistler… tarihte hep vardı ve var olmaya devam ediyorlar mesela, Mekke müşrikleri de aynı şeyi söylüyorlardı. Müşrükler “Allah dileseydi ne biz ortak koşardık, ne de atalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık…” (En’am 148, Nahl 35) diyerek kâfirliklerini Allah’ın iradesine bağlamak istiyorlardı. Yüce Allah bu âyet ile kendisinin delilinin daha üstün ve neticeye ulaştırıcı olduğunu bildirdi. Zira O dileseydi kullarını günaha meyletmeyecek özellikte yaratırdı. Ancak O bunu dilemedi, kullarını hem günah işlemeye hem de sevap kazanmaya kabiliyetli bir özellikte yarattı. Onlara irade verdi, kendi dilemesini de kulların iradeleri doğrultusunda yöneltti. Ancak hayra razı oldu, şerre razı olmadı. Allah dilese kuldaki kötülük yapma özelliğini ondan alır ve böylece bütün insanlar hidayete ermiş olurlardı. O zaman da imtihan hikmeti ortadan kalkar ve maksat hasıl olmazdı.
Öncelikli olarak bu ayette, yaşayageldikleri şirk inancını Allah’ın iradesine bağlamak isteyen müşrikler reddedilip kınanmaktadırlar. Çünkü bu insanlar, Allah katında zulüm olarak görülen şirklerini haklı göstermek için, konuyu, Allah’ın iradesine/takdirine dayandırarak şu noktaya getirmek istemişlerdir: ‘Bizim şirk koşmamız vs. tavırlarımız Allah’ın dilemesi sonucudur; çünkü eğer Allah böyle dilememiş olsaydı, biz hiçbir zaman bu durumda olmazdık, bunları, Allah’ın iradesiyle uygunluk içinde yaptığımızdan, demek ki yaptıklarımız doğrudur.’ Ancak Kur’an ‘Onlardan öncekiler de bu şekilde (gerçekleri) yalanladılar’ ifadesiyle onların yanlış bir düşünce ve haksız bir savunma içinde oldukları bildirmiş.
“Allah dileseydi, ne biz şirk koşardık ne de atalarımız.” tarzındaki itirazlarına, ayetin sonunda “Eğer (Allah) dilemiş olsaydı, elbette hepinizi hidayete erdirirdi” şeklinde bir cevap verilmiştir. Bizce burada söz konusu zihniyete dayalı olarak şöyle bir mesaj verilmektedir: Siz, ‘Allah dilemiş olsaydı, elbette herkesi hidayete erdirirdi’ demiş olsaydınız, doğru söylemiş olurdunuz, ancak, ‘Allah dilemiş olsaydı, biz şirk koşmazdık’ demektesiniz ki, bu iddialarınızda samimi ve tutarlı değilsiniz; çünkü siz, size bildirilen vahyin inancını seçme niyetinde değilsiniz.
“Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse, onlara bir ayet getirmek için yerde bir tünel açmaya veya göğe bir merdiven dayamaya gücün yetiyorsa (yap). Eğer Allah dileseydi, onların tümünü hidayet üzere toplardı. Öyleyse sakın cahillerden olma.” (En’am 35)
Elbette ki her şey Allah’ın dilemesiyle olmaktadır. O’nun izni ve bilgisi olmadan ağaçtan bir yaprak dahi düşmez (En’am 59). İnsanı özel yeteneklerle donatarak dünyaya gönderen Allah, neyin yanlış ve neyin doğru olduğunu elçileri vasıtasıyla ona bildirerek onu hür iradesiyle baş başa bırakmıştır. Hal böyleyken güzeli ve çirkini, iyiyi ve kötüyü ayırt edebilecek kabiliyette yaratılan insan, Allah resullerinin çağrısının getireceği ahlakî ve manevî disipline uymak konusunda ilgisiz ve isteksiz davranmasına rağmen hidayeti de dalaleti de Allah’ın dilemesine bırakması doğru olmaz.
Şüphesiz ki sen dilediklerini hidâyete erdiremezsin. Allah yasaları gereği özgür iradesiyle küfrü ve şirki seçen bir kimseyi ne sen ne de bir başkası asla hidâyete ulaştıramaz. Bu iş sadece Allah’ın elindedir. Bu Allah’ın koyduğu bir yasadır. Bunu kimse değiştiremez.
“Elçiye düşen, sadece tebliğ yapmaktır…” (Mâide, 99)
“Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın.” (Ğaşiye 21)
Elbette ki Allah dileseydi, kullarının şirkine cebren mâni olur veya onları günaha meyletmeyecek bir özellikte yaratırdı. Ancak O, bunu dilememiştir, insanları hem günaha hem de sevaba açık bir kabiliyette yaratmayı dileyip onlara irade vermiştir. Eğer Allah dilese, kuldaki kötülük yapma özelliğini ondan alır ve böylece -melekler gibi- bütün insanlar hidayete ermiş olurlardı. Bu durumda ise, insanlar irade ve ihtiyarları ellerinden alınmış varlıklar olurdu. Böylece onların imtihan olunma hikmeti ortadan kalkar ve dünyaya gönderilişlerindeki maksat oluşmazdı. Allah o yolu ona açmıştır. Bir diğer ifadeyle, ona iman veya inkardan dilediğini tercih etme imkận ve izni vermiştir. Ancak bu, Allah’ın inkârı onayladığı, razı olduğu anlamına gelmemektedir…
Vesselam