GenelYazarlardanYazılar

Müslümanların Amellerinde Asıl Belirleyici Fayda Değil Allah’ın Hükümleridir

“Yedi gündür yedi gül açmış annemin göğsünde, uzanmış upuzun caddede… Kim gördü kim görmedi…”  Mem Ararat

Bentham ve Mill 18.yy ortalarında Pragmatizm Teorisini kuramlarken, teorinin tüm dünyada bu kadar etkili olacağını şüphesiz tahmin etmemişlerdi.

İnsanlar mı faydacıydı yoksa teori mi toplumu etkiledi bilmemekle beraber;  “Faydacılık” ekonomiden siyasete, ahlâktan hukuka artık her alanda hakim unsur.

“Pragmatizm” kelimesini sözlükler: “Faydaya yönelik, faydacı” diye açıklar ve iyinin/doğrunun mihengi faydadır der. Haz merkezli olduğundan temel düşünce sistematiği, insanların en üst seviyede mutlu olduğu, haz duyduğu her şeyi doğrulaması, olması gereken kabul etmesidir.

***

Faydacı düşünce aslında kapitalist ideolojinin bir semeresi. Çünkü sistematiğinde menfaat, amellerin tek ölçüsü, mutluluğun yegâne yoludur. Öyle olunca da, bireyi mutluluğa ulaştıran menfaate götüren her şey normal ve doğaldır. Mutluluğa ulaşmak için gerekirse kandırmak, dolandırmak, rüşvet, öldürmek, çalmak vb. her şey meşrudur.

Ve artık dünya, artık hangi dinden olursa olsun dindar, ibadethanelerden çıkmayan, alnı secdeden kalkmayan fakat hak, hukuk, adalet gibi konularda ise hiçbir hassasiyet göstermeyen insan örnekleri ile dolup taşmakta.

***

Aslında devletlerin ruhu yoktur, iradeleri de. Devletleri karar mekanizmalarında var olan bireyler canlı kılar. Devletlerin ahlâkı ya da siyasetin ahlâkı o an devlet idaresinde olanların ahlâkı demektir.

Devletler nezdinde ilkesiz tavır sergilemenin adı reel politiktir. Reel politik kendi başına faydacı ahlâkın bir kanıtıdır ve bu kavram kendi içerisinde tüm ilkesizlikleri taşır. O yüzden faydacılık, ilkesel değildir ve değerler sistemini esas almaz.

Peki, ilkesizlik bir ilke olabilir mi?

İlkesizliğin ilke olması dini açıdan mümkün değildir. Hz. Peygamber’in Mekke’de kendisine teklif edilen maddi ve manevi faydaların tamamını reddetmesi faydacılığın Müslümanlar için bir fazilet olmadığını, zillet olduğunu açıklar.

Ulema sınıfından bazıları faydacılığı maslahat kavramı ile ilişkilendirmeye çalışsa da açıktır ki ikisi de farklı ve zıt kavramlar.

Maslahat ilkesizliği içerisinde barındırmaz. Aksine bir ilkenin tatbikinden ortaya çıkan fayda demektir. Yani sonuç merkezli değil ilke merkezli bir yaklaşımın adıdır maslahat.

Çünkü ilkesizliği ilke kabul etmek insanın selim fıtratı ile bağdaştırılabilecek bir yaklaşım değildir.

Bu yüzden faydacılık merkezli bir ahlâk anlayışı, önce bireylere sonra da toplumun katmanlarına ve işleyişine hâkim olursa uzun vadede önü alınamaz bir yozlaşma kaçınılmazdır.

Dolaysıyla Pragmatizm inananlar için ölçü değildir. Amellerin sergilenmesinde belirleyici kriter asla değildir. Amellerde belirleyici olan Allah’ın hükümlerdir.

Allah Rasulü işkence ve sürgünlerin yaşandığı sancılı ve sıkıntılı dönemlerde kendisine gelen teklifleri fayda ve zarar bağlamında değerlendirmemiş; bilakis vahyin tayin ettiği yol doğrultusunda hareket etmişti. İnananlar baskı görürken: “Sabrediniz, sizin için cennet var!” demiş, direnme azimlerini artırmıştı. Oysa fayda endeksli hareket etmek o dönem için elzem değil miydi?

O Kureyş ileri gelenlerinin faydacı tekliflerini: “Allah’a yemin ederim, vazifemi terk etmem birinizin şu güneşten bir parça ateş getirmesinden daha zordur.” diyerek reddetmişti. Tabarani; Buhari, Tarih (Akil b. Ebi Talib’ten)

Yine Muhacir ve Ensar aralarında bir menfaat bağı olmaksızın kardeş oldular, birbirlerini bağırlarına bastılar, kardeşlerini kendilerine tercih ettiler. Hiçbir menfaat beklemeden evlerini, tarlalarını, bağ ve bahçelerini kardeşlerinin hizmetlerine sundular.

Görüldüğü üzere Allah Rasulü mücadelesi sürecinde hiçbir meseleyi “fayda” ekseninde değerlendirmedi. Sonucunda zahmet ve sıkıntı olsa da Onun hükmüne tabi oldu ve bizlere de böyle davranmak gerektiğini miras bıraktı.

O halde, faydacı ve menfaat eksenli yaklaşımlar ne İslâmidir ne de İslâm ile bağdaşır. Dolaysıyla gerek özelde gerekse genelde karşılaştığımız sair meselelerde ölçü Onun yani Allah’ın hükümlerine uymaktır. Fayda ve zarar ölçü değildir.

***

Toplumların ahlak anlayışlarının oluşmasında en baskın faktör hiç kuşkusuz dindir. Dinsel ve kültürel özelliklerin birlikte oluşturduğu anlayış toplumların ahlâk anlayışını belirler.

Müslümanların amellerinde asıl belirleyici şey menfaat değil, Allah’ın istedikleridir. Yaratıcının hayır olarak gördüğü hayır, şer olarak gördüğü şerdir inananlar için. Müslümanlar için iyiyi kötüyü, hayrı şerri ve güzeli çirkini belirleyecek olan ancak ve ancak Allah’tır, bizatihi O’dur, kendisidir.

Allah’ın menettiği şey ne kadar bizim faydamıza gibi gözükse de mutlak kötüdür, faydasızdır, haramdır. Örneğin cihadın farzıyeti gibi. Bazı şeyler hoşumuza gitmez, kerih görürüz, ama O farz kıldıysa bunun bu hayatta bize fayda ya da zararını düşünmek abestir inanan bir mümin için:

“Cihat, hoşunuza gitmediği halde üzerinize farz kılındı. Bazen bir şeyi kerih görürsünüz hâlbuki o şey sizin için bir hayırdır. Bazen de bir şeyi seversiniz, hâlbuki o şey sizin için bir şerdir. Allah Teâlâ bilir, sizler bilmezsiniz.” Bakara 216

Demek ki bizim kerih gördüğümüz şeyleri Allah bizden talep ediyorsa asıl olan sağladığımız menfaat ya da zarar değil, O’nun o konuyla alakalı hükmüdür. Kar zarar hesabı yapmadan Allah’ın hükmüne teslimiyet göstermektir.

“Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mümin olan bir erkek ve mümin olan bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.” Ahzab 36

***

Ancak bizler yaşantımızda bu ilkelere inanıyor gözüksek te realitede aksi hareket ediyoruz. Artık değer yargılarımız, inancımızın tam aksi pratiklerden oluşmakta.

Birey olarak dilimizden Allah’ı düşürmüyor, ritüellerimizi yapıyor, ancak iş o ritüelleri günlük yaşama yansıtmaya, ibadete dönüştürmeye geldiğinde tam aksi hareket ediyor, dünyevi faydamız ne ise Rabbimizin hükümlerine ters te olsa faydacı davranıyor, haramda olsa onaylıyor, destekliyoruz.

Artık toplumlarımız öyle şekillenmeye başladı ki özdeyişlerimiz, atasözlerimiz bile menfaat ve fayda eksenli.  “Büyük balık küçük balığı yutar, Sen kurt olmazsan kurtlar seni yer, Canını kurtaran kaptan, Pazusu kuvvetli olan arslan, Benim anam ağlayacağına senin anan ağlasın, Ezilmemek için ezmelisin, Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” gibi…

Böylesi bir toplumda bencil, egoist, acımasız, merhametsiz ve şefkatsiz mahlûklara dönüşmemek zaten imkânsız.

Böyle bireylerden oluşan toplumsal katmanlarımız hatta en büyük toplumsal organizasyon olan devlet tefekkürümüzde aynı dönüşümden nasibini almakta.

Yapılan haksızlıkları, zulümleri, adaletsizleri ve ikircikli devlet politikalarında toplum olarak eğer fayda görüyorsak “beka ya da reel politik” bahaneleri ile onaylıyor, inancımızın emrettiklerinin tam aksine şiddetle destekliyoruz.

Söz gelimi bir devletle ezeli düşmanlıklarımız var ve bu düşman devlet, canı sıkıldıkça kutsallarımızı aşağılayarak değerlerimize sövebiliyor, kadın, çocuk yaşlı demeden silahsız insanlarımıza öldürücü silahlarla saldırabiliyor, bombalar yağdırabiliyor. Bu devlet uluslararası sularda silahsız insanlarımızın olduğu bir gemiyi ablukaya alabiliyor, ateş açarak düzinelerce vatandaşımızı öldürüp kalanları esir alarak işkence yapabiliyor. Tüm bunlara rağmen perde gerisinde bu devletle askeri, ekonomik ve stratejik işbirliği geliştirmesini normal karşılıyor, yöneticilerimizi mazur görebiliyoruz.

Ya da gece Suriye semalarında Müslüman halk üzerine tonlarca bomba atarak ölüm kusan Putin, sabah kanlı elleri ile siyasetçilerimize, devlet başkanlarımıza sarılabiliyor. Aynı gün İstanbul ziyaretinde en ufak bir protestoya maruz kalmadan sivil toplum örgütü olarak kendisini tanımlayan kurum ve kuruluşların, cemaatlerin, İslami stkların alkışları ile görkemli bir şekilde geldiği gibi temaşa ile uğurlanabiliyor.

Genelde yaşananlar böyle artık. Tüm zulümlere basın yayın organlarında kınama ve tehditler; perde gerisinde ise karşılıklı ilişkilerin aksine daha da artırılarak geliştirilmesi süreci…

Bu durum maalesef hepimizin aynı zihni arka planın etki alanında kaldığımızı göstermekte. Eğer faydalanacaksak, tırtıklayacaksak, bekamız için iyi ise her şey mubahtır…

***

Belki tüm bunlar son birkaç yüzyıldır yürüttüğümüz batılılaşma hikâyesinin ürünü gibi gözükse de artık İslami ya da gayrı İslami fark etmiyor, tüm dünya toplumları aynı.

Gerçek anlamda sevgi, saygı kalmadı ve olanlar da hep yapmacık merhamet ve şefkat gösterileri.

Faydacılık eksenli yaşantı tüm toplumlarımızı ifsat ederek kokuşturdu. İslam toplumlarında İslami ve insani değerler yok oldu ve hepimiz çağdaş ve vahşi birer canavara dönüştük.

Oluşturduğumuz cemaatler, kurumlar, STK lar, başında İslam yazdığımız tüm faaliyetlerimiz artık hep menfaat ve fayda ölçüsü ile hareket eder duruma geldi.

İslami sevgi, saygı, muhabbet, kardeşlik, Müslüman kardeşini kendisine tercih etmek gibi hasletler adeta yok olmaya yüz tuttu.

Çevremizde yaşanan tüm olumsuzluk haksızlık, adaletsizlikleri normal addediyor; bize, cemaatimize, ya da daha ilerisi devletimize bir zarar ya da fayda sağlamıyorsa sessiz kalarak, haksızlıkları teşvik edebiliyoruz.

Devletimizin faydasına ise küçücük şehzadelerin boğdurulmasını onaylıyor, ekmek almaya giderken öldürülen küçük yaştaki bir genç karşı ideolojiden ise öldürülmesinden rahatsız olmuyor; ırkçı güdülerimiz ile bir Kürt anası ise öldürülen, yedi gün yedi gece naaşının çamurlar içerisindeki cadde üzerinde göğsünden kanlar aka aka can çekişerek ölüme terkedilişine umarsız kalabiliyoruz…

Tüm değerlerimizi yitirdik, faydacı ideolojiye teslim olduk, zillet elbisesini giydik ve lanetli bir nesil olarak Rabbimizin azabını bekliyoruz…

“Yedi gündür yedi gül açmış annemin göğsünde, uzanmış upuzun caddede… Kim gördü kim görmedi…”                                                                

Selam ve dua ile…

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. Enescim tespitlerinin ondalık olarak yüzde doksanına katılıyorum ama cihat konusunda kuranı birdaha okumanı istiyorum nefsi cihatı kazanamamış hiçbir fert genel cihhatla kendini temize çıkarmasın örneklemrsini sen üstte yapmışsın sahabelerden ama cihatla avutulan bu toplumu bu hale getiren allahın dininden çok hikayesini anlatan o alim denilen hoca denilen bu. Bizdendir denilen allaha ve nefsine hakim allahın sen kuranla öğüt ver diye peygamberine ikazda bulunan allahın emir ve yasaklarından başka herşeyi anlatan diğer dinlerde olduğu gibi kurana uymayan kuranı kendi görüş ve şeytanına uygurtan ve toplumu koyunlaştıran kesime değilde hükümetlete vurmanın anlamı yok gibi geliyor bu toplumu feto gibi sürü haline getiren kuranı arapca hadisi türkce okutan o güruh değilmi din fertte başka devlette başka olmaz ama fertler bizatihi. Bunun sorumluluğunu devlete boca ederlerde kendilerini veya düşüncelerini ora kanalize ederlerse devlet suçlu ben temizim derse o küçük kıyameti olur o insanın daha çok yazılacaklar var ama bukadar yeter selam ve dua ile

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı