GenelKavram

Hulud / Ebedilik 

Ahiretin ebediliği üzerine bina edildiği kelimeler üzerinde durmanın, konunun anlaşılması açısından daha doğru olacağını düşünüyoruz. Bu nedenle “hulud” ve “ebed” kelimelerinin lügat anlamlarını ve ayetlerde kullanıldıkları yerler itibariyle kazandıkları anlamlar üzerinde düşünmeye çalışacağız. Allah’tan dileğimiz onun maksadını doğru olarak anlamak ve anlatabilmektir.

Halede, yahlüdü, hulden ve huluden (noktalı ha harfiyle yazılmaktadır.) = devam etmek, kalmak, uzun zaman kalmak.

Halede ileyhi = meyletmek, halede bihi =devam etmek, bağlı kalmak,

halede hu “edaame hu” anlamında = ebedi, devamlı kalmak, ebedileştirmek anlamlarına gelmektedir.

Lügat anlamları bu olmasına rağmen her kelime cümlede kullanıldığı yere göre anlam kazanmaktadır. Kullanıldığı ortam ve âleme göre de anlamlandırılmaktadır. Kur’an’da kullanıldığı yerler şöyledir:

“Senden önce de kendilerine vahyettiğimiz bazı peygamberler gönderdik. Bilmiyorsanız zikir ehline sorun”.

“Biz onları yemek yemeyen varlıklar kılmadık. Ve onlar ölümsüz / ebedi de değillerdi(= vema kanu halidiyn).”(Enbiya 21/7-8)

Buradaki “halidiyn“ kelimesinin başına olumsuzluk edatı getirilerek ölümsüzlük yani dünyada ebedi kalmamak anlamında kullanılmıştır.

Bu kelime hem cennet hem de cehennem için aynı kalıp ve aynı anlam örgüsüyle kullanılmaktadır.

“O gün geldiğinde Allah’ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. O gün insanlardan bir kısmı bedbaht, bir kısmı da mutludur…

Bedbaht olanlar cehennem ateşindedirler. Onların orada öyle bir soluk alış verişleri vardır ki; gökler ve yer durdukça onlarda o ateşte ebedi kalacaklardır. Ancak Rabbinin dilediği müstesna. Şüphesiz Rabbin dilediğini yapmaya kadirdir.

Mutlu olanlara gelince, onlarda gökler ve yer durdukça cennette ebedi olarak kalacaklardır, ancak Rabbinin dilediği müstesna. Bu ardı arkası kesilmeyen bir ikramdır.”(11/105-108)

Bu ayetlerde de “halidiyne fiha” ifadesi hem cennet hem de cehennem için aynı kalıpta kullanıldığı gibi “dame” = “sürekli, devamlı” anlamına gelen bir kelimeyle de desteklenmektedir. Yüz sekizinci ayetin sonunda ise “Bu bitmeyen / arkası kesilmeyen sürekli bir ikramdır” ifadesiyle de anlam pekiştirilmektedir.

Bu ayetlerde geçen “yer ve gök durdukça” tabiri sonsuzluğun belirtilmesi için kullanılan bir deyimdir.

“Allah’ın dilemesi müstesna” demek ise her şeyin nihai kararını vermek Allah’a aittir. O dilediğini yapmaya muktedirdir. Yaptıklarından kimseye hesap vermez, izin almaz. Ancak o vadinden de asla dönmez. Onun emri yerine getirilir. O vâdettiğini mutlaka yerine getirir; demenin kısa ve kalıplaşmış ifadesidir.

“El ebed” kelimesinin kelime anlamı ise sözlüklerde şöyle geçmektedir:

“El ebedü”, çoğulu “abad” ve “ubud” şeklindedir.

Anlamı ise: sonsuzluk, uzun zaman, kadim, ezeli, daim demektir. Ayrıca El- Ebediyyü: ebedi, sonsuz, daim; El ebediyyetü: sonsuzluk, ahiret; İle’l-ebedi: ebediyyen, daima; Ebeden: daima, her zaman, hiç anlamlarına gelmektedir.

Bu kelimenin uzun zaman ifade etmesi ancak dünyada her hangi bir şey için kullanıldığında örneğin: “Bu devlet ebedidir” sözünde olduğu gibi. Söyleyen de dinleyen de biliyor ki dünya ebedi değilken onun üzerindeki bir şeyin ebedi olması mümkün değildir. İşte burada uzun zaman anlamında kullanılmaktadır. Ancak bu kelime Allah ve ahiret için kullanıldığında ise sonsuzluk anlamını ifade eder.

“Şüphe yoktur ki inkâr edip zulmedenleri Allah bağışlayacak değildir. Onları içinde temelli ve ebedi kalacakları cehennem yolundan başka bir yola da iletecek değildir. Bu Allah’a kolaydır.”(Nisa 4/168-169)

İşte bu ayet, azabın devamlı olmadığını ve cehennemin de devamlı olmadığını söyleyen kimselerin durup düşünmeleri gereken bir ayettir.

Öncelikle Allah kâfir ve zalimleri asla bağışlamayacağını hem bu ayette hem de başka ayetlerde bildirmektedir. Bağışlanmayanların cezası ise devamlıdır. Cezalandırılacakları yer ise cehennemdir. Cehennemin de devamlı ve ebedi olduğunu “halidiyne fiha ebeda” ifadesiyle beyan ederek sonunda da “Bu Allah’a kolaydır” buyuruyor. Bu iş bazılarının kanını dondursa da, aklına yatmasa da, Allah’a adalet dersi vermeye kalksa da böyledir ve bu Allah için çok kolaydır.

“Muhakkak ki kâfirler cehennem azabında ebedidirler. Kendilerinden azap hiç hafifletilmeyecektir. Onlar kurtulmaktan da ümitlerini kesmişlerdir. Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendileri zalim kimselerdi”.

“(Cehennem bekçisine) “Ey Malik, artık Rabbin bizim işimizi bitirsin” diye seslenirler. Malik de: “siz böyle kalacaksınız” der. Andolsun ki biz gerçeği getirdik, fakat çoğunuz gerçekten hoşlanmadınız.”(Zuhruf 43/74-78)

Ayette geçen “müks, makis” kelimesi ikametgâh, durak yeri anlamına gelmektedir. Malikin ifadesiyle “sizin ikametgâhınız burasıdır” denilmektedir. Yani siz artık buralısınız, başka yeriniz yok.

Kur’an’da kullanılan“ seva, lübs ve müks“ kelimeleri ikamet edilen yer anlamındadır. Hem cennet hem de cehennem için bu ifadeler kullanılmıştır. Cehennem için kullanılışını (Zuhruf 43/77) de vermiştik. Cennet için kullanılışı da şöyledir:

“Hamd olsun o Allah’a ki, kendi katından şiddetli bir azabı haber vermek ve salih amel işleyen müminlere, içinde ebediyen kalacakları cenneti ve güzel bir mükâfatı müjdelemek ve “Allah çocuk edindi” diyenleri uyarmak için, kuluna içinde hiçbir eğrilik ve tezat bulunmayan dosdoğru kitabı indirmiştir.”(kehef 18/1-4)

Burada üçüncü ayette geçen “makis” ikamet edilen, kalınan yer anlamında kullanılmıştır. Yine bu anlama gelen “seva (peltek se vav ya ile)” da=ikamet etmek, sabit olmak anlamında kullanılan eş anlamlı kelimelerdir.

Yağmur suyunun köpüğünün gidip faydalı olan suyun yerde kalışını da Allah (Rad 13/17) de “müks” kelimesiyle ifade etmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken kelimenin Kur’an bütünlüğü içinde kazandığı anlamdır. Ayete anlam verirken lügat anlamlarından vakıaya uygun olanının seçilmesi, kelimenin Kur’an bütünlüğü içinde değerlendirilmesi doğru bir anlam için gerekli olmaktadır.

Kelimelerin geçtiği ortamları ve kullanıldığı ayetleri takdimden sonra bu konudaki iddiaları da cevaplamak istiyoruz.

Bu konudaki iddialardan bazıları şunlardır:

1- “Azap ayetlerinde geçen “hulud”, devam süreklilik kısaca ebedilik gerektirmez. Hulud uzun süreli kalışları ifade eder. Nitekim Arapça da hulud, uzun süre yaşamayı ifade etmek üzere insanlar ve diğer varlıklar için kullanılır.”

Kur’an bu kelimeyi kullanırken mücerret bir kavram olarak kullanmıyor. Bir inanışın ve bir anlayışın sonucu olarak bir âlemden ve o âlemin niteliğini belirtmek için bir anlam örgüsü içinde sunuyor.

“Elleri boyunlarına bağlanmış olarak cehennemin dar bir yerine atıldıkları zaman, oracıkta hemen yok olup gitmeyi isterler. (Onlara) “Bir defa yok olmayı değil bir çok defa yok olmayı isteyin” denir. De ki: “Bu mu daha iyidir yoksa takva sahiplerine vadedilen ebedilik cenneti mi? Orası onlar için bir mükâfat ve gidilecek güzel bir yerdir. Onlara orada temelli kalmak üzere diledikleri her şey vardır. Bu Rabbinin yerine getirilmesini istediği bir vaadidir.”(Furkan 25/13-16)

Yukarıda ki ayetlerde geçen “ ebedi, temelli“ kelimelerinin karşılığı ayette “hulud” kelimesiyle ifade edildiğini görüyoruz. (cennetül huldi, halidiyne) bu ayetlerde “ebedilik cenneti” ve “ devamlı kalacakları yer” yerine ‘geçici cennet’, ‘bir müddet kalınacak yer’anlamlarını koyduğumuzda; ayetin manası ne olur? Allah’ın kullarına vadi geçici mekânlar ise bunun cazibesi nedir? İnsanların mallarını ve canlarını satın aldığı cennet böyle geçici bir mekân ise buradan sonra insanlara kalıcı ve ‘daru’- ‘eman yeri’neresi olacaktır? Bununla ilgili hiçbir malumat yoktur.

Allah’ın kullarına vaadettiği: “Ebediyet ve sonu gelmeyen bir nimet” vaadi o zaman ne anlama geliyor düşünmemiz gerekmiyor mu? Allah ebediyet aleminde kullarına sonu gelmeyen nimetlerle ikram edeceğinin müjdesini vererek yüzlerini güldürmektedir. Zalim ve kâfirlere de sonsuz bir azabı sunarak yüzlerini karartmaktadır.

Yukarıda zikredilen ayetlerle hem cennet hem de cehennemin sürekliliği “hulud ve ebed” kelimeleriyle ifade edilmiştir. Bir kelime biri için sonlu diğeri için sonsuzluk anlamına alınamaz. Her iki mekân için de aynı kalıplarla ve aynı ifade biçimiyle ifade edilmektedir. (Cennet için de halidine fiha ebeda, cehennem için de halidine fiha ebeda denilmektedir.) Bu nedenle cennetin devamlı olması gibi cehennem de devamlıdır.

2- “Cenabı Hak, Kur’an’ın üç ayetinde cehennem azabının ebedi olmadığını gösteren ifadeler kullanmıştır denilmektedir. Bunlar Enam/128, Hud/107, Nebe/23 ayetleridir.”

Belirtilen ayetlere birlikte bakarak ne anlam ifade ettiklerini anlamaya çalışalım.

“O gün Allah onların hepsini oraya toplayacak ve ‘Ey cinler (şeytanlar) topluluğu! Siz insanlarla çok uğraştınız’ diyecek. Onların insanlardan olan dostları da ‘Ey Rabbimiz! Biz birbirimizden faydalandık. Bizim için tayin ettiğin ecelin sonuna ulaştık’ diyecekler. Allah da buyuracak ki: ‘Allah’ın dilediği hariç, içinde ebedi kalacağınız yer cehennem ateşidir.’ Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir. Her şeyi bilendir.”(Enam 6/128)

Burada, “Ennaru mesvaküm halidine fiha’’sizin ebedi kalacağınız ikametgâhınız ateştir”. Burada muhatap olanlar cinlerden şeytanlaşanlar ile insanlardan şeytanlara tabi olan kâfirlerdir. Kâfirlerin cehennem de ebediliğini ve onların bağışlanmayacağını Nisa 4/168-169’da açıkça bildirmişti.

“Bedbaht olanlar cehennem ateşindedirler. Onların orada öyle bir soluk alış verişleri vardır ki!..”(Hud 11/106)

“Gökler ve yer durdukça onlar orada o ateşin içinde ebedi kalacaklardır. Ancak Rabbinin dilediği müstesna. Şüphesiz Rabbin dilediğini yapmaya kadirdir.”(Hud 11/107)

Şimdi bu ayette geçen “halidine fiha” kelimelerine geçici bir süre anlamı verirsek insaf edip bundan bir sonraki ayeti okuduğumuzda aynı kelimelerle cennet ve cennetliklerin durumunun ifade edildiğini görürüz. Akleden soracaktır. Bu ifadeler cehennem için sonlu olurda cennet için sonsuzluk ifade eder mi? Zira ayet şöyle:

“Mutlu olanlara gelince, onlar da gökler ve yer durdukça cennette ebedi olarak kalacaklardır, ancak Rabbinin dilemesi müstesna. Bu ardı arkası kesilmeyen bir ikramdır.”(Hud 11/108)

İkisini birlikte okuyup düşünelim.

“Allah’ın dilemesi müstesna” ifadesi her zaman ve zeminde güç ve kudret Allah’a aittir, O dilediğini yapar anlamında bir vurgudur.

“Cehennem, gerçekten azgınları bekleyen bir pusu ve onların dönüp dolaşıp gelecekleri yerleri olacaktır. Orada çağlar boyu kalacaklardır.”(Nebe 78/21-23)

Bu ayette geçen “Ahkaben” kelimesine lügatlar da: Bir yıldan fazla bir zaman, uzun zaman, seksen sene gibi anlamlar verilmiştir. Ahiret yurdu için bu kadar zamanı yeterli bulmayanlar “asırlarca” diye tercüme etmeyi uygun bulmuşlardır. Yukardaki mealde de ‘çağlar boyu’ anlamı verilmiştir.

Bu kelime burada belli bir zaman dilimini bildiriyor diye bu anlam verilmiştir. Bu kelimeye aynı zamanda ‘hal ve durum’ bildiren bir anlam vermekte mümkündür. Hemen sonraki ayette: ‘Serinlik ve içecek bir şey tadamayacakları ve kaynar su ve irin içecekleri ve azaplarından başka bir şeyin artırılmayacağı’ bildirilmektedir.

Besleyici ve serinletici bir durumdan uzak olan bu insanların deve semerini bağlayan kayışa veya semerin yükünü bağlayan ipe dönmeleri kaçınılmaz olacaktır. “El hagabu” kelimesinin çoğulu olan “Ahkab” da bu anlama gelmektedir. Bunun ise onlara uygun bir ceza olacağını ve onlar hesabı ve ayetleri yalanladıkları için azaplarından başka bir şeyin artırılmayacağını ilan ile son bulmaktadır. Bunca azabın içinde kaynar su ve irin içen kimselerin incelip iplik olmaları da hallerini anlatmaya daha uygun düşmektedir.

Allah kâfir ve zalimleri bağışlamayacağını ve ateşlerinin ebediliğini (Nisa 4/168-169) de ilgili ayetlerde beyan etmişti. Bu kelimeye de diğer ayetlerin ışığında baktığımız da zaman bildirmekten çok durum bildirmesi daha uygun düşmektedir.

3- “Azap doğuştan temiz ve günahsız olan insanın sonradan ürettiği kötülükler yüzünden kirlenmesi üzerine öngörülen bir temizlenme sistemidir. Azabın kendisi bizzat amaç değildir. Böyle olunca, günah işlemiş ve bu yolla kirlenmiş olanlar bu kirliliklerinden arınınca azapları da son bulacaktır. Bunun aksini düşünmek Allah’ın azap etmekten zevk aldığını iddia etmek olur. Böyle bir zevk, ulûhiyetinin şanına yakışmaz, Kur’an’ın verileriyle de bağdaşmaz” denilmektedir.

İfade ettiğiniz gibi kirlenenler temizlenir. Ancak kendisi kir olanlar değil. Kur’an’ın ifadesiyle müşrikler için Allah “Müşrikler ancak necesdir” buyuruyor. Neces olan şeyi temizlemek için ise, iman ve tövbe etmesi gerekir ki bunun yeri de Ahiret değildir. Her insana bu fırsat dünyada verilmiş olmasına rağmen, iman ve tövbe etmeye tenezzül etmeyenlerin yerinin cehennem olacağı, Allah’ın onlara dünyada iken vadidir. Allah ise vadinden dönmez.

Azap konusuna gelince: Allah, intikam sahibi olduğunu şöyle bildiriyor: “… Bu yaptığının cezasını tatması içindir. Kim tekrar bu suçu işlerse Allah ondan intikam alır. Allah güçlüdür, intikam sahibidir.”

“… Allah’ın ayetlerini inkâr edenler var ya işte onlar için şiddetli azap vardır. Allah güçlüdür, intikam sahibidir.”

“O halde Allah’ın peygamberine verdiği sözden cayacağını sanma. Doğrusu Allah azizdir, intikam sahibidir.

“Allah’a karşı yalan uydurup ve kendisine gelen gerçeği yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Kâfirler için cehennemde yer olmayacak mı? Allah kimi doğru yola eriştirmiş ise onu saptıracak kimse yoktur. Allah mutlak galip ve intikam sahibi değil midir? (Maide 5/95, Ali mran 3/4, İbrahim 14/47, Zümer 39/32 ve 39/37)

“Allah’ın azaptan zevk aldığını iddia etmek olurdu” konusuna gelince zevk almak, duygusal davranmak, hislerine kapılmak gibi davranışlar yaratılmışların özellikleridir. Yaratıcı ise bunlardan beridir. O herkese tercihinin sonucu olan şeyi vereceğini dünyada iken vadetmiştir. Verilen bu vadin yerine getirilmesidir.

 4- “Şu halde, genel deyişle ahiret hayatının, özel olarak da cennet ve cehennemin ebediliğini iddia etmek Kur’an’ın ulûhiyet anlayışına aykırıdır. “Allah‘ın zatı dışında her şey helak olacaktır”(Kasas 88) ve “Göklerdeki ve yerdeki her şey fanidir; sadece o celal ve ikram sahibi Allah‘ın yüzü baki kalır.”(Rahman/27) denilmektedir.

Cennet ve cehennem dolayısıyla Ahiret âlemi Allah’ın kulları için yarattığı mahlûkudur. Bu âlem (ahiret, cennet, cehennem) irade ve kudret sahibi bir varlık değil ki ilahlık iddiasında bulunsun da bu da Kur’an’ın uluhuyyet anlayışına ters olsun. Konuya delil getirdiğiniz Kasas 88. ayetinin tamamı şöyle:

‘’Allah ile beraber başka bir ilaha kulluk etme. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. O’nun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm O’nundur. Siz de ancak O’na döndürüleceksiniz”.

Burada Allah’tan başka ilahlara inanmayın; onlar ölümlüdür Allah ise bakidir denilmekte olup; getirildiği bağlamla alakası yoktur. Rahman 27. ayeti dünya ile alakalı bir gerçeği dile getiriyor. Kıyametle dünyada olan her şeyin yok olacağını, ancak Allah’ın baki olduğunu vurguluyor. (Rahman 55/26-27) Bunun ahiretle, cennet ve cehennemle bir ilgisi yoktur. Çünkü ahirette bütün faniler hesap için yeniden diriltileceklerdir.

Dünyaya ve içindekilere bu özelliği veren ve geçici olduğunu söyleyen Allah, ahirete de devamlılığı vermiştir. Bunun aksi olsaydı bir takım karinelerle değil Kur’an da açıkça beyan ederdi. İnsanların bu müşkülünü asla belirsizliğe bırakmazdı. Asr-ı Saadet’te bu durum böyle anlaşılsa idi; her halde bu dinin tebliğcisine, bu hayatın sonrası için ahirette cennet ve cehennemden sonraki hayatla ilgili yüzlerce soru sorulurdu. Böyle bir soruya bu literatürde rastlamıyoruz.

5- Şu halde “hulud” ebediyet değil, uzun süre anlamındadır. Ebed kelimesi de aynı anlamda olup kafirler için bu sürenin daha uzun olacağını belirtmiş ve pekiştirmiş olabilir. Cennetin devamlı olacağı ise açık bir şekilde “daim” kelimesiyle belirtilmiş (Rad 35) ve kesintiye uğramayacağı açıklanmıştır” denilmektedir.

Burada geçen hulud ve ebed, kelimeleriyle ilgili açıklamaları konunun baş tarafında anlatmıştık. Ancak cennet için burada Rad 35. ayetiyle devamlı olduğunu iddia etmeniz yukarıdaki (4. maddede): “Şu halde genel deyişle ahiret hayatının, özel olarak ta cennet ve cehennemin ebediliğini iddia etmek, Kur’an’ın ulûhiyet anlayışına aykırıdır” diyorsunuz. Burada ise “cennetin devamlı olacağını açıkça “daim” kelimesiyle belirtilmiştir” diyorsunuz. Bu iddianızda bir çelişki olmuyor mu? Ve Rad 35. ayetini delil gösteriyorsunuz. Ayeti okuyalım:

“Takva sahiplerine vadedilen cennetin durumu şudur: içinden ırmaklar akar; yemişleri devamlıdır; gölgesi de… İşte kötülüklerden sakınanların akıbeti budur. Küfredenlerin akıbeti ise ateştir.”(Rad 13/35)

Burada kullanılan devamlılık ebedilik anlamında kullanılan bir ifade değil. Cennetin meyve ve gölgesinin devamlılığıdır. Bu ise sıcak iklimlerdeki yedi veren meyveler gibi meyvesi ve yaprağı, yeşilliği devamlı olup ağaçların meyvesi ve yapraklarının devamlılığından bahsedilmektedir.

Ayrıca bu iddianızla da kendinizle çelişkiye düşmektesiniz. Dördüncü maddede ki iddianızla tüm ahiret hayatını geçici sayarken, burada cennet için (hiç ilgisi olmadığı halde) daim sözüne dayanarak devamlı olacağını söylüyorsunuz.

Aynı maddede “genel olarak ahiretin, özel olarak da cennet ve cehennemin, ebediliğini iddia etmek, Kur’an’ın ulûhiyet anlayışına aykırı olur” dediğinize göre, ebedi olmayan ahirette cennet nasıl daim/ ebedi olacaktır? Düşünülmesini istiyoruz.

Bu ve benzeri iddialar olabilir. Tarih boyunca da hep olagelmiştir. Kimi sonsuzluğunu, kimi sonluluğunu savunmuş; Yahudiler de ateşin kendilerine sayılı birkaç gün dokunacağını söylemişlerdir (Ali İmran 3/24) ama hiç biri ölümü istememiş. Yani söylediklerine kendileri de inanmamışlardır.

Biz de diyoruz ki, Allah kitabını anlaşılması için açık bir Arapça’yla(Yuısuf 12/2) göndermiş ve öğüt alınması için de(Kamer 54/40) kolaylaştırmıştır. Öğüdünüzü Kur’an’dan aldığınızda göreceksiniz ki, Kur’an’ın anlattığı cennetten bir saniye bile ayrı kalmak istemeyeceksiniz. Yine Kur’an’ın anlattığı cehenneme de bir saniye bile tahammül edemeyeceğinizi göreceksiniz. Ve Kur’an’da cehennemden kurtulmanın, cennete de girmenin yollarının açıkça ve defa atla gösterildiğine de şahit olacaksınız.

O halde yapacağımız şey; korktuğumuzdan kurtulmanın, sevdiğimize kavuşmanın yolunu tutmak olmalıdır. Bunlar Allah’ın işidir; O ise işini kimseye bırakmaz, dilediği gibi yapar. İnanıyoruz ki hükmetmek de ona aittir. O dilediği gibi hükmeder. Biz ise onun hükmüne tabi olmakla hayat bulur, O’ndan razı olmakla, O’nun rızasına ereceğimize inanırız. Dilerse sonlu eder, dilerse sonsuz. Bize ancak teslim olmak, merhametine ve affına sığınmak yakışır. Son söz olarak Yusuf (as) ‘ın dediği gibi:

“Ya Rabbi!  Beni (Bizleri) müslüman olarak öldür ve salih kullarının arasına kat”(Yusuf 12/101) diyor, hal ve ahvalimizi Allah’a emanet ediyoruz…

 

Etiketler
Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı