GenelYazarlardanYazılar

İslami Yayıncılığın Seyri Üzerine

Hazırlayan Enes Günaslan

Sait Alioğlu / 24 EYLÜL 2020

Yayıncılığımızın adı; İslâmi mi, muhafazakâr mı, yoksa İslâmcı mı olmalıydı?

Türkiyeli Müslüman kitle birçok alanda olduğu gibi, yayıncılık alanında da seksenli yıllara kadar, pek bir varlık gösterememişlerdi. Gerek sistemin olumsuz davranış ve tutumları, gerek ekonomik durumlar ve gerekse de adı geçen kitlenin, ezici bir çoğunluğunun basın-yayın faaliyetlerine duyarsız kalması ve sonuçta da önemsenmemesi dolayısıyla, yayıncılık sahası, Müslüman kitleye büyük oranda kapalı kalmıştı.

Bu duyarsız kalma ve faaliyeti önemsememenin temelinin belki de çok eskilere dayanan bir takım sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel vb. altyapılarıyla ilgili sorunlardan kaynaklanıyor oluşu besbelliydi… İşte, bu tür saiklerden dolayı Müslüman kitlenin, yayıncılık sahası ile ilgili serüveni, gözle görülür oranda, kısmi özgürlüklerin fiiliyat alanında kendisini hissettirmeye başladığı ellili yıllardan sonra, kesintili de olsa seksenli yıllara kadar sürdü. Bu dönemde Osmanlı ilim geleneğinin son halkasını oluşturan zevattan bir kısmının ve ona bağlı olarak da cumhuriyetin ilk döneminde oluşturulan laik eğitim kurumlarında eğitim görüp, kendisini İslam’la kaim gören ve aynı zamanda da milliyetçilikle ve muhafazakârlıkla ilişkili olduklarını bildiğimiz bazı aydınların ortak çalışmaları sonucunda, bir iki dergiyle birlikte Kur’ani perspektiften ve haliyle de makul bir usulden yoksun, çağına, gününe ve mevcut olan ortama bir şeyler söyleyemeyen, ama yayımlandığı zaman dilimi baz alındığında, ilerisi için bir kıvılcım olabilecek, bazı kitaplar yayımlanmıştı. Buradan yola çıkarsak, Mızraklı İlmihal’i, Ahmet Hamdi Akseki’nin ‘İslâm Dini İlmihali’ni ve yazar Eşref Edib’in ‘Kara Kitab’ını, Said-i Nursi’nin elden ele dolaşan bazı risalelerini vb. örnek verebiliriz… Yukarıda isimlerini zikrettiğimiz kitapların, önemli bir kısmının günümüz açısından ciddi bir anlamı kalmamış olsa dahi, kendi dönemleri açısından, bir hayli ileri misyonlar yüklendiklerini çok rahatlıkla söyleyebiliriz…

Cumhuriyet uygulamalarıyla kesintiye uğrayan İslami mücadelenin yayıncılık boyutu, ellili yıllar itibarıyla görece bir canlılık kazanmıştı. Fakat bu canlılık ne yazık ki, gerek inanç, gerek düşünce ve bilinç ve gerekse de mücadele açısından pekte istenen, arzulanan durumda değildi.

Bununla birlikte, İslam’ın bir siyasal dili olduğunun dillendirildiği ve uğruna dair bir, iki çabanın ortaya konulduğu yetmişlere gelindiğinde, dergi ile birlikte kitap yayıncılığı sahasında, gözle görülür bir canlanma görülüyordu.

Seksenli yıllara gelindiğinde ise, çıta daha da yüksekte tutulmuş, yayınevi ve yayımlanan eserlerin sayısı artmıştı. Buna bağlı olarak, çoğunluğu tercüme olan kitapların ışığında, artan bilinç seviyesine uygun oranda, İslamcı gençliğin, gerek hayatı anlamlandırma, İslam’ı tanıtma ve tebliğ etme eylemi üzerinden, solcu milliyetçi kesimlerden birçok kişinin, ya Müslümanlaşması ya da Müslümanlarla birlikte birçok ‘insani’ faaliyetler içerisine girmeleri, birazda, içeriğe ve estetiğe gerekli önem verilmesi sonucu bir kazanın elde edildiği de bir yerlere not edilmeliydi.

Bu süreçte, karşısında bulunan insanların din bağlamlı bir şekilde var olan şüphelerin izale edilmesi işinde, gazete ve dergi formu, güncel ve geçici bir ivme kazandırmış olsa da, kitabın ortaya koymaya çalıştığı oranda başarılı olunamamıştı.

Salt bilgilenmekten ziyade elde edilen bilgiyi entelektüel kazanımlar için değerlendiren fertler, çevreler ve gruplar var olmaya başlamışlardı. Peş peşe kurulan yayınevleri, yayımlanan kitaplar, dergiler gerek merkezlerde ve gerekse de taşra kentlerinde açılan kitapevleri sayesinde bir birikim oluşmuştu. O dönem için söylersek, ticaret işin en son noktası hükmündeydi…

Muhafazakâr kesimlere rağmen, İslamcı çevrelerin hem İslami kaynaklara vukufiyeti ve hem de entelektüel bilgi birikimlerinin oluşumunda etkisi olan, kendini ve batıyı tanıma ve tanımlama çabalarını içeren uğraşıları 12 Eylül öncesine dayanmakta olup, modernist ve gelenekçi çerçevenin dışında var olan ıslah çizgisinin kodlarında yer bulmuştu.

Bazı yönleri açısından gelenekçi cenahta durduğu görülen, aynı zamanda da dönemin kendine has şartları mucibince siyasi bir dil kullandığından ve buna ek olacak şekilde bilinç seviyesi yine o dönemin şartlarında bir hayli ileride olduğundan dolayı İslamcı cenahta gösterilebilecek bazı yayınevlerinin yanında salt İslamcı sayılabilecek yayın grubu da söz konusuydu…

Bunlardan birisi başında Ali Bulaç ve arkadaşlarının bulunduğu Düşünce Yayınları ve aynı adı taşıyan bir dergi yetmişli yılların son çeyreğinde entelektüel bir seviye tutturmaya çalışıyordu. Düşünce Yayınevi çevresi o dönem Müslüman kitleye hâkim olan gelenekçi, tarikatçı, millici, mukaddesatçı bir çizginin hilafına hem yerlilik argümanına ve söylemine kapılmadan ve onu aşarak ve hem de İslam dünyasında oluşan önemli durumlardan ve değişimlerden faydalanma suretiyle kitleye yeni bir ses getirmeye çalışmış, onu nefes aldırmıştı. Ondan dolayıdır ki, 12 Eylül sonrası kurulan birçok yayınevi çevresinin Düşünce Yayınlarıyla organik bağ içerisinde olduğu görülür. Adeta bu yayınevlerinin ontolojisi de aynı temel üzere vücuda gelmiş gibiydi…

Derin ve etkili güçler tarafından ortaya konan sair askeri darbelere nazaran tüm muhalif katmanlara karşı düzenlendiğinden bugün açısından hiç şüphe duyulmayacak olan 12 Eylül askeri darbesi sonucunda dönem öncesi yıllarda kendi etki alanını korumaya ve yaymaya çalışan, ama 12 Eylül sonrasına hazırlıksız yakalandıklarından dolayı çözülmeye uğrayan sol cenahın tekleyen yayın akışının yanında, İslamcı yayıncılığın görece başarısının temelinde büyük oranda Düşünce yayınları ve adı geçen derginin kendi kitlesi üzerinde oluşturmaya çalıştığı bilinç hali ve gelişerek devam eden entelektüel durum bir hayli önem arz ediyordu…

Kuşkusuz, 12 Eylül sonrası kurulan ve bir toplumsal ıslah çizgisini baz aldığını gözlemlediğimiz İslamcı yayınevi çevrelerinin hemen hepsinin esin kaynağı ve maddi temeli elbette ki Düşünce yayınları çevresine dayanmıyordu. Farklı hareket noktalarından yola çıkılıp oluşturulan yayın öbekleri de söz konusuydu. Daha doğrusu farklı hareket noktalarından yola çıkılıp oluşturulan yayın öbekleri de söz konusuydu. Ör. Pınar, Yöneliş, Ekin yayınları vb…

Sayarsak; Beyan, Bir, İşaret vb. yayınevleri ve bu yayınevlerinin katkılarıyla kurulan bir iki kitap dağıtım şirketi ve yine bu piyasaya yönelik olup entelektüel bir seviyede seyreden kitap tanıtım dergileri yukarıda da belirttiğimiz gibi esin kaynağını ve maddi temelini Düşünce yayınları ve dergisinden devşirmeye çalışıyordu.

Bu yayınevi çevrelerinde bulunan bazı yayın öbeklerinin ve önemli bazı şahısların hem gelenekçi ve hem de süreç içerisinde topluma sunmaya çalıştığı siyasi mesaja kaynaklık teşkil ettiğinden kısmi de olsa ‘İslamcı’ olarak değerlendirmek ihtiyacı hissettiğimiz Milli Görüş içerisine dâhil olduklarını görebiliyoruz. Ör. Akabe yayınları bu çerçevede değerlendirilebilirdi.

Seküler zeminde oluşan siyasetini tüm sıkıntı ve var olan zaaflarıyla birlikte bir kenara koysak dahi, burada göz ardı edemeyeceğimiz esas olgunun kendine has bir ıslah çizgisini, bilinç seviyesini ve entelektüel zihin yapısını formel ve sistematik okuma biçimlerinin zemini olmuş olan 12 Eylül öncesi ve sonrası dönemlerde oluşan çabalarla bir ilişkisinin bulunduğunu da meseleyi kavramak açısından bilmek ve tahlil etmek zorunluluğumuz söz konusu…

Bazı Yayınevleri Hangi Düzlemde Kurulmuştu?

Gerek 12 Eylül öncesi süreçte Düşünce Yayınevi çevresinde vücut bulan çalışmaların sonucu olarak darbe sonrasında kurulan ‘bazı’ yayınevleri gibi, yine “12 Eylül öncesinin mevcut ve temelinde İslami bir kaygıya binaen var olan İslamcı damarla birlikte büyük oranda muhafazakâr bir durum arz eden ‘mücadeleci’ yapılar içerisinde olup gidişatın yönüne itirazı olan, o gidişatı durdurmaya çalışan ve kendi düşünsel imkânlarıyla arınmaya çalışıp ıslah çizgisine yönelen ve yaş ortalaması pek ileri olmayan İslamcı kişilerin çabaları sonucu bir iki yayınevi ve akabinde de bir, iki dergi çıkarıldığını, daha ileri ki süreçlerde de dernekleştikleri ve mücadelelerini yayıncılık faaliyetleriyle birlikte oluşan yeni zeminlerde vermeye çalıştıkları görülür…

Kendi dönemleri açısından içerisinde bulundukları yapıların statikliğine ve muhafazakârlıklarına rağmen sürekli düşünsel ve ideolojik devinim geçiren ve İslamcı bir kimliği tebarüz etmiş olan bu genç kadroların 12 Eylül sonrası yayıncılık bazında yaptıklarına baktığımızda, bu çalışmalarının eseri olan yapıların otuz küsur yıldır çeşitli ideolojik farklılaşmalar, kopuşlar ve bunlarla birlikte oluşan maddi ve manevi sıkıntılar, eksikliklerle birlikte artılar ve eksilerle kopmaz bir zincir oluşturarak günümüze kadar gelmiş bulunmaktadır…

Yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi günümüzde İslamcı cenah içerisinde saya geldiğimiz yayınevlerini 12 Eylül öncesi dönemde faaliyette bulunan çerçeve gruplarla var olan ilişkilerine baktığımızda bu çevreleri şöyle sıralayabiliriz; Milli Görüş çevresi, Düşünce Yayınları çevresi, MTTB vb…

Bu çevrelerin büyük bir kısmının günümüzde temsil ettiğine inandığımız İslamcılık formu açısından değerlendirildiğinde, şimdilerde ciddi bir faaliyet içerisinde bulunmadıkları halde, hem var olan İslami akımlar dışında duran seküler, laik çevrelerce “İslamcı” olarak tanımlanmak istendiği çok rahatlıkla görülür.

Bizimde hem gelenekçiliklerine rağmen, günümüze dek ulaşmış olan canlı damarlarına ve hem de kendi dönemlerinin şartlarında ortaya koymaya çalıştıkları çabalardan ötürü ‘İslamcı’ olarak, tanımlamamız gerekir. Ki işte şu anda yayın faaliyetinde bulunan ‘İslamcı’ yayınevlerinin önemli bir kısmı, yukarıda saymaya çalıştığımız çevrelerin merkezinde kopup gelmişlerdi.

Başta Düşünce Yayınları olmak üzere; Bir, Birleşik yayıncılık, Beyan, İşaret, Yöneliş, Ekin, Pınar, Fecr, Buruc, Bengisu, Şafak, Çıra, Seçkin, Şura, Akademi, Girişim, Hüner, Düşün(Önceleri Denge idi); Söylem, Yarın Vadi, Mana, Mahya, İnşa gibi bir yığın yayınevi seksen sonrası dönemde yayıncılığa başlamışlardı.

Yayıncılıkları günümüzde de devam eden bazı yayınevi çevresi, geçmişten devralınan bir yığın ekonomik durumlarla birlikte, doksan sonrası dönemde iktidara talip olmaları neticesinde bazı düşünsel ve biçimsel anlamda değişim ve dönüşüme koşut olarak geçmişe nazaran, İslamcılık anlamında ‘olumsuz’ ama iktidarın var olan, onlara sunulan imkanlarından yararlanmaya azami gayret gösterdiler.

Göründüğü gibi bu çerçevede makro planda iktidar talebi olsun, ya da olmasın, mevcut siyasal konjönktüre takılmadan, ama onu da bağımsız bir kimlikle değerlendirmeye çalışıp kendi görüş ve düşüncesini ‘meşru’ olan her araç ve yolla üretip aktarmaya çalışan yayınevi çevreleri konu bağlamında ele alınıp değerlendirilebilir. Ki, esas nokta öncelikle kendini ıslah edip var kılmaya çalışan ve belirtmeye çalıştığımız meşru çerçevede hareket edip kendi geleneğini oluşturup geleceğini kurmaya niyetli İslamcı ‘yayın’ öbekleri yayıncılıkla birlikte bir yığın alanda faaliyetlerini sürdürmektedirler…

Osmanlı Batılılaşmasına koşut olarak, ona karşı bir çıkışa haiz İslamcılık düşüncesi, günümüzde var olan spekülasyonları hissedercesine 2.Meşrutiyet döneminde paradigmal açıdan başat bir olgu olarak İslami kimlik anlamında dergi ve kitap yayıncılığı üzerinden kendine alan açmıştı. Seksen sonrası dönemde hız kazanarak gelen bazı eksikliklerinin yanında, İslamcı yayıncılık her şeyden önce Kur’an’ın anlaşılmasını, ilkeyi, tevhidi ve adalet unsurunu öncelemeye çalıştı…

Günümüze Gelince

Doksanlarda, seksenlere nazaran olabilecek ve öngörülebilecek tarzda bazı farklılaşmalar, “değişmeyen tek şey değişimdir” mottosu gereği birçok değişimi de beraberinde getirmişti. Bunların en belirgini, seksenlerde –İslamcı cenah açısından söylersek- entelektüel bazda oluşan bilinçlenmeden rahatsız olan dönemin laik oligarşisi, bu gidişatı durdurmak ve süreci tersine çevirmek için, günümüzde sıkça konuşulan ‘İslami/İslamcı terör’ yaftasının oluşumu için ‘içimizden birilerine’ çoğu da akametle sonuçlanan eylemler düzenletmişlerdi.

Bir yandan bilinçlenme ve entelektüel seviyeyi yükseltme, bir yandan da İslamcılığı, radikalist bir biçimde, işe teşne Müslümanlar eliyle boğma çabaların sonucunda, doksanlarda Müslümanlar açısından ‘yaralı bir bilinç’ oluşmuştu.

Birçok yerde olduğu üzere, Doğu illerinde de, bu yaralı bilinç hali, işi örgütlülüğe kadar vardırmıştı. Öyle ki, birçok İslamcı çevre, yayımlanan bunca esere rağmen, kendi örgütlüklerini kendilerine şirin gösterme uğruna, onlara adeta oryantalist ve hegemonist bir mantıkla yayımlanan bazı kitapları, reklam gibi birtakım yollarla onlara kabul ettirmişlerdi. Örneğin Ülkücü bir yayınevi olan Hamle Yayınları’nca yayımlanan “Teşkilat ve Teşkilatçılık” adlı kitap, adeta peynir ekmek gibi satılıyordu. Tamam birilerine para kazandırıyordu, ama ya Müslüman’a?

İki binler ve özellikle de AK Parti iktidarı ile birlikte, her iktidarın kendi sınıfını oluşturması’ çabası bağlamında değerlendirdiğimizde, mevcut iktidarın, doğrularının yanında, sanayiden, ticarete, medyadan sendikal hareketliklere kadar hemen hemen tüm alanlarda ‘birlik’ düşüncesinin, kültür alanı ile birlikte kitap ve yayıncılık alanında da, birlik ve ‘tekleştirme’ çabalarının var olduğu görülmektedir.

Bu iş öncelikle laik devletin dindar bir nesil yetiştirme paradoksunun tezahürü bağlamında, o da milliliği ve milliyetçiliği önplana alan ve ‘devletin süzgecinden geçen’ 100 Temel Eser vb. üzerinden okununca, birçok İslami, ya da İslamcı yayınevinin, kendi başlarına yapmaları gereken toplumu ıslah çabalarını devlete havale ettikleri de vaki olacaktı.

Bu süreçte hem devletleşilecek, hem dindar bir nesil yetişecek ve hem de mahiyetine bakılmaksızın ‘Türk kültürüne hizmet’ babında birçok eser yayın ve kültür piyasasına kazandırılacaktı!

Amaç muhafazakârlaşma saiki üzerinden Türk kültürüne vs. hizmet olarak mı düşünülmüştü, yoksa realitede var olmasına rağmen sınırlara takılıp kalmadan en başta bu ülkenin Müslüman çoğunluğunu Kur’an’la ve ‘Kitap’la, İslami kültürle tanıştırmak, onları çağdaş dünyaya karşı bilgi ve bilinç ile donanımlı kılmak ve ümmetin birliğine giden yolda, “bilgi, bilinç ve eylem” üçlüsü içerisinde yaşayarak bir Kur’an medeniyetini mi oluşturmaktı, diye sormak istiyordu insan…

Bugün, salt sağcı-milliyetçi, ulusalcı ve solcu yayın çevrelerini değil de Müslümanların kurmuş olduğu yayınevleri sayısal olarak geçmişle kıyaslandığında epey fazla. Buna bağlı olarak yayımlanan kitap sayısı da haliyle fazla. Teknikte o biçim, ama nitelikte gözle görülür bir gerileme var. Hemen her yerde fuar, sergi, konferans, imza günleri var, ama akademik çerçeve oldukla daralmıştır.

______________________________

* Bu yazının ilk şekli, 1996 yılında İletişim Yayınları’nın yayımlamakta olduğu “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi”nin 15. Cildinde, ‘Yayıncılık’ dosyası kapsamında, ‘1980 Sonrası Yayıncılık ‘ana’ başlığı altında “İslami Yayıncılık” adıyla yayımlanmış olup, yazının aslına dokunmadan, güncelleştirilip revize edilme suretiyle yeniden kaleme alınmıştır.

 

Kaynak: http://www.haberdurus.com/kose-yazilari/islamci_ya_da_islami_yayinciligin_seyri_uzerine-1448.html

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı