GenelYazarlardanYazılar

Kur’an-ı Kerim ve Mesajı

Kur’an-ı Kerim kendini “en doğruya ileten ilahî bir rehber” (17/İsra: 9) olarak niteler. Buna göre Müslümanlar nezdinde mutlak hakikate ulaşmak ve ebedî kurtuluş, Hz Peygamber’in tebliğ ettiği ilke ve öğretilere uygun bir yaşam sürmekle mümkün olur.

Kur’an bizim başucu kitabımızdır. Kur’an hayat kitabıdır. Aklımıza, muhakememize, inancımıza, düşüncelerimize, yaşamımıza yön verir. Aynı zamanda dışarıdan edindiğimiz bilgilerimizi de yönlendirir. Kur’an bizi etrafımızı öğrenmeye, etrafımızdaki gerçekleri de tasdik etmeye ve aklımızı kullanmaya teşvik eder. Doğaya yönlendirir. İnsanlığın tarihine yönlendirir. Nerede bir gerçek varsa, sahip çıkmamızı öğütler. “Bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjdedir” (16/Nahl: 89).

Bugün İslam dünyasında yaşanan din, Kur’ân kaynaklı bir din değildir. Kur’ân’ın arka plana atıldığı, devre dışı bırakıldığı ve dikkate alınmadığı (Furkan: 30 bir din anlayışı ve pratiği hüküm sürmektedir. İslam Dininin yegâne kaynağı olan Kur’an, din anlayışımızın ve uygulamamızın kaynağı olmaktan uzaklaşmıştır. Bu da yetmezmiş gibi birilerinin Kur’an’ın yerini alması için, “kendi elleriyle yazdıkları, bu Allah katındandır…” (2/Bakara: 79) diyerek pazarlanmaktadırlar.

Kur’an Güzel Okuma Yarışmalarının güftesi olarak kullanılacak bir kitap değildir. Zira bir şey gösterişe ve şova dönüştürülürse içi boşaltılmış demektir. Bu bağlamda Kur’an bir hayat kitabıdır, teganni ile okumaktan ve onu nesneleştiren şovdan uzak tutmak icap eder.

Kur’an insanlığı en müstakim yola, en sağlam yola götürmek için nazil olmuş bir kitaptır. Dosdoğru olanı gösteren ve iyi işler yapan müminlere büyük ödül olduğunu (17/İsra: 9) müjdeleyen bir kitaptır. Ancak “dostunun cehaleti ve düşmanının hilesiyle, “metni” terk edilip “cildi” revaç bulduğundan beri adı “okumak” anlamına gelen bu kitap, okunmaz oldu. Kutsama, teberrük ve mal kazanma işlevi gördü. Toplumsal, ruhsal ve düşünsel mesele ve dertlerin cevabı bu kitapta aranmadığından, onda soğuk algınlığı, romatizma türünden bedensel hastalıkların şifası aranır oldu. Uyanıkken terk edip, yatarken başların üstüne asıldığından beri, görüyoruz ki ölülerin hizmetine sunulmakta, ölüp gitmişlerin ruhlarına ithaf edilmekte ve sesi yalnızca mezarlıklardan duyulmaktadır.”

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi Alia İzzetbeğoviç’in ifadesi ile “Müslümanlar, Kur’an hayata nasıl uygulanacak sorusundan kaçmak için Kur’an’ın nasıl okunması gerektiği hususunda geniş bir ilim ürettiler.” Eğer “Kur’an hayata nasıl uygulanacak” veya “Kur’an nasıl anlaşılacak” sorusunu askıya almamış, kalbimizi ve zihnimizi Kur’an’a açabilmiş olsaydık şüphesiz Kur’an da bize kendisini açardı. Hâlbuki anlaşılmasına/mesajına önem vermeden yüzüne okumayı ve ezberleyerek hafız olmayı öne çıkartmak suretiyle Kur’an’ı hayatımızdan büsbütün uzaklaştırdık. Bu bağlamda Gazali’nin İhya’da Kur’an’ın anlaşılmasına mani hususları sayarken, “bütün gayret ve dikkatini harflerin mahreçlerini çıkarmaya yöneltip manasını düşünmemek Kur’an’ı anlamamıza engel olan perdelerdendir” demiş olması altı manidardır. Gazali’nin de şikayetlendiği bu durum Şeytanın da çok hoşuna gidiyordur. Zira Şeytan Kur’an okuma demez sen anlayamazsın der.

Yarışmalar aracılığı ile Kitab-ı Kerim’in “okunan Kur’an” veya “dinlenen Kur’an” değil, “seyredilen Kur’an” şeklinde bir “şov”un aracı olarak nesneleştirilmesi bir faciadır. Bu haliyle Kur’an kıraat edilmiyor, teatral bir şekilde “temaşa” ediliyor. Kur’an nesneleştirilip hadise seyre indirgenince; şov okumaya da, dinlemeye de, anlamaya da düşman olduğu için Şeytanın maksadı hâsıl olmuş oluyor. Şeriati’nin dediği gibi, “Okuyan okuduğunu anlamıyor. Dinleyen dinlediğini anlamıyor. Geriye ne kalıyor? Hafızın güzel sesi!”

Kur’an’ı Kerim’in ilk ve temel çağrısı “tevhid inancı”nadır. Dünyada var olan her şeyi yaratan ve her şeyin kendisine kesin bir surette bağlı olduğu, Kadir-i Mutlak, Rahim, Rahman bir yaratıcı fikrini ispatla işe başlar. Şirkin en aşağı derecesine düşmüş olan Araplar her şeye rağmen âlemleri yaratan ve idare eden yüce bir ilahın varlığını kabul etmekteydiler. (29/Ankebut: 61) Bu inanç ataları İbrahim peygamberin dininden kalmış bir kırıntıdır. Ancak Kur’an’ın fıtrat dini olarak adlandırdığı bu tek Allah inancının, (30/Rum: 30) hayatta bir karşılığı olmamıştır. Çünkü Allah’ın yanında yöresinde sayısız küçük ilah edinmeleri ve bu ilahlara yapmış oldukları tapınmalar bu “Hanif İnancı”nı zayıflamış ve zamanla da yok olmuştur. Bunun yerine kendilerini Allah’a yaklaştıracaklarını ve lehlerinde şefaatte bulunacaklarına inandıkları (10/ Yunus: 18) bazı aracı güçler ihdas ettiler. İlahlarının sembolü olan bu putlar Tanrıların gördüğü hürmeti görmeye başladı. (22/Hacc: 30; 5/Maide: 90) Tevhid akidesinin gereği olan “tek Allah inancı” onların akıllarının alamayacağı bir şeydi. (38/Sâd: 6,7) Bu meyanda Kur’an daha önceki ilahi dinlerde var olan tek Allah inancına yeni bir şey ilave etmeksizin, sadece tevhid akidesiyle bağdaşmayan yabancı/hoyrat unsurları bertaraf etmeyi amaç edinmiştir. Kur’an’ın tevhid inancı ile daha önceki peygamberlerin dinlerindeki Allah inancı birebir aynıdır. (2/Bakara: 133)

Kur’an açık delilleri ile insanlığı hidayete sevk, doğru yola eriştirmek, önerdiği iman esaslarına dayalı faziletli bir hayatı tesis etmek için, Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla Hz Peygambere vahiy yolu ile 23 senede gönderilmiş bir kitaptır. Bu yüce Kitap iddiası olan bir kitaptır. İnsanların sosyal, hukuki, ekonomik, ahlakî hayatlarını ve ailevi ilişkilerini düzenlemek için temel ilkeler barındırır. Önerdiği nizam insanın fıtratıyla örtüşen ve toplumun bütün katmanları tarafından uygulanabilecek niteliktedir.

Kur’anî ilkeleri gündelik hayatımızda pratiğe dönüştürmek için öyle yüksek seviyede ilim sahibi olmaya gerek yoktur. Kur’an’ın iman, ibadet, ahlak gibi konuları uzmanlık gerektirmeyen, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek zekâya sahip, mükellef olan, düşünebilen bütün fertler tarafından anlaşılabilecek, uygulanabilecek nitelikte ve sadeliktedir. Bunun böyle olması son derece de doğaldır. Zira Kitab-ı Mübin, insanın tabiatını ve fıtratını en iyi bilen yaratıcı tarafından gönderilmiştir. İşin doğrusu Kur’an’ın inanç ve hakikat kısmını anlamak kolay ama pratiği biraz meşakkatlidir.

Allah’ın fıtrata uygun ve kolay olan dinini insanlar alabildiğine zorlaştırmıştır. Alimlerimizden bir kısmı Yüce Allah’ın Kur’ân’da ne dediğine, konuları nasıl çözümlediğine bakma, öğrenme ve öğretme yerine, geçmiş âlimlerin görüşlerini din olarak insanlara öğretmişlerdir. Bu bakımdan dinini en net ve sade bir şekilde öğrenmek isteyen kişi; doğrudan Allah’ın kitabına yönelmelidir. Kimse Kur’an’a dokununca/okuyunca çarpılacağını ve günah işleyeceğini düşünmemelidir. Zira Kur’an kimseyi çarpmaz! Aksine yaşatan, ihya eden bir kitaptır. Kitapla ilişkimiz asla çarpan-çarpılan şeklinde olmamalıdır. Çarpıklıkları düzelten bir kitap olan Kur’an’a saygı göstermek; ne onu evimizin en mutena ve erişilemeyen yerine asmak, ne ona abdestsiz dokunmamak ne de üç kez öpüp başımıza koymaktır. Aksine Kur’an; okumak, anlayarak okumak ve hayatımıza yansıtmak için her daim ulaşabileceğimiz bir mesafede, hemen yanı başımızda olmalıdır. Bu bağlamda “Biz Kur’an’ı anlayamayız. Kur’an herkesin anlayacağı bir kitap değildir” diyen insanlar, aslında “Allah bu kitabı göndermiş ama ne anlatmak istediğini yeterince açıklığa kavuşturmamış” dediklerinin ve daha açıkçası kendini “anlaşılır” olarak ifade eden Kur’an’ı bilmeden inkâr ettiklerinin farkında değillerdir. (2/Bakara: 99; 22/Hacc: 16) Kur’an’ın anlaşılması demek onun bütün insanlar için hidayet rehberi olması ve tüm işlerin onun ilkeleri çerçevesinde belirlenmesi demektir.

Toplumun çoğunluğu tarafından kabul edilen, Kur’an-ı biz anlayamayız, Kur’an ölüler içindir. Dirilerden bu işle uğraşan varsa, onlar da imamlardır/hocalardır algısı külliyen hatalıdır. Kur’an’ın mezarlık kitabı olmadığı tarihi tecrübe ile sabittir. Zira Peygamberimiz, Sahabe, Tabii ve Müctehid imamlar Kur’an-ı Kerim’i kabirlerde okumamışlar. Bu adet sonradan uydurulmuştur. Onlar Her yerde, Allah’ın bize ne dediğini duyurmak ve anlatmak için, duyduklarımız ve anladıklarımızı hayatımıza uygulamak için, onu ölülerin değil, dirilerin kitabı ve hayat kılavuzu yapmak için okumuşlar.

Kur’an okumaktan maksat onu anlamak ve yaşamaktır. O’nu hayata taşımaktır veya Kur’an’a taşınmaktır. Böyle yapmadığımız sürece Kur’an bizi cennete götürmez. Kur’an’ı ahiret kitabı zannedip de onu ölülere okunan bir kitap haline getirenlerin yaptığı saptırma, zararı bakımından öyle kolay telafi edilir cinsten değildir. Çünkü bunlar, genelde kendileri ilim düşmanı oldukları gibi, cahil bıraktıkları halk kesimlerini de arkalarına alarak, Kur’an’ı, dünyadan, dünya hayatımızdan, yaşanılır olmaktan çıkarmakta, böylece insanımızı ondan olabildiğince uzaklaştırmaktadırlar.

Şu halde “dini konularda her kafadan bir ses çıkıyor, neredeyse her hoca farklı bir şey söylüyor, biz dinimizi nereden, kimden öğreneceğiz?” Cevap basit ve çok nettir. Bu Dinin, sahibi Allah’tır. Dini öğrenmek için müracaat edilecek yegâne kaynak ta Kur’an’dır. İnsanları bu şekilde motive etmek gerekir. Allah’ın bize ne dediğini duyurmak ve anlatmak için, duyduklarımız ve anladıklarımızı hayatımıza uygulamak için, onu ölülere değil dirilere indirilmiş bir kitap şuuruyla okumalıyız. (36/Yasin: 70) Arap olmayan ve Arapça bilmeyen Müslümanların Kur’ân’ı kendi dillerinde okumaları gerekir. Bu insanların, Arapça olan Kur’ân’ı teberrüken anlamadan okumaları yerine, onu kendi dillerinde anlamını düşüne düşüne, tane tane okumaları çok daha iyidir. (73/Mümezzil: 4)

Sahabe, Hz Peygamber’den duydukları ayetlerin manasını anlamadan ve günlük hayatlarında uygulamadan başka ayetlere geçmezlerdi. Sahabenin Kur’ân ile ilişkisi bu minval üzereydi yani amel etmediği ayeti “okudum” saymıyorlardı. Bu bağlamda hiç anlamadan Kur’ân’ı hatmetme yerine, anlayarak bir sayfa, yarım sayfa, hatta bir ayet okumak çok daha faydalıdır, çok daha hayırlıdır.

Kur’ân-ı Kerîm’in temel amacı, tevhid yani Allah’ı birlemek, yalnız ona tapmak ve ibadeti O’na özgü kılmak, ahirete şeksiz şüphesiz iman ve salih amel (ibadet, güzel ahlâk) bilinci oluşmuş insan inşa etmektir. Kur’ân’ın temel taşı olan bu konular, hemen her surede değişik söylemlerle/vesilelerle dile getirilir. Bu haliyle Kur’ân sadece bir din ve ahiret kitabı değil, dünya ve ahireti kaynaştıran İlâhî bir mesajdır. Bu mesajda ahiret saadetine erip cennete girmek için gerekli şartlar da açıklanmıştır.

Bu anlamıyla bütün peygamberler İslâm’ı tebliğ etmişlerdir. Kur’ân’da İslâm kelimesi, yalnız Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği din için değil, bütün peygamberlerin tebliğ ettiği dinlerin ortak adı olarak kullanılmıştır. Zira bütün peygamberlere verilen mesajın içeriği aynıdır. Hepsi insanları tek Allah’a kulluğa, ahirete imana, ibadete ve salih amele çağırmıştır. Bu bakımdan misyonları aynı olan elçiler arasında bir ayırım ve üstünlük yarışması yapılamaz (2/Bakara: 92/286). Kur’ân’a göre Allah, yalnız belli bir zümrenin rabbi değil, bütün âlemlerin Rabbidir (1/Fatiha: 2). Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın, rahmeti de bütün yaratıklarını kapsamaktadır.

Allah, Tevrat’a inanıp onu yüklenen, ama gündelik hayatlarında tatbik etmeyen, öğretilerine uymayan Yahudileri kitap taşıyan ancak içinde ne olduğunu bilmeyen eşeklere benzetiyor. (62/Cuma: 5) Müslümanların da bu duruma düşmemeleri için inandıkları ve taşıdıkları Kur’ân’ın ne dediğini anlamaları ve hayatta karşılığının olması gerektiğini bilmeleri gerekir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Etiketler
Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı