GenelYazarlardanYazılar

Milliyetçi İslâm !

2008 yılının Ocak ayında Kırşehir’deki bir grup lise öğrencisi beyaz bir kumaşı kendi ‘kanlarıyla boyayarak bir Türk bayrağı yapmışlardı.

On kız, on erkekten oluşan 16-17 yaşlarındaki öğrenciler, iki ay boyunca parmaklarından aldıkları kan ile yavaş yavaş bayrağı tamamlayıp, Genelkurmay başkanına gönderince olay medyaya yansımıştı ve üzerinde çokça yorumlar yapılmıştı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın “İşte biz böyle bir milletiz” şeklindeki açıklaması ve kameralar önünde gözyaşı dökmesi ise Türkiye Cumhuriyetinin kurucu unsurunun düşünce tarzını ve verilen eğitim misyonunun yerine getirdiğinin en açık örneği idi.

Öğrenciler bayrağın sembolik anlamını ve hikâyesini şöyle anlatıyordu:

” Biyoloji dersinde kan grubunu ölçmek için toplu iğne ile kan alıyorduk. Bu aklımıza geldi. Atalarımızın kanıyla oluşan Türk bayrağını yeniden yapalım dedik. Kanımızın her damlasını kumaş emdi. Kanımızdan bu bayrağı yaparken ne gözümüzden yaş geldi, ne de acı duyduk…”

***

Laik bir toplumda ritüellerin önemi, bireyleri yaşadığı toplum için fedaya hazırlamak, onu eğitmektir. Ritüeller, bireyleri bir araya getirir, bağları güçlendirir, ortaklığı pekiştirir ve geleneklerin sürmesine, inançların tazelenmesine yardım ederek toplumu canlı tutar. Ritüellerin amacı, ulus/devletin oluşumuna, kolektif bir ruh kazanmasına katkı sunmaktır.

İnsanlar ancak gündelik hayattaki simgeler ve tekrarlanan semboller sonucunda ulus bilincine sahip olur.

Sadece son iki yüzyıldır milyonlarca insanın milliyetçi reflekslerle ulus/devlet uğruna canını feda etmesini sağlayan olgu, meçhul asker anıtlarında, anıtkabirlerde, toplumsal törenlerde ve diğer anlam yüklenmiş ulusal simgelerde aranmalıdır.

Tüm ulus/devletlerde ilkokul birinci sınıftan itibaren müfredatın önemli bir kısmını askeri destanlar, şiirler oluşturur ve “Ne Mutlu Türküm Diyene” benzeri milli ritüeller ulusal bütünlüğü sağlayan sembolik anlama sahiptir.

2013 te kaldırılan “Öğrenci Andı” da, 23 Nisan 1933’ten bu yana ilkokullarda her sabah söylenen, milliyetçiliğe ve Kemalizm’e en kuvvetli vurguların yapıldığı en belirgin ritüellerden biri idi.

Bayrak, milli marş, milli simgeler, milli törenler, dini ritüeller eşliğinde yaşam boyu süren eğitim, aynı toprakta yaşayan bireylere vatan kavramını öğreterek ulusal kimlik kazandırır.

Böylece dini referanslar eşliğinde sistem içerisindeki eşitsizlikler perdelenip gizlenerek törenler, gelenekler ve semboller yoluyla bireylerin toplum yaşamına katılmaları, kendilerini milli değerlere vakfetmeleri sağlanır.

***

İslamcı yapılanmalar, bir süreden beri milliyetçi söylemden beslenmeye ve seküler algılarla dini yorumlamaya, okumaya başladı.

Dini ıstılah, milliyetçiliği besleme amaçlı yeniden şekillenerek siyasi bir üslup kazandı.

Milli kimlik, Müslümanlar için yaşadığımız yüzyılın sunduğu modern bir kavram ve bünyesindeki milli ritüellere son dönem kattığı inanç boyutuyla dinden birçok ritüeli de kullanmaya başladı.

Oysa Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren din, bir tehlikenin, mücadele edilmesi gereken bir tehdidin adı idi ve yeni cumhuriyet bu hissiyatla şekillenmişti.

Kurtuluş Savaşı sonrası etnik bir kimlik oluşumu ile inanç boyutunu dışlamak o dönemin toplum mühendisliği projelerinin başında gelmekteydi.

Bu dönem en temel amaç, sadakati dini inançlardan değil, milli değerlerinden alan bireyler kazandırmaktı topluma.

Ve yeni cumhuriyet nesli, geleneksel İslami yaşam biçiminden tecrit edilerek, laik bir anlayışa yönlendirilecekti…

Aynı üniformayı giyen, aynı dili konuşan, aynı marşları söyleyen itaatkâr, milliyetçi ve laik vatandaşlar yetiştirmekti hedef.

Bu hedefe cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren ideal olarak ulaşılmış olsa da, süreç içerisinde bazı kesimler bir başkaldırıyı, itaatsizliği her daim bünyelerinde barındırdı ve bunlar daha çok dindarlarla kimliğini önemseyen Kürtlerdi.

Belki bu meyanda sonraları 70’li yıllara mahsus devrimci sol cenahı da bir nebze zikretmek gerek.

***

Son dönem radikal İslamcı düşüncenin revaç bulması ve yükseliş eğiliminden egemenlerin duyduğu endişe belki bugün içerisinde olduğumuz yeni “Milliyetçi İslam” söyleminin, İslamcıların laik sisteme eklemlenişinin gerçek zamanlı bir hikâyesi.

Laik bir ulus devlet ideali milliyetçilik üzerinden inşa edilirken; az da olsa bazı dini ritüller sos mahiyetinde sunulmuştu.

Günümüzde bunun yetersizliği anlaşıldığında, Ak parti iktidarı ile birlikte yüksek besin değerine sahip İslami mezelerin, menülerin eklenerek sunumunun yapıldığı zamanları yaşıyoruz.

Devletin temel görevlerinden biri kendi bekası adına özellikle buhran dönemlerinde, toplumda milli duyguları coşturacak, sisteme olan bağlılığı artırıcı önlemler almaktır.

Milleti oluşturan kitleleri, uğrunda hayatlarını vermeye razı olacakları bir müesses nizam inşası ile milli duyguları coşturarak uğruna fedayı yaygınlaştırmaktır.

Bunu kitleler nezdinde tanımlayacak olan ideoloji de toplumun ‘kolektif’ niteliğini vurgulayarak, uğruna fedayı oluşturacak ulusal bir kimlik sunmak, yani milliyetçilik ideolojisini aşılamaktır.

Ve işte İslami ideallerden Seküler bir ulus-devlet idealine indirgediğimiz yeni Türkiye İslamcılığı söylemi, milliyetçi/etnik öğeler beraberinde, sistemin işine yarayacak dini ritüellere de işlev kazandırarak devletin temellerini güçlendirme amacı güdüyor.

Geldiğimiz süreçte cumhuriyetin kuruluşunda kurucu argümanlar olarak sunulan ant, marş, vatan, bayrak ve kızıl elma figürü beraberinde ulus uğruna fedayı teşvik edecek dini ritüeller de inanç heybesinden alarak, üzerinde çokça durulan kavramlar artık…

***

Aslında 28 Şubat, İslamcıların sistem karşısında ne kadar güçsüz ve aciz olduklarını anladıkları gündü. O güne dek gayrimeşru kabullerle reddedilerek tağuti olmakla itham edilen devletin, 28 Şubatta Müslüman camia üzerinde kullandığı orantısız güç, belki de bugün, İslamcı toplulukların sistem karşısındaki teslimiyetçi, edilgen, ulus-devletçi ve seküler yapılanmalara dönüşümünün temel nedeni.

İslamcılar 2002 yılında başlayan Ak Parti iktidarı sürecince ulus/devlete itaat için eğitilerek, sistemin onay verdiği formatlarda şekillenip varlığını idame ettiren, bu yönüyle de son derece bağımlı yapılar haline geldi.

Bu bağımlılık bugünlerde göstermekte ki, artık devletin onay vermediği her din anlayışı büyük riskleri bünyesinde barındırıyor ve sistemin onayı dışında, ilahiyat alanında farklı okumalar yapma, düşünme,  yorumlama şansları yok.

Hepsi de de istisnasız bağımsız görüntüsü veriyor olsa da, İslam’ın siyasi/politik yönüne dair hiçbir iddia taşımayan, faaliyet gösterdikleri her alanda tamamen mevcut sisteme yamanarak düşünce üreten, sistemin bekasını en fazla sorun edinen yapı ve mekanizmalar haline geldiler.

İktidara dokunmayan, muhalefet cesareti olmayan, olası hak ve özgürlük gaspları karşısında görmeyen, duymayan, konuşmayan felçli bir yaşam sürmekteler.

Kuran’ın öngördüğü çerçevede tevhidi bir dönüşüm gerçekleşmediği ve iç bünyede bağımsız bir düşünce alanı üretilmediği sürece yaşanan halden yeniden dönüşüm de mümkün olmayacaktır.

Geldiğimiz demde iktidara mutlak itaata adandığımızdan diyanetin İslam yorumuna kendimizi mahkûm ederek İslamın siyasal mücadele öngörüsünü yitirdik ve varlığımızı mevcut sistemin bekasına armağan ettik. Artık sistemin hak ihlalleri ve adaletsizlikler bizim için sıradan hatta zaruri…

Ve Müslümanlar olarak artık halk dindarlığı seviyesinde ritüel bir İslam kolaycılığı modundayız ve hiçbir siyasal iddiamız, idealimiz yok. Toplum genelinden ayırt edici bir dünya görüşü ve değer yargımız kalmadı, Herkes kadar ülkücü, etnik milliyetçi, seküler ve muhafazakar değerlere sahibiz. Müslümanlar olarak, zihnimiz, beynimiz, mantığımızı dünyalık değerler karşılığında şeytana satarak bünyemize dayatılan dünya görüşleri, hayat tarzları ve kimliklerle, kendimiz olmaktan çıkarak, sahte kişilik ve karakterlerle hayatlarımızı sürdürüyoruz. Ve hassasiyetlerimiz sadece ve sadece parti, lider, ulusal çıkar ve menfaatler olduğunda söz konusu…

Milli olanı İslami olana tercih ettik ve milli devleti önceleyerek milliyetçi rüyalarda fetih maşları söyleyerek uyanmaktayız. Seküler değerler sistemi içerisinde yaşayabileceğimiz; hem dünyalık hem de ahiretimizi mamur edebileceğimizi düşündüğümüz bir formatla geleceğimizi inşa etmeye çalışmaktayız…

Yerlilik adına mezhep çatışmaları ve ulus/devlet çırpınışları beraberinde dünyayı yorumluyor; kimi zaman Kemalist kimi zaman laik kimi zaman da bir kabile kültürü olan Milliyetçiliği yücelterek İslam dışı sistemler uğrunda, cahiliye idealleri uğrunda mücadeleyi cihat addederek İslami bir mücadele verdiğimizi sanıyor fakat sadece kendimizi kandırıyoruz.

Milliyetçilik, bir ulus-devlet için zorunlu olabilir, ancak İslam’ın ruhuna ve mantığına uzaktır.

Selam ve dua ile…

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. İslami ideallerden Seküler bir ulus-devlet idealine indirgediğimiz yeni Türkiye İslamcılığı söylemi, milliyetçi/etnik öğeler beraberinde, sistemin işine yarayacak dini ritüellere de işlev kazandırarak devletin temellerini güçlendirme amacı güdüyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı