
“Artık yüzünü tam doğru dine döndür, Allah’ın ilk yarattığı selamet haline ki insanları, o tabii halde, selamet halinde yaratmıştır; Allah’ın yaratışı, din (fıtrat dini) değiştirilemez; budur en doğru din ve fakat insanların çoğu bilmez.” (Rum Suresi 30)
Allah ile ilahlık yarışına giren şahıs ya da organizasyonlar yaratıcıyı tanımasalar, nankörlük etseler de itiraz etmedikleri, edemeyecekleri varlık, varoluş hakikatidir fıtrat. Bu hakikatin bilgisine sahip/şahit olup yaratılmışların en şereflisi olma sorumluluğu üzere verili dünyada yerini alanlar ile bu bilgilere sahip olduğu halde kendi yanlarından sorumluluk kıstasları üreten haddini bilmezlerin kavgasını yaşayan insan neslinin bugüne tekabül edenleriyiz. Çağın insanları olarak doğru yanlış, gerekli gereksiz bilgi akışının tahammül edilemez bombardımanı karşısında kahrolası şeytani küresel dünyanın kurbanları olmamak kavgasında nerede duracağımız sorunu ile sınanmakta, yüzleşmekteyiz.
Tohumu ve nesli bozma faaliyetlerini 7/24 aksatmadan devam ettiren şeytani mekanizmalar, uluslar arası ve yerel örgütlenmeler ile yerin ve göğün ilahı, rahmeti sonsuz, merhameti sınırsız Allah’a karşı Allah adıyla konuşlanarak ifsad rollerini oynamakta, insanların çoğunun şükredicilerden olmaması için ellerinden geleni ardlarına koymamaktadırlar.
Anadolu Müslümanları olarak İslam peygamberi Muhammed aleyhisselam’dan sonra günümüze kadar eksik aksak ulaşan tüm birikim, müfredat, müktesebatımıza saygı duymuş, değer vermiş hemen her rengine alan açmışız demek fazla olmaz sanırım. Tarihimiz boyunca düşünceye, ana gövdeye bağlı olmak iddiası ekseninde farklı düşünsel renklere sahip olmak insanı bir gerçekliktir. Bunun zıddı dayatmalarda bulunanlar insanlık tarihinde kara birer leke olarak lanetle anılırken, zulme uğramış her düşünce sahibi özlemle, dua ile anılmaktadır. Ali, Hüseyin, İmam-ı Azam, Ahmet Bin Hanbel, Said Bin Cubeyir… dendiğinde gözlerimiz yaşarır, yüreklerimiz ürperirken, Muaviye, Haccac… ismini duyduğumuzda ise hesap veremeyecek olmanın korkusuyla kaskatı kesilir, ağır yükünü hissederiz.
Geçmiş bir çok örneklikleri olduğu gibi yakın geçmişte Anadolu’da yaşanan cemaat, hizmet namları ile şöhret bulmuş nereye ait olduğu belli olmayan(!) bir şer organizasyonu üzerinden Anadolu halklarına ayar verilmeye, kimler adına olduğu belli olmayan içerikte hizaya sokulmaya çalışılmakta, yine kaynağı pek de belli olmayan telafisi zor operasyon dedikoduları üretilmektedir. Bu duruma benzer girişimler Osmanlı sonrası Tekke ve Zaviyeler’in kapatılması ile hayata geçirilmiş, nispi olumsuzlukları olsa da Kurtuluş savaşının yükünü çeken Anadolu’nun birikimi olan omurga zaafiyete uğratılmıştı. Aynı tezgah, benzer yöntemler ile ve ilginç olan yine bahse konu kapatılan tezgahlarda yetişmiş/yetiştirilmiş kurumların başlarında görev verilmiş insanlarımızın ağızlarıyla ilan edilmektedir.
Onlarca yıldır Anadolu’nun insan kaynaklarını şeytanlar çetesine peşkeş çeken kesimlere göz yumulup, yıllarca gözlerimize baka baka ahlak ve edepten yoksun ekranlarında kedicikleri ile dans edip göbek atanlar ile beyinler iğdiş ettirilip sonra da bu şarlatan çete üzerinden “vay babasını” dedirtecek cinsten operasyon haberleriyle tüm toplum aptal yerine konmaktadır. Cumhuriyet ile birlikte baskılanan Anadolu halkları, vazgeçemedikleri/vazgeçemeyecekleri tarikatleri, meşrepleri, mezhepleri, medreseleri, dinleri ekseninde varlık mücadelesi vermişler, zaman zaman da uluslar arası şeytanlar çetesi tarafından para, makam ve benzeri imkanlar ile ayartılarak istismar edilmişlerdir. Kendi halklarına düşmanlık besleme üzerine bina edilmiş bir devlet erkinin, devlet aklı, devlet politika ve stratejilerini değerlendirmesi yerine sürekli vatandaşlarından “Devlet Düşmanı” organizasyonlar ilan ederek devletin ilahlığının tasdikini istemiş, beklemiştir. Bu durum karşısında da cemaatler ve örgütler üzerinden ilahlık yarışı hücrelere nüfuz etme sinsilikleri, dağda çatışma, şehirde anarşizm ile sürdürülmektedir. Varlık gerekçelerini ıskalamış insanların oluşturduğu kalabalıklar, bazen devlet adı ile, bazen cemaat adı ile, bazen örgüt adı ile kendi ilahlıklarını dayatma yarışı içerisinde olmuşlar, akledilmez ise olmaya da devam edeceklerdir. Bunun tam karşılığı hep birlikte yeryüzünü ifsad organizasyonunda rol almanın ötesine geçemeyecektir.
Anadolu adına devlet mekanizmalarında rol almış reislerden, din işleri başkanına kadar, mahalle bekçisinden, mahalle esnafına kadar, askerinden bürokratına kadar, fakirinden, zenginine kadar bu hakikate dikkat kesilmek ertelenemeyecek insani bir mükellefiyettir. Kurumların başına geçip, utanmadan, sıkılmadan Allah’ın adını anarak, Peygamber aleyhisselamı cümlelerine çerez kılmak ve adres vererek ahkam kesme cüretkarlığı göstermek yakışık almasa gerek! İslamı, Müslümanları az bir pahaya satanları bahane ederek Anadolu’nun hali hazırdaki birikimine iftira etmek, bir çok şahıs, ilim adamı, vakıf, dernek ve sivil toplum topluluklarını töhmet altına sokmak hesabı zor verilecek bir itibar cinayetidir.
Ne devlet ilahtır ne de diyanet dinin sahibidir, hiçbir cemaatin, hiçbir şahsın olmadığı gibi! Devlet organizasyonu birlikte yaşam alanlarını birlikte paylaşma hukukunun gözetildiği bir erk olarak elbette değerlidir, on yılda on beş milyon genç yaratma peşinde olmak ve benzeri iddialar, ilahlık sınırlarını ihlal anlamı taşıma potansiyeline sahiptir. Sözü dinleyip en doğrusuna uyabilme erdemini göstermek mükellefiyeti varken birbirlerimize İslam satmanın, devlet pazarlamanın bir alemi yoktur! Beyanatlarına sahip çıkamayacak kadar aciz birer varlık olarak sahiplik mertebesinden etrafa bakmak, çaka satmak ne büyük bir cüret, ne büyük bir cesarettir… Arkamızı dayadığımız gücün, yüreğimizi çevirdiğimiz yönün, yürüdüğümüz zeminin mahiyeti fıtrat üzere iman etmişlerin ortak kelimesi olan yerde ve gökte tek ilahın Allah olduğunda karşılığını bulmak zorundadır. Yerde ve gökte tek ilah Allah olduğu gibi İslam’ın sahibi de O’dur!
“Bilin, haberdar olun ki Allah’ındır ne varsa göklerde ve ne varsa yeryüzünde ve ondan başka O’na şirk koştukları şeylere tapanlar, onlara uymuyorlar, ancak kuru bir zanna uyuyorlar ve ancak yalan söylüyorlar.” (Yunus Suresi 66)
“Hamd o Allah’ındır ki göklerde ne var, yerde ne varsa hep O’nundur. Ahirette de hamd O’nundur. O hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.” (Sebe Suresi 1)