GenelYazarlardanYazılar

Din Mi Topluma Uymalı, Toplum Mu Dîne Uymalı?

“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler” (En-âm 116).

Kadim sorun, yeryüzünde “belirleyici”nin kim ve ne olacağı sorunudur. Belirleyici Allah ve din mi olacak, yoksa insan ve toplum mu olacak?. İşte insanlık târihi bunun tartışmasının ve savaşımının târihidir.

Aslında bu sorunun cevâbı çok basittir: Yaratıcı kim ise, belirleyici olan da, uyulacak olan da o olmalıdır. Nasıl ki tüm kâinatta tüm hareket ve işleyiş mükemmel döngüsünü yaratıcısı olan Allah’a borçluysa, Güneş Sistemi, Dünya, bitki örtüsü, canlılar-cansızlar, hayvanlar ve insanların fizîkî yapıları tam da Allah’ın belirlemiş olduğuna göre hareket ediyorsa ve böyle olması en iyisiyse; insanlar arasındaki sosyâl, kültürel, toplumsal, ekonomik, kânûnî, hukûkî, askerî, siyâsî vs. tüm işler de yine ancak Allah belirlediğinde en iyisi olur. O-hâlde uyulması ve belirleyici olması gereken şey elbette Allah ve din olmalıdır. Aksi-hâlde Dünyâ bir zindan olurken, âhiret de azap yurdu olur.

Kadim sorun, “insanı ve toplumu, -tüm kâinâtı ve doğayı yönettiği gibi- Allah mı yönetecek, yoksa insan/beşer mi yönetecek” sorunudur. Aslında târihe baktığımızda ne zaman ki belirleyici olan Allah ve din olmuş ise işler yoluna girmiş, fakat belirleyici olan ve uyulan, beşer-insan ve toplum olmuşsa işler sarpa sarmıştır. Târih boyunca insanlar daha çok, beşer-merkezli oldukları için, Dünyâ’da genelde bir düzensizlik, nizamsızlık ve karmaşa ola-gelmiştir ve küçük bir azınlık dışında insanların geneli sıkıntılı bir hayat yaşamıştır-yaşamaktadır. “Allah’tan gelene yapacak bir şer yok”, “yalan Dünyâ”, “kahpe felek”, “ölsem de kurtulsam” gibi sözler hep bu nedenle edilmiştir-edilmektedir.

Allah’ın hükmü sâdece “fert” noktasında değil, “toplum” ve “devlet” noktasında da geçerlidir. İslâm sâdece iç-âlemlere nizam veren bir din değildir. İslâm, iç-âlemleri inşâ ettikten sonra dış-âlemi yâni hayâtın her alanını da inşâ etmek ve hayâtın her alanına hâkim olmak isteyen bir din’dir. İslâm, bir devlet ve toplum nizâmıdır. Toplumları medenî, (yâni dînî yapan), salt akıllar değil, “din”dir. Din olmadığında “uygarlık” adı altında vahşîlik hüküm sürer. Meselâ ekonomik sistem vahşî kapitâlizm şeklinde işler. Akıl ise ancak din-merkezli çalıştırıldığında ve işletildiğinde iyiye ulaşılabilir.

En “modern” ve -sözde- en “ileri” toplumlar, dinden en çok tâviz vermiş olan toplumlardır. Allah’tan kopuk modernizm “en ideâl toplum düzeni” olarak sunulur ve her-şey buna göre düzenlenmek istenir. Tek düzenleyici bu olur. Belirleyici olan din değil de toplum olduğunda, orada Allahsız düşünceler, ideolojiler ve sistemler hâkim konuma gelir. Meselâ Allah’ı ve dîni hiç hesâba katmayan lâik, seküler, demokratik, kapitâlist, liberâl, komünist, sosyâlist, feminist, emperyâl modern sistemler hep beşerî-toplumsal sistemler olarak ortaya çıkar. Allah’a kul olmaktan imtinâ eden toplumların, beşeri-toplumsal sistemlerden birine yamanmaktan başka yapacak bir şeyleri yoktur. Oysa Allah’tan bağımsız olan şeyin iyi ve ideâl olması imkânsızdır.

İslâm toplumlarında, ideâl olanı arayıp gerçekleştirmektense, mevcut olan’ı “normâl” ve “makbûl” sayma alışkanlığı oluştu. Merkeze Allah ve din değil, beşer ve toplum alınmaya başladı. Bu bağlamda Kur’ân, “toplumun kabûlleri”ne göre yorumlanarak tahrif ve tahrip ediliyor. Kişisel ve toplumsal şartları değiştirmeyi düşünmeden okunan Kur’ân, ancak tâğutlara alan açıyor.

Belirleyici olan “Allah ve din” olduğunda, her-şeyi olduğu gibi toplumu da onlar belirler. Fakat belirleyici olan “toplum” olduğunda, dîni de toplum belirlemeye başlar ve nefse tam uygun bambaşka bir din ortaya çıkar. İşin ilginç yanı, dîni toplumun belirlemesinin yanlış olmadığını savunanlar vardır. Fakat eğer toplum dîni de belirleyebilecek kapasiteye sâhipse, o zaman dîne gerek yoktur demektir. Zâten beşerî-toplumsal ideolojilere göre “aşkın bir hakîkat” olmadığı için dîni insan ve toplum belirlemelidir. Tabi bu hiç-bir zaman iyi olmaz ve belirlenen ve uyulan o din ancak şeytana, nefse ve tâğutlara alan açar. Bu nedenle toplum, dîni değil, din, toplumu belirlemelidir ve topluma değil, dîne uyulmalıdır. Zâten din, toplumu belirlemek ve toplum tarafından uyulması için gelmiştir.

İslâm’a göre yaşamayan toplumların kaderini, “küresel sermâyedarlar (bankalar)” belirler. Dolayısıyla “toplum belirler” demek, “suyun başını tutmuş olanların belirlemesi” demektir. Şeytanın uşakları aslında hiç-bir zaman bireyin yada toplumun belirlemesine izin vermez. Bu nedenle toplum belirlesin ve topluma uyulsun sözleri sâdece laftan ibârettir. Câhil toplumları kontrôl etmek için dâima yeni mitolojilere ihtiyaç duyulur. Her grup ve devlet, kendi mitolojisini uydurarak varlığını devâm ettirir. Parlamenter-demokratik sistemlerde yasaları, toplumun en ehliyet ve liyâkat sâhibi olanları değil; en “uyanık-kurnaz” olanları ve zenginleri yapar. Tâğutların istediklerini yapabilmelerinin ilk ve kesin şartı, toplumun ahlâken bozulmuş ve dirâyetsiz olmasıdır. İşte böyle sömürgeleştirilen halklar/toplumlar, bir-süre sonra sömürgecilerin kural, kültür ve yasalarını benimsemeye başlarlar. Bir-süre daha geçince de artık o kural, kültür ve yasaları büyük bir aşk ile sevip, o kural, kültür ve yasalara din gibi sâhip çıkmaya başlarlar. Öyle ki, bu uğurda canlarını bile verebilirler. Sömürü uzayınca, sömürülen sömüreni “üstün” görmeye başlar. Artık belirleyenler ve uyulanlar işte bu üstün görülenler olur.

Toplumun geneli (ekser-un nas) câhildir ve zanna göre hareket eder. Bu nedenle din’den kopuk olan topluma uymak insanı bâtıla ve sapkınlığa sürükler. Bâtıl toplumların genel özellikleri tüm zamanlarda aynı olmuştur. Onlar her zaman Allah’ı hesap-dışı tutmanın ve toplum adı altında kendilerinin belirleyici olmasının gayretindedirler.

Allah’ın, dînin ve peygamberlerin, bizzat yada misyonu ile (sünnet) yokluğunda mutlakâ çeşitli putlar ve sapkınlıklar ortaya çıkar. Hz. Mûsâ, toplumundan bir süreliğine ayrıldığında bile hemen “buzağı putu”nu peydahlayıvermişlerdi.

Din topluma uydukça ve toplum tarafından belirlendikçe değişir durur ve en sonunda da tahrif olur ve aslîyetini kaybederek absürdleşir. Oysa toplum dîne uydukça her-şey düzene girer ve insanlar da sapmaktan ve sapıtmaktan korunur. Toplum belirlediğinde din toplumun nesnesi olur, fakat din belirlediğinde insan, Allah’ın iyi bir kulu ve varlığın öznesi olur.

Tek hak din olan İslâm’ı hiç-bir insan şekillendirilemez ve belirleyemez. Bâtıl dinler ise “insanlar tarafından belirlendiği için” bâtıldırlar. Allah’ın ve dînin belirlediği “hak”, beşerin-toplumun belirlediği ise bâtıl olur. O-hâlde Allah ve din belirlediğinde uyulan şey “hak” olurken, beşer ve toplum belirlediğinde uyulan şey bâtıl olur.

İnancı tanımlama yetkisi birey yada toplumda değil, dînin kendisinde yâni Allah’tadır. Allah nasıl diyorsa, din nasıl diyorsa, Kur’ân nasıl demişse ve Peygamber nasıl yapmışsa öyledir ve belirleyici olan da uyulması gereken de budur. Yoksa din; insanın arzularına, zanlarına, isteklerine ve ihtiraslarına göre belirlenecek değildir ki zâten şirk ve küfür, belirleyicinin Allah ve din yerine beşler ve toplum olmasıdır.

“Allah’tan başka bir hakem mi arayayım?. Oysa O, size Kitab’ı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine Kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu-hâlde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma!. Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adâlet bakımından da tastamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirebilecek (kimse) yoktur. O, işitendir, bilendir” (En-âm 114-115).

“Meşrûiyeti Hak’tan almak”, “meşrûiyeti halktan almak”tan üstündür. O-hâlde Hak halka değil, halk Hak’ka dayanmalı ve O’na uymalıdır.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir