İslam aile hukukunun bir öğesi olan Mehir, evliliğe giden yolun başında evlilik talebini kabul eden kadına teklifi yapan erkek tarafından verilen veya verilmesi taahhüt edilen bedeldir. Bu bedel İslam’ın haram saymadığı menkul veya gayrimenkul olan her türlü maldan verilebilir.
Bugün resmiyette uygulanmayan ancak şahısların şahsi anlayış ve gayretlerine terk edilmiş olan bu konu, yapılan evliliklerde zikredilmemiş olsa bile uygulanan teamül ve örfe göre takılan ziynet eşyası, verilen hediyeler, bağışlar Mehir olarak değerlendirilebilir. Ancak buna kadının hak sahibi olması için evlendiği kimseyle gerdeğe girmesi veya en azından baş başa kalma / halvet hali gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Peşin olarak verildiği gibi (mehri muaccel), daha sonra da (mehri müeccel) verilebilir. Bu karar evlenecek olan çiftin inisiyatifi dâhilindedir.
Hatta Mehir konuşulup karara bağlandıktan sonra kadın dilerse bir kısmını kocasına bağışlayabilir. Bağışlanılan mehri kocasının almasında herhangi bir engel yoktur.
“Kadınlara mehirlerini gönül hoşluğuyla verin. Eğer onlar gönül rızasıyla size bir şey bağışlarlarsa onu da afiyetle yiyin.”(4/4)
Burada hatırlanması gereken bir konu daha var ki, sürekli değişimin yaşandığı toplumlarda karşılaşılan bir husustur. Evlenilirken bunlardan hiç birinin farkında olmadan evlenmiş bulunan kimselerin, ilerleyen zaman içerisinde hayatlarında meydana gelen değişimle bunu fark etmektedirler. Birlikte yaşadıkları sürece fazla bir sorun olmamakla birlikte; ayrılık söz konusu olunca ayrıldıkları eşlerine zamanında bir mehir konuşulmamıştı diye bir şey ödemeden bırakmamalıdırlar. En azından “mehri misil” ödemeleri kendirli için dünya ve ahiret’te daha hayırlı olacaktır.
Mehri misil:
Kadının ve erkeğin ekonomik olarak kendilerine benzeyen kimselerin ödemiş oldukları mehirlerine kıyas yaparak ödeme yapacakları mehir demektir. Mehrin miktarı konusuna gelince talip olan erkeğin ekonomik gücüyle alakalı olarak makul bir miktar talep edilir. Peygamberimiz (as) nikâhını kıyarken verecek bir şeyi olmayan damadı Hz. Ali’ye (r.an) zırhını mehir olarak vermesini söylemiştir. Bir başkasını bir çift ayakkabı karşılığında, bir diğerini bir hurma bahçesi karşılığında nikâhlamış; kendisi de Hz. Aişe ve diğer hanımları (ran) için beş yüz dirhem mehir vermiştir. Hiçbir şey bulamıyorum diyen bir sahabeye de,” Kur’an’dan ezbere bildiği sureler karşılığında seni bu adama nikahlıyorum” buyurmuştur. (Bidayetil Müçtehid c.2 s.27) Allah-u Teala Kur’anda bunun için bir sınırlama getirmemiş:
“Eğer bir eşi bırakıp da yerine diğer bir eş almak isterseniz, önceki eşinize yüklerle altın mehir vermiş de bulunsanız, ondan bir şey geri almayın. O malı bir iftira ve açık bir günah isnadı yaparak geri alır mısınız?”
Birbirinizle kaynaşıp baş başa kalmışken ve onlar sizden kuvvetli bir teminat almışken verdiğinizi nasıl geri alabilirsiniz?”(4/20-21) buyurmuştur. Böylece kantarlarla / tonlarla altın vermenin bile bir sakıncasının olmayacağını tescillemiştir.
Mehrin miktarını bütün boyutlarıyla evlenen iki kişinin kendi arzularıyla belirleyecekleri bir durumdur. Peşin veya vadeli, az veya çok, dilediği kadarını kendine ayırıp; dilediği kadarını da kocasına iade etmek kadının hür iradesiyle alacağı bir karardır. Evlilik süresince kadına verilen hediyeler:” Ev, araba, takı vesaire gibi hediyeler de geri istenmez. Adı üzerinde hediye edilmiştir. Bunların mehirden sayılıp sayılmayacağına gelince; bunu hediye edenin niyetine ve beyanına bakılır. Mehrine mukabil yapmışsa hanımına borcunu ödemiştir mesele kalmaz. Böyle bir şey yokta hediye etmişse hediye edilen bir şey de geri istenmez. Ancak boşanma talebi kadından gelirse kocasını boşanmaya razı etmek için mehrinden ve hediyeden vazgeçtiği gibi, onu razı etmek için fidye vermeyi de teklif edebilir. Böyle bir teklif her iki taraf içinde meşrudur:
“Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir. Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şey almanız size helâl olmaz. Ancak erkek ve kadın Allah’ın sınırlarında kalıp evlilik haklarını tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum müstesna. (Ey müminler!) Siz de karı ile kocanın, Allah’ın sınırlarını, hakkıyla muhafaza etmelerinden kuşkuya düşerseniz, kadının (erkeğe) fidye vermesinde her iki taraf için de sakınca yoktur. Bu söylenenler Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.”(2/229)
Bir diğer hususta kadının dinini değiştirmesi halidir. Bu durumda da kadınlar mehir talebinde bulunamazlar. Eğer kendisine peşin ödenmiş ise kocaları geri isteme hakkına sahiptir.
“Ey iman edenler, mümin kadınlar hicret ederek size geldiklerinde kendilerini imtihan edin! İmanlarını Allah bilir. Eğer siz onların inanan kadınlar olduklarını öğrenirseniz, artık onları kâfirlere iade etmeyin! İnanan kadınlar, kâfirlere helal değildir, kâfirler de mümin kadınlara helal olmazlar. Ancak kâfirlerin harcadıkları mehri onlara (geri) verin! Kendilerine mehirlerini verdiğiniz takdirde o inanan kadınlarla evlenmenizde de size bir günah yoktur. Kâfir kadınları da nikâhınızda tutmayın ve harcadığınızı kâfir kocalarından isteyin; kâfirler de harcadıklarını sizden istesinler. Bunlar, size Allah’ın hükmüdür. Aranızda O hükmediyor. Allah, bilendir, hikmet sahibidir.” (60/10)
Hicretten sonra gerçekleşen bu durum zamanımızda da üzerinde düşünülmesi gereken özelliğini korumaktadır. Her ne kadar saflar o günkü kadar ayrılmış olmasa da benzer olaylar kıyamete kadar devem edecektir.