GenelYazarlardanYazılar

Gücümüz Neye Yeter?

“…Hiç-bir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz…” (En-âm152).

 “Îman edenler ve sâlih amellerde bulunanlar -ki biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin Ashâbı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır” (A’raf 42).

 Allah’tan başka hiç kimse yeterince güçlü değildir. Zîrâ Allah’ın gücünden başka hiç-bir güç “mutlak güç” değildir. Her-şeye gücü yeten sâdece Allah’tır. İnsanın gücü ise sınırlıdır. Gücünün aslâ yetmeyeceği şeyler olduğu gibi, gücünün yeteceği bir-çok şey de vardır. Hele ki bir mü’minin, diğer insanlara göre, îmandan kaynaklanan artı bir gücü de vardır, olmalıdır. Lâkin modern müslümanlar şöyle bir söz edilip duruyor: “Gücümüz nispetinde, gücümüzün yettiği kadar yapabiliriz”. Elbette; bir şeye güç yetmiyorsa o şey nasıl yapılabilsin ki!. İnsanın gücü sınırlı olduğu için sâdece gücünün yettiği şeyleri yapabilir. Fakat tartışılmayan şey, insanın gücünün neye yeteceği ve neye yetmeyeceğidir.

İnsanın gücünün nelere yetmeyeceği bellidir. Gücünün sınırını aşan hiç-bir şeye gücü yetmez, bu belli. Peki neye gücü yeter?. Özellikle İslâmî anlamda insanın-müslümanın gücü neye yeter?. “Gücümüz neye yetiyor” diye hiç soruyor muyuz?. Bir hastalığı ve engeli olan kişilerin güçleri gerçekten bir-çok şeye yetmez ama sağlıklı ve normâl olan bir insanın gücü neye ve nelere yetmez?. İslâmî anlamda Kur’ân’ın hangi emrini ve nehyini yerine getirmeye gücü yetmez insanın?.

Allah’ın yaptıklarını yapmaya gücümüz yetmez ama Allah’ın indirdikleri emir ve nehiyleri yerine getirmeye gücümüz yeter. Hem de tüm zamanlarda ve tüm mekânlarda. Çünkü Peygamberimiz’in ve sahabenin gücü Kur’ân’ın tüm emir ve nehiylerini yerine getirmeye, hakkı-hakîkati ikâme etmeye ve bir devlet-medeniyet kurarak İslâm’ı yeryüzüne hâkim kılmayı başlatmaya yetmişti. Bu insanlar normâl insanlardı. Öyle olağan-üstü güçlere sâhip değillerdi. Birer Kârûn yada birer Süpermen değillerdi, yâni normâlin dışında maddî ve fizîki güçlere sâhip değillerdi. Fakat güçleri kâfir ve müşriklere karşı çıkmaya, her türlü sıkıntıya direnmeye, her-şeylerinden vazgeçip hicret etmeye, bir İslâm kardeşliği ve İslâm toplumu kurmaya, mallarını ve canlarını ortaya koyarak cihad etmeye ve savaşmaya, İslâm devleti kurmaya ve İslâm medeniyeti başlatmaya yetmişti.

Peki imkânlarımız daha iyi olmasına rağmen tüm bunları yapmaya bizim niye gücümüz yetmiyor da “gücümüz nispetinde” falan deyip duruyoruz?. Kur’ân aynı Kur’ân değil mi?. Peygamberimiz’in güzel örnekliği de ortada. Allah bize gücümüzün yetmeyeceği âyetler ve emir-nehiyler mi indirdi?. Allah’ın indirdikleri ve emredip-nehyettikleri şeyler, bizim gücümüzün yetmeyebileceği şeyler olabilir mi?. O-hâlde -hâşâ- Allah bize zulüm mü etmektedir?. Hayır!; Allah’ın indirdikleri şeyler elbette bizim yerine getirmeye gücümüzün yetebileceği şeylerdir. Peygamberimiz’in ve sahabenin güç yetirebildiği her-şey, sağlıklı-normâl insanların da güç yetirebileceği şeylerdir. O-hâlde neden onlar gibi yapamıyoruz ve neden onların güç yetirebildiği şeye güç yetiremiyoruz yada güç yetiremeyeceğimizi sanıyoruz?. Çünkü bizim sorunumuz gücümüzün azlığı değildir. Hattâ belki biz yapı olarak da maddî olarak da onlardan daha fazla imkâna sâhibiz. O-hâlde bizim neyimiz eksiktir?. Bizim yetiremediğimiz şey maddî, fizîkî, ekonomik vs. güçler değil; îmânımız, takvâmız, samîmiyetimiz, ciddîyetimiz ve gayretimizdir. Biz bunlardan mahrumuz. Bizde eleştirellik yok, îtirâz yok, isyân yok, kararlılık yok, hedef yok, gayret ve azim yok, istek yok, lîder yok, proje yok, ilkelere bağlılık yok, dâvâ bilinci yok, ilim yok, amel yok vs. Bizim sorunumuz budur. Yoksa sünnetullaha göre birilerinin gücünün yettiği aynı şeye bizim de gücümüz yeter. Çünkü Allah bize Kur’ân’ı güçlük ve zorluk çekmemiz ve de çâresiz kalmamız için indirmemiştir:

“Biz sana bu Kur’ân’ı güçlük çekmen için indirmedik. İçi titreyerek korku duyanlara ancak öğütle-hatırlatma (olsun diye indirdik)” (Tâ-hâ 2-3).

Şunu unutmamalıyız ki, her zorlukla berâber bir kolaylık da vardır:

“Demek ki, gerçekten zorlukla berâber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle berâber kolaylık vardır. Şu-hâlde boş kaldığın zaman, durmaksızın yorulmaya devâm et. Ve yalnızca Rabbine rağbet et” (İnşirâh 5-8).

Üstelik Allah da mü’minlerle berâberdir ve Kendisine dayananlara lâyık oldukları oranda destek olur:

 “Tâlût, orduyla birlikte ayrıldığında dedi ki: ‘Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç alanlar hâriç- onu tadmazsa bendendir. Küçük bir bölümü hâriç (hepsi sudan) içti. O, kendisiyle berâber îman edenlerle (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): ‘Bugün bizim Câlût’a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok’ dediler. (O zaman) Muhakkak Allah’a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: ‘Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah’ın izniyle gâlib gelmiştir; Allah sabredenlerle berâberdir’. Onlar, Câlût ve ordusuna karşı meydana (savaşa) çıktıklarında, dediler ki: Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et” (Bakara 249-250).

“Ey Peygamber, mü’minleri savaşa karşı hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlûb edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur. Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir za’f olduğunu bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah’ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle berâberdir” (Enfâl 65-66).

 “Eğer fetih istiyor idiyseniz (ey kâfirler,) işte size fetih; ama eğer (inkârdan ve eski yaptıklarınızdan) vazgeçerseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Yok, geri dönerseniz biz de döneriz. Topluluğunuz çok da olsa, size bir şey sağlayamaz. Çünkü Allah mü’minlerle berâberdir” (Enfâl 19).

Modernizm, insanın nefsini güçlendirirken, rûhunu zayıflatıyor. Ne kadar da “güçlü” nefsimiz var ve ne kadar da “güçsüz” rûhumuz ve irâdemiz var. Bu yüzden de “gücümüz nispetinde” deyip duruyoruz. Bizim küfre ve şirke karşı olan düşmanlığımız, kâfirlerin ve müşriklerin İslâm’a olan düşmanlığından daha güçlü olmadıkça İslâm’ı hayâta hâkim kılacak gücü kendimizde bulabilmemiz mümkün değildir.

Biz İslâm’ı “dâvâ” edinmedik. Onu sâdece ilme indirgedik. O yüzden mücâdele gücümüzü ve inancımızı kaybettik. Modern müslümanların söyleyip durduğu; “yapacak bir şey yok, çünkü gücümüz yok” sözü “îmânın zayıflığının bir göstergesi”dir. Îman varsa mutlakâ imkân da vardır, güç de vardır.

Peygamberimiz’e ve sahabeye güç veren Kur’ân aynı gücü niçin bize de vermiyor?. Çünkü biz öyle bir gücü istemiyoruz ki!. Zîrâ yeterince ciddî ve samîmi değiliz, bedel ödemeyi göze al(a)mıyoruz, modernizmin nîmetleri içinde, Dünyâ’nın kıyısında-köşesinde de olsa yaşamaya râzıyız, çünkü hâlimizden memnunuz. İslâmî anlamda ise işin sâdece ilmî yönüyle uğraşmak, kendi aramızda okuyup-konuşmak ve yazmak, kendi-kendimize bir şeylere kızmak ve eleştirmekle meşgûlüz. “Dostlar alış-verişte görsün” durumundayız. Tek hedefimiz közü söndürmemek. Bu da iyi bir şey ama zinhar yeterli değil. Közü söndürmemek için sürekli üfleyip duruyoruz ama bir ateş yakmayı düşünmüyoruz. Korkuyoruz, tırsıyoruz, mâzeretlerimiz bitmiyor, Allah’a olan îmânımız ve güvenimiz yetersiz, Kur’ân’ı hakkıyla okuyup da amele-eyleme geçmiyoruz, geçmek de istemiyoruz. Açıkçası yapmamak için her-şeyi yapıyoruz. Direnmek, vazgeçmek bizi ürkütüyor, bu nedenle de mallarımızı ve canlarımızı ortaya koyamıyoruz ve koymak istemiyoruz, çünkü dayak yemekten, sıkıntıya girmekten ve ölmekten çok korkuyoruz. Böyle olunca da gücümüzün bunlara yetmeyeceğini zannediyoruz. Oysa putların, şeytanın, kâfirlerin ve müşriklerin de gerçek bir gücü yoktur..

“Ve üçüncü (put) olan Menat’ı(n herhangi bir güçleri var mı)?” (Necm 20).

“Yardım görürler umuduyla, Allah’tan başka ilahlar edindiler. Onların (o ilahların) kendilerine yardım etmeye güçleri yetmez; oysa kendileri onlar için hazır bulundurulmuş askerlerdir” (Yâsîn 74-75).

“Andolsun, İblis, kendileri hakkında zannını doğrulamış oldu, böylelikle îman eden bir grup dışında, ona uymuş oldular. Oysa onun, kendilerine karşı hiç-bir zorlayıcı-gücü yoktu; ancak biz âhirete îman edeni, ondan kuşku içinde olandan ayırdetmek için (ona bu imkânı verdik). Senin Rabbin, her-şeyin üzerinde gözetici-koruyucudur” (Sebe’ 20-21).

“Onlar, iyice korunmuş şehirlerde veyâ duvar arkasında olmaksızın sizinle toplu bir hâlde savaş(a)mazlar. Kendi aralarındaki çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen onları birlik sanırsın, oysa kâlpleri paramparçadır. Bu, şüphesiz onların akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir” (Haşr 14).

Eğer bizim gücümüz az ise, karşıdakinin de gücü azdır. Zîrâ Allah’tan başka hiç kimsenin, hiç-bir topluluğun ve ülkenin-devletin yeterli gücü yoktur. O-hâlde gücün azlığından bahsetmek çok da geçerli değildir.

Biz oturmaya alıştık, şöyle bir doğrulmayı ve kıyâma kalkmayı unuttuk. Sorun budur. Oysa  Allah bize şöyle diyor:

“Mü’minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) vâdetmiştir; ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır” (Nîsâ 95).

“Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler; üstelik onlar kuvvet bakımından kendilerinden daha güçlüydüler. Göklerde ve yerde Allah’ı âciz bırakacak hiç-bir şey yoktur. Şüphesiz O, bilendir, güç yetirendir” (Fâtır 44).

Önemli olan şey, Allah’a tam bir îman ve güvendir. O îmânı ve güveni edindiğimiz zaman, ihtiyâcımız olan güç de bize gelecektir:

“Sen onların söylediklerine karşı sabret ve bizim güç sâhibi kulumuz Dâvud’u hatırla; çünkü o, (her tutum ve davranışında Allah’a) yönelen biriydi” (Sâd 17).

İnsanlar ama özellikle müslümanlar bir karar vermelidir. Şeytana, nefse ve tâğut denilen küresel güçlere göre mi kendini konumlandıracak, yoksa sonsuz kudret sâhibi olan Allah’a göre mi?. En Büyük Güç Sâhibi olan Allah’tan mı korkacaklar, yoksa kendilerinde güç vehmedilenlerden mi?. İnsanların ana-yanlışı, “En Büyük Güç” varken, “sözde güçlüler”den korkması ve medet ummasıdır. İnsanlığın kadim yanlışlarından biri de; Allah’ın, “güçlü olan”ın yanında olduğu zannıdır. Oysa Allah mü’minlerden yanadır.

Bizim Allah gibi sonsuz güç ve kudret sâhibi bir İlahımız, Kur’ân gibi bir bilgi kaynağımız ve Peygamberimiz gibi güzel bir örnekliğimiz varken daha nasıl bir güç isteriz ki!. O-hâlde “gücümüz yettiği kadar” ifâdesi sâdece hastaları ve engellileri kapsar ki onlar bile Allah’a dayandıklarında kendilerinde bir iç-güç bulabilir ve ellerinden geleni yapabilirler. İnsanın gücü sınırsız değildir ama Kur’ân’ın tüm emir ve nehiylerini yerine getirmeye, Allah’ın sözünü, İslâm’ı, adâleti, ahlâkı, hakkı ve hakîkati tüm Dünyâ’ya hâkim kılmaya ve ikâme etmeye gücü yeter. İnsanın gücü yetmeyecekse kimin gücü yetecektir ki!. Fakat bunun için mü’minlerin bir-araya gelmeleri, aynı bilgi, duygu ve hedef üzerinde olup birleşmeleri şarttır. Cemaatler; tek-başımıza gücümüz yetmediği-yetmeyeceği için yapamayacağımız şeyleri, “birlikte yapmak” için kurulmuş yapılanmalar olmalıdır. Aksi-hâlde cemaat şeklinde toplanmak ha bi eğlencedir.

Allah, biz ancak İslâmî bilinci ve duruşu kazandığımız zaman, bizi lâyık bulduğu zaman melekleriyle bize yardım edecektir yâni bizi ancak o zaman yüreklendirecek ve bize artı bir güç verecektir. Allah’ın râzı olup yardım ettikleri mutlakâ gâlip gelir. Çünkü işin sonu getirilemese bile bu yolda olmak da bir gâlibiyet ve zaferdir. Sonu cennetle biten bir zafer..

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir