GenelMektuplara Cevap

Allah’ın Fıtratına Dönmek

Bütün varlığımızla inanıyoruz ki, Allah’a yakın olanlara Allah ta yakındır Allah’ın yardımı da.  Allah elçisine şu müjdeyi veriyor: “Kullarım sana beni sorarlarsa ben onlara yakınım. Bana dua edenin duasını işitirim ve benden istediklerini veririm. O halde onlar da banim davetime icabet etsinler / iman etsinler ki doğru yolu bulmuş olsunlar.” (Bakara 2/186)

Hülya ERGÜN/Ankara

            Selamun Aleyküm.

Soru: Ben devlet memuruyum. Memurluğa başlarken imzalatılan evraka, yani Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalınacağına dair hükme iman etmiyorum fakat memurluğumu sürdürüyorum. Yaptığım bu fiil şirk midir? Bir de bazı arkadaşlar, vakıf ve derneklere destek vermenin şirk olduğunu söylüyor, sanırım mahkemeden izin alınarak kuruldukları için bunu söylüyorlar. Şeriat mahkemesinin olmadığı günümüzde, boşanmak için de mahkemeye gidemeyecek miyiz? Bu ülkede dinimizi yaşayabilmemiz için ne yapmamız gerekir?

Hüseyin BÜLBÜL Cevap: Selamınıza bil mukabele! Bu konuların yeterince düşünülmeden konuşulan konular olduğunu düşünüyoruz. Bırakın bir devletin memuru olmayı işçisi, çiftçisi, çobanı, çırağı, amiri, askeri, sivili içinde bulunduğu devletin yasalarına itaat etmek zorundadır. Hiçbir otorite karizmasının çizilmesini, yasalarına itaat edilmemesini istemez. Edilmediği alenileştiği zaman yasal işlem ne ise onu uygular. Bu her devlet için aynıdır. Kendi vatandaşı için böyle olduğu gibi geçici olarak gezmeye gelen turistler bile aleni olarak yasalara aykırı davranamaz. Bu gerçek hem İslam devleti için böyledir hem de beşeri sistemler için böyledir. Herkes kırmızıçizgisini çizer sahasını belirler. Hayatın görünen boyutu ile ilgili konular için böyledir. Hiçbir kanun kişinin görünmeyen boyutunu yargılayamaz. Bizzat suç işlemiş olsa bile ispat etmeden cezalandıramaz. Tüm yasalar zahire göre hükmeder. İslam’ın hukuki boyutu da böyledir. Allah elçisi: “Ben kalpleri yarmaya memur edilmedim” buyurmuştur. Adam müslümanım diyorsa onu Müslüman kabul etmiştir. Varsa içinde bir illeti o Allah ile kendi arasındadır. Çünkü Allah kalplerin özünü bilir. Allah her şeye kadir ve her şeyi bilmesine rağmen, insanın özgün olarak vereceği kararlarına müdahil olmayıp sonucundan sorumlu tutacağını bildirmesine rağmen; haddini bilmeyen insanlar hemcinsine hükmederken duracağı yeri bilmemektedirler. Meselenin ana sebebi budur. İnsan da fıtratın sesine kulak vererek kendince çıkış yolları araması bu fıtratın sonucudur.

“Fakat zulmedenler, bilgisizce hevalarına uydular. Artık Allah’ın şaşırttığını kim yola getirebilir? Onların yardımcıları da yoktur.” “Öyleyse sen, yüzünü Hanif olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir ki O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışında hiçbir değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Ama insanların çoğu bilmezler.” (Rum 30/29-30)

Konu inanç olunca neyi hak olarak kabul edeceğimiz; neyi batıl olarak görüp kabul veya reddedeceğimiz konusunda kimsenin posta koyma, zorlama hakkı yoktur. Allah Teâlâ bile “dinde zorlama yoktur” hükmünü koymuş: “dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin” buyurmuştur. Kimse kimsenin koyduğu kuralları üstün görmeye de zorlanamaz. Bir işçi veya memurdan belirlenmiş olan sekiz beş mesaisine harfiyen uyması istenir. O da buna harfiyen uyar hiçbir mahzuru yoktur. Ancak bunun doğru ve üstün olduğuna inanmak zorunda değildir. İmanı ilgilendiren tüm konular böyledir. Kısaca: “Halıka isyanda mahlûka itaat yoktur” kuralı bunu açıkça ifade etmektedir. Bir iş, anlayış veya davranış Allah’a isyan olacaksa, bu konuyu kimse kimseden isteme hakkına sahip değildir. İsteyen de ona itaat eden de aynı hükme tabidir. Medine döneminde Amr ibni As Müslüman olduktan hemen sonra bir askeri birliğe/ Seriyye’ye komuta ettiği sırada düşmana çok yaklaşılmıştı. Bu nedenle askerlere gece ateş yakmayı yasaklamıştı. Fakat gece çok üşüyen bazı askerler ateş yakarak ısınmak istemişlerdi. Bunu gören komutan Amr İbni As emrine itaat etmeyen bu askerlerden yaktıkları ateşe kendilerini atmalarını istemişti.  Askerlerde emre itaat etmeyerek ateşe atlamayacaklarını bildirmişlerdi. Olayın yatıştırılması için araya sahabelerin büyükleri girerek durumu düzeltmişlerdi. Dönüşte bu olay Allah elçisine anlatılmıştı. Allah elçisi: “Askerler doğru yapmışlar. Eğer bu haksız emre itaat edip atlasalardı ebediyen o ateşte kalırlardı” buyurmuştur. İşte burada bir Emire veya bir yasaya kayıtsız şartsız itaat yoktur. Bu hak ancak Allah ve Resulüne mahsustur. Herhangi bir kimseyi bu makama koymak, onu ilah edinmektir. İlah edinenin de müşrik olacağı muhakkaktır. Bunun farkında olan ilk Müslümanlar her hangi bir emir aldıklarında Resulullah’a soruyorlardı: “Ya Resulullah! Bu sizin fikriniz mi yoksa Rabbimizden gelen bir vahiy midir” diye? Vahiyse teslim oluyorlar. Nebinin kendi önerisi/çözümü ise o konuda olayın tabiatına uygun olan kendi görüş ve düşüncelerini de gündeme getirerek isabetli bir çözümün ortaya çıkmasını sağlıyorlardı.

Bu gün bizler de böyle haksız bir uygulamaya muhatap olmuş ve söz vermiş bile olsak bu sözümüzü bozar kefaretini de veririz. Çünkü Allah’a isyan olan bir konuda kimseye itaat meşru olamaz. Bu olay baştan tek taraflı bir dayatma olarak yapılmaktadır.  Her sözleşmede iki taraf vardır. Sözleşme tarafların mutabakatıyla geçerli olur. Taraflardan birisinin rızası olmaz veya sözleşmeden çekilirse bu akit geçerliliğini yitirir. Nitekim evlilik akti, ticaret akti, barış sözleşmesi v.b. akitlerde böyledir. Taraflardan birisi vazgeçince iş biter. Taraflardan biri zor kullanarak imzalamaya mecbur bırakırsa ki bu mecburiyet hayat memat meselesi olursa,  Resulullah’ın Ammar bin Yasir’e vermiş olduğu ruhsat gibi ruhsat devreye sokula bilir. Ancak azimetle amel her zaman esastır.

Bir vakfa veya derneğe destek vermenin şirk olup olmaması o vakfın veya derneğin niteliği ile alakalıdır. Örneğin, amacı terör olan bir derneğe destek vermek teröre destek vermek olacağı gibi; şirk düşüncesinin yan kuruluşu olan bir vakfa- derneğe üye olmak, maddi ve ya manevi olarak yardımda bulunmak da aynı sonucu doğurmaktadır. Ancak amacı hakka hizmet olan ve bu hizmetini de tevhidi bir çizgide götüren bir dernek veya vakıf varsa: Yetimleri korumak, fakirleri görüp gözetmek, insanlara doğru bir düşünceyi götürmek, zulmün ve haksızlığın karşısında, mazlumun ve haklının yanında olmayı ilke edinmiş bir topluluk v.b. gibi.  Bunların desteklenmesi İslam açısından bir mahzur taşımadığı gibi; bunların yapılması bizzat Müslüman’dan istenmektedir: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Ali İmran 3/104) ayetinin mesajından bunu anlayabiliriz. Ayet toplumsal bir eylemden bahsetmektedir. Bireyin üstesinden gelemeyeceği işleri bir gurup bir topluluk bunu yapsın ki toplumun zayıf insanları zalimin zulmü altında yaşamaya mahkûm olmasın. Kısacası yapılan işin hükmünü işin tabiatı belirleyicidir. İslam’a hizmetin (İman ve Salih amelin) sonu sevap ve Allah rızası,  küfre ve şirke hizmetin sonucu da küfür ve şirk; yapanın ise kâfir ve müşrik olması gibi.

Mesele izin almakla alakalı olsaydı işimiz oldukça zor olurdu. Bir işyeri açmak için mevcut devletin ilgili makamlarından izin alıyorsunuz. İzin almadan böyle bir işi yapamazsınız. Hangi tür devlet olursa olsun hâkim olduğu toprağın her karışında her işe müdahil olur. Bundan kaçamazsınız. Örneğin bakkal dükkânı açmak için de izin almak zorundasınız, fabrika kurmak için de. Her birinin bir dizine prosedürü var. Beyaz gömlek giyeceğinize kadar dikte ettirmektedirler. Şimdi bir bakkal açarken izin aldı diye bakkaldan alış veriş yapmak şirk mi oluyor?  ya da bakkal izin aldı diye müşrik mi oluyor. Böyle bir basitlik olmaz. Yapılan işin niteliği, üzerine konulacak hükmün ana sebebidir. Bu nedenle İslam’da Haramlar ikiye ayrılır. Bizatihi haramlar: içki, kumar, yalan, zina v.b. gibi. Müslüman her hal ve karda bunlardan uzak durmak zorundadır. İkincisi ise dolayısı ile haramlar: Bunlar bizatihi haram olmadığı halde dolaylı olarak haramdır: yukarıda ifade ettik, her ne yaparsanız yapın, yaptığınız her işte içinde bulunduğunuz ülkeye, devlete, Müslim Gayri Müslim her insana destek oluyorsunuz. Yaptığınız işten, ürettiğiniz her değerden onlar da istifade ediyorlar. İşte bundan kurtulmak mümkün değildir. Allah Teâlâ da bizden imkânsızı istemiyor. (Bakara 2/286)  Gücümüzün yettiğinden elimizin erdiğinden sorumlu tutuyor. Bir şahsın kamunun hukukunu düzenlemesi söz konusu olamayacağına göre; malına, canına, ırzına ve dinine dokunulmadığı sürece o toplumun içinde yaşamak iş yapmak ve rızkını kazanmak zorundadır. Bundan kimse müstağni değildir. Esnafı da, işçisi de, dağda ki çobanı da. Bu konuda birilerini suçlamak için çok ilgisiz örnekler üzerinden insanları töhmet altında bırakmaktadırlar. Mesele izin alma, bildirimde bulunarak bir işe başlama meselesi değil; yaptığınız işin, taşıdığınız düşüncenin ve ilgili konuya bakışınızın temel referanslarınızla bağdaşıp bağdaşmaması meselesidir. Bir insanı İslam devletinin vatandaşı olmak Müslüman yapmadığı gibi, küfür devletinin vatandaşı olmak ta kafir yapmaz. Onu mümin veya kafir yapan kimsenin müdahil olmadığı deruni düşünceleridir. Özellikle işin önemli olan kısmı burasıdır. Akidesi bozuk olanın hiçbir şeyi düzgün olamaz.

“Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler.”  “Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler.” (Yusuf 12/105-106) mistik ve demokratik hurafelere kulak veren günümüz İslam dünyasının içinde bulunduğu gerçek budur.

Boşanmak veya evlenmek için mahkemeye gitme konusuna gelince, bu da aynen ferdi bir sorumluluk ile halledilecek konulardan değildir. Aslında işin ferdi boyutu sizin sınırlarınız içinde gerçekleşirken; işin toplumsal ya da hukuki ve kamusal boyutu mahkemeye intikal ettirilmektedir. Örneğin bir ev alıyorsunuz. Evi kendi inancınıza göre alıyor ve bedelini ödüyorsunuz. Sonra bulunduğunuz ülkede mülkiyetin size ait olduğunu o ülkenin anlayışına, yasalarına göre gidip resmiyete/tapuya adınıza tescil ettiriyorsunuz. Keza sizin satışınız durumunda da karşı tarafa tescil için gitmek zorundasınız. Nikâh da, boşanma da aynen böyle. Önce siz karı koca olarak evlenmeye veya boşanmaya aranızda inandığınız düşünceye/Dine göre karar veriyorsunuz; sonrada ilgili yere gidip bu kararınızı tescilletiyorsunuz. Toplumda düzeni sağlamak, hakkın kişilere tahakkukunu sağlamak ve çocukların nesebini korumak için böyle bir uygulamaya mecburuz.  Bir ferdin bunu yalnız başına temini mümkün değildir. Allah ise, toplumun birlikte yapıp edeceği işlerden ferdi sorumlu tutmayacağını bildirmiştir.(Bakara 2/286) Ancak kıyamete kadar İman ettim diyen her ferdi nelerden sorumlu tutacağını da şöyle sıralamıştır:

Allahtan başka İlah tanımayacaksınız. (İstek ve arzularınızı, İmamlarınızı, rahiplerinizi, hahamlarınızı, şeyhlerinizi, üstatlarınızı, ağabeylerinizi ve liderlerinizi, krallarınızı, sultanlarınızı ilahlar edinmeyeceksiniz.)Sadece Allah’a ibadet edip sadece Allahtan yardım isteyeceksiniz. İyiliği emredip yapacak;  kötülükten uzak durup yasaklayacaksınız. Fitneden eser kalmayıp, din tamamen Allah’a ait oluncaya kadar cihad edeceksiniz.  Göndermiş olduğum elçilerimi dinleyip itaat edecek ve ona bu zorlu mücadelesinde yardımcı olacaksınız. Allah’ın ipine hep birlikte sımsıkı sarılacaksınız, ayrılığa düşerek bölük pörçük olmayacaksınız. Sizden olmayanlara itaat etmeyecek, kâfirleri veli edinmeyeceksiniz. Hakkı ve adaleti ayakta tutacaksınız. Zalimin karşısında, mazlumun yanında olacaksınız. Nebilerin izini takip edecek; şeytanın adımlarına tabi olmayacaksınız. Malınızla canınızla Allah yolunda cihad edecek; Allah’a güzel bir ödünç vereceksiniz. İman etmeyenlerin sizi incitmelerine sabredecek; size ölüm gelinceye kadar sadece Allah’a kulluk edeceksiniz… İla ahir bu minval üzere hayat devam edecektir. Bu ilkelerin gerçekleşmesi için tüm insanların dikkatine sunduğu kesin uyarı ise:

“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece «İman ettik» demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?” “Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” “Yoksa kötülük yapanlar Biz’den kaçabileceklerini mi sanırlar? Ne kötü hüküm veriyorlar.” (Ankebur 29/2-4)

“Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden kolayca cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah’ın yardımı ne zaman diyecek duruma gelmişlerdi?! Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara 2/214)

Bütün varlığımızla inanıyoruz ki, Allah’a yakın olanlara Allah ta yakındır Allah’ın yardımı da.  Allah elçisine şu müjdeyi veriyor: “Kullarım sana beni sorarlarsa ben onlara yakınım. Bana dua edenin duasını işitirim ve benden istediklerini veririm. O halde onlar da banim davetime icabet etsinler / iman etsinler ki doğru yolu bulmuş olsunlar.” (Bakara 2/186)

Onun bu davetine icabet edenlerden olmamız temennisi ile!..

 

Daha Fazla

İlgili Makaleler

2 Yorum

  1. İlgili Yönetmelik

    657 sayılı Kanuna tabi tüm kamu kurum ve kuruluşlarında, Asli Devlet Memurluğuna atanan personelin yemin etmelerine ilişkin usul ve esasları düzenleyen “Asli Devlet Memurluğuna Atananların Yemin Merasimi Yönetmeliği” yürürlüğe konulmuştur.

    Yönetmelikte; yemin töreninin nasıl yapılacağı, kimlerin katılacağı ve törende uyulacak kurallara yer verilmiştir.

    Yemin metni

    “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İnkılap ve İlkelerine, Anayasada ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatla bağlı kalacağıma; Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını milletin hizmetinde olarak tarafsız ve eşitlik ilkelerine bağlı kalarak uygulayacağıma; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyip, koruyup bunları geliştirmek için çalışacağıma; insan haklarına ve Anayasanın temel ilkelerine dayanan milli, demokratik, laik, bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilerek, bunları davranış halinde göstereceğime namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.”
    Ben bir müslümanın” ikrah” olmadığı sürece ettiği yeminden sorumlu olduğunu düşünüyorum.
    Şahsen bana, değil o memuriyetten kazanacağım şeyi(her neyse) ,bütün kainatı verseler gene o yemini etmem.
    Zorunlu bırakıldığımız alanları anladık anladıkta ,memur olmamız için başımıza silahmı dayadılar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı