GenelYazarlardanYazılar

Geçmiş Dönem Firavunlarını Değil Modern Dönem Tağutlarını İnkâr İmandır

“…O, egemenliğine hiç kimseyi ortak etmez!” (Kehf, 26)
Abdullah bin Mesud anlatıyor:

“Nebi bize bir hat çizdi ve sonra, “Bu Allah’ın yoludur“ dedi. Bu hattın sağına ve soluna da birçok hatlar (çizgiler) çizdi ve: “Bunlarda, birtakım yollardır ki her biri üzerinde kendisine çağıran bir tağut vardır.“ buyurdu.

Ve şu ayeti okudu: “Şüphesiz ki bu benim dosdoğru yolumdur. Ona uyun. Tağuta ait yollarına tabi olmayın. Ki sizi Allah’ın yolundan saptırıp parçalamasınlar. İşte Allah sakınasınız diye size bunları emretti.“  (1)

***
Kurani kavramlar içerisinde en çok tahrifat ve istismara uğrayanlardan biri tağut kavramıdır şüphesiz.

Öyle ki; günümüz İslam toplumlarında yer alan Müslümanların büyük kısmı bu kelimeyi hayatında bir kere dahi olsa hiç duymamış gibi.

Bir kısmı ise, duymakla beraber ya bir bilgiye sahip değil ya da bilgi sahibi olsa bile bu bilginin pratiğini, neye karşılık geldiğini bilmiyor ve tağutu sadece şeytan olarak biliyor.

Ve bu cehaletin doğal sonucu olarak, Müslümanların çoğu 1400 yıl öncesinin Mekke’sindeki büyük putlar olan Lat, Menat ve Uzza’yı lanetlerken; hayatlarının her alanında yer alan modern putlara, seküler tağutlara farkında olmadan ibadet edip duruyor.

Hâlbuki tağutu reddetmeden iman iddiasında bulunmanın bir anlamı yok ki.

Bu, Mekke’deki tüm eski putları kırıp yerine daha yeni ve farklı şekillerde, desenlerde yeni putlar getirmiş olmak gibi bir şey. Çünkü bütün Resulların tebliğ ettiği Tevhid dinine imanın ilk şartıdır tüm putları ve tağutları reddetmek.

Maalesef günümüz Müslümanlarının büyük ekserisi şeytanı taşlayıp lanetlediklerini zannederken hayatlarını bilmeden tağutlara kulluk yaparak geçirmekte.

Ve şüphesiz Tağut; Allah’a alernatif her şeydir…

***

Tuğyan taşkınlık, azgınlık ve sınırı aşmak demek.

Tabiattaki doğal güçlerin normal sınırları aşacak şekilde faal hale gelmeleri Arapçada tuğyanla ifade edilmiştir:

“Su tuğyan ettiğinde (kabarıp taştığında) sizi akıp giden (gemi)de taşıdık.“ Hakka, 11
Kavram olarak ise tuğyan, sınır tanımayacak ölçüde isyan ve günahta ileri giderek haddi aşmaktır, istikametten bir sapmadır. (2)

Kuranda Tuğyan kelimesi türevleriyle birlikte 39 yerde geçerken bunlardan 8’i tağut formundadır. (3)

Kelime anlamı olarak haddi aşan, azan, hakikatten sapan, taşkınlık gösteren ve her sapıklığın başı olan anlamlarına gelir.

Istılahta ise Allah’a isyan eden anlamında kullanılır.

İnsan, put, şeytan veya benzeri fark etmez; tümü tağuttur.

Allah’ın indirdiği hükümlerin yerine geçmek üzere hükümler koyan her varlık istisnasız tağuttur.

Allah, insanları sadece kendine kul olma ve ibadet etme hususunda uyarır: “Andolsun ki, Biz her kavme; ‘Allah’a ibadet edin, tağuta kulluktan kaçının’ diye bir peygamber gönderdik.“ Nahl, 36

Yani insanlar ya Allah’a ibadet ederler veya tağuta.

Bu iki yolun dışında üçüncü bir yol yoktur.

O yüzden Kuran, inkârcıları “tuğyanları içinde oynayıp oyalanan gafiller“ olarak tanıtır. (4)

İnsanoğlu maalesef kendisinde istediğini yapabilecek güç, bilgi ve yetenek vehmettiği zaman gerçek kudret sahibi olanın yalnızca Allah olduğunu unutarak, kendini müstağni görüyor. Ortak koşmaya, nefsini O’nun yerine geçirip heva ve heveslerinin peşinden gitmeğe girişiyor.

***
Kuran’a göre bozgunculuk yaparak kendini üstün görmek, gücüne güvenmek, şımarıp böbürlenmek, çalım atıp gösteriş yapmak tuğyan edenlerin belirgin vasıflarıdır. (5)  Adaletten nasibi olmamak, hak hukuk tanımamak, kibirli bir inatçı zorba olarak zulmetmek, Allah’a ortak koşmak kısaca Rabbine alternatif hüküm üretmek ve batıl ile hüküm vermek te keza. Yalancılık, isyan ve şerefsizlik etmek te… (6)
Tuğyan, ister müminlik iddiasında olsun isterse kâfir; gücü ve iktidarı elinde bulunduran yöneticilerin yakalandıkları bulaşıcı bir hastalıktır.

Yöneticiler, bu hastalıktan ancak hiç taviz vermeden Allah’ın kitabıyla hükmederek adalete sarılmak suretiyle ve yanlarına muttaki yardımcılar alarak kurtulabilirler.

Bunun gerçekleşmesi için de, öncelikle sistemin İslami olması gerekir.

Adaletin gerçekleşmesi buna bağlıdır.

Çünkü Allah’ın hükmü adalet; onun her zıddı zulümdür.

“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.“ Maide 45

***
Kuran Firavun’un, Nuh kavminin, Semud kavminin ve daha başka üzerlerine Allah’ın gazabının hak olduğu kavimlerin durumlarını da tuğyan kelimesiyle açıklar.

Bunlar, yaşadıkları asırlarda kendilerini yeryüzünün en büyük gücü görüp müstağnileşmiş, tuğyanın içine dalmışlardı.

Semud kavmi bağlarda, bahçelerde, çeşme başlarında ve hurmalıklar arasında zevk ve safa içinde yaşayıp Allah’ın ayetlerinden yüz çevirip şirk koştukları yetmiyormuş gibi bir de mucize deveyi boğazlamakla tuğyan etmişlerdi.

Ad kavmi, ebedî hayat umuduyla köşkler dikip boş şeylerle uğraşırken yeryüzünde fesat çıkarıp, Hud’un çağrısına uymayarak Allah’a şirk koşmaya devam etmekle tuğyan içine batmışlardı.

Aynı şekilde Firavun da Musa’nın çağrısına sağır kesilip Allah’a şirk koşuyor ve kendini Rab ilan ediyordu.
Nuh’un kavmini de kendilerini üstün görerek müminleri ayak takımı olarak değerlendirmiş; Nuh’tan bir an önce kaçınmaya çağırdığı azabı getirmesini isteyerek onun tevhid çağrısına kulaklarını tıkayıp kibirli kibirli ayak direyerek tuğyan etmiş, fesadı yaymışlardı. (7)
İlginçtir, suların tuğyanı ile boğulan Nuh devrindeki zalimleri Kuran, zulme sapan, tuğyan edip azan bir kavim olarak anar. İnsanın tuğyanını tabiatın tuğyanı ile cezalandırmak ta bir sünnetullahtır ve Semud kavmi için de benzeri söz konusudur:

“Semud kavmine gelince, onlar tağıye (tuğyan eden, azan) bir topluluk oldukları için tağıye ile (yani azıp kuduran bir tabiat kuvvetiyle) mahvedildiler.“ Hakka, 5

***

Siyasi otoritelerin tuğyanı, ölçü ve haddi aşması, Allah’ın koyduğu hükümlerle belirtilen hududun dışına çıkmasıdır. Siyasi otoritenin tuğyanına baş örnek Firavun’un tuğyanıdır. Nitekim Allah, birçok ayette ibret ve öğüt almak için, Firavun’un tuğyanını ve bu yüzden başına gelenleri tekrar tekrar anlatır.

Ve maalesef bugün beşeriyet, Tevhid dininden uzaklaşarak, yeryüzünde egemen olan tağutların dinine girmiş bulunuyor.

Müslümanlık iddiasında bulunan yığınların Allah’a değil; modern putlara, seküler tağutlara ibadet ettikleri su götürmez bir gerçek.

Günümüzde yeryüzünde yürürlükte olan rejimlerin hemen hepsi, beşerî rejimlerdir ve hükümlerini kendileri koymakta dolayısıyla da Allah’ın hükümlerine muhalefet etmektedirler.

Zira Rabbimizden başka hiç kimsenin, insanların nasıl idare olunacağı ve onların sosyal yaşamlarının nasıl olacağı ile ilgili hüküm koyma yetkisi yoktur.

Dolayısıyla tüm demokratik sistemler tağuti özellikler taşır.

Bu bütün diğer ideolojik sistemler için de geçerlidir.

Daha genel bir ifade ile İslâm dışındaki bütün yönetim sistemleri tağutidir.

Bunu ister bilerek, ister bilmeyerek, ister kendilerini mecbur hissederek yapsınlar durum asla değişmez.

O halde vahye dayanmayan tüm hukuk sistemleri, Allah’ın Kitabı ile desteklenmeyen her hükümranlık, otoritesini meşruiyetini Allah’tan almayan her yönetim ve her iktidar tağutidir.

***
Müslümanlar halklar ise bugün kalplerinde Allah’la beraber tağutların dostluğunu bir arada yaşatmaya çalışmakta, sonu ateş olan çıkmaz bir yolun üzerinde bulunmaktalar.

Allah’ın namaz, oruç, zekât gibi benzer emirlerini kabul edip ikame ederken; İslâm’ın tüm asırların en iyi ve en mükemmel siyasal düzeni olmasını lüzumlu bulmayarak Allah ile tağutun hâkimiyetini bir arada kabullenmiş durumdalar.

Oysa İslami kimliğin bariz vasfı tağuti otoriteye, bu otoriteyi temsil eden kurumlara ve şahıslara açık bir red tavrına sahip olmasıdır.

Günümüzde temelinde iyi niyet bulunan birçok İslami toplum/topluluk, adeta Allah’ın değil tağutların rızasını kazanma kaygısıyla oluşturulmuş gibi davranmakta, ona çağırmakta.
Oysa Kur’an, bizden tağutların iyiliklerini örtmemizi, onların yardım ve iyiliklerini görmezden gelip yok saymamızı, yani inkâr etmemizi istemektedir.

Mesela Kur’an kâfirlerin bazı olumlu taraflarını ifade eder: “Ehli kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder…“ Ali İmran, 75

Ancak Kur’an, hiçbir ayette tağut kategorisine giren İblisin, şeytanın, Firavun, Nemrud, Ebu Cehil gibi şahısların olumlu taraflarından bahsetmez. Onların iyi taraflarını örter, yok sayar. Kur’an, onların iyiliklerini nasıl görmezlikten geliyorsa, bizim de tağutlar konusunda benzer tavır takınmamızı, onların iyiliklerini örtmemizi, yani küfredip inkâr etmemizi istiyor.

Ölümcül bir hastalığa yakalanmış çekişen bir adamın elindeki bir siğille uğraşmak veya yakalanan seri bir katilin cinayetlerini görmezden gelip fakirlere yaptığı bir yardımı öne çıkarmak gibi bir şeydir bu.
Kuran, o yüzden onların yaptıkları iyilikleri inkâr etmemizi, yok saymamızı, görmememizi emreder. Ve bu iman esaslarındandır.  Bu nedenledir ki peygamberlerden hiçbiri, kendi dönemlerindeki tağut saydıkları yöneticileri en küçük çapta olumlu bir özellikleriyle zikretmemiş onlarla hep mücadele etmiş; sadece kendileri onlara tavır almakla yetinmemiş, kavimlerine de onlara kulluktan kaçınmaları gerektiğini ısrarla hatırlatmışlardır:

“Andolsun ki, Biz her kavme; ‘Allah’a ibadet edin, tağuttan (tağuta kulluktan) kaçının’ diye (tebliğat yapması için) bir peygamber gönderdik…“ Nahl 36

Mesela Hz. İbrahim, devrindeki tağutlarla nasıl mücâdele etti?

Ya da Nemrut’un, Firavun’un emrine girmek isteyen, onun sarayında, onun düzenine ve ona yardımcı olmayı düşünen bir tavrını gözünüzün önüne getirebiliyor muyuz?

***

Günümüzde genel anlamda bir kafa karışıklığı yaşamakta ve Kurani kavramlarla değil kendi heva ve heveslerimizle yaşadıklarımızı yorumlamaktayız.

Allah resulünün Mekke’de vermiş olduğu Tevhid mücadelesi artık kimse için örneklik tekil etmiyor.

Kimse o dönem Lat, Menat, Uzza gibi 360 put vardı inananlar hepsini reddederek iman etti; acaba günümüzün uzak durmamız, reddetmemiz gereken modern putları neler diye düşünüp akletmiyor.

Tüm Müslümanlar sanki Mekke fethedilmiş te, İslam devleti kurulmuş; şimdi tüm dünyayı fethetmemiz gerekiyor gibi davranarak büyük bir akıl tutulması yaşıyor.

Kemalist sistemin armağanı işkence ve yoksunluklardan sonra iade edilen birkaç kıytırık özgürlük, Kemalist sisteme iman etmemize yetti de arttı bile.

Oysa hangi devir ya da dönemde, hangi asır ya da yılda olursak olalım bize istikamet verecek olan Allah’ın kitabı değil midir?

Kitabın içerisindeki kavramlar, üzerinden yüzyıllar geçse de değişmez ki.

Putsa, günümüzde daha çok çeşitten alası var.

Firavunsa tüm dünya zaten kendini ilah zannederek müstağni gören akılsız şizofrenlerce yönetiliyor.

Karun ya da Belam dersen, keza yine her taraf onlarla dolu.

Öyle ki, halkı Müslüman olan tüm ülkeler kendini kurtarıcı mehdi zanneden megalomanyaklarla dolu.

O halde Kurani kavramlara dönerek günümüz dünyasında sahne alan modern put ve tağutları yeniden yorumlamak gerekmez mi?

Yeniden yorumlamak gerekir ki, küfür içerisinde yaşarken fetih rüyaları görmeyelim.

Yeniden yorumlamak gerekir ki, Allah’ın kitabının çağlar boyu süren, sürecek olan, baki mesajını anlayabilelim.

Anlayamazsak eğer bugünkü gibi İslam etiketi altında putperest sistemleri dayatan güçlere payanda oluruz.

Üzerine kurtarıcı etiketi yapıştırılarak hormonla şişirilen şizofren liderlere kul, köle ve bende oluruz.

Onların vehimlerle dolu idealleri uğrunda ömrümüzü batıl davalarla tüketir dururuz.

Belki en büyük hayal kırıklığımız da, bizleri havzın başında beklediğini umduğumuz Allah Resulunun peşi sıra yürümek yerine, kıytırık bir firavun bozması arkasında ahiret yürüyüşümüze başlamış olmamız olur…

Kim bilir…

Selam ve dua ile…


Notlar:

  • (1) Enam, 153; İbn Mace, Mukaddime 1
  • (2) Hud, 112
    (3) Bakara, 256, 257; Nisa, 51, 60, 76; Maide, 60; Nahl, 36; Zümer, 17
    (4) Enam, 110; Araf, 186
    (5) İsra, 16; Taha, 71; Müminun, 47; Fussılet, 15; Mümin, 75; Enfal, 47; Mücadele, 19
    (6) Naziat, 17, 21-24
  • (7) Fecr, 11-12
Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir