Genel

Ankara için İdlib’te Askeri Seçenek

Ömer Behram Özdemir/ORSAM

Tahran’da gerçekleştirilen Suriye konulu Türkiye-Rusya-İran zirvesinden ateşkes kararı çıkmasa da canlı yayında ekranlara gelen beyanatlar ile her üç ülkenin resmi duruşları birinci ağızlardan teyit edildi. Rusya’nın ve İran’ın ateşkese yaklaşmayan ve İdlib’te “terörist” olarak gördükleri unsurlara odaklanan çizgisine karşın Türkiye İdlib ve Fırat’ın doğusundaki PKK varlığını bir ulusal güvenlik meselesi olarak gördüğünü Cumhurbaşkanı Erdoğan vasıtasıyla en üst seviyede deklare etti. İdlib’in Esed rejiminin insafına terk edilmeyeceği dile getirilirken Suriye’nin siyasi, coğrafi ve sosyal bütünlüğü sağlanmadıkça – ki kısa vadede bu pek mümkün gözükmemektedir- Türkiye’nin bölgedeki varlığını korumakta kararlı olduğu da vurgulandı.
Ateşkes ile sonuçlanmayan ve Astana mutabakatının zemininin zayıfladığını işaret eden Tahran Zirvesi’ne müteakip rejim ve Rusya’ya bağlı askeri unsurlar İdlib ve çevresindeki mevkilere hava saldırılarını devam ettirmekte. Türkiye’nin Tahran Zirvesi’nde Rusya ve İran’a karşı duruşunun Ankara’ya İdlib saldırısı öncesi vakit kazandırdığı yorumları yapıldı. Rusya’nın vakit kaybetmeden hava saldırılarına devam etmesi Ankara’nın vakit kazandığı algısına karşı Rusya hamlesi olarak okunabilir. Keza Rusya Türkiye’nin tavizsiz söyleminin sahada ne kadar karşılığı olduğunu görmek için Türkiye destekli muhalifleri vurmaya devam etmiştir. Rusya’nın İdlib ve Suriye’nin geleceğine dair Türkiye ile pek çok konuda ayrıştığı bilinmekte. Türkiye ve Rusya arasındaki askeri ve ekonomik kapasite farkının da Rusya lehine olduğu bir gerçek. Bu yüzden Rusya’nın Suriye’de çoğu yerde olduğu gibi İdlib’te de askeri gücü ile sonuca ulaşmak istediği düşünülebilir. Lakin Guta, Humus ve Dera’nın aksine İdlib’teki askeri çatışmanın çok daha uzun süreli ve maliyetli bir cephe olması ihtimali yüksektir. Zira bu kez Rusya’nın karşısında dış destekçilerinin büyük kısmını kaybetmiş ve kuşatılmış muhalifler yerine Türkiye ile oldukça sağlıklı ve güvenli bir lojistik hatta sahip olan bir muhalefet bulunmakta. Türkiye hem karşılaşılabilecek büyük çaplı bir mülteci dalgasının yıkıcı etkisinden korunmak istiyor hem de Suriye’nin geleceği ile kendi ulusal güvenliğini doğrudan ilişkili olarak gördüğü için İdlib’i kaybetmek istemiyor. Türkiye’nin İdlib’ten askeri unsurlarını çekmesi ve muhaliflerin bölgeyi kaybetmesi sadece mülteci akınına yol açmayacak aynı zamanda Ankara’nın hanesine “yenilgi” olarak yazılacaktır. Bu da Afrin, Azez, Carablus ve el-Bab’taki Türkiye varlığı konusunda yeni “geri çekilme” dayatmalarına yol açacaktır.

Tahran Zirvesi’nde ateşkes kararı alınamamış ve Rus hava saldırıları artarak devam etmiş olsa da Türkiye ve Rusya arasında İdlib konusunda görüşmelerin bittiğini, diyalog yolunun tamamen kapandığını söylemek için erken. Taraflar İdlib sorununa iki tarafın da kabul edebileceği bir çözüm bulmak için çalışıyor. Bu yazıda Türkiye ve Rusya’nın İdlib’te birlikte çalışmayı başaramaması ve rejim güçlerinin Türkiye’ye rağmen kara operasyonu başlatması durumunda Türkiye’nin atabileceği adımlara ilişkin bir öneri sunulmaya çalışılacaktır. Bahsi geçen şartların oluşması durumunda Türkiye’nin önünde iki temel seçeneğin olduğu söylenebilir. Türkiye ilk olarak muhalifler vasıtasıyla dolaylı müdahalede bulunabilir. İkinci seçenek ise Türkiye’nin doğrudan askeri müdahalede bulunmasıdır. Bu kısa yazıda doğrudan askeri müdahale seçeneği ele alınacaktır.

İdlib’te terörle mücadele
Son dönemde Suriye’ye müdahalede bulunan her yabancı aktörün bir numaralı “meşrulaştırma” aracı “terörle mücadele” olmuştur. ABD ve öncülük ettiği uluslararası koalisyon “DAEŞ’e karşı mücadele” adı altında Rakka, Deyrezzûr, Haseke hattında pek çok askeri operasyon gerçekleştirmiştir. Rusya ise “DAEŞ”i vurma bahanesiyle örgütün hiçbir varlığı olmayan Lazkiye ve İdlib kırsalındaki silahlı grupları vurarak ılımlı ana akım muhalefete zarar vermiştir. Bu çerçevede Türkiye’nin İdlib’e gerçekleştirileceği önleyici askeri müdahalede terörle mücadele kartı kullanılabilir. Ankara yakın zamanda HTŞ’yi terör örgütleri listesine alırken Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu radikal grupların İdlib’ten tasfiyesine dönük açıklamalarda bulunmuştur. Türkiye’nin burada izleyebileceği iki yol var. Türkiye ilk olarak HTŞ’yi baskı ve dolaylı müzakereler yoluyla çatışmaya girmeden kendini lağvetmeye ikna edebilir. Türkiye bu noktada İdlib halkının Türk ordusunun şehir ve ilçe merkezlerine girmesi yönündeki taleplerini ve rejimin İdlib harekatının yol açacağı insani trajediyi HTŞ üzerinde baskı unsuru olarak kullanabilir. Türkiye ikinci seçenek olarak örgütü askeri olarak tasfiye edebilir. Türkiye bu yola başvurursa HTŞ’ye karşı TSK ve ÖSO unsurları birlikte hareket edebilir. HTŞ’nin Rusya tarafından sürekli öne sürülen bir koz olmaktan çıkarılmasıyla Türkiye hem bölgede “radikal unsurların tasfiyesi” doğrultusunda bir hamle yapmış olacak hem de bu vesileyle İdlib’teki askeri ve siyasi varlığını artırmış olacaktır. HTŞ haricindeki radikal olarak kabul edilen diğer yapılar ise kapasiteleri ve halk desteği göz önüne alındığında Türkiye için tek başlarına ciddi bir engel teşkil etmekten uzaktır.

Yaşatmak için Doğrudan Müdahale
Türkiye’nin İdlib’teki faciayı önlemesi adına atması gereken bir diğer adım gözlem noktalarıyla başlayan İdlib’teki Türk askeri varlığının İdlib şehir merkezi ve ilçeleriyle artarak devam etmesi ve gözlem noktalarının bulunduğu bölgelerin tahkimatıdır. Muhalif unsurların çok parçalı yapısı ve idare için gerekli olan tecrübe ve disiplinden şimdilik uzak halleri Türkiye’nin taşın altına elini bizzat koymasını gerektirmektedir. Türk askeri varlığının hızlı ve gözle görülür bir şekilde stratejik bölgelere intikali ile şehir merkezlerinin hedef gözetmeksizin bombalanmasının önüne geçilebilir. Kırsal kesim bombardıman tehdidine açık kalacak olsa da kötünün iyisi olarak kırsaldan göçler Türkiye sınırına değil İdlib merkezine ve ilçelerine yönlendirilebilir. Karada ise Türkiye’nin yoğun askeri varlığı ve Türkiye tarafından olası bir rejim hamlesine karşın donatılan muhaliflerin varlığı rejim unsurlarının karadan ilerlemesi önüne set çekebilir. Zira Rusya’nın ciddi bir hava tehdidi oluşturması yönünde beklenen senaryoda yoğun Rus hava saldırıları sonrası cephe hattının insansızlaştırılması ve muhaliflerin geri çekilmesi sonucu düşük direnişle karşılaşan rejim ordusunun ilerlemesi öngörülmektedir. Lakin TSK’nın varlığının yerleşim yerleri ve cephe hattında arttığı bir ortamda hava saldırılarının yoğunluğunda düşüş bekleneceği gibi modern ve disiplinli bir ordu olmaktan oldukça uzak Esed güçlerinin TSK ile doğrudan çatışmaya girmesi de rejim açısından büyük kayıplara yol açabilecek hatalı bir seçim olacaktır.

Türkiye’nin doğrudan müdahale seçeneğindeki bir numaralı dezavantajı zamandır. Haftalardır her gün gerçekleşecek olası “İdlib harekatı” ve olası “kimyasal saldırı” haberleriyle muhatap olan muhalif güçler ve İdlib’teki sivil kitleler Türkiye’nin harekete geçmekte yavaş kalması durumunda bir korku dalgasına kapılarak bölgeden hızlı şekilde iç kesimlere doğru geri çekilmeye başlayabilir. Böylesi bir durumda Türkiye’nin İdlib’teki hareket alanı oldukça daralır. Türkiye için ikinci dezavantaj ise El-Eis’te yaşanıldığı gibi bilhassa cephe hattına intikaller esnasında Esed güçleri ve İran destekli unsurlar tarafından gerçekleştirilebilecek taciz saldırıları. Bu tarz saldırılar belki askeri olarak büyük kayıplara yol açmayacak olsa da Türkiye’nin angajman kuralları gereği karşılık vermesi sonucu küçük çaplı çatışmaların patlak vermesine yol açabilir.

Yazının başında ifade edildiği üzere Türkiye ve Rusya arasında İdlib sorununa anlaşma yoluyla çözüm bulmak adına çabalar sürdürülmektedir. Ancak tarafların İdlib üzerinden dolaylı bir çatışma ortamına sürüklenmesi olasılığı da vardır. Bu durumda Türkiye’nin terörle mücadele adına sahaya girmesi, HTŞ’yi en az maliyet ile tasfiye etmesi ve TSK’nın Afrin ve El-Bab’ta olduğu gibi doğrudan İdlib’e nüfuz ettiği bir intikal süreci İdlib’in ufak kayıplar haricinde korunması için gereklidir. Türkiye’nin İdlib’i doğrudan kendi güvenlik meselesi olarak açıkça dile getirmesi hem Esed rejimi ve YPG gibi yerel aktörlere hem de ABD ve Rusya gibi bölge dışı aktörlere net bir mesaj içermektedir. Fakat bu mesajın pratikte bir geçerliliği olduğunu göstermek için Türkiye kapasitesine uygun şekilde zaman kaybetmeden harekete geçmelidir.

Daha Fazla

İktibas Çizgisi

İktibas Çizgisi Yönetici

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı