GenelKavram

Kaza ve Kader

İslam’da üzerinde en çok tartışılan konulardan biri de Kaza ve kader konusu olmuştur. Saadet asrı olarak nitelendirilen ilk dönemde gündem olmayan bu konu daha sonraki dönemin gündemine oturmuştur. Özellikle yeni kitlelerin İslam’a girmesiyle tırmanışa geçen kader meselesi, yeni mezheplerin oluşmasına da sebep olmuştur. Ancak her mezhep fotoğrafın bir boyutunu öne çıkartan bir yaklaşımda bulunmuş, resmin tamamını kuşatan bir açıyla yaklaşılmamıştır. Özellikle insanın fiilleri konusuna odaklanılmış ve bu konuda üç ana düşünce ortaya çıkmıştır.

1: Bunlardan Cebriye/ kaderiye, “insanın fiilleri konusunda hiçbir dahlinin olmadığı tezini ileri sürmüştür. Cebriyeye göre her şey, Allah tarafından ezeli ilmiyle takdir edilmiş olduğu için, kulun fiilleri konusunda hiçbir dahli yoktur. Kul, ilahi iradenin istediği istikamette hayatını yaşar. Aynen rüzgârın önündeki kurumuş yaprağın sürüklendiği gibi, ilahi iradenin önünde sürüklenir” demişler ve Kendilerine göre Kur’an’dan deliller de bulmuşlardır:

“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” (Hadid 57/22)

“ Biz her şeyi bir kader ile yarattık.” (Kamer 54/49) gibi ayetleri delil göstermişlerdir.

2: Bu anlayışı doğru bulmayan Mutezile de, “insanın yapıp ettiklerinden sorumlu tutulduğunu, bunun meşruiyet ifade edebilmesi için insanın, yaptıkları konusunda bir dahlinin olması gerektiğini, bunun da Allah tarafından kula verildiğini, bu nedenle kulun/ insanın fiilinin yaratıcısı olduğunu ve bu nedenle yaptığı işlerden sorumlu tutulacağını“ savunmuşlardır.

“Ve de ki: O hak rabbimizdendir.  Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin… (Kehf 18/29)

“Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık. Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.” (İnsan 76/2-3)

3: Literatürde “Ehli Sünnet” olarak tanımlanan mezhep ise,  insanın yaptıkları konusunda sorumlu olması doğru olmakla beraber, “kul fiilinin halıkı” olması doğru bir anlayış değildir diyerek konuya şöyle bir açılım getirmişlerdir.

“Kul fiillerinin/ yapıp ettiklerinin sadece isteyeni / talep edenidir, Allah ise onun istediğini yaratır. Hayır ve ya şer olan şeylerin tümünü Allah yaratır; çünkü ondan başka yaratıcı yoktur. Ancak isteyen kul olduğu için bunların sonucundan sorumlu olur” şeklinde ifade etmişlerdir. Allah’ın şerri yaratmasına da “ Hayrı da şeride Allah yaratır. Ancak, şerre rızası yoktur” şeklinde izah getirmişlerdir.

“Ey insanlar! Allah’ın üzerinizdeki nimetini anın. Allah’tan başka bir yaratıcı mı var? O size gökten ve yerden rızık verir. O’ndan başka ilâh yoktur. O halde (haktan) nasıl çevrilirsiniz?” (Fatır 35/3)

Kader ve kazayı ise şöyle tanımlamışlardır: Kader, Allah Teâlâ’nın ilmi ezelide bir insan için takdir etmiş olduğu şeylerdir. Bu takdir edilenlerin yeri ve zamanı geldiğinde kulun bunları yapması ve yaşaması da kazadır. Ancak Allah’ın bunları bilip yazması insanı buna mecbur etmek için değil, zaman içinde kulunun ne yapacağını bildiği içindir.

“De ki: Allah’ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim mevlâmızdır. Onun için müminler yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.” (Tevbe 9/51)

“Allah her şeyin yaratanıdır. O her şeye vekil’dir.” (Zümer 39/62)  ayetlerini  de delil olarak getirmişlerdir.

Bu konuya mezheplerin getirdiği izahların üzerinde durmak ayrı ayrı izahını yapmak bu yazının konusu olmadığı için bu konunun üzerinde durmayacağız. Buradan sadece tartışmaların çıkmasına neden olan “kader tanımı” yapılırken insanın davranışları ile ilgili her şeyin, ilmi ezelide takdir edilmiş olması konusuna getirilen itirazla birlikte, olayın çok farklı bir boyut kazanıyor olmasıdır. Bu konu gerçekten onların zannettiği gibi midir?

Baştan kaza ve kadere getirilen tanım sorunludur. Kader, tanımlandığı gibi alınyazısı anlamında verilen bir hüküm değil, yaratılmışlara verilen özelliktir. Allah, insanı ve eşyayı bir ölçüyle,  belli bir özellikle, belli bir biçim, şekil, kıvam, renk, tat ve belli duygulara sahip bir varlık olarak yaratmasıdır. İnsanın konuşan, düşünen, doğan,  yaşayan, sevinen, üzülen ve ölen…. İla ahir özelliklere sahip bir özellikte yaratılmış olması onun kaderidir. Bu özelliklerin kendisinde varlığından dolayı Allah ona hesap sormayacak. Ancak, bu özellikler hükmünü icra ederken, yapıp ettikleri ile ilgili olarak Allah, emir ve yasaklar koymuştur. Bu yönüyle Allah tarafından İsteneni yapmamak, istenmeyeni ise yapmak sorumluluğu gerektirmektedir. İşte kulun sevap ve günah, hayır ve şer, helal ve haram iyi ve kötü gibi değerler ürettiği yer de burasıdır. Biz bunları insanın eli ve ayağı arasında yapıp ettikleri şeyler diye niteliyoruz.

İşte insan bu konuda tamamen hür bırakılmıştır. İstediğini yapar istemediğini de terk eder. “Ve de ki: O hak Rabbimizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin…” (Kehf 18/29)

Böylece eli ile ayağı arasındaki işlerde, dilediğini yapma konusunda muhtar olan insana, tercihini yaptıktan sonra bu emir ve yasaklara uyup uymamanın sonuçlarına katlanacağı da bildirilmiştir. (kehf 18/29)

Birde insanın başına gelen bir takım işler daha vardır ki, insanın bu olaylara muhatap olma konusunda bir dahli yoktur. Dahli olmayan bu konularda Allah’a karşı bir sorumluluğu da yoktur. Bunları da şöyle sıralayabiliriz: Cinsiyeti, milliyeti, ne zaman, nerede doğduğu ve nerede öldüğü gibi ila ahir… Kendi iradesi dışında olan durumlardır. İnsanın bu konularda bir dahli olmadığı gibi sorumluluğu da yoktur.

Kaza ise şöyle tanımlanabilir: Yine bizim bir dahlimiz olmadığı halde üzerimize cebren vaki olmasına rağmen onu yok etmeye veya geri çevirmeye gücümüz yetmediği için başımızdan savmaya imkân bulamadığımız şeylerdir. Örneğin: Trafikte insanın başına gelen bir “kaza” tam bu anlamda bir kazadır. Avlanırken atılan kurşunun bir insana isabet etmesi, bir yerden düşmek, yüzerken suda boğulmak gibi olaylar da kaza olarak değerlendirilmektedir. Bu ve benzeri olaylarda yapanın böyle bir kastı olmadığı için olay onun açısından da bir kaza olarak değerlendirilir. Çünkü Allah Teâlâ nezdinde hata ve nisyan ma’fudur buyrulmaktadır. (Bakara 2/286) Böylece insana hükmedilen dairede cereyan eden işlerde insanın başına cebren gelen kazalardan ve Allah Teâlâ’nın Vermiş olduğu Musibetlerden insan sorumlu değildir. Örneğin:

“Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.”(Bakara 2/155) ayetiyle anlatılan türden olayların başımıza gelmesinden sorumlu değiliz. Ancak sonuçlarına katlanmak, sabretmek ve şükretmekle sorumluyuz. Anlatmaya çalıştığımız kaza ve kaderden değil “kaderin yani, insan kendi eli ve dilinin icra ettiği fonksiyonlardan, elinin ve dilinin…” yapıp ettiklerinden hesaba çekilecektir. Bu sahada cereyan eden işlerin hepsi insanın hükmettiği bir alanda cereyan etmektedir ve bu sahadaki işlere Allah asla müdahale etmemektedir. İnsanın sorumlu tutulmasının sebebi de budur.

Toplumda “kader” olarak bilinen birçok konu böyledir. Örneğin: Giyeceğimiz elbiseyi seçmek nasıl bizim tercihimiz ise, evlenip yuva kuracağımız eşimiz de bizim tercihimizin sonucudur. Her ikisinin sonucuna da (iyi ise iyi kötü ise kötü) katlanmak bize düşmektedir. Aynen helalinden meyve suyunu veya haramından şarabı içmeyi tercih ettiğimizdeki sonuçlarına katlandığımızdan farkı yoktur. Bu ölçüyü tüm yapıp ettiklerimize götürerek değerlendire biliriz. Buna iman- küfür, savaş-barış, cehalet ve cinayet gibi konular da dâhildir. Hepsi kendi istek ve arzularımızla olmaktadır. Bunların hepsi biraz dikkat, biraz sabır ve biraz da feragat ve fedakârlıklarla ulaşılacak veya geri durulacak şeylerdir. Bunun için ne şeytanı, ne kaderi, ne de …feleği suçlamaya kalkışmak bizi kurtarmaz.

Tam bu noktada şöyle bir soru geliyor:” Allah bizim ne yaptığımızı bildiği gibi gelecekte ne yapacağımızı da bilir mi?

Bu sorunun iki cevabı vardır. Ya bilir diyeceksiniz, ya da bilmez. Bilir dediğinizde karşı soru şöyle geliyor:” Biliyorsa Allah bizi niçin dünyaya getirip sonunda cennete veya cehenneme koyacağını söylüyor? Doğrudan kimin ne yapacağını bildiğine göre cennete veya cehenneme yerleştirseydi ya!..

Yok, bilmiyor diyorsanız:” Yarattığı varlıkların ne yapacaklarını bile bilmeyen (bir varlık) nasıl her şeye kadir sıfatıyla tanımlanan bir Allah olarak kabul ediliyor?” Bunu nasıl izah edeceksiniz…?

Baştan şunu teslim etmeliyiz ki, bizler onun yaratmış olduğu aciz, zayıf, her yönüyle sınırlı özelliklerin sahibi bir kuluz. Değil onun zatını idrak etmek, sıfatlarına da sınır çizmemiz mümkün değildir. Henüz onun yaratmış olduğu kâinatı ve vermiş olduğu nimetleri adet olarak saymaya bile güç yetiremeyeceğimizi bilirken, onun ilmine ve kudretine sınır çizmemiz nasıl mümkün olacaktır?

“Allah öyle bir Allah’tır ki; gökleri ve yeri yarattı, gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli meyveler çıkardı; emri gereğince denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi, ırmakları da emrinize verdi.

Sürekli olarak yörüngelerinde hareket eden ay ve güneşi, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verdi. O, Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size verdi. Allah’ın nimetini saymak isterseniz sayamazsınız! Doğrusu insan çok zalim ve çok nankördür.” (İbrahi 14/32-34)

“Gökleri ve yeri yoktan var eden O’dur. Eşi de olmadığı halde, nasıl olur da çocuğu olur? Her şeyi yaratan O’dur. Ve O, her şeyi bilendir.

Gözler O’nu idrak edemez; O gözleri idrak eder; O Latif’tir, her şeyden haberdardır.

Muhakkak size Rabbinizden basiretler (açık deliller) geldi. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de körlük ederse zararı kendisinedir. Ben sizin bekçiniz değilim!” (Enam 6/101- 102-104)

Bu ayetler bize bu noktada gerçekten basiretler sunmaktadır. Biz kendimizi dahi onun ayetlerinden tanıyoruz: İnsan zayıf yaratılmıştır 4/28, cahildir- zalimdir 33/72, mala düşkündür 2/177, nankördür14/34, v.b. gibi ila ahir… Bizzat Allah Teâlâ’yı da yine onun vahyetmiş olduğu ayetlerinden tanıyoruz. Bu konuda onun zat ve sıfatlarıyla ilgili en toplu bilgiyi Bakara suresi 255. Ayeti ile İhlas suresinde buluyoruz.

“Allah, vardır; kendisinden başka ilah yoktur. O, haydır /hayat sahibidir. Kayyumdur/bütün varlıklarını daima gören, gözeten ve her halinden haberdar olandır. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi o’nundur. İzni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını da yapacaklarını da bilir. O’nun bildirdiklerinin dışında insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine asla zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.” (Bakara 2/255)

“De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir. O, doğmamış ve doğurmamıştır. Onun hiçbir dengi de yoktur.” (İhlas 112/1-4)

Yine bu ayetlerin dışında kendi sıfatlarıyla ilgili en doğru bilgiye ulaşacağımız kaynak şüphesiz Kur’anı kerimdir. Şimdi de onun bilme sıfatına taalluk eden ayetleri sağlıklı bir neticeye varmak için birlikte mütalaa edelim istiyoruz:

“İşte siz böyle kimselersiniz! Haydi, hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda tartıştınız; fakat bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysaki Allah, her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz.” (Ali İmran 3/66)

“Doğrusu Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek Allah’a karşı yalan uydurmuş oluruz. “Rabbimiz olan Allah dilemesi müstesna,” yoksa ona geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah’a dayanırız. Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.” (Araf 7/89)

“Allah, onların yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. Onlar istediklerine şefaat edemezler; O’nun korkusundan titrerler.

Onlardan her kim: «İlah O değil, benim!» derse, biz onu cehennemle cezalandırırız. İşte biz, zalimlere böyle ceza veririz!” (Enbiya 21/28-29)

“O gün, hiçbir tarafa sapmadan o davetçiye uyarlar. Öyle ki, Rahman’ın heybetinden sesler kısılmıştır. Artık bir fısıltıdan başka hiçbir şey işitemezsin.

O gün şefaat fayda vermez. Ancak Rahman’ın razı olup konuşmasına izin verdiği kimse olmak “fayda verecektir.”

Allah, onların geleceklerini de, geçmişlerini de bilir. Onların hiç birinin ilmi asla bunu kavrayamaz.”(Taha 20/108-110)

“Allah meleklerden ve insanlardan peygamberler seçer. Doğrusu Allah işitir ve görür. O geçmişlerini ve geleceklerini / yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. Bütün işler Allah’a döndürülür.” (Hac 22/75-76)

“Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Dilediğini yaratır, dilediğine kız çocuk, dilediğine de erkek çocuk verir.

Yahut onları, hem erkek hem de kız çocukları olmak üzere çift verir. Dilediğini de kısır kılar. O, her şeyi bilendir, her şeye gücü yetendir.” (Şura 42/49-50)

“Yedi göğü ve yerden de bir o kadarını yaratan Allah’tır, Allah’ın her şeye Kadir olduğunu ve Allah’ın ilminin her şeyi kuşattığını bilmeniz için Allah’ın buyruğu bunlar arasında iner durur.” (Talak 65/12)

Ayrıca Allah’ın bütün gayba muttali olduğunu görmek için şu ayetlere de bakabilirsiniz: (Maide 5/109, Tevbe 9/78, kasas 28/69, Sebe 34/48, Cin 72/26-27 )

Bunlar ve benzeri ayetler ile Allah’ın neleri bildiğini, nelere kadir olduğunu, neleri ne amaçla yarattığını, yaratmış olduğu varlıkların zaman içerisinde neleri keşfedip nasıl istifade edebileceklerini, eşyaya verdiği özellikleri keşfettikçe bunlardan istifade etmeleri için ihtiyaç duyacakları diğer madde ve kaynakları, daha insanlığı yaratmadan yaratıp toprağın derinliklerine gizlemiştir. Tüm madenler kömür, bor, altın, gümüş demir, çelik, kırom, nikel, bakır ve daha nice madenler ve enerji kaynağı olan petrol, gaz ve bil umum petrol ürünleri gibi enerji kaynaklarını yerin altına gizlemiş; güneş enerjisi, rüzgâr, dalga ve su v.b. gibi enerji kaynaklarını da yerin üzerine koymuştur. Bununla birlikte daha keşfedilmemiş nice enerji kaynaklarını insan henüz yaratılmamışken yaratıp hazırlamıştır.

İnsanoğlu, var edilip bahse değer bir şey olana kadar, şüphesiz, uzun bir zaman geçmemiş midir? Biz insanı katışık bir nutfeden yaratmışızdır; onu deneriz; bu yüzden, onun işitmesini ve görmesini sağlamışızdır. Kuşkusuz biz ona yolu gösterdik; ister şükredici olsun, ister nankör.” (İnsan 76/1-3)

Bundan başka gelecekle ilgili olarak henüz gelmemiş olan ahiret hayatıyla ilgili olarak bilgiler vermektedir. Bunların en etkili örneği İsa (as)ile ilgili olanıdır. Olay Maide suresinin 116-117. Ayetlerinde şöyle anlatılmaktadır:

“Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, «Beni ve anamı, Allah’tan başka iki tanrı bilin» diye sen mi dedin, buyurduğu zaman o, «Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, hâlbuki ben senin zatında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.

Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.” (Maide 5/116-117)

Bu ve benzeri yüzlerce ayette gelecekte yapacağımız eylem ve söylemlerle ilgili ayetleri okuyoruz. Amel defterlerini aldıkları zamanki söyleyecekleri ile ilgili olarak, Kitabı sağ tarafından verilen:

Alın, kitabımı okuyun; doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum, der. (Haakka 69/19-20),

İnkâr edenlerin temennisi ise :” Biz sizi yakın bir azap ile uyardık. O gün kişi ellerinin ne takdim ettiğine bakacak ve kâfir diyecek ki: «Ah!..  Keşke ben, bir toprak olaydım.” (Nebe’ 78/40)

Öyle ise “Allah Teâlâ’nın bilmesi için” “ Li Ya’lemullahu” şeklinde ifade edilmesinin Hikmeti nedir?

Bu ayetleri birlikte okuyalım:

“Eğer siz (Uhud’da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir’de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ta ki Allah, iman edenleri (bilmesi için) ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.”

“Bir de Allah, böylece iman edenleri günahlardan arıtmak, inkârcıları ise yok etmek istiyor. “

“Yoksa Allah, içinizden cihad edenleri ve sabredenleri (bilmek için) belirtmeden/ortaya çıkarmadan cennet’e girivereceğinizi mi sandınız?” (Ali İmran3/140-142)

“Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah’ın dinine ve peygamberlerine görmeden yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.” (Hadid 57/25)

Zikretmiş olduğumuz ayetlerden Ali İmran suresine ait olan ve bir birini tamamlayan ayetler olduğu gibi her üç ayetin konusu da Uhud savaşı ile ilgili bir durumu genelleştirerek anlatmaktadır. Özellikle 141. Ayette geçen “me- ha- sa” (arındırmak) ve “me- ha- ga” (yok etmek/ azaltmak) fiilleriyle belirtilen durum konunun omurgasını oluşturmaktadır. Ortada olan durum şudur:” iki topluluk var, biri Allah ve resulüne inanan; diğeri ise Allah’a, Resulüne ve inananlara düşman olan bir topluluk. Allah Teâlâ bu durumda neyin olmasını istiyor? Bu savaşın neticesinde Kâfirlerin gücünün kırılarak yok edilmesini isterken, kendi yolunda savaşan Müslümanların da içlerinde bulunan günahtan, korkudan ve fitnelerin (münafıkların) tasallutundan temizlenip arındırılmasını/ ayrıştırılmasını istiyor. Bu sonuçla cihanı âleme Allah’ın kimin yanında olduğunu, gerçekten inananların neler yapabileceğini, bildirmek istiyor. Hedefe varmak için yolun bedelinin ödenmesi gerektiğini inanan ve inanmayanlara göstermek/ bildirmek istiyor.

“Sizden önce gelenlerin durumu sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah’ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah’ın yardımı şüphesiz yakındır.” (Bakara 2/214)

İnsanlık için koymuş olduğu kanuniyetin gereği olarak her insanın yapıp ettiklerinden hesaba çekeceğini vadettiği için, insana bunu bildiğini ispat etmenin yöntemini de insanın seviyesine göre tespit etmiştir. Allah insanın yapıp ettikleriyle ilgili olarak her şeyi bilmesine rağmen; bunu insana da bildirmenin yolu insanın anlayıp kesinlikle Allah’ın her şeyi bildiğinden emin olacağı bir yöntemle ispat edilmesi de gerekmektedir. Bu nedenle buradaki “bilme” Allah’ın kendisi için elzem olan bir bilme değil, kulun / insanın gerçekten onun her şeyi bütün ayrıntılarıyla bildiğini ve ona karşı bir kuşkusu ve ileri süreceği bir mazereti kalmaması için gerekli olan “her şeyi bildiğini bildirme amaçlı” bir bilmedir. Allah’ın ilmiyle bilmesiyle ilgili kısımda bu konuyu aydınlatacak olan ayetleri zikrettiğimiz için bu konuya yeniden dönme gereği duymuyoruz. İşte bu durumla ilgili olarak mülk suresinin ilk ayetlerinde de bunu şöyle ifade etmektedir:

“Hükümranlık elinde olan Allah yücedir ve O her şeye Kadir’dir.  O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için, ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır.” (Mülk 67/1-2)

Buradaki zikredilen “denemek, imtihan etmekte” aynı gayeye matuf olarak düşünülmelidir. Yani “Allah bizim ne yapacağımızı bilmediği için bizi deniyor” şeklinde bir anlayışın Kur’an’ın beyan etmiş olduğu “Her şeye kadir ve her şeyi bilen” Allah inancı ile bağdaşması mümkün değildir. Daha surenin birinci ayetinde geçen,”  Hükümranlık elinde olan Allah yücedir ve O her şeye Kadir’dir.” Buyrulmaktadır. Talak suresinde zikredilen:

“Yedi göğü ve yerden de bir o kadarını yaratan Allah’tır, Allah’ın her şeye Kadir olduğunu ve Allah’ın ilminin her şeyi kuşattığını bilmeniz için Allah’ın buyruğu bunlar arasında iner durur.” (Talak 65/12)  ayetiyle anlatılan Allah’ın her şeyi kuşatan ilmi, geleceği de kuşatmıyor mu? Zamanı, mekânı ve bütün kâinatı yaratan Allah henüz bunları yaratmadan da vardı. Bütün bunlar yok olduğu zaman, Allah yine var olmaya devam edecektir. İnsanın bir şeyi bilmesi için muhtaç olduğu seviyedeki bir bilgiye, Allah Teâlâ’nın hiçbir zaman ihtiyacı yoktur. Buna ihtiyacı olan sadece insandır. İnsanın da ancak kendi seviyesinde ve bu seviyeye uygun olan bir yöntemle ispata ve ikna edilmeye ihtiyacı vardır. Yapıp ettiklerinin ispatı yanında:”Allah, Onun ağzını mühürleyip ellerini, kulaklarını, gözlerini, derilerini konuşturacağını ve ayaklarını da şahitlik ettireceğini bildirmektedir.(Yasin 36/65, Fussilet 41/22 )

Bütün bunlar, insan denilen varlığın Allah’ın her şeyi bildiğinden emin olup Rabbinin kendisine zulmetmediğini bilmesi içindir. Bunca delil ile direk veya dolaylı yollarla anlatılmak istenen şey işte budur…

Etiketler
Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı