GenelYazarlardanYazılar

Çharlie Hebdo Bağlamında Kutsala Hakarete Kur’an Perspektifinden Bakmak

Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo, Peygamberimizi kapaktan yayınladığı karikatürle aşağıladığı ve pek çok istenmeyen olayın çıkmasına sebep olduğu olayın yıl dönümünde bu defa “Tanrı”yı kapağına taşıdı. Tanrı olarak nitelendirdikleri varlığın sırtında bir kaleşnikof tüfek, kafasında ise İllümünati’nin sembolü olan bir başlık var. Ağzından kanlar saçılıyor. Kapak yazısı ise; “Suçlu hala kaçıyor” şeklinde.

Batı’nın Charlie Hebdo’da yuvalanan kendini beğenmiş ukala İslam düşmanlarının; Müslümanlara ve kutsallarına küfrederken, bunu düşünce özgürlüğü bağlamında yaptıklarına inanmamızı istemeleri en hafif tabir ile safdilikttir. Biz bunun tarihi düşmanlığın dışa vurulması olduğunu biliyoruz. İslamofobyanın Müslümanlıktan nefret etmek anlamına geldiğinin de farkındayız. Üstelik bu aşağılayıcı ve tahkir edici davranışı, ifade özgürlüğü gerekçesiyle sineye çekmemizi istemeniz ise ayrı bir garabet. Sorun şu: Müslümanlar kutsalına yapılan bu tür hakaretlere nasıl tepki vermeliler? Bu tür densizliklerin bir cezası var mı? Varsa cezanın uygulanış sistemi nasıl olmalıdır? İşte bu çetin soruların cevabını Kur’an merkezli bir bakış acısıyla aramaya çalışacağız.

Allah Kur’ân’da, Müslümanlara; “Onların Allah’tan başka yalvardıkları Tanrılarına hakaret etmeyin ki, onlar da cahillik ederek, hadlerini aşıp Allah’a hakaret etmesinler” (6/En’âm: 108) demektedir. Allah, İslâm dininin tartışmasız kutsalıdır. Allah’ın astları ve ya karşısında yer alan Putlar/Tanrılar da İslâm inancına göre batıldır. Bu zaviyeden söz konusu ayete baktığımızda İslâm’ın akidevî olarak bâtıl kabul ettiği Putlara/Tanrılara Kur’an hakaret etmeyin diyor. Demek ki Müslüman olarak pozisyonumuz bu olacak. Karşımızda keçiye tapan, onu Tanrı edinen biri var ise, Keçiden tanrı mı olur? deyip sövmeyeceğiz ve hakaret etmeyeceğiz.

Müslüman’ın başkalarının kutsalına hakaret etmeme hassasiyetini göstermesine rağmen, zalim ve kâfirlerin Allah’a hakaret ettiklerini, Allah’ın ayetleri ile dalga geçtiklerini, alay edilip ileri geri konuşulduğunu, Kur’an yakma sapkınlıklarını gördüğümüz zaman Allah bizden, onlar başka bir söze dalıncaya, konu değiştirinceye kadar onlarla beraber olmamamızı, yoksa siz de onlara benzersiniz ihtarıyla ortamı terk etmek şeklinde bir tavır koymamızı istemektedir (4/Nisa: 140). Gördüğü gibi Kur’an, bir Müslüman için mutlak hakikat ve saygıya en layık olan Allah ile ve O’nun ayetleri ile dalga geçildiği, alay edildiği hatta hakaret edildiği zaman onları öldürün veya şiddete başvurun demiyor. Fakat bu demek değildir ki kutsala hakaret özelinde hiçbir kanuni düzenleme yapılmayacak, hiçbir tepki verilmeyecek demek değildir. Cezai müeyyide uygulama işini hukukun sınırları içinde kalmak şartıyla devlet yapmalıdır, yoksa bir davanın hem hâkimi, hem savcısı, hem davalısı, hem davacısı, hem avukatı hem de elinde silah olan fertler ve ya gruplar infaz edemezler. Nitekim Charlei Hebdo’un genel yayın yönetmeni verdiği bir röportajda biz Fransa’da yayın yapan ve Fransız kanunlarına göre hareket eden bir dergiyiz demek suretiyle yaptıkları işin kanunî zemini olan bir eylem olduğuna dikkat çekiyordu.

Batı’da sık sık görülmeye başlanan “Kur’an Yakma” eylemi, bir “İslamafobi” (İslam’dan nefret etme) eylemidir. Polis nezaretinde ve himayesinde yapılan ırkçılıktır. Bir inancı mahkûm etme ve müntesiplerinin yaşama hakkını tanımamanın somut halidir.

Son yıllarda bu tür eylemlerin başta Fransa olmak üzere giderek yaygınlaşması ve “Laikliğin Kıblesi” Batı ülkelerinde vuku bulması dikkate şayandır.

Laikliğin, inancın ve din özgürlüğünün teminatı olduğunu iddia eden ve ölümüne savunan üstelik Müslümanlara da dikte eden içimizdeki “Laikperestlerin” kafa konforunu gözden geçirme zamanı geldi galiba!..

Her inancın olduğu gibi İslam’ın da kutsalları vardır. Bunların başında Allah’tan sonra Hz. Peygamber’in dokunulmazlığı gelir. Hiçbir mümin, Peygamberine hakaret eden birine hoşgörü ile bakamaz. Tahammül göstereceğiz ama böyle bir durumda elimiz kolumuz bağlı ve tepkisiz de durmayacağız. En başta dinimizi doğru öğrenip dürüst yaşayarak ve kesinlikle şiddet içermeyen bir tavırla cevap vermemiz gerekir bu tür saldırganlıklara. Gerek devlet olarak gerekse kişisel bazda bilhassa ilim adamlarımız kanalıyla, ilgili platformlarda Batılılara bizim kutsalımıza saygı duymaları gerektiğini anlatmalı ve bunu teminat altına alacak kanunî düzenlemeler yapmalarını istemeliyiz. Bunları yaparken de yine Kur’an ilkelerinden hareket etmeliyiz. Kur’ân’da bu tür olaylara karşı takınılacak tavır şöyle düzenlenmiştir:

“Doğrusu, hem sizden önce vahiy verilenlerden hem de Allah’tan başka varlıklara ilahlık yakıştıranlardan birçok incitici söz işiteceksiniz. Ama eğer zorluklara sabırla katlanır ve O’na karşı sorumluluğunuzun bilincinde olursanız; bilin ki bu, azimle sarılınacak bir iştir (3/Al-i İmran: 186). Ayetten anlaşılacağı üzere bu tür üzücü pespayelikler karşısında bize sabır tavsiye edilmekte ve “İyilikle kötülük bir olmaz; sen kötülüğü iyilikle sav. O zaman aranda düşmanlık olan kişinin sıcak bir dost gibi olduğunu görürsün.” denilmek suretiyle, Allah bu hakikatli davranışı ancak sabırlı ve erdemli olanların gösterebileceğini vurgular. Bu erdemli davranıştan sapmamak için de; “Eğer seni Şeytan dürtecek olursa hemen Allah’a sığın” (41/Fussilet: 34-36) diye bizi uyanık olmaya ve kimsenin dolduruşuna gelmemek için ihtar etmektedir.

Az çok Kur’an’la ülsiyeti olan bilir ki; insanların en şereflisi Resulullah müşrikler tarafından büyücü, mecnun, cinlenmiş, yalancı vb sıfatlarla etiketlenip yaftalanmış olmasına rağmen, üzüntü ve acıyı iliklerine kadar hissetmiştir ama hem kendisi hem de arkadaşları, kötü sözle ve şiddete başvurarak karşılık vermemişlerdir. Rahmet Peygamberinin örnek alınması gereken bu pratiğine ve “şüphesiz Allah ve Resûlünü incitenlere, Allah dünya ve ahirette lânet etmiş ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır” (33/Azhab: 57) ayetinin bu tür davranışların karşılığının dünya ve ahirette “lanet ve aşağılayıcı azap” olduğu açık hükmüne rağmen, bu Rahmani yolu görmezden gelen mezheplerin tamamına yakını, Hz Peygambere hakareti, ölüm cezasını gerektiren suç saymıştır. Bu doğrultuda ölüm fetvaları verilmiştir. Bu gün ortaya çıkan şiddetle karşılık verme anlayışı, tamamen gelenekten kaynaklanan ve İslamı, siyaseten katleden Kur’an dışı bir davranış biçimidir. Ayetteki “incitme” ifadesi Allah için mecâzî bir kullanımdır. Allah’ın hoşnut olmayacağı işler yapmak, Allah’a uygun düşmeyecek nitelemelerde bulunmak demektir, Hz Peygamber için ise; mecaz olmayıp eziyet, incitme ve hakaret içerikli söz ve davranışlar anlamına gelmektedir.

Bütün buna rağmen şiddete başvuran Müslüman olması da bir gerçek. Ancak şiddetin kaynağını İslam olarak göstermek haksızlıktır. İlhami Güler Müslümanların şiddet olayının temelinde Batı ile İslam dünyasındaki bir kinin varlığından söz ediyor. Afganistan’ın, Irak’ın veya daha geriye giderek İsrail’in Filistin’i işgali ve Batılıların petrolü ve sevk yollarını kontrol altında tutmak için Suudlarla yapılan işbirliği gibi nedenler şiddetin bahanesi oluyor, düşmanlık doğuruyor. Suriye de yaşanan vahşet, Guantanamo ve Ebu Gureyb tecrübesi ise bu kinin tuzu biberi oluyor.

Müslüman olarak bu tür olaylar karşısında nasıl tavır almalıyız?

İlhami Güler, Kuran’dan anlayabildiğim kadarıyla bize düşman sadece zalimlerdir, kâfirler değil diyor. Zalimin kim olduğunu ise, gayet açık tanımlayan ayetler var. Bu ayetlere göre zalim:

1- Sizi yurtlarınızdan çıkaranlar,

2- Dininizden dolayı sizinle savaşanlardır (60/Mumtahine: 8–9). Buradan hareketle düşmanlarımıza karşı tavrımıza gelince; Kur’ânsız ve Hikmetsiz din anlayışını artık terk edilmeli ve İslam, insanlığın sorunlarının çözüm kaynağı olarak sunulmalıdır. İnsanları Kur’an metodolojisi olan “hikmetle ve güzel öğütle Rabbimizin yoluna çağırmalı, onlarla en güzel şekilde tartışmalıyız” (16/Nahl: 125). Bize kötü davranan müşriklere yönelik öfkemiz bizi aşırılık ve saldırganlığa sevk etmemeli (5/Maide: 2). Adalet ve hakkaniyetten ayrılmayarak, bir topluma yönelik öfke ve nefretimiz, adaletsiz davranmamıza gerekçe olmamalı. Dost ve düşmana karşı adaletli ayakta tutan şahitler olmalıyız (5/Maide: 8). Yasal zeminlerde şiddete başvurmadan ve uygun platformlarda meşru ölçülerde hoşnutsuzluğumuzu ifade etmeliyiz.

Batılıları suçlayarak, “Siz yanlış yapıyorsunuz, İslâm düşmanlığı yapıyorsunuz” diyerek bir yere varamayız ve bu çok ta anlamlı değil. Önce kendi kapımızın önündeki kiri pası yanlışı analiz ederek temizleyip öyle yola çıkmamız gerekiyor. Neticede başka bir din mensubunun, İslâm hakkında çekincelerinin, kaygılarının, tepkilerinin olması anlaşılabilir.

Ateist Carlie Hebdo ve benzerlerinin Allah ve Resulüne hakaretlerine meşru yollardan ve kesinlikle şiddet içermeyen bir şekilde tepki vermeliyiz. Onların anlayacağı dilden konuşarak basın yayın yoluyla veya başka yollarla protesto yapmalıyız. Ancak Batı’lı Çarlie’lere kimi zaman ölçüsüz bir şekilde tepki verilirken, içimizdeki Çarlie’lere tepkisiz kalınması anlaşılır gibi değil. Popüler ve yarı resmi meşhur bir tarikatın dâisi Cübbeli Teyyo’nun Allah’ın karikatürünü; “Allah ete kemiğe büründü Mahmut diye göründü” şeklinde çizmesine kimsenin itiraz etmeyip içselleştirilmesine, yine aynı tarikatın başka bir dâisinin Hicaz’da, Rabbani’den referansla “Muhammed eşittir Allah” diyen hezeyanına tekbirle eşlik edilmesine kimsenin sesinin çıkmaması ve hiç bir protestoya maruz kalmaması anlaşılır ve izah edilir gibi değil.

Mevleviliğin piri Şems’in “Kimya Hatun” kıssasında Allah’ı koynuna alması, Şeb-i aruz törenlerine tam tekmil katılan devlet erkânının Celalettin Rumî kiminle gerdeğe giriyor? diye sormayı akıl etmemesi bir yana bir Allah kulunun protestosuna maruz kalmaması bir hayli düşündürücüdür. Bu vahdet-i vucudcu/şuhudcu putperest tarikatın devletin resmi kanalında mütemadiyen ve sistematik olarak propagandasının yapılması ise; bu topluma yapılabilecek en büyük kötülüktür.

“Cemaat” adı altında, “Hizmet” adı altında, Resûlüllah’ın şarkılı türkülü ırkçı olimpiyat organizasyonlarında misafir edilmesine, söz konusu Cemaatin din anlayışları ile milyonlarca insanın uyuşturulmasına, bu “Dinci Kemalist” yapının, dizi filmlerinde Hz Peygamberi kamyona bindirmesine siyaseten ters düşene ve şeytanlaştırılana kadar kimsenin dişe dokunur bir tepki vermemesi kabul edilebilir gibi değildir.

Ateist Charlie Hebdo’un Allah’a ve Hz Peygambere hakareti için katliam yapanlar ve şiddet uygulayanlara destek vermekten çekinmeyenlerin yukarıda çok sınırlı örneklerini verdiğim “Şirk Dini” müntesiplerinin Allah ve Resulüne yaptığı hakaretlere tepki vermemesi Müslüman duyarlılığı ile açıklanacak ve izah edilecek türden bir yaklaşım tarzı değildir.

 

 

Etiketler
Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. Selam.

    Ömer hocam; “Allah’a ve Peygamber’e dışta yapılan hakaretlere sert tepki verirken, içte yapılan hakaretlere sessiz kalınması” konusunda çok haklısın. Müslümanların çoğunluğunda bu bilinç yok. Fakat ikisine birden tepki verenler de var.

    Kanımca yazı Mekkî döneme uygun usulde yazılmıştır. Böylece Allah ve Peygamber ile dalga geçenlere verilecek karşılık da Mekkî âyete göre belirlenmiştir. En-am 108 Mekkî bir ayettir. Fakat bu işin bir de Medînesi var. Kur’ân’ın dili Medenî âyetlerde değişiyor doğal olarak. “An îtibârıyla bir Medînemiz olmasa da, 1,5 milyar sayısına ulaşmış müslümanların böyle bir terbiyesizliğe ve hakârete sâdece Mekkî bir tavırlarla karşılık vermesi ve işi âhirete bırakması yeterli olmaz” diye düşünüyorum. Peki bir Medînemiz olsaydı ne olurdu?. Bu soruya Kur’ân, Medenî âyetlerinden ikisinde şöyle cevap veriyor:

    “Onlara sorarsan, andolsun: ‘Biz dalmış, oyalanıyorduk’ derler. De ki: ‘Allah ile, O’nun âyetleriyle ve elçisiyle mi alay ediyordunuz?’. Özür belirtmeyiniz. Siz, îmânınızdan sonra inkâra saptınız. Sizden bir topluluğu bağışlasak da, bir topluluğunuzu gerçekten suçlu-günahkâr olmaları nedeniyle azablandıracağız” (Tevbe 65-66).

    Vesselam..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı