GenelYazarlardanYazılar

Ruhbanlık

Aracısız din, tevhidin olmazsa olmaz şartıdır. Dini anlamada ve yaşamada din adamlarını aracı yapmak ve hüküm koyma yetkisine sahip olduğunu düşünmek tevhid inancıyla bağdaşmaz. Bu bağlamda Hrıstiyanlık’taki ruhban sınıfının üstlendiği konum tevhid ilkesine aykırıdır. Kur’an’a göre bu durum, din adamlarını rableştirmektir: “Allah’ı bırakıp, Yahudiler hahamlarını; Hrıstiyanlar rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler…” (9/Tevbe: 31) Bu ayetin Hz Peygamberin tefsirine göre din adamaları Allah’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını helal saymalarından ve onlara uymaktan ötürü rableştirilmişlerdir.

Ruhban, Kur’an’da kendilerini ibadete adayan Hristiyanlar için kullanılan bir terimdir. Arapça “râhib” kelimesinin çoğuludur. Dinî konularda mutlak otoriteye sahip, din adamlığını meslek olarak icra eden tüm kişilere ruhban denir. Hıristiyan teolojisinde Mesih’in insan ve Tanrı arasındaki arabuluculuk görevini havarilere, havarilerin de din adamlarına aktardığına inanılır. Bu kişiler yeryüzünde Allah’ın otoritesini temsil ederler.

Hıristiyanlığın başlangıcında samimi müminler ağır sosyal ve siyasî baskılara maruz kaldılar. Dinlerini koruyabilmek amacıyla dağlara, ücra yerlere çekilip kendilerini ibadete verdiler. Allah tarafından böyle bir yaşam biçimi farz kılınmamasına rağmen kendi uydurdukları bu tercih (57/Hadîd: 27), zamanla amacından saptırıldı ve dinin istismar aracı olmasını kurumlaştıran hatta toplum içi ve toplumlar arası çatışmaları körükleyen bir örgütlenmeye dönüştü.

Ruhbanlığın insanlar için önerdiği yaşam biçimi, işi çoğu zaman bu dünyada yaşanmaya değer hiçbir şeyin bulunmadığı noktasına kadar götürür. Bu nedenle hayat “abartılı bir zühd” şeklinde yaşanır. Böyle bir tercih ise, “ölçülü ve dengeli bir toplum” öngören İslam’ın asla tasvip etmediği bir tavır ve yaşam şekildir. (2/Bakara: 143)

Hz. Peygamber bazı Müslümanların ruhban hayatı yaşamaya başladığını haber alınca olaya hemen müdahale edip şöyle buyurmuştur: “Hem oruç tutun hem yiyin; hem ibadet edin hem uyuyun. Ben hem oruç tutuyorum hem iftar ediyorum; hem ibadet ediyorum hem uyuyorum; ben et yiyorum, evleniyorum; benim sünnetimden uzaklaşmayın.” (Buhârî, Nikâh, 1; Müslim, Nikâh, 5)

İslam’da ruhban sınıfı olmadığı gibi, imtiyazlı din adamı statüsü de kimse için söz konusu değildir. Herkes insani, İslami ve ahlaki görevlerini yerine getirmede noktasında eşit ve aynı derecede sorumludur. Bu nedenle Mehmet Görmez Hocanın ifadesi ile hiç kimse iradesini, aklını, kalbini ve vicdanını kendisi gibi beşer olan, beşerî zaafları bünyesinde barındıran ve ölümlü olup hesap verecek olan hiçbir faniye kayıtsız şartsız teslim edemez.

İlkesel olarak İslam dininde Tanrı adına iş gören ve yeryüzünde O’nun temsilcisi olan Ruhbanlık ve imtiyazlı din adamları sınıfı yoktur. Böyle bir şeyi İslam’a etiketlemek de haksızlık olur. Ancak hepimizin yakından bildiği ve sık sık müşahede ettiği gibi dini bir korku imparatorluğuna dönüşen din adamlarını, cennetten kendilerine ayrılan yeri müritlerine dağıtan tarikatları, cemaatçileri ve mebzul miktarda din pazarlayan TV vaizlerini yok sayamayız.

Mustafa Öztürk’ün ifadesi ile bireyin akıl ve iradesi üzerinde vesayet veya velayet üreten tüm kurumsallaşmalar ruhbanlıktır. Kendini dinin yerine koyan Sünnilikte de Şiilikte de bu tür bir ruhbanlaşma mevcuttur. Aynı şekilde kalbi açmak için aklı askıya alan sûfî formasyonlar da benzer bir ruhban sınıfı oluşturmuştur.

İslam dininde ruhban sınıfı yoktur ama dokunulmaz, eleştirilmez olan, kendisine masumiyet atfedilen, kendisinden asla hata sadır olmayacağına inanılan, kutsal bir zırha bürünmüş, olağanüstü güçlere, kudrete sahip, masum ve hatasız, periyodik olarak haftanın belli günlerinde Resulullah ve Allah ile yakaza halinde iletişim kurup talimatlar aldığını iddia eden nice şeyhler, hoca efendiler, imamlar sınıfı yok mudur?

İslam’da ruhbanlık yoktur ama şefaat edeceğim diye Allah’ın elinden cehennemlik günahkârı kaçıran ve yanılmaz, günah işlemez, hata etmez, ağızlarından ne çıkarsa Allah’tandır, onlara itaat etmemek Allah’a ve Resulüne itaat etmemek demektir diye inanılan tarikat şeyhlerini, cemaat liderlerini ve karizmatik siyasetçileri ne yapacağız? Bu durumda Hristiyanlıktaki ruhban sınıfına benzer bir sınıf bizde de olmuyor mu?

Konunun anlaşılması için Hıristiyan Ruhbanlığı ile Müslüman ruhbanlığı arasındaki benzerliği birkaç örnek üzerinden izah etmeye çalışalım:

1- Hristiyan ruhbanlığında “Günah çıkarma” yani din adamlarının Allah adına kişilerin günahlarını affetme yetkisi vardır. Bu inancın bizim pek çok tarikat ve cemaate yansıması “tövbe alma” şeklinde olmuştur. Buna göre günahkâr kişi şeyhin elinden tutarak günahlarından tövbe eder. Öyle ki bazı tarikatlarda fazla kalabalıktan dolayı şeyhin ucundan tuttuğu bir ip yardımı sayesinde oluşturulan hat ile tövbe alınır. Paradigma hem Hristiyanlıkta hem de tarikatlarda aynıdır. Her iki durumda da günahların affı için kul ile Allah arasına hatırı sayılan papaz/şeyh konularak, günahlardan arınılacağına inanılır. Bu olayın Tevhid dini olan İslam’daki karşılığı ise şirktir.

2- Hıristiyan ruhbanlığında insanların dini duyguları istismar edilerek menfaat temin etme yoluna gidilir. Bu istismar şekli tarikat ve cemaatlerin de en bilinen taktikleridir. Kamuoyunun yakinen bildiği gibi yanmaz kefen, güllü yasin, nalın-ı şerif işportacılığı ve bağış, himmet, kurban kesimi gibi işler bu kalemde sayılabilir. Şimdi sorarım size karşılaştığımız bu düzenbazlıkları ve sümük-i şerif gibi iğrençlikleri gören, din adına işlenen bütün rezaletlerin farkında olan tertemiz genç zihinler bu rezaletleri din kurumuna ödetmeye kalkışarak ateist olmasın da ne yapsın?

Hayrettin Karaman Hocanın ihtarına kulak verelim: “Kimse dini istismar ederek mehdilik, İsalık, peygamberlik, evliyalık taslamaya kalkışmasın; hepimiz beşeriz, hata eder ve günah da işleyebiliriz, Allah’ın rızasına ermiş kullar da olabiliriz. İslam’da doğru ve iyi olanın ölçütü hokkabazlık, büyücülük, göz boyama, keramet denilen olağan dışı haller ve olaylar değildir; ölçüt Kur’an’dır, sünnettir, güzel ahlaktır.”

3- Hıristiyanlıkta gerçekte dinde olmayan şeyleri menfaat icabı dindenmiş gibi göstererek ve hurafeler uydurarak Allah adına hüküm verilir. Aynı durum tarikat ve cemaatlerde rüya, ilham ve hadis adı altında çok sayıda hurafeyi dine sokarak Allah adına hüküm vermek şeklinde tezahür eder.

4- Hz. İsa’ya “Allah’ın oğlu” demek ve Hristiyanlıktaki “azizler” sınıfının varlığı bizler tarafından güya kınanır ve kabul görmez. Doğrudur Hristiyanlar İsa’ya Allah’ın oğlu derler. Ancak tarikat ve cemaat mensupları bu ulumama ve yüceltmeden geri kalır mı? Bizim peygamberimiz sizinkinden daha yüce deyip Hz. Muhammed’e “Habibullah” (Allah’ın sevgilisi) payesini vermişlerdir. O; Allah’ın habibidir. Âşık olduğu kimsedir. Onun aşkına 18 bin alemi yaratmıştır. Bu tür vasıflandırma Kur’an’da hiç geçmediği halde pek çok mealde “habibim/sevgilim” şeklinde yer alır. Hristiyanlıktaki “azizler” sınıfının bizdeki karşılığı “evliya” şeklinde karşılık bulmuştur.

5- Hıristiyan ruhban sınıfının makul gerekçelerle insanları “aforoz etme” yoluyla dinden kovma toplum dışına atma yetkisi vardır. Tarikat ve cemaatler de tıpkı onlar gibi kendilerinden olmayan veya muhalif olanları “fâsık” ve “fitneci” ilan ederek ötekileştirirler.

6- Hıristiyan veya Yahudilikte kutsal metinleri ancak Ruhban sınıfından olan bir kimse anlayabilir veya yorumlayabilir. Tarikat ve Cemaatlerde bu ilke, kendilerine bir ayet söylendiğinde “…senin ilmin onu anlamaya yetmez, onda senin bilmediğin manalar vardır, sen müfessir misin ki, onu ancak âlimler anlar…” gibi bir söylem tarzı şeklinde görülür.

Kendimizi kandırmayalım. İslam’da ruhban sınıfı yoktur ama çoğu kişinin İslam zannettiği geleneksel din anlayışı ve onun mümessilleri Tarikat ve Cemaatlerde ruhbanlık en ileri seviyede bulunmaktadır. Bize düşen sadece Kuran’ı rehber edinmek ve “ed Din” adı altında ki bütün uygulamaları Kur’an süzgecinden geçirmektir.

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı