
Kitaptan Bir Şeyi Gizlemek
Ayette geçen fiil, “ke-te-me”kökünden gelmektedir ve dilimizde de ‘ketmetmek’ şekliyle kullanılmaktadır. Bir şeyi örtmek, gizlemek demektir. Örtmek ve gizlemek var olan bir şeyi başkalarının görmesini ve bilmesini önlemek için çeşitli araçlar kullanılarak aslına uygun olarak anlaşılmasına, görülüp bilinmesine mani olmak demektir.
Bir şeyi/ bir hakikati gizlemeye çalışan kimse içinde bulunduğu ortama göre neyi ne miktar gizlemeyi uygun görürse o miktarını örtmeye gizlemeye çalışacaktır. Bunu bir insan niçin yapar derseniz; sebebini bir şeye bağlamak doğru olmaz. Belki birden çok sebebi olabilir. Gerek maddi gerek manevi çıkarlarına halel getirecek hakikatin bilinmesini asla istemez. Fakat hakikatin tabiatında bir gün bir biçimde ortaya çıkmak gibi bir özelliği vardır. Allah’ın dinini örtüp gizleyen ehli kitabın defosunu Allah Teala gönderdiği elçilerin diliyle ifşa ettiği gibi; gerek şahsi gerek toplumsal sapkınlıkları da bir molla kasım’ın eliyle ve diliyle ortaya çıkartmadır.
Örtmenin biçimselliğine gelince yine örten, gizleyen kimsenin
içinde bulunduğu durumun şartlarına göre, eliyle örtmesi gerekiyor ise eliyle örtecek, diliyle örtmesi gerekiyor ise diliyle örtecek, sanat yaparak örtecek, felsefe yaparak örtecek, bilimsellik adına örtecek, tarihsellik adına örtecek, çağdaşlık adına örtecek, modernlik adına örtecek, laiklik ve demokrasi adına örtecek, vatan ve millet adına örtecek, makam, mevki ve dünyevi çıkarlar için örtecektir.
Bunu insan, konuşarak yapabileceği gibi susarak da yapabilir. Aynı zamanda yukarıda saydığımız nedenler adına konuyu başka bir alana kaydırarak da yapabilir. Bu tamamen kişinin “maharetine” bağlıdır. Konunun Kur’an’da ele alınışı ise şöyledir:
“İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.“ “Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tövbelerini kabul ederim. Ben tövbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim.“ (2/159-160)
Çağdaş Samiriler’in çıkar odaklı ihanetlerini rabbimiz şöyle deşifre etmektedir:
“Gerçekten, Allah’ın indirdiği Kitap’tan bir şeyi gizlemede bulunup onu az bir değere değişenler var ya, onların karınlarına tıkındıkları ancak ateştir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları günahlardan arıtmaz. Onlara elem verici ir azap vardır. “(Bakara 2/174)
Allah indinde din İslam dır. (Ali İmran 3/19) bu nedenle her gelen elçi ve her gönderilen kitap kendisinden öncesini tasdik etmiş kendinden sonrasının da müjdesini vermiştir.(Saf 61/6) Hepsi aynı kaynaktan ve aynı amaç için gönderilmiştir. İnsanların sadece Allaha kulluk etsinler diye. Her bir elçiye ve müminlere şu ilkeyi hatırlatmıştır:
“Allah kendilerine kitap verilenlerden onu mutlaka insanlara Açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler. Onu az bir dünyalığa değiştirdiler. Yaptıkları alış veriş ne kadar kötüdür.”(Ali İmran 3/187)
“Meryem oğlu İsa, ‘Ey İsrail oğulları! Ben, benden önce gelmiş olan Tevrat’ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak bir elçiyi müjdeleyen, Allah’ın size gönderdiği bir elçiyim’ demişti. Ama o elçi (Muhammed a.s) kendilerine açık belgelerle gelince ‘Bu apaçık bir sihirdir’ dediler”(61/06).
Bizler de inanıyoruz ki Allah İncil ve Kur’an’da beyan ettiği bu hakikatleri Tevrat’ta da bildirmiştir. Fakat onlar üç günlük dünya nimetlerini ve dünya metaını tercih ettiklerinden dolayı hem İsa (a.s)’ı hem de Muhammed (a.s)’ı inkâr etmişlerdir.
“Kendilerine kitap verdiklerimiz onu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini harcayanlar var ya! İşte onlar inanmazlar.”(Nahl 16/20)
Ehli Kitap, bu inkârlarıyla hem kendi ellerindeki kitabın açık ayetlerini örtüyorlardı, hem de yaşayan bir elçinin dilinden dökülen vahiyleri tanımazlıktan geliyorlardı. Ancak sinelerin gizlediği gaybı bilen Allah, onların hilelerini boşa çıkarıyordu. Kur’an’ın tabiriyle;“Onlar bir ümmetti gelip geçtiler, onların yaptıkları onlara, sizin yaptıklarınızda sizedir” (2/141) ilkesi gereği onlar gelip geçti ancak, bugün de aynı perdenin yeniden sahnelendiği de bir vakıadır. Bugün bu role soyunanlar ehli kitaptan daha büyük bir cinayet işlemişler, Allah’ın kitabını hayatın dışına atarak mehcur etmişlerdir. Hesap günü Resulün rabbine şikayeti aynen şöyle zikredilmektedir:
“O gün; zalim kimse iki elini ısırarak: Ne olurdu ben de peygamberle beraber bir yol tutsaydım, diyecektir.” “Eyvah! Keşke falancayı dost edinmeseydin!” “Andolsun ki; bana gelen zikirden beni, o saptırdı. Şeytan; insanı yapayalnız ve yardımsız bırakandır.” “Resul de der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’an’ı büsbütün mehcur etti/ hayatından çıkardı, terk etti.” (Furkan 25/27-30)
Bunu yapanlar yediden yetmişe korkaklıklarının, dönekliklerinin, iki yüzlülüklerinin ikbal kaygısıyla eğip bükmelerinin karşılığını elbette göreceklerdir. Kur’an’ın tespitleri bunları da içine almaktadır:
“Ey Muhammed! Kur’an’ı önce gelen kitabı tasdik ederek ve ona şahit olarak gerçekle sana indirdik, Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet. Gerçek olan sana gelmiş olduğuna göre, onların hevalarına uyma. Her biriniz için bir şeriat/ bir yol ve bir yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat bu, sizi verdikleriyle denemesi içindir. O halde iyiliklere koşun. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O. ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirir. O halde Allah’ın indirdiği kitap ile aralarında hükmet. Allah’ın sana indirdiği kitabın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın. Hevalarına uyma. Eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor, insanların çoğu gerçekten fasıktırlar. Cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır?”(5/48-50)
İnanıyoruz ki en güzel hüküm Allah’ındır. Hüküm ona aittir. “Cahiliye hükmünü mü istiyorlar?”, “Allah’tan daha güzel hüküm veren var mıdır?” ifadeleriyle hükmün Allah’a mahsus olduğunu ilan ederek, en güzel hüküm verici olduğu konusunda meydan okuyor. Fakat insanlık yolunu çoktan seçmiş ve tercihini yapmıştır. Allah’ın hükmü sadece inanan vicdanlara mahkûm edilerek hayat sahnesinden silinmiştir. Yahudiler bunu hevalarından çıkardıkları “Mişnaları” kitabın önüne geçirerek yaparken, “Müslümanlar” da çağdaşlık adına kotarmışlar bu işi. Konuşması gerekenler suskunluğu, çalışıp didinmesi gerekenler de rahat ve tembelliği tercih etmişlerdir. Bizden önceki nesillerin de böyle tembellikleri olmuştur ki; rabbimiz şu ta’zirde bulunmuştur:
“Ey inananlar size ne oldu? Allah yolunda savaşa çıkın dendiğinde yere yığılıp kaldınız. Ahiret yerine dünya hayatına mı razı oldunuz? Oysa dünya hayatının geçimliği ahirete göre çok azdır. Eğer savaşa çıkmazsanız Allah size can yakıcı bir azap ile azab eder ve sizi başka bir toplumla değiştirir. Ona hiçbir zarar da veremezsiniz. Allah’ın gücü her şeye yeter.”(Tövbe 9/38-39)
Bu uyarılar toplumun kulağına girmediği içindir ki hevalarına uymayı Allah’ın kitabına uymaya tercih etmişlerdir. İnsan tercihinin ürünü olacağına göre bizim tercihimiz ne olmalıdır? Batıla dalanlarla dalmak mı, yoksa kıyamete beş kaldığını bile görsek Hakk’a sarılmak mı olmalı? Elbette akıl sahipleri için yapılacak şey hakkın yanında yer alarak batıla karşı hakkı ayakta tutmaya çalışmak olmalıdır. Hakkı örtmeye çalışanların gayretlerini boşa çıkarmak için çalışıp didinmek olmalıdır. Çirkin emellerini sinsi planlarını açığa çıkarmak ifşa etmek olmalıdır. Hakkın yanında batılın karşısında durarak mirasımızı gelecek kuşaklara doğru bir şekilde ulaştırmaya çalışmak bizim asli sorumluluğumuzdur. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri, yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydiler?..” (Hud 11/116)
“Kasabaların halkı ıslah edilip dururken Rabbin haksız yere onları helak etmez.” (Hud 11/117)
Yapacağımız şeyleri gözümüzde değil gönlümüzde büyüterek, insanların kavurgalaşarak özünü kaybettiği günlerde; özelliğini kaybetmeyen bir tek buğday tanesi gibi sorumluluk bilincimizi korumalıyız ki, uygun ortama ulaşınca başında yedi başak veren ve her başakta yüz tane bulunan buğday gibi muhlis nesilleri üretebilelim!..
“İçinizden insanları hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erişenler onlardır.”(Ali İmran 3/104)
“Ey iman edenler! sabredin, sebat edin, hazırlıklı ve uyanık olun ve Allah’tan korkun ki kurtuluşa erebilesiniz.”(Ali İmran 3/200)
Sözü dinleyip doğrusuna tabi olan ve sorumluluk bilinciyle yola koyulan Allah erlerine selam olsun!..