
ABD-İNGİLTERE/Batı’ya “Medeni” İSRAİL’E “Devlet” Diyenin…
“Güçlü”nün haklı görüldüğü bir dünya düzeninde yaşadığımızın hala farkına varmayacak mıyız?! Evet, yaşanan bir küresel ve bölgesel değişim süreci, bir başka ifadeyle “yeni denge” arayışı da gündemde. Lakin nasıl bir güç dengesi oluşacağı hususunda da pek iç açıcı bir manzara gözükmemektedir. En azından kısa ve orta vadede… Nasıl oluşsun ki kendilerini İslam ile tavsif edenlerin zelil durumları devam etmektedir. Kur’an merkezli ve Resül-Nebi’leri örnek alanlarında henüz bir güç, yapı oluşturamadıkları, sık sık tekrar edilen “Ümmet”/Millet görünümünden bir hayli uzak oldukları görülmektedir. Ne yazık ki!..
Böyle bir vasatta, bir proje çerçevesinde gündeme gelen “Arap baharı”, bu süreçte küresel güçlerin “strateji değişimi”nin, Kaos Stratejisi’nin bölgemize yansımaları, Pandemi, Ukranya-Rusya Savaşı’nın hemen akabindeki, küresel çaptaki enerji ve gıda krizi, Afrika’da yaşananların bölgesel ve küresel yansımaları… Velhasıl giderek yoğunlaşan jeo-politik mücadelelerin, “güç”ün Batı’dan Doğu’ya kaydığına işaret eden tezahürleriyle karşı karşıyayız.
Peki, yaşanan küresel ve bölgesel değişim sürecinin gelinen aşamasında neler oluyor? Beklenmedik bir zamanda Filistin’de yaşananları doğru okuyabiliyor muyuz? Filistin’in gerçek temsilcisi, “kurtuluş savaşçısı” bir örgüt olan Hamas’ın, aşama aşama işgal edilen Filistin coğrafyasının son parçalarına sıkıştırılan, kuşatılan Gazze’deki zorunlu harekâtını doğru anlayabiliyor muyuz?.. Kısa bir değerlendirme yapmaya çalışalım, hamasetten uzak ve duygularımızı öne çıkarmadan.
Filistin coğrafyasının işgalinin tarihi, terör devleti/örgütü gibi davranan ve küresel güçlerin, -ortak çıkarları gereği- tam destek vermeye devam ettikleri Siyonist İsrail’in asıl hedefine ulaşmak üzere, I. aşamada, yaptıklarını doğru anlayabilmek için Filistin haritasına dikkatli bakmak gerekir. Fazla geriye gitmeye gerek yok. Küresel güçlerin bir müstemleke projesi olan Siyonist İsrail’in, 1946 tarihli Filistin haritasındaki sızmalara, terör örgütlerinin oluşturduğu dehşet ve yıldırma ile ilk işgalleri doğru okumak gerekir, öncelikle. Oryantalist bakış açısı ve sözde medeni Batı’nın algı oluşturmak üzere gündeme taşıdığı kaynakları bir kenara bırakarak tabii ki. Sonra küresel sistemin kontrolünü elinde tutan malum güç odaklarının BM kararıyla Filistin coğrafyasını ikiye böldüğü haritaya bakalım. Dahası, küresel güç odaklarının tam desteği ve sözde uluslararası sistemin tüm yaptırımlarından müstesna tutulan Siyonist İsrail’in 1949-1969 dönemindeki işgallerini yansıtan haritayı dikkatlice inceleyelim. Tüm bunlar da yetmemiş. Önce İngiltere, sonra da ABD’nin açık desteğine sahip terör devleti/örgütü İsrail’in devam eden işgal ve katliamlarında, kimilerinin “İslam Ülkeleri” diye nitelendirdiği, küresel küfrün vesayetindeki sözde devletlerin katkıları ve İsrail’e üstü kapalı petrol ve doğal gaz yardımlarının ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım. Ve gelinen aşamada, neredeyse Filistin topraklarının tamamı, terör devleti İsrail ve destekçilerinin kontrolüne geçmiş oluyor. Geriye kalan parçalı bir Batı Şeria ve 2006’dan bu yana kuşatma altında tutulan ve adeta bir “açık hava hapishanesi” görünümündeki Gazze… Bu da yetmiyor, terör devleti İsrail, Filistinlilerin elinde kalan bir avuç toprakta da “yerleşimciler” diye meşrulaştırdıkları işgalciler ile Filistinlilere her türlü zulmü, işkenceyi, onur kırıcı davranışı aralıksız devam ettiriyorlar. Ve tüm bu terör devletinin vahşilikleri “Medeni Batı”nın (?!) aleni desteğiyle medyada çarptırılarak sergileniyor. Algı yönetimi ve manipülasyon teknikleri sistematik olarak kullanılarak dünya kamuoyu aldatılıyor. En vahimi de bu gerçeklikler ortadayken, içimizdeki Mankurtlaşan Batıcılar/ özgürlükçüler, demokratlar, insan hakları savunucuları, kendilerini “aydın” olarak niteleyen zavallılar, insanımızı aldatmaya devam ediyorlar…
Terör devleti/örgütü İsrail ve destekçilerinin uzun süredir devam eden işgal ve katliamları, belirli dönemlerde “barış girişimleri” ile durdurulmaya çalışıldığında da herhangi bir sonuç alınamıyor. Daha doğru bir ifadeyle konjonktür değiştiğinde terör devleti İsrail ve destekçileri, kaldıkları yerden hedeflerine ulaşmak için her şeyi yapmaya devam ediyorlar. Hatırlanırsa bu çerçevede en dikkat çekici örnek, İmam Humeyni sonrası İran’ın Filistin’e desteği azaldığında Arap baharında etkili bir aktör olan yeni Türkiye’nin Filistin’e yakınlaşması söz konusu olmuştu. Barış görüşmeleri sürecinde Türkiye’nin Hamas’ı seçimlere katılmaya ikna etmesi ve söz konusu seçimi Hamas’ın kazanması sonrası neler olduğu da konuyla ilgilenenler için malumdur… Tüm yaşanılanlarla ilgili gerçekler ortadayken sözde medeni Batı, algı yönetimi ve manipülasyon teknikleriyle bölgedeki işgallerin ve katliamların üstünü örtmeye aralıksız devam ettiler. Dolayısıyla son katliamlar, çocuk, kadın ve sivillere yönelik terör yöntemleriyle soykırımlar da sürpriz olmadı. “Medeni Batı”/ABD’nin, hastanenin bombalanmasıyla ilgili gerçekleri bilmesine rağmen, ortaya koydukları “duruş”, onların gerçek çehresinin ifadesi olarak okunmalıdır.
HAMAS’ın Operasyonu ve Sonrası Nasıl Okunmalı?
Hamas’ın belirli bir dönemden sonra, Türkiye’nin de araya girmesiyle sistem-içi mücadeleyi kabul etmesi, hatta örgütün tüzüğünde değişikliğe gitmesine rağmen terör devleti İsrail hiç durmadı. Konjonktürün değişmesiyle terör yöntemleriyle hedefine ulaşmak için katliamlarına, işgallerine devam etti. Öncelikle son 17 yıldır Gazze’yi bir açık hava hapishanesi haline getirdi. ABD’nin strateji değişimi ve Kaos Stratejisi’nin açtığı alanı kullanarak da adım adım Gazze’yi işgal sürecinin yürütüldüğü bir dönemde Hamas’ın, bir hazırlık döneminden sonra, bir çıkış arayışı olarak okunabilecek operasyonu yapması doğru yorumlanmalı ve anlamaya çalışılmalıdır. Zira bunun bir zorunluluk olduğu çok açıktır… Hamas’a dolaylı destek veren örgüt ve devletler açısından operasyonun zamanlaması tartışılabilir. Lakin bu gelişmenin Gazze’yi işgali hedefleyen bir sürecin kesintiye uğramasının ötesinde bölgede strateji değişimine neden olabilecek gelişmelerin de önünü açacağını söylemek yanlış olmasa gerekir.
Bilindiği üzere ABD, bir süredir, Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkeleri ile İsrail arasındaki ilişkileri güçlendirmek, “İbrahim Anlaşmaları” ile de derinleştirerek, bölgede giderek azalan gücünü tahkim etmek istemekteydi. Ve bu arada, Hindistan/Bharat’ta yapılan son G-20 toplantısında da IMEC projesini devreye sokarak, bölgedeki Çin’in stratejik adımlarını zayıflatmak üzere hesaplar peşindeydi. Ne var ki ABD ve Batı’nın, son gelişmeler karşısındaki ilkesiz duruşu “güç”ün Batı’dan Doğu’ya geçişini hızlandıracaktır. Aynı zamanda başta körfez ülkeleri ve Afrika’daki gelişmeler, orta vadede, yeni Türkiye’nin öne çıkması sürecini de hızlandıracaktır… Yani bölgedeki güç dengelerinin değişimi tekrar yoğun bir şekilde gündeme gelecek, jeo-politik ve jeo-stratejik gelişmeler daha da görünür duruma doğru evrilecektir.
Son olarak, terör devleti/örgütü İsrail ve destekçilerinin her türlü zulmüne maruz kalan Hamas’a/Filistin’e kimlerin yardımı söz konusu olabilir, hususunda da şunları söyleyebilmek mümkündür.
Hamas liderlerinden Halid Meşal’in, “Türkiye müdahale edip İsrail cinayetlerine dur demeli.” sözleri ilginç ve analiz edilmeye muhtaç. Halid Meşal, değerlendirmesinde, “Hamas olarak 1967 sınırlarının esas alındığı iki devletli çözümü kabul etmiştik. Ancak gelinen noktada düşmanımız barışa yanaşmadığı için konjonktürel şartlardan yararlanarak işgali genişletme yoluna girdi. Dolayısıyla biz de gelinen aşamada İsrail devletini tanımıyoruz! Ama düşmanımız barışa yanaşırsa biz de yeniden değerlendirme yapabiliriz”, demektedir. Halid Meşal’in gerek değerlendirmeleri gerekse de yeni Türkiye’yi yanlış tanımlaması nedeniyle, ‘Türkiye müdahale edip, İsrail durdurmaya yardımcı olmalı’ sözleri, başka çıkar yolu olmayan bir liderin temennilerinden öteye geçemiyor, ne yazık ki. Zira Müslümanların duruş sorunları ve mecburiyetleri, reel-politik okumalarına yansımaktadır. Ancak bu gerçeklik, yeni Türkiye’nin Filistin’e hiç yardım edemeyeceğini de göstermez, tabii ki Yeni Türkiye’yi doğru tanımlar, doğru anlamlandırırsak ne demek istediğimiz anlaşılacaktır. (Ilımlı) Laik-Demokrat/Batı referanslı Türkiye, sistem-içi bir çıkış arayışındadır. Küresel ve bölgesel düzlemde yeni denge arayışı sürecinde, tarihsel ve stratejik derinliğini kullanarak Türkiye, yumuşak gücünün avantajlarından da yararlanarak denge/dengeci politikalarla bölgesinde ağırlığını arttırmış bulunmaktadır. Ne var ki oyun kurucu bir güç olamamıştır, henüz. Ve bu durumun bir süre daha devamı söz konusudur. Ve Batı ve Doğu’nun Türkiye’siz stratejik hedeflerine ulaşmasının çok zor olduğu, temel bir gerçeklik olarak ortadadır…
Keza sistem-içi mücadele içinde olan kimi kesimlerin de “Türk ordusu Kudüs’e girmeli!” özlemlerinin yanı sıra, öncelikle, Türkiye’nin İsrail büyükelçisini geri çekmesi, ABD’nin İncirlik üssü ve Kürecik-Malatya’daki radar üssünün kapatılması, petrolün 3/2’sinin “İslam ülkeleri”nin kontrolünde olduğu yanlış bilgisi ve hatalı tanımlamaları ve terörist İsrail ve destekçilerinin mallarının boykotu ile Filistin’e destek verebileceklerini düşünmeleri kıymetli ama reel-politik gerçekliklerle uyuşmuyor. İşin garip tarafı, insanımızın büyük çoğunluğu, ideolojik/Tevhidi duruşunu koruyarak reel-politik okumalar yapmaktan uzak durumdalar. Bunun özellikle aşılması büyük önem taşımaktadır.
Ne güzel söylemiş üstad Necip Fazıl Kısakürek,
“Yıkılsın İsrail enkazını göreyim! Sana ülke(devlet) diyenin Yüzüne Tüküreyim!”