GenelYazarlardanYazılar

Takvâ: Sorumluluğunun Bilincinde Olmak

Takva kavramı Kur’ân’da on yedi yerde geçer. Kur’an terminolojisinde önemli bir yer işgal eder. Kitab-ı Kerim’in temel kavramlarından biridir. Kelimenin kök manası, “biri diğerine zarar veren iki şey arasına engel koyarak zarar göreni zarar verenden korumak”tır.

Süleyman Ateş Hoca mealinde kelimeyi şöyle açıklıyor: “Müttekîn kelimesi vikâye kökünden gelir. Vikâye korumak, müttekî korunan, takvâ sâhibi demektir. Aynı kökten gelen takvâ, Arap dilinde canlı bir varlığın, dışarıdan gelecek tehlikeli bir güce karşı kendini korumasını ifâde eder. Arapçada kullanılan fakat Kur’ân sistemi içine girince önemli bir anlam kazanan takvâ, herhangi bir tehlikeden değil, Allah’ın azabından ve insanı bu azaba sürükleyecek günahlardan korunma anlamını kazanmıştır. Bilahare inen âyetlerde ise takvâ, saf dindarlık anlamına gelmektedir.” Müttakî, kendi doğal yapısını koruyan kişidir. Mütteki’nin zıddı Tağut’tur. Sınırları aşan kişi demektir.

Allah Rasûlü takvâyı şöyle açıklıyor: “Birbirinize haset etmeyiniz! Kendiniz almak istemediğiniz halde başkasını zarara sokmak için bir malı methedip fiyatını arttırmayınız! Birbirinize buğzetmeyiniz! Birbirinize yüz çevirip sırt dönmeyiniz! Sizden bazılarınız diğer bazılarınız üzerine alışverişe girişmesin! Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz! Müslüman müslümanın kardeşidir. Müslüman müslümana zulmetmez. Yardıma muhtaç olduğu zaman da onu yalnız ve yardımcısız bırakmaz. Onu hor ve hakir görmez. Takvâ işte budur/buradadır.” Rasulullah “takvâ işte buradadır” sözünü üç defa tekrarladı ve her seferinde eliyle göğsünü gösterdi.” (Müslim, Birr 32). Bu hadis ekonomik, sosyal, ahlâkî, dinî ve siyasal her alanda tavsiyeler içermektedir. Nebi bunların tümünü takvâ başlığı altında ele almaktadır. Bu da bizi “sorumlu hareket etme ve sorumluluk bilinci” tarifine ulaştırır.” (Hayat Kitabı Kur’an, s: 1263)

Kur’an’da Tanrı ve İnsan adlı eserinde Toshihiko İzutsu, Gazap Tanrısı başlığı altında Takva Nedir? sorusunun etimolojisini incelemiş ve merkezinde “sorumluluk” kavramının olduğu bir sonuca ulaşmıştır. Fazlur Rahman da takvâ kavramının en geniş anlamda “vicdan” olarak tercüme edilebileceğini söyler. Yani o, bu dünyada ve ahrette, “derin bir sorumluluk duygusundan kaynaklanan bir korkudur” der ve takvayı dini uygulamaları etkileyen dinî ve ahlakî bir değer olarak konumlandırır. İzutsu’nun bu semantik tahlili Kur’an üzerinde çalışma yapan Muhammed Esed ve Mustafa İslamoğlu olmak üzere pek çok ilim adamını etkilemiş ve yapılan meallerde bu anlam tercih edilir olmuştur.

Muhammed Esed, Bakara Suresinin 2. ayetinde geçen “Muttakî” kavramının semantik açısından; “Allah’tan korkan” şeklindeki alışılagelen çevirisinin, bu ibarenin olumlu içeriğini yeterli biçimde yansıtmadığını yani, Allah’ın her zaman ve her yerde hazır olduğunun farkında olmayı ve kişinin bu farkında oluşun ışığı altında kendi varlığını biçimlendirme arzusunu tam olarak ifade etmez diyor. Öte yandan, bazı çevirmenlerce benimsenen “kötülükten sakınan” veya “sorumluluğu konusunda dikkatli olan” şeklindeki çevirinin ise, İlahî sorumluluk bilinci kavramının sadece belirli bir yönünü yansıttığını söylüyor. Bütün bu tahlilden sonra Esed ayetin çevirisini şu şekilde yapmıştır: “Bu ilahî kelam –ki üzerinde hiçbir şüpheye yer yoktur– Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlara bir rehber [olarak indirilmiş]tir.”

Bu bağlamda “takvâ karşılığı olarak önerilen “Allah bilinci, Allah’a karşı sorumluluk bilinci” ifadeleri kavramın içeriğine daha uygun görünmektedir. Takvâ ve ittikā kelimelerinin içerdiği korku Allah’a duyulan saygıdan kaynaklanır. Böyle bir duygu müminleri kötülükten ve günahtan vazgeçirir, iyiliğe ve hayra sevk eder.

Mustafa İslamoğlu da Takvâ kelimesinin tek bir sözcükle karşılanmayacak merkezi bir kavram olduğunu, Allah’a izafetle kullanıldığında “Allah’a karşı sorumluluk bilinci”, yalın olarak kullanıldığında ise ”sorumluluk bilinci” şeklinde anlaşılması gerektiğini ifade eder ve İzutsu’nun kelimenin semantiği ile ilgili “sorumluluk” manasının isabetli olduğunun söyler. İslamoğlu kavramın bağlama göre değişen vurguları sebebiyle çevirilerde bazen orijinal halini tercih ettiğini belirtir. “Takva ilahi fıtratın bilinçteki tezahürüdür. Kişi kendine emanet edilen fıtratını ne kadar korursa takvaya da o kadar yakın olur. Bu yüzdendir ki, takva adında somutlaşan sorumluluk bilinci, emanet ve borçluluk bilincini içerir.” der.

Hoca “Muttakiler için hidayettir” (Bakara 2/2) ayetinin açıklamasını ise şöyle yapıyor. Kişide emanet üzerine titreme hissi bir seviyeyi aşınca, bu emanetin sahibine borçluluk duygusunu tetikler. Bu da doğrudan alacaklının kimliğini meraka yöneltir. Nihayet merak arayışa arayış da bir seviyeyi aşınca hidayete götürür. Yani takvâ hidayetin sebebi, hidayet takvânın sonucudur. Bunu anlamak için “Kitap nedir iman nedir bilmeyen” (Şura 42/52) Allah Rasûlü’nün “muhteşem bir ahlâk üzere” (Kalem 68/4) oluşunu hatırlamak gerekir. Hidayetten önceki takvâ “sorumluluk ahlâkı”dır. Temelde “sorumlu davranış” manasına gelen “sâlih amel” işte böyle bir ahlâktan neşet eder.

Bayraktar Bayraklı, “takva demek gönül gözü demektir. Gönül gözü demek de bir iç aydınlığı ifade etmektedir. O zaman Müslüman şahsiyet aydın kişi anlamına gelmektedir. Kur’an eğitiminin amaçlarından biri olan takvâ, iç aydınlığa ulaşmaktır.” şeklinde kavrama farklı bir perspektiften bakmaktadır.

Takva kavramına “sorumluluğun bilincinde olmak, duyarlı olmak” manasını veren Mehmet Okuyan, Kur’an bağlamında kelimenin üç boyutunun olduğunu söyler:

1- İnsanın fıtratında hem yoldan çıkma (fucur), hem de takvâ (korunabilme) özelliği vardır. (Şems 91/7 ve 8) İmtihanı başarmak ve özgür bir seçim yapabilmek için bu iki özelliğin olması zorunludur. Bu bağlamda insan fıtratının imanı sevip, küfür, fısk ve isyanı çirkin görürken (Hucurât 49/7), takvâ sahiplerinin fıtrata uygun davranışından (Rum 30/31) bahsetmek olasıdır.

Muhammed Esed bu durumu şöyle izah eder: “İnsanın hem üstün ruhî mertebelere yükselme hem de açık ahlakî zaaflar gösterebilme özelliğine aynı ölçüde sahip olduğu gerçeği, insan tabiatının temel bir karakteristiğidir. En derunî anlamıyla, insanın kötü/yanlış davranabilme özelliği, onun doğru davranma yeteneğinin bir eşidir: başka bir deyişle, her “doğru” seçime bir değer kazandıran ve böylece insanı ahlakî olarak serbest irade sahibi kılan şey, temelde mevcut bulunan bu eğilim kutupluluğudur.”

2- İman – amel ilişkisinde geliştirilebilen, daha korunaklı olmamızı sağlayan yön ön plana çıkartılır. Hac, zekât, infak ve oruç gibi ibadetlerin takva ile ilişkilendirilmesi bu yüzdendir.

3- İnsanın bilincini oluşturma özelliği vardır. “Takvâ elbisesi” (Araf 7/26) insanın bilincini oluşturan değer olarak ifade edilebilir.

Bütün bu tanımlardan anlaşılacağı gibi takva, insanı amaçsızlaştıran başıboş davranışlardan kaçınması ve yapması gerekenleri yerine getirmesi, sorumluluk bilinciyle hareket etmesi olarak ifade edilebilir.

“Takvâ ve türevlerinin Kur’an’da çeşitli vesilelerle ve farklı şekillerde sık sık zikredilmiş olması kavramın İslâm’daki önemini açıkça gösterir. Takvânın faziletiyle ilgili Kur’an’da şu hususlara vurgu yapılmıştır: Allah takvâ sahibi olanlarla beraberdir (Bakara 2/194; Tevbe 9/36, 123); onları korur ve yardım eder; Allah takvâ ehlini sever (Âl-i İmrân 3/76; Tevbe 9/4, 7); Allah takvâ ehlinin dostudur (Câsiye 45/19). Takvâ aynı zamanda iman ve kalple ilgili bir kavramdır. Resûlullah’a karşı saygılı olanlar Allah’ın kalplerini takvâ için imtihan ettiği kimseler olarak nitelendirilmiştir (Hucurât 49/3). Allah’ın hükümlerine saygı göstermek şüphe yok ki kalplerdeki takvâdandır (Hac 22/37). Nefse/kalbe takvâyı Allah ilham eder (Şems 91/8). Kalpteki takvâdan maksat iman, yakîn, samimiyet ve Allah’a duyulan saygıdır. Kur’an’da, “Eğer mümin iseniz Allah’a karşı takvâ sahibi olunuz” buyrularak (Mâide 5/11, 57, 88) takvâ ile iman arasındaki ilişkiye işaret edilmiştir. Takvâ sahibi olmak imanın gereğidir. Bütün peygamberler ümmetlerinden takvâ sahibi olmalarını istemiştir. Kur’an takvâ sahibi olan herkes için bir hidayet kitabıdır (Bakara 2/2; Âl-i İmrân 3/138; Mâide 5/46). Akıl ve vicdan da takvâ sahibi olmayı gerektirir (Talâk 65/10).

Kur’an’da takvâ sahibi olanların güzel akıbetlerinin bulunduğu belirtilir (Tâhâ 20/132; Kasas 28/83; Sâd 38/49; Zuhruf 43/35). Takvâ ehline vaad edilen iyi bir gelecek aynı zamanda dünya hayatı ile de ilgilidir, ancak mutlu sona varmak için sabırlı olmak lâzımdır (A‘râf 7/128; Hûd 11/49). Fevz, necât ve felâh kelimeleriyle ifade edilen dünya ve âhiretteki kurtuluşa ermenin yolu da takvâ sahibi olmaktan geçer. (Bakara 2/189; Mâide 5/35, 100; Zümer 39/61; Nebe’ 78/31). Ahirete götürülecek en iyi azık ve orada işe yarayacak en faydalı şey takvâdır. (Bakara 2/197). Cennet takvâ sahipleri için hazırlanmıştır (Âl-i İmrân 3/133; Hicr 15/45; Duhân 44/51). Takvâ sahibi olmayan zalimlerin, bozguncuların, günah işlemekten ve kötülük yapmaktan sakınmayanların cehennemde azap görecekleri Kur’an’da açıkça belirtilmiştir. Takvâ Allah’ın kulunu bilgilendirmesini ve aydınlatmasını sağlar (Bakara 2/282; Enfâl 8/29). İlâhî bir ışıkla (furkān) kalbi aydınlanan takvâ sahibi mümin hayrı şerden, hakkı bâtıldan, sevabı günahtan ayırt eder; haram ve günahlardan dikkatle kaçınır. Müminlerin tarihten ve sosyal olaylardan ibret almaları ve ders çıkarmaları takvâ sayesinde mümkün olur (Bakara 2/66; Âl-i İmrân 3/138; Nûr 24/34).

Kur’an’da ahlâkî faziletlerle takvâ arasındaki bağlantıya da işaret edilir. Takvâ, günahların ve kötülüklerin terk edilerek iyi ve sevap olan davranışlara yönelmenin manevî müeyyidesi olarak gösterilmiş ve takvâ ile af (Bakara 2/189), akrabalık bağı (Nisâ 4/1), adalet (Mâide 5/8), dürüstlük (Bakara 2/177; Zümer 39/33), sözde doğruluk (Ahzâb 33/70), şükür (Âl-i İmrân 3/123), merhamet (En‘âm 6/155; Yâsîn 36/45), iyilik (Bakara 2/189) arasındaki bağlantılara dikkat çekilmiş, Allah katında en değerli müminin takvâ bakımından en ilerde olan kişi olduğu vurgulanmış (Hucurât 49/13), takvâ elbisesinin (A‘râf 7/26) kalpteki takvânın bedene ve organlara yansıyan hali olup mümini bir zırh gibi koruduğu vurgulanmıştır.

Allah’a lâyık bir takvâ üzere olmak takvânın en mükemmel şeklidir. Fakat müminin böyle bir takvâyı gerçekleştirmeye gücü yetmez. Bu sebeple, “Gücünüz yettiği kadar takvâ sahibi olun” buyrulmuştur (Tegābün 64/16). Mümin Allah’a duyduğu saygı nispetinde O’nun katında değerlidir (Buhârî, “Menâḳıb”, 1; Müslim, “Feżâʾil”, 168). Kimin ne kadar takvâ sahibi olduğunu ise sadece Allah bilir (Âl-i İmrân 3/115; Tevbe 9/44). Mümin takvâ sahibi olmaya çabalar, ancak takvâ sahibi olduğunu iddia etmez.” (İslam Ansiklopedisi)

Kur’an’dan hakkıyla istifade etmenin ilk şartı “muttaki” olmaktır. Yani takvâ ehli olduğumuz takdirde Kur’an bizim için hidayet kaynağı olacaktır. Bu bağlamda Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşımayanların O’nun kitabını hakkıyla algılaması söz konusu olamaz. (Bakınız: 3/103, 5/16, 6/155, 10/57, 14/1) Kur’an, kötülüğü, çirkinliği tercih eden kimseler için değil; her türlü fenalıktan titizlikle sakınan, doğruya ve güzelliğe ulaşmayı arzu eden takvâ sahipleri için bir kılavuz, bir yol gösterici, bir hidayettir. Şu hâlde, tüm insanlığa doğru yolu gösteren bu kitap, ancak takvâ sahiplerini hedefe ulaştıracaktır.

Netice itibariyle; kanaatimizce “muttakî” kavramının “Allah’tan korkan ya da sakınan” şeklindeki tercümesi, ifade etmek istediği manayı efradını cami ağyarını mani bir şekilde yansıtmaz. “Allah’tan korkmak” ya da “sakınmak” ifadeleri, insanı baskı altına alarak onun Allah’a olan güveninden yoksun bırakabilir. Zira insan korktuğu şeyden uzak durmak ister. Ama Allah’tan korkmak yerine O’na karşı saygısızlık yapmaktan sakınmayı, O’nu sevmeyi ve O’na karşı sorumluluk bilinciyle kendi varlığını biçimlendirmeyi düşünürse o takdirde Allah’a daha yakın olur ki olması gereken de budur.

 

 

 

 

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı