GenelHaberlerYazarlardanYazılar

Dünya işi mi Ahiret işi mi ?

2017 Kasım sayısı

Bismillahirrahmanirrahim,

Allah katında geçerli tek din olan İslam “tevhit” üzere kuruludur. Ve tevhit en temel ifade ile birlemek demektir. Hayatı “bir bütün” olarak “bir” olan Allah’ı razı etmeye çalışıp O’nu her yönüyle birleyerek yaşama esasına dayalıdır. Bundan dolayı tevhit gereği gibi kavranıldığında bireyin/toplumun yaşamını ahenge sokar onu adeta derleyip toplar.

Bu ahengi yakalayan insanlardan oluşan toplumlarda gerçek bir birlik ortaya çıkarken İslam’ın ruhuna aykırı olan düşünceler taşıyanlarda ise hem fikri, hem fiili dağınıklıklar meydana gelir.

Tevhit insanı/toplumu bir olan Allah’a yönelterek birleştirdiği gibi onun zıttı olan şirk parçalara ayırır. Parçalanmışlık iç dünyalarda yaşandığı gibi insanların kendi aralarında da yaşanmakta dış dünyalarını da kuşatmaktadır. Hayata ne kadar parçacı bakılıyorsa tevhidden o kadar uzaklaşılıyor demektir. Tabiatıyla tevhidden uzaklaşılması demek şirke yaklaşılması demek olacağından bizi şirke götürücü tüm parçacı yaklaşımlardan uzak durmamız akı- betimiz için önem arz etmektedir.

Genel olarak davranışlarımız düşüncelerimizin ürünüdür. “İslam Düşüncesi”ne aykırı olan düşünceler doğal olarak İslam’a uygun olmayan davranışlar üretecektir, üretmektedir de… İslam coğrafyası diye tanımlanan ama İslam’ı temsil etmekten uzak günümüz toplumlarının hali, bu gerçeği özetlemektedir.

Düşüncelerini İslam’ a dayandırarak bozuk fikir ve davranışlarını birer birer düzeltmeye gayret etmesi gereken insan maalesef kendi bozuk fikrini İslam’a dayandırıp İslam’dan sanıp yoluna devam etmektedir.

Bu -sanı-lardan bir tanesi de, hayatı din işi/dünya işi diye ikiye ayırmak şeklinde karşımıza çıkmaktadır. “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın” sözüyle ifade edilen bu bakış açısı, dünya için yapılacak işler ayrıdır/ahiret için yapılacak işler ayrıdır algısını da beraberinde getirmekte ve masum bir parçalanmışlık örneği ortaya konulmaktadır.

Peygamberimize ait olduğu söylenilen bu sözün aslı hadis kaynaklarında şu şekilde kayıt altına alınmıştır;

“Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.” (Câmiu’s-Sagîr, II/12, Hadis No:1201)

İslam’ı bir bütün olarak algılamayan bir yaşam biçimi olarak benimsemeyen insanlar bırakın Peygamber sözünü, Allah’a ait sözü bile, Allah’ın dinine ait olmayan (işine gelen) bir zihniyetle yorumlamış, böylesi bir din algısı mensuplarını her dönemde çağın gerisinde bırakmıştır.

Söylenen söz doğru bile olsa kastının dışında ele alınması sonucu beklenilen fayda elde edilememekte hatta istenmeyen sonuçlar doğurmaktadır. Konuya ışık tutması için (incelemeniz için adres linkleriyle birlikte) iki kısa örnek vererek devam edelim.

Örnek ayet;

“Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.” (33/Ahzab-56)

Sonuç: Salavat kampanyası…. (http://www.onder. org.tr/haber/imam-hatiplilerden-bir-salavat-dasen-cek-kampanyasi.html)

Örnek hadis:

La’İlahe’İllallah diyen cennete girecektir” diye bilinen aslı şöyle olan bir hadis;

Ubade İbnu’s-Samit el-Ensari’ den rivayet edildiğine göre: “Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur; “Kim Allah’tan başka ilah olmadığına Allah’ın bir ve şeriksiz olduğuna ve Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna, keza İsa’nın da Allah’ın kulu ve elçisi olup, Hz. Meryem’e attığı bir kelimesi ve kendinden bir ruh olduğuna, keza cennet ve cehennemin hak olduğuna şehadet ederse, her ne amel üzere olursa olsun Allah onu cennetine koyacaktır.” (Buhari, Muslim, iman 46, (28); (Tirmizi, iman 17, (2640)

Sonuç : “La’İlahe’İllallah” de kurtul (!) Ve tabi ki zikir kampanyası… (https://la-ilahe-illallahmuhammed-resulullah.blogspot.com/2013/… / zikir-nasl-yaplr.ht)

Meselenin sadece bir şeyleri lafzen söylemek olmadığı biraz düşüldüğünde kolayca anlaşılır.

Demek istediğimiz yanlış ya da eksik bir tanımlama meseleyi yanlış kavramsallaştırmaya sebep olurken bu durum düşünceyi ve haliyle davranışı da etkilemektedir.

Konumuza geri dönecek olursak dünya işlerini ahiret işlerinden ayrı görmek ve dini de sadece ahiretle ilişkilendirmek İslam’dan değil, olsa -olsa ‘laik zihniyetten’ alkış alır. Çünkü laik zihniyet dini dünya işleriyle ilişkilendirmez. Bu özelliği sebebiyle dünyadaki işlerini ahiretle ilişkilendirmeyen zihniyetle de ikiz kardeş durumundadır.

İslam ise hayatın tamamının “Allah için olması” esası üzerine kurulu olup herhangi bir ayrışmaya bölünmeye imkan vermez.

De ki: “Benim namazım, diğer ibadetlerim, hayatım ve ölümüm: hepsi, Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. (6/En’am 162)

O, davranış ve eylem bakımından hanginizin daha güzel amel edeceğini sınamak için ölümü ve hayatı yarattı. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır (67/Mülk-2)

Bizler yaşam boyu aldığımız tüm kararlardan, yaptığımız işlerden ve onu nasıl yaptığımızdan aynı zamanda yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımızın toplamından sorumlu tutulacağız. Çünkü sorumlu olduğumuz kulluk mükellefiyeti belirli bir zamanı değil, belirli ibadetleri değil, düşünce ve davranışlarımızın tamamını kapsamaktadır.

Her ne yapmışsak karşılığını göreceğimize inanı- yor, “ahiret işi değil” diye hesaptan muaf tutulacak bir iş olduğunu da düşünmüyoruz.

Aynı zamanda “ahiret işi” diye tanımlanan işlerin dünya hayatımızla ilgisi olmadığını da düşünmüyoruz.

Ahiret için çalışmak; belirli vakitlerde belirli ibadetlerini yerine getirmekle sınırlı olmayıp hayatı bir bütün olarak “Allah’ı razı etme sorumluluğuyla” yaşamak demektir.

Lakin bugünün insanı bu sorumluluktan razı olmadığından olsa gerek bu bilince ulaşamamaktadır. Yoksa Allah kullarına zulmedici değildir.

Dini bir kenara koyarak yaşayanlar şöyle dursun, dine mesafeli olmayıp aksine din adına bazı amelleri yapma hassasiyetine sahip olanlar bile dünya işi/ahiret işi ayrımının etkisinde yaşamaktadır.

Mesela dünyaya kendini kaptırıp birtakım ibadetlerini yerine getir(e) memekten veya aksatmaktan dert yanan insanlara baktığınızda bu anlayışın izlerini çok net görürsünüz. Bu kimseler karşılarındaki insanı İslam’a yakın görüyorlarsa, karşılaştıklarında kendi kendilerinden şikâyet edip derler ki;

-Bu aralar işler çok yoğun kendime bile vakit ayıramıyorum.

-Dikkat et işlerin sonu yok, dediğinizde;

-Haklısın aslında. Dünya işlerine dalıp kendimizi kaybediyoruz. Oysa hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışmak lazım…

Bu ve benzer konuşmalar her gün birçok insanın arasında geçmektedir.

Ve dünya işleri, ahiret işleri ayrımı her geçen gün zihinlerde resmileşmektedir.

Belki farkında değiller, belki iyi niyetliler ama böyle bir bakış açısı insanı da hayatı da perişan etmektedir. ‘Din’ gerçeğinden uzaklaştırmaktadır.

Bu problemin tarihi dinin miras gibi devralınıp devredildiği günlere kadar gitmektedir. Ve aynı hatalı anlayış devam ettiğinden bugünün insanlarını da etkilemektedir.

“Namaz Allah’ın bir emridir ve ahiret işidir” diye düşünürsek o halde sevap getirmeyen, getirse de namaz kadar getirmeyen işlerle uğraşmaktansa, ahireti kazanmak adına günün birçok kısmını namazla doldurma gereği duyulacaktır. Bu durumda İslam, mensuplarını belirli ibadetlere yoğunlaştırıp zamanlarını ve enerjilerini buralara sarf ettiren bir dine dönüşecektir. İslam’a bu bilinç (sizlik) le bakan toplumlar zamanla hayattan kopuk bir hale gelerek “dünya işi” diye terk ettikleri alanları başkalarına kaptıracaklardır.

Artık namazı kılınca, yeryüzünde dağılın. Allah’ın fazlını isteyip arayın ve Allah’ı çokça zikredin; umulur ki felaha (kurtuluşa ve umduklarınıza) kavuşmuş olursunuz.(62/Cuma,10)

Dinin sahibi Allah böyle buyururken ortaya şöyle bir anlayış çıkmış ve zamanımıza kadar devam ede gelmiştir.

Ebû Hüreyre den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav),

– “Size, Allah’ın kendisiyle günahları yok edip, dereceleri yükselteceği hayırları haber vereyim mi?” buyurdular. Ashâb:

– Evet, yâ Resûlallah! dediler. Resûl-i Ekrem:

– “Güçlükler de olsa abdesti güzelce almak, mescidlere doğru çok adım atmak, bir namazı kıldıktan sonra öteki namazı beklemek. İşte ribâtınız, işte bağlanmanız gereken budur” buyurdular.

Müslim, Tahâret 41. Ayrıca bk. Tirmizî, Tahâret 39; Nesâî, Tahâret 180; İbni Mâce, Tahâret 49,Cihâd 41 Namazı kılıp yapması gereken işinin başına geçen o iş bitmişse başkasına koyulan insan mı daha hayırlı yoksa sevaptır diye iki namaz arası mescidde oturan insan mı? Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel (94/İnşirah 7,8) demiyor mu Rabbimiz?

Nice namaz kılan namazı, oruç tutan orucu, dünya ile ilişkilendirmiyor. Zira bunlar ahiret işidir diye düşünüyor. Oysa bu mantıkla ahiret işi sayılması gereken kurbanı ise dünya ile öyle ilişkilendiriyor ki, beyaz eşya sektörü bile şaşırıp kalıyor…

Amelimiz/ibadetimiz diye tabir ettiğimiz fiiller, sadece ahiretle ilgisi olan dünya hayatımızda karşılığı olmayan fiiller değildir. Ahirette bir karşılığı olduğu gibi dünya hayatımızla da yakından ilgilidir. Mesela namazın dünyamızı da ilgilendiren, etkileyen yönü vardır. Çünkü hayatın zorluklarına karşı gereken gücü ve teselliyi huzuruna durduğumuz Rabbimizden alırız. Sevincimizi ve şükrümüzü O’na iletiriz. Hakkıyla kıldığımız namazlar bizi kötülükten dolayısıyla bunların hem uhrevi hem dünyevi sıkıntılarından kurtarır, dünyamız huzura kavuşur, düzene girer. Hani namaz ahiret işiydi?

Günlük işlerini yapan, mesleğini icra eden, verilen görevi yerine getiren ama bunları bir dünya işi olarak gördüğünden ahiretten ayrı değerlendiren anlayışa karşı Peygamberimizin şu sözlerini hatırlatmakta yarar görmekteyiz.

“Geçimini sağlaması gerekenleri ihmal etmek, insana günah olarak yeter.” Ebû Dâvûd, Zekât 45

Bu durumda ahirette söz konusu günahtan kurtulmak için dünyada çalışan insan bu çalışmasının karşılığını sadece dünyada değil ahirette de alacaktır. Hani bunlar dünya işiydi..?

Hayatı Allah’ın rızasını dikkate alarak yaşarsak, yaptığımız işlerin hepsini kendi lehimize (hayra), ya da Allah’ı dikkate almayarak aleyhimize (şerre) çevirmek bizim elimizdedir. Ki sonuçta her ikisinin karşılığı da bize gösterilecektir. Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür. (99/Zilzal 7,8) İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir.(73/Kıyame,13) “Dikkat edin, bütün işler sonunda Allah’a döner.” (42/ Şûra 53)

Görüldüğü gibi Kuran’ın içindeki öğreti ile toplumun zihnindeki öğreti birbiriyle çelişir haldedir. Dünya ile ahireti bir birinden ayıran anlayış, din işi/dünya işi diye hayatı ikiye ayıran bakış kesinlikle İslam’a ait değildir.

Yaptığımız amellerin/işlerin dünyada bir karşılığı ve anlamı olduğu gibi ahirette de bir karşılığı ve anlamı vardır.

İman eden bir mümin kendisine verilen işin de bir emanet olduğunu, onu gücünün yettiğince ve gereklerini yerine getirerek yaptığında ahirette karşılığını göreceğini bilir. Kendisine Allah’a ibadet etmek için özel bir zaman verilmesini beklemez.

“Gün boyu dünya (kendim) için bir şeyler yaptım akşam da ahiret (Allah) için bir şeyler yaparım” diye düşünmez. Her ne iş üzereyse onu en güzel şekilde yapmanın gayretinde olurken vakte ve imkâna tabi ibadetleri de sırası geldikçe yaparak gününü/ömrünü tamamlar. Böylelikle kulluk kesintisiz olarak davam etmiş olur.

Her konuda olduğu gibi burada da önemli olan ‘denge’ halinde olabilmektir.

Ahiret işi değil diye gündelik işlerini baştan sağma yapıp ibadet için özel zamanlar ayıranlar bilmelidir ki bu doğru bir ahiret bilinci değildir. Peygamberimizin şu sözü, söylemek istediğimizi hem özetler hem de destekler niteliktedir;

“Yüce Allah, yaptığınız işi sağlam ve iyi yapmanızdan hoşnut olur”(Beyhaki, Şu’abu’l-İman, 4/334)

O halde “şunlar dünya işidir yapıp geçiyim sonra da bir güzel kendimi ibadete verip Allah’ı hoşnut ederim” demenin yanlışlığı ortadadır. Aynı zamanda “bugün hep dünya işleriyle uğraştım ahiret getirisi olan işlerden uzak kaldım” demenin yanlışlığı da ortadadır.

Çünkü İslam “Sahih bir iman ve salih bir amel” prensibini esas alan herkese gününü/ömrünü Allah’ı razı ederek geçirme imkânını veren bir dindir.

Hayatı parçalara ayıran değil bir bütün olarak, bir olan Allah’a yönelten ve selamete erdiren bir dindir.

Bundan dolayı işlerini parça parça edenler sözüm ona dünya işi dediği fiilleri dinden/ahiretten ayrı görenler derin bir yanılgı içindedir. Sözde İslam toplumlarının zihnindeki bu dağınıklık onları her alanda paramparça etmiştir.

Kuran’ı, onun prensiplerini hayatına taşımadan okuyan niceleri bu ameli yerine getirmeye son derece özen gösterirken düştüğü çelişkiden rahatsızlık dahi duymamakta, hatta büyük sevaplar ummaktadır. Çünkü bu bir ahiret işidir(!)

Bir takım işlerine Allah’ı karıştırmayıp, bir takım işlerini de ‘ibadet’ diye titizlikle yapan milyonlarca insan Allah’ı karıştırmadığı her işte başkasına kulluk ettiğini kabul etmemektedir. Çünkü bu bir dünya işidir(!)

Bu gerçek sebebiyle Allah’a kulluk etmiş olmak için “Allah’tan başka ilah yoktur” demeyi yeterli görenler Allah’tan başkasına kulluk etmeyin uyarısını bir kez daha düşünmelidir.

Göklerin ve yerin gaybı Allah’ındır, bütün işler O’na döndürülür; öyleyse O’na kulluk edin ve O’na tevekkül edin. Senin Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir (Hud Suresi, 123)

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı