Genel

Düzeltilmesi Gereken Kavramlar -Muhammed Kutub

Kitap Özeti

Giriş

Hâlihazırda kullandığımız ancak dönemsel olarak farklılık arz eden kavramların olduğunu herkes bilir. Ancak zaman içerisinde anlam kaymasına uğrayan kavramlar ya tüm hayatımıza etki edecek mahiyetteyse? Ya varoluş esasımızı oluşturan kavramları yanlış anlamlandırıyorsak?

Muhammed Kutub “Düzeltilmesi Gereken Kavramlar” kitabında tevhid kavramını merkeze alarak ibadet, kaza-kader, dünya-ahiret, uygarlık ve dünyanın imarı gibi kavramları ayet ve hadislerden yararlanarak etraflıca ele alıyor.

İlk dönemde iman edenler ve son dönem Müslümanlarının ekseninde kavramları değerlendiren yazar, eleştirilerle birlikte olması gerekeni de okuyucuya sunuyor.

Kitap özetinden bölümler:

“Lâ ilâhe illallah” sadece kâfirlerin inanması veya şirk koşanların tevhide çağırılması için değildi.

“Lâ İlâhe İllallah” kavramı İslam’ın birinci ve en önemli esasıdır. Tevhidin Kur’an’da en geniş alanı kaplaması sadece ilk muhataplarının müşriklerden oluşmasıyla açıklanamazdı. İnanç sistemine dayalı İslam Devleti, Medine’de kurulduktan sonra da muamelatın devamında tevhidi vurgulayan ayetler gönderilmeye devam etti. Tevhid konusu din için belli bir vaktin içine sığacak hususiyetler barındırmadığı gibi bütün elçilerin insanlara aktarmakla yükümlü oldukları en önemli esası teşkil ediyordu.

İnsan hayatını kapsayan bir hakikat olan “la ilâhe illallah” sadece kâfirlerin inanması veya şirk koşanların tevhide çağırılması için değildi. “Ey iman edenler! İman ediniz!” ayeti inananlara da açık bir çağrıdır. Kâfir itikadını düzeltmek için, mümin imanda kalmak için ona muhtaçtır.

İnsan ya sadece Yaradan’a kuldur ya da şeytana kuldur ve üçüncü seçeneği yoktur. Kureyşliler içlerinden dini bir lider çıkmasına sevinecekken söyleyecekleri bir söz (la ilahe illallah lafzı) hayatlarında ne gibi bir değişiklik yapacaktı ki elçinin karşısında durdular? Yaşamları, helal ve haram anlayışları, yaptıklarından hesaba çekilmek, “ahlaki” zayıflıklarını terk etmek nefislerinin kabul edebilecekleri bir alan sunmuyordu inkârcılara. Atalarının cahiliye tavırlarının devam ettiricisiydiler.

İslam’a yeni giren kişinin öncelikle kelime-i şahadet getirmesi daha sonra muamelata dair emirlere uyması gerekiyordu. Bu da tekliflerin belli bir eğitim sonrası imanın tamamlayıcısı ve devam ettiricisi olarak inananın hayatına sirayet etmesiyle neticelenecekti.

Peygamberler tarih içerisinde de toplumun ileri gelenleri ve bu liderlere itaat edenler tarafından inkâr edilip engellenmeye çalışılmıştır. Ancak reddedişin esasını teşkil eden husus “ilahlar” sorunu olmayıp tamamen egemenlikle bağlantılıdır. Hz. Musa kıssasındaki Firavun ve Mekke’deki Kureyşlilerin ileri gelenleri arasındaki benzerlik de buradan kaynaklanır.

Günahsız bir toplum mümkün değildir ancak üstünde durulması gereken nokta Allah’ın (c.c.) hükümranlığı ve namazın edasıdır. Kalp ile tasdik ve dil ile ikrarın kâfi gelmeyeceği “lâ ilâhe illallah” lafzının gerekenlerini yapmadan mümin olunamayacağı İslam toplumunda aşikârdır. Eski ve yeni Mürcie anlayışına göre tasdik ve ikrar kâfi gelseydi iman kâfire de zor gelmeyecekti. İnsanı ilahi emirlere muhatap kılmayan İslam anlayışı! inandığı şeye muhalif bir tavır sergilediğinde kişilik parçalanmasına yol açar ki; imanın yüklediği sorumluluklarla bağ kurmamak da böyledir.

“Lâ ilâhe illallah”ın gerekleri şöyledir:

  • O’ndan (c.c.) başka ilah olmadığını isim, sıfat ve fillerinde birliğini kabul etmek (itikat tevhidi).
  • İbadetin sadece Allah’a (c.c.) yapılması (ibadet tevhidi).
  • Helal ve haramda kanun koyucunun O (c.c.) olması.
  • Allah’ın (c.c.) müminlere farz kıldıklarının yapılması.
  • Kitap ve sünnette yer alan tevhid kelimesinin gerekenlerini bilip, onunla ahlaklanmak.

Bu hususlarda meydana gelebilecek herhangi bir sapma şirktir. Kavramları anlamamızdaki hatalar basit bir tavırla üzerinde durulacak esasları barındırmamaktadır. Egemenlik kurmaya çalışan güçlerin çekindikleri tek şey insanın inancıyla olan sağlam bağıdır.

Müslümanların bilmesi gereken şudur ki; Allah kâfirleri egemen kıldığı yollarla Müslümanları egemen kılmaz ve kâfirlerin egemenliği daimi değildir. O’nun yolunda düzgün yürüyenler başkandır.

Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) dinin tamamlayıcısı olarak tüm insanlığa gönderilmiştir. Tevhid ilkesiyle istenen tasdik ve ikrardan ibaret olsaydı İslam’ın insanlığa yayılması mümkün olur muydu?

Peygamberlerin ve kitapların gönderiliş amacı hem batıni hem de uygulamaya yönelik esasların yerine getirilmesi içindir.

İnsanlar son yüzyılda şirk ve günah ayrımına varamayıp hâkikat noktasında Allah’tan (c.c.) başka hüküm koyucuları kendilerine rehber ediniyorlar. Haçlı emperyalizmi ise dini uygulamalardan alıkoyan şeylerle müminlerin tevhidle olan bağını zayıflatıyor. Zamanımızda abdesti bozan şeyleri sayfalarca anlatıp, “lâ ilâhe illallah”ı bozan meselelerde tek kelâm edilmemesi bundandır.

Dinin toplumun gerilemesine sebep olduğunu iddia edenler, Avrupa modeli bir “gelişme”yi esas alarak ve kelime-i tevhidin Müslüman olmak için yeterli olduğunu söylediler. Dünya hâkimiyetiyle gelen konfor Müslümanları hakiki imanın yüklediği sorumluluklardan uzaklaştırdı. Karşılığında mistisizm doğmuş olmasına rağmen onlar ‘emr-i bil maruf’tan uzaklaştılar. Siyasi tavrın da etkilediği dinin bu kişiselleşme süreci toplum ve siyasete yabancılaşmayı beraberinde getirdi.

İngiltere Başbakanı Gladson Mısır’a girdiğinde eline Kur’an’ı Kerim’i alarak şöyle der; “Bu kitap Mısırlıların elinde oldukça bu topraklarda yerleşmemize imkân yoktur.” Bu ön kabulle birlikte misyonerlik faaliyetlerine mukabil İslam çatısı altında tevhidden uzaklaşma, ibadetlerden soyutlanmış bir din anlayışıyla birlikte modern Mürcie’nin de kabul ettiği salt tasdik ve ikrardan ibaret bir din anlayışı gelişti.

Günümüzde liberal demokrasi, sosyalizm, komünizm adı altında Yaradan’a ait olmayan cahiliye hâkimiyeti vardır. Tevhid ilkelerini ve İslam kavramlarını düzeltmemiz gerekir.

Tevhid kavramından sonra müminler için en tehlikeli sapma ibadet kavramının algılanışında olmuştur.

İlk Müslümanların ibadet algılarıyla modern dönem Müslümanlarının ibadet algısı arasında belirgin farklar vardır.

“Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım…” (Zariyât, 56) ayeti insanın varlığının esasını teşkil ederek, tüm kapsayıcılığıyla seslenmiştir muhataplarına. Kur’an’ı Kerim’in ilk muhataplarının diliyle inmesi hem belâgat açısından hem de dilin inceliklerine hâkimiyet açısından sahabeye idrak kapılarını açmıştır. İlk nesil bu ayetten insanın ve cinlerin varlığının anlamının ibadetle tamamlandığını çıkarıyorlardı.

Peki, insan için zahiri olarak yapılan ibadetler yeterli midir? Ayette irade sahiplerine verildiği vurgulanan varlık amacı melekler gibi hatasız olamayan insan için ne ifade eder? Allah (c.c.) insandan melekler gibi olmasını isteseydi, meleklere verdiği ibadet etme gücünü verir ve onu bu yapıya uygun yaratırdı. Allah (c.c.) hiçbir nefse zulmetmez ve rahmetiyle kulunun gücü ölçüsünde ibadeti emreder.

İlk nesil ibadeti belirli anlara hasretmeyerek hayatın her safhasında ibadete uygun bir yaşayış sergilediler. Sembollerin olması insan için ruhî bir dayanaktı. Çıktıkları bu yolda ibadetler onlar için azık mahiyetindeydi. İbadet amaçlı halvet hali ve zikir bu ilk neslin aktardıklarından değildir.

Buharî ve Müslim’in rivayetlerine göre üç arkadaştan biri; “ben iftar yapmaksızın oruç tutacağım”, diğeri; “ben uyumayıp gece boyunca kıyamda olacağım”, üçüncüsü de; “ben kadınlarla evlenmeyeceğim” der. Resulullah (s.a.v.) bunun üzerine buyurdu ki: “Vallahi Allah’tan en çok korku duyanınız ve O’na en çok ibadet edeninizim ama oruç tutup iftar ediyorum, kıyam edip uyuyorum ve kadınlarla evleniyorum. Sünnetimden yüz çeviren Benden değildir.”

Allah’ı anıp, bizden ne istediğine yani üzerimize neyin farz olduğuna bakmamız lazımdır. Ayette cihada işaret edilmişse cihada, kadınlarla iyi geçinme emredilmişse onlarla iyi geçinmeye, rızkı arayarak talep etmekse arayışa, ilim talep edilmişse ilme götüren yola gitmek; ibadetin yaşamda hayat bulma şekline dönüşmesidir.

İlk nesil kulluğun simgelerle sınırlanamayacağını anlamıştır.  Namaz, hac ve zekât hayatı ve ölümü içine alan diğer ibadetleri yapmak için başlangıç noktasıydı. “Hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah (c.c.) içindir” ayeti ölümü de içine alan bir yönelişi ifade eder.

Daha Fazla

İktibas Çizgisi

İktibas Çizgisi Yönetici

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı