Genel

Depremde Tanrı’yı sürgüne gönderenler

Ergün Yıldırım/Yeni Şafak

Deprem üzerinde yapılan tartışmalar Türkiye’nin sekülerleşme düzeyini ifşa ediyor. Laikçiler, depremin tamamen fiziki bir hadise olduğunu söylüyorlar. Bunu dinle açıklamaya tepki gösteriyorlar ve hatta dini gerekçeleri depremle ilgili önlemlerin alınmasını engelleyen gerici tutumlar olarak görüyorlar. Çok ilginç bir biçimde ciddi bir ilahiyatçı grup da buna eşlik ediyor. Depremi ilahi ikazı olarak görmeyi insanın kendi mesuliyetinden kaçarak Allah’ı bahane ettiğini söylüyorlar. Aslında hem bu ilahiyatçı gruplar hem de laikçiler modern fizik bilincinin içinde durarak varlığa bakıyorlar. İlahiyatçıların tutumlarını kısmen neo-mutezili (“iyilik ve kötülük davranışlarının bütün mesuliyetini insanda görme) kelamıyla da açıklamak mümkün. Ancak modern teodise düşüncesine (kötülük sorunu) baktığımız zaman bu iki grup da aynı zeminde yer alıyorlar.

Bilincimiz sekürleştikçe, varlığı sadece bir fiziki dünya olarak görüyoruz. Tanrı’yı da ya “uzaklara sürgüne gönderiyoruz” ya da inkar ediyoruz. Birincisinde deizm, ikincisinde de ateizm ortaya çıkıyor. Elazığ deprem pratiğinde gördüğümüz tartışmalarda, bu iki bilincin tezahürleri ile karşılaşıyoruz. Depremle gelen sarsıntı, yıkıntı, ölüm ve anomi tamamen jeoloji, yani fiziki düzlemle açıklanıyor. Teodise, yani kötülük sorunu dünyanın sınırlarında yer alarak açıklanıyor. Sosyolog Berger, teodise sorununu sosyoloji ve din ilişkileri çerçevesinde ele alıyor. Ölüm, deprem, savaş, hastalık gibi büyük kötülüklerin toplumun anlam dünyasını bozduğu ve onu alt üst ettiğini söyler. Ona göre bu anlam sarsıntısından çıkmak için din çok önemli bir anlamlandırma yoludur. İnsanlar ve toplumlar sarsılan, tehdit edilen, imhaya maruz kalan ve alt üst olan anlam düzenlerini dinle yeniden inşa ederler.

Deprem, jeolojiyle sınırlı bir olgu değil. İnsanları ve toplumları yıkan bir şerdir. Bu şerrin var oluşu ne salt insan dışı bir konudur ne de salt insanla sınırlı. İnsanların içlerindeki ve toplumsal düzenlerindeki normsuzlukları, rantları, kaçak binaları, denetimsiz yapılaşmaları depremle gelen “kötülüğe” çarpılır. Bunlar depremin nesnel gerçekliği, yani fiziği. Ama bunun ötesinde kelami/ontolojik ve sosyolojik iki boyut var. O da kötülüğün de hayrın da nihayetinde mutlak sahibinin Allah olduğuna olan inancımızdır. Ontolojik düzlemde depremin yıkıcılığının ve kötülüğünün mutlak sahibi de Allah’tır. Farabi, Allah’ı ilk hareket ettirici olarak görür. Buna deprem’in hareketi de dahildir! Çağdaş İslam kelamının parlayan yıldızı Bediüzzaman’ın deprem ile ilgili getirdiği açıklama bu açıdan oldukça önemli: “Küre-i arz, hareket ve zelzelesinde vahiy ve ilhama mazhar olarak emir tahtında depreniyor. Bazen de titriyor” (Sözler Risalesi).

Kötülüğün ve iyiliğin Allah’tan geldiği inancı, insanları kötülük karşısında bir kuklaya çevirmiyor. İnsanları mesuliyetsiz bırakarak bütün suçu Allah’a atmak ya da yanlışlarına bahane olarak Allah’ı ileri sürmeyi getirmez. Çünkü bu inançla beraber insan aynı zamanda kötülüğe karşı mesuliyet sahibi. Ona karşı tedbir almakla yükümlü. Kötülüğün de mutlak sahibinin Allah olduğu inancı, kötülük karşısında insanın içine girdiği çaresizliği derin teslimiyetle aşma bilincine hitap eder. Yıkılan anlam karşısında Allah anlamıyla yeniden ayakta kalabilmeyi sağlar. Depremle gelen sadece evlerin yıkılması değil, bundan daha fazla insanın ve toplumun ortak anlam dünyasının sarsılması gelir. Bundan dolayı ontolojik şer probleminden sosyolojik şer problemine geçilir. Burada depremin de nihayetinde Allah’ın bir emri olduğuna inanarak çocuk kaybının, hatun kaybının, ev kaybının onun külli iradesi olarak görerek teslim olmak büyük bir kaosun aşılması demektir. Nitekim Elazığ depreminde de bütün bunları kaybeden bir insanımızın Allaha gösterdiği teslimiyet tam da bunu örnekler. Ümmi Müslüman inancının arı bir göstergesi olur.

Sağlam evler yapalım, binaları kontrol edelim, ranttan uzak adil kent imarı gerçekleştirelim… Bunları yapmak inancımızın da bir gereğidir. Bunlar için ne “Tanrı’yı” sürgüne göndermeye” gerek var ne de bilimi Tanrılaştırmaya. Tam tersine yine Tanrı’ya ihtiyacımız var. Çünkü niçin bu deprem beni buldu gibi soruların cevabını sadece Tanrı’nın kelamında bulabiliyoruz. Deprem anında insanların bilinç yıkımlarını derin bir teslimiyetle sarabiliriz. Ancak Allah’ı kendi suçlarını, kendi günahlarını ve kendi mesuliyetsizliklerini örtbas etmek için bu işe dahil edenler her zaman olacak. Onların bu tutumu bizim hayrın da şerrin de nihayetinde onun iradesi olduğundan kopmamızı gerektirmez.

Daha Fazla

İktibas Çizgisi

İktibas Çizgisi Yönetici

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir