GenelYazarlardanYazılar

Hayatı İnşa etmek mi? Var olanı idame ettirmek mi?

İnşa;
Kendini yeniden inşa etmenin yoluna çıkmak, kendi nefsini kendi iradesiyle terbiye etmiş ve kontrol altına almış olmak demektir.

Hayatını ahlaki ve manevi (vahiy) ilkeleri üzerine kurup, öz disipliniyle çalışmak ve hayatını bu şekilde sürdürmek demektir. Böylece insan kendine hâkim olma erdemini de kazanacaktır.

İdame;
Arapça kökenli bir sözcük olan idame kelimesi, devam sözcüğünden türetilmiştir. Devam, sürekli olan, kesintiye uğramayan, sabit anlamına gelirken idame etmek, bir şeyi hiç ara vermeden devam ettirmek demektir.

Hayatımızı inşa edeceğimiz zaman; maksada, dağınık, hedefsiz, rastgele ve etkisiz çabalarla mı ulaşılır? Yoksa yüksek farkındalığın, bilincin ve dirayetin bir yere odaklanması ile mi?

Hayatın inşa olması hasebiyle, her an hayatın mahiyetini değiştirmek imkânı da söz konusudur. Yani doğru başlayan bir süre sonra yanlışa; yanlış başlayan da, doğruya evirilebilir.

İnşa etmek istediğimiz hayatın seyrini, hayra döndürebilmenin ilk koşulu; anda, durumu okuyup, anlamlandırmak; tutum belirleyip, karar almak ve davranış geliştirmek safahatlarında; yüzleri, hakikat istikametine döndürmek olmalıdır. Daha sonra her veçhede yüzün bu istikamette sabit kaldığından emin olmak lazımdır.
Yüzünü hakikate dönmek isteyenlerin bilgi sistemleri de fıtrattan, bilginin fıtratına uygun olarak inşa edilmelidir.
Burada sorulması gereken en önemli soru ‘odak noktasıdır. Nedir odak noktası?
1. İnsanı sorumlu kılan en önemli husus; bizatihi mülkiyet sahibi olmadıkları ve tasarrufuna yetki verilen her şeyin emanet olduğunun bilinmesi şuurudur.
2. Hayatımız, sağlığımız, aklımız, ilişkilerimiz, bize verilen rızıklar-nimetler, yaşadığımız topraklar, hatta bütün Dünya, bütün insanların ve varlıkların hukuku; kısaca ilintili olduğumuz her şey bize birer emanettir ve onlarla, mülkün sahibinin belirlediği şartlarda ilişki kurarız.
3. En hakiki en değerli emanet ise dinimizdir.

Yani, hayatı inşa etmek kavramı ve bu sürece bizatihi dâhil olmak keyfiyeti, bir insan için belki de hayatın en önemli konularından birisidir.

O zaman yeni ve yakıcı bir soru daha çıkıyor, ortaya.

Bu halde, neden; hayatı inşa etmenin anlamı, tasavvuru, sistematiği, sınırları, ilkeleri, kuralları, usulleri, ilişkileri, bilinci ve becerisi; insanların öğrenmeleri, bilmeleri, yapabilmeleri ve olmaları gereken en önemli mevzular arasında ve hatta başında geldiği halde; eğitimin, kültürün, yönetimin, politikaların, sosyal konuların, strateji ve hedeflerin tepesine konulup, insanlara sağlanmamaktadır?

Tüm bu soruların kısaca cevabı hayatı inşa edecek yetkinliğe ve isteme sahip olunmamak olarak cevaplanabilmektedir. Geleneğin muhafazası daha sevimli gelebilmektedir. Konformizmin uyuşturduğu, baskıcı totalitarizmin sindirdiği insan riske kendisini kapatıp yaşamayı kolaycı görebilmektedir.

Dünyaya bir daha gelmeyeceği / gelinmeyeceği bu dolayımda hayatı var olduğu şekliyle, kalabalığa uyarak yaşamayı ilke edinerek yaşamayı yaşamak saymanın doğal sonucu olarak kabullenebilmekten istihsal edilmektedir.

Hayatın sürekliliği olan, kesintiye uğramayan, sabit anlamına, idame etmek, bir şeyi hiç ara vermeden devam ettirmek  sevimli gelebilmektedir. Kolaycı anlayışın tezahürü olarak göre bilinebilir.

Hal bu ki; insan amaçlarının yaşamının boş olmadığı bilincinde olması gerektiği halde, görmezden duymazdan bilmezden gelebildiği, hayatın ana dinamiği, Vahye muhalefet etmeyi sindirebilmektedir. Sadece vahye muhalefet bile başlı başına bir cürümdür. Hem de affı olmayan bir cürüm.

Hayatı oyun ve eğlence ile geçiren insanın ahir dünyadan hiçbir beklentisi olamaz. İnanmadığı halde inanıyor gözükerek her iki dünyada da kaybeder.

Enam Suresi.159:

Dinlerini parça parça edip, gruplara ayrılanlarla senin hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra Allah, onlara yaptıklarını haber verecektir.

Enfal Suresi.22:

Gerçek şu ki, Allah katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, aklını kullanmayan sağırlar ve dilsizlerdir; demektedir.

Bakara Suresi.256:

Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâgutu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

Bu ayetin hükmüne göre esas olan, fitnenin ortadan Vahiyle kalkması;
doğrulukla, sapkınlığın, ilahi olanla beşeri olanın birbirinden kesin olarak ayrılması ve insanın, doğruyu ayan-beyan görmek hak ve imkânına kavuşmasıdır.

Bunun için, iman edenlere, canlarıyla ve mallarıyla mücadele etmesi, savaşması emri verilmiştir.
İlahi yükümlülük / sorumluluk gereği, hayatı inşa etmek her iman ehline farzdır. Birileri mücadele ederken kendimizi sorumsuz saymakta sorumluluktan kaçmaktır.

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı