GenelYazarlardanYazılar

Hadis Uydurma Faaliyetinin Arka Planı ve Sebepleri

Hadis Usulü’nün belli başlı konularından olan uydurma/mevzu hadis konusunda daha ağzımızı açar açmaz; “Peygamberi devre dışı bırakarak Peygambersiz bir din inşa etmek istiyorsunuz” diye avazı çıktığı kadar bağıranların mebzûl miktarda var olduğunu biliyoruz. İşi daha da ileri götürüp, “vallahi de billahi de Buhari ve Müslüm’i hakem kabul etmedikçe Müslüman olamazsınız” diyen Selefistlerin varlığı da bir sır değil.

Bir rivâyetin uydurma olduğunu söylemek; onu sahabe uydurdu veya haşa Resulullah yanlış söyledi demek değildir. Bilakis onların adı kullanılarak yalan üretildi, iftira edildi demektir.

Hadislerin Kur’an’dan bağımsız ve başlı başına bir kaynak ve “norm” gibi görülmesi, kendi mezhebi, meşrebi ve ideolojisini destekleme adına çok zayıf hadislere, hatta uydurma olanlarına bile “sağlam bir kulp” gibi yapışılmasının nedeni; “un helvasından” oluşturdukları “din anlayışlarının” başlarına çökmesini önlemek için güya zırhla kaplama gayretleridir.

Uydurma hadislerin İslam’a ve ahlaka aykırı pek çok inanç, düşünce ve uygulamayı meşrulaştırma aracı olarak İslam’ın ilk asırlarından beri kullanıldığını biliyoruz. Günümüzde de uydurulmuş olan rivayetlerin bol bol piyasaya sürülüp tedavüle sokulduğu herkesin malumudur. Bilhassa vaz’u nasihat, tasavvuf, tarikat ve halk İslam’ına dair eserlerde bu tür rivayetlerin yoğun olarak kullanıldığı da bir gerçektir.

Münferit hareketlerin yanı sıra on beş asırdır zayıf hadis, uydurma, İsrailiyat, hurafe sorunu hiç olmamış gibi, hadis ve rivayet eleştirisini birbirinden ayırmaksızın sünnet ve hadisin reddedilmesine savaş açmak, Resulullah’ı inkâr etmek gibi hoyratça bir tavır yerine olayın suhuletle ele alınması gerekir.

Kur’an korunmuştur ama hadisler için korunmuşluk asla söz konusu değildir. Bu nedenle mevzu/uydurma hadislerin piyasayı işgaliyle beraber durum öyle bir hal almıştır ki insanlar, Kur’an’ın pratiği olan yaşayan sünnette bile şüphe ile yaklaşır oldular.

Hadis; Peygamberimizin söylediği iddia edilen rivayetir. Aslında hadisler lâfzî olarak peygamberimizin bire bir söylediği sözleri de değildir. Bir sahabenin vakıayı algılayabildiği, bilgi ve kapasitesi oranında kavrayabildiği ve kendi hafızasında tutabildiği kadarıyla sonraki kişi ve kuşaklara sözlü olarak rivayet etmesi, yani hadisi bize aktaran ravinin, Peygamberimizin anlattığından anladığını kendi kelimeleriyle bize nakletmesidir. Bu sebeple “hadis diye rivâyet edilen sözler” ile Resulüllah’ın Kur’an tatbikatı/pratiği ve tevatür yoluyla bize ulaşmış davranışları olan “sünnet”i birbirine karıştırmamak gerekir. Bu bağlamda toplumun kahir ekseriyetinin pratiği haline gelmiş mütevâtir rivayetler haricindeki tüm hadisler kesinlik değil, “zannî”lik ifade eder.

Resulullah’ın Allah’ın kitabına muhalefet etmesi söz konusu olamayacağı için, Kur’ân metninin zahirine ters düşen hadisler uydurmadır. Bu yüzden hadislerin sağlamasını yapmak için onları Kur’an’a arz etmek gerekir. Elimizdeki rivayet eğer Kur’an mantalitesine uygunluk arz ediyorsa o alınır, yok Kur’an’la çelişiyorsa bırakılır bir değer atfedilmez. Literatürde konuyla ilgili pek çok örnek bulunmaktadır. Meseleyi anlaşılır kılmak için bunlardan birkaçını vermekle yetinelim.

Ayette Cennetin bedeli olarak Allah Teâlâ: “Biz mü’minlerin mallarını ve canlarını cennet mukabilinde satın aldık.” {9/Tevbe: 111} buyurmaktadır. Yani cenneti isteyen, onun bedeli olarak gerek malı ile gerekse bedenî bir değer üretecek, salih amel işleyecektir. Bu ayete rağmen bir rivayette: “Bir kimse akşam namazlarının birinci rekâtında Fatiha’dan sonra Kafirûn suresini, ikinci rekâtında yine Fatiha’dan sonra ihlâs suresini okursa o kimsenin denizlerin köpüğü kadar günahı olsa bağışlanır” yani cennete gider deniliyor. Cenneti bu kadar ucuza getiren bu rivayet Kur’an’la açıkça çelişmektedir. Şu halde böyle bir rivayet hadis olamaz. Bir başa örnek ise; “Ben, insanlar: Lailahe illallah deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundun” diye bilinen hadistir. (Kurtubi, Cami’ul-Ahkâm. Kahire. 1935. II/354. Maturidi, Tevilat’l-Kur’an. İst. 2005. I/377) Bu hadisin “Dinde zorlama yoktur. Din seçiminde insanlar zorlanmamalıdır.” {2/Bakara: 256} ayeti ile çeliştiği ve telif edilmesinin de mümkün olmadığı gayet açıktır. Bu iki örnekte görüldüğü üzere, insan karşılaştığı her rivayete hadis midir, değil midir? Anlamı nedir? Kapsamı nedir? Mutlaka bakmalıdır. Onu Kur’an’a vurmalıdır. Bu işlem Resulüllah’a ait olduğu iddia edilen Kur’an dışı rivayetlerin ona ait olup olmadığının ortaya çıkarılması bakımından da, dinde isabet kaydetmek için de mutlaka başvurulması gereken bir yoldur. Mehmet S. Hatiboğlu hocanın ifade ettiği gibi; “Peygamber Kur’an’a aykırı bir şey söyledi diyeceğime, bu hadisi rivayet eden kişi peygambere iftira atmıştır derim daha iyi” tembihi akıldan çıkartılmamalıdır.

Resulüllah’ın ağzından uydurulan ve ona iftira etmek suretiyle isnad edilen sözlere mevzu/uydurma hadis denir. Peygamber’in manen mütevatir olan; “Her kim benim adıma kasten yalan uydurursa, cehennemdeki yerini hazırlasın.” ikazına rağmen, maalesef çeşitli gerekçelerle, İslam’ın çok erken devrinden itibaren O’nun adına siyasi, dinî, ticarî ve ahlakî pek çok sebepten dolayı hadis uydurma yoluna gidilmiştir. Bu bağlamda mevzu hadis konusundaki itiraz ve tenkidler şu üç başlık altında toplana bilir:

1- Hadisler Peygamberimizin vefatından yıllarca sonra kitaplaştırıldı, bundan önce ezberden naklediliyordu, bu kadar sözün hafızada tutulması ve doğru nakledilmesi mümkün değildir. Ayrıca çeşitli maksatlarla hadis uydurulduğu da olmuştur. Bu sebeple hadislere güvenilemez.

2- Peygamberimizin her sözü ve fiili, bağlayıcılık dereceleri farklı da olsa din kuralı getirmez ve din kuralına dayanak olamaz; çünkü o, peygamber olmasının yanında aynı zamanda bir beşerdir, beşer olarak söyledikleri, tavsiye kabilinden olanlar vardır…

3- Hadis âlimleri hadislerin sahih olup olmadığını tespit için hadisin metnine değil, onu rivayet eden kişilere (râvîlere, ricale) bakmışlar, bunların hafızaları ve ahlâkları elverişli olması halinde rivayetlerini sahih kabul etmişlerdir. Hâlbuki Peygamberimiz, akla, vakıaya, bilime, yine vahye dayanan temel kurallara ve hükümlere, İslâm’ın temel ilkelerine ve maksatlarına ters düşen bir söz söylemez, bir davranışta bulunmaz. Bu sebeple rivayetlere bir de bu yönden bakmak, metni de bu ölçülere göre tenkide tabi tutmak gerekirdi. Şu halde bir hadisin isnadı/ravileri ne kadar sağlam olursa olsun, metni;

1- Kuran’a,

2- Tarihi gerçeklere,

3- Yaşanan gerçekliğe ters düşüyorsa, isnat edilen şey Hz. Peygamber’e ait olamaz.

Hadis uydurma faaliyetinin belli başlı sebepleri şunlardır*

1- Fırka, mezheb ve kabile taassubu: Resullah’ın vefatını müteakip gelişen siyasi olaylar neticesinde ortaya çıkan fırkalar, kendilerine dini bir dayanak bulabilmek ve görüşlerini meşru bir temele oturtmak için, Kur’an ayetlerini kendi düşüncelerini destekler biçimde yorumlama yoluna gitmişlerdir. Ayetleri bu şekilde yorumlamakla yetinmeyerek, kendi haklılıklarını veya karşı fırkanın haksızlığını ispatlamak için, Peygamber adına hadis uydurmuşlardır. Yine görüşlerini takviye etmek, siyaseten veya dinen haklılıklarını ispat için delile ihtiyaç duyduklarında Kitab’tan dayanak bulamayınca hadis uydurma yoluna gitmişlerdir. Konu ile ilgili en meşhur örnek; Gadir-i Hum olayıdır. Buradan hareketle Şia, İmametin Hz Ali’nin hakkı olduğuna delil oluşturmak için, “Ali benim varisim, kardeşim ve benden sonraki halifemdir. O’nun sözlerini dinleyiniz.” hadisini uydurmuştur. Sünniler de bu konuda Şiadan geri kalmamışlar; “Fırka-i Naciye” ve “İmamlar kureyştendir.” Uydurmalarının altına imza atmışlardır.

Yine hizip, taassup ve tarafgirlik gibi sebeplerle hadis uydurma yoluna gidildiğini görüyoruz. Konu ile ilgili olarak kendisi Hanefi olan, Me’mun b. Ahmed el Herevî (ölm. 250/864)’nin uydurduğu şu hadis çok çarpıcı bir örnektir. “Ümmetimden Muhammed bin İdris eş Şafi adında bir şahıs zuhur edecektir; o ümmetime şeytandan daha zararlı olacaktır. Ve yine ümmetimden Ebu Hanife denecek bir zat gelecektir ki; O ümmetin ışığıdır.” (İbn Arak, Tenzih’uş-Şeria, c: 2, s: 30)

2- Milliyetçilik taassubu: Emevi ve Abbasi hanedanlarının siyasi mücadeleleri ve Abbasilerin Arab olmayan unsurlar tarafından iktidara taşınması neticesinde Arab olmayan unsurlar serbest bir ortama kavuştu. Arab olmayan bu unsurlar Emevi asabiyetine karşı kavmî ananelerini, tarihi şereflerini ve dillerini müdafaaya kalkıştılar. Bu cüret, savunma, hor görme ve tezyifi de beraberinde getirdi. Böyle bir ortamda her iki taraf da davalarının meşruluğunu ispat için pek çok hadis uydurdu. Mesela: “Arabların insanların en hayırlısı olduğu” ve “Hz Peygamberin Arab, Kur’an’ın dilinin Arapça olmasından hareketle Arapların sevilmesini emreden ve cennet dilinin Arabça olduğunu beyan eden uydurmalar bu türden haberlerdir. Yine “Allah en fazla Farsçadan nefret eder.” “Arşın etrafındaki melekler Farsça konuşurlar…” (Suyutî, s: 10) gibi uydurmalar da konunun ilginç örneklerindendir.

3- İslam düşmanlarının dini bozmak ve dejenere etme amacı: Din düşmanları İslamı gülünç duruma düşürüp alay etmek ve bu suretle halkı tereddüde düşürebilmek kastı ile hadis uydurmuşlardır. Allah’ı, Peygamber’i veya İslâmî değerleri küçük düşüren, Allah’ın zatıyla uyuşmayan rivayetler bu neviden uydurmalardır. Bu amaçla akla hayale sığmayan, kafaları bulandıracak, Hz Peygamber’in söylemesine imkân olmayan binlerce uydurmayı hadis adı altında Peygamber’e fatura etmişlerdir. “Allah’ın, melekleri kolunun kılından yarattığı”, Peygamberin Allah’ı Mina’da üzerinde yün cübbeyle boz bir deveye binmiş olarak, Miraçta ise; incilerle süslenmiş bir taç giymiş olarak gördüğünü” iddia eden haberler bu türden haberlerdir. Bu işin ne kadar kolay yapıldığını gösteren şu misal, İslam düşmanlarının öncelikle inancı hedeflediğinin göstergesidir: “Ben peygamberlerin sonuncusuyum, benden sonra peygamber yoktur. Ancak Allah dilerse o başka!” (İbnu’l-Cevzi, Mevduat, I. 279-28043)

4- Müslümanları hayra ve güzel amellere yöneltmek gayesi: Müslümanları dinin çirkin gördüğü hareketlerden sakındırmak amacıyla uydurulan rivayetler hayli bir yekûn tutar. Böyle yapmakla Allah katında muteber bir iş yaptıklarını zannedenler bu işi yapanlar daha ziyade zâhid ve mutasavvıfe taifesidir. Yine bu zevat Resulullah’ın pratik sünnetiyle sabit olan ibadetleri yeterli görmeyip, Ondan daha iyi Müslüman olmak için, uydurma hadisler marifetiyle, tatbik edilmesi çok külfetli nafile ibadet formülleri ihdas etmişlerdir. Kur’an’ın faziletleri ile ilgili tüm rivayetler de bu babda sayılan uydurmalardır. Ayrıca sigara aleyhtarı olduğu anlaşılan birinin, “sigara giren vücuttan imanın çıkacağı” uydurması durumun hem vahameti hem de bu işin ne kadar gülünç hale getirildiğinin işaretidir.

5- Şahsi menfaat sağlama gayreti: Dünyalık elde etmek için çalışan menfaatperestler nüfuz sahibi kimselere yaranmak için hadis uydurmuşlardır. Gıyas b. İbrahim (ölm. 2.asır) Halife Mehdi’nin huzuruna girdiğinde, Onun güvercin yarıştırdığını görünce, hemen oracıkta Hz Peygambere varan bir isnatla “ok, deve, at ve kuş yarıştıranlardan başkası için ödül almak helal olmaz.” buyurduğunu uydurmuştur. Bu rivayetten memnun olan Halife, Gıyas’a on bin dirhem bahşiş vermiştir. Sonra bu rivayete “kuş” kelimesinin Gıyas tarafında ilave edildiğini anlayınca; “senin şu kafan yok mu? O bir yalancı kafasıdır.” diye hakaret etmiştir. Bu bağlamda itibar sağlamak isteyen ham softaların bu gayretleri dikkate değer bir yekûn tutar.

Ayvanın kalbi temizlediği, patlıcanın her derde deva olduğu, hıyarın cüzzamı tedavi ettiği, kabağın cennet taâmı olduğu gibi akla ziyan ticari kayguların yanı sıra, oğlunun öğretmeninden yediği dayağı hazmedemeyen Sa’d b.Tarif örneğinde olduğu gibi, hiddetini dindirmek için hemen oracıkta, İkrime ve İbn Abbas tarikiyle Peygamberin şöyle dediğini uydurmuştur: “Çocuklarınızın öğretmenleri, sizin en şerli olanlarınızdır, onlar yetimlere karşı pek merhametsiz, yoksullara karşı çok insafsızdırlar.”

6- Kıssacılar: İslam’ı asılsız hikâyelerle anlatanlara, Hadis âlimleri, ‘kusâs/kıssacılar’ derler. Konunun uzmanı İbn’ul Cevzî (v. 597 H) der ki: “Hadis uydurmada en büyük bela kıssacılardan gelmektedir.” İbn’ul Cevzi olayın vehametini anlatmak için bizzat ‘bela’ kelimesini kullanır. İbni Cevzi’nin de ifade ettiği gibi tarihte özellikle hadis âlimlerinin en büyük baş belası, kussâs, yani kıssacılar, dini hikâyelerle anlatanlar olmuştur. Uydurma hadislerin çoğu da onlar kanalıyla çıktığı ve yaygınlaştığı söylenir. İbn Kuteybe, İbnül-cevzî ve Suyuti başta olmak üzere pek çok âlim kıssacıların dine verdikleri zarara dikkat çeken kitaplar yazmışlar. “İbnül-cevzi, masalcı vaizler diyebileceğimiz ‘el-Kussâs ve’l-müzekkirîn’ adlı kitabında bir hadis âliminden naklen şöyle bir olay anlatır: ‘Bir gün -meşhur hadis hafızı- Şube’nin yanındaydım, bir genç geldi ve ondan bir hadis sordu. Şube, sen kıssacılardan mısın dedi. Genç, evet deyince, defol git, ben kıssacılara hadis anlatmam dedi. Ben niçin böyle davrandığını sordum. Bunlar benden bir hadisi bir karış olarak alıyor, sonra da onu bir arşın uzatıp anlatıyorlar, dedi.”

Müslümanlığa yedi düvelin veremediği zarardan daha fazlasını bu hikâyeciler vermiştir. Kıssa anlatıcıların sebep olduğu felaketlerin başında, halkın anlamayacağı şeyleri hikâye edip itikatlarını sarsmak olmuştur.

Kur’an’da halkı terbiye ederek din duygularını geliştirmek ve ders vermek maksadıyla geçmiş milletlerin hikâyeleri anlatılır. Bu hikâyeleri bağlamından kopartarak şerh eden, dini masallaştıran, günümüz televizyon vaizlerine benzeyen bu hikâyeciler; etkilerini artırmak, müşterilerini çoğaltmak, istismar ve ya menfaat için çok sayıda hadis uydurma yolunu benimsemişlerdir

Resulullah’ın kıssa anlatmadığını biliyoruz. Kısacılığın Halife Ömer devrinde kapıyı zorladığını, Muaviye döneminde de adeta meslek haline geldiğini görüyoruz. Dinî hiçbir endişe duymadan istismara yönelik şu örnek çok çarpıcıdır. Ahmed bin Hanbel (ölm. 241) ile Yahya bin Main (ölm. 233) Bağdat’ta Rusafa mescidinde namaz kılarken bir kıssacı; Senedinde Ahmed bin Hanbel’in ve Yahya b. Main’in de olduğu; “Kim lâ ilâhe illallah derse, Allah Teâlâ bu sözün her kelimesinden, gagası altın, tüyleri mercan olan bir kuş yaratır…” hadisinin hikâyesini alabildiğine süsleyerek anlatınca, Ahmed bin Hanbel ve Yahya bin Main hayretler içinde birbirlerin yüzüne bakarak böyle bir hadisi rivayet etmediklerini söylemek lüzumunu hissederler. Şaşkınlıkları geçtikten sonra, Yahya bin Main dinleyicilerin verdiği bahşişleri toplamakta olan kıssacıyı yanına çağırır. Dünyalık ümidi ile yanına gelen kıssacıya, ben Yahya bin Main’im arkadaşımda Ahmed ibn Hanbel biz böyle bir hadis rivayet etmedik. Söylediğin yalanlara bari bizim adımızı karıştırma diye azarlayınca, kıssacı; “çoktan beri Yahya bin Main ve Ahmed ibn Hanbel’in ahmak olduklarını işitirdim. Bunun doğru olduğunu şimdi test ettim. Yahu dünyada sizden başka Yahya bin Main ve Ahmed bin Hanbel yok mu? Ben adları Ahmed bin Hanbel ve Yahya bin Main olan on yedi kişiden hadis yazmışımdır.” diyor. Bu arsız cevab karşısında yüzünü koluyla kapatan Ahmed bin Hanbel, bırak şunu gitsin der ve kıssacı da onlarla alay eder bir tavırla yanlarından uzaklaşır. (İbn Cevzi, Kitab’ul Mevzuat, Zehebi, mizan, c: 1, s: 47)

Konuyu uydurma hadislerin İslam’a ve Müslümanlara olumsuz etkilerinden bazılarını tekrar hatırlatarak bağlayalım:

Hadis âlimleri daha faydalı bilgiler üretmek amacıyla harcayacakları zamanı, uydurma hadisleri tespit etmeye ve onlarla mücadele etmeye harcamışlardır.

Mevzû hadisler helali haram, haramı helal göstermek suretiyle dinî hükümleri tahrif etmiştir.

Uydurma hadisler Müslümanlar arasındaki ayrılığı ve çatışmayı körüklemiştir. Bu parçalanma arttıkça her grup kendini haklı gösterecek daha başka hadisler uydurmuştur.

Bu uydurmalar İslam dinini kabul etmeye eğilimli olanları ve cahil Müslümanları dinden soğutmuştur.

Müslümanları dine teşvik etmek ve onları kötülüklerden uzaklaştırmak maksadıyla uydurulan sözler, ya yaptığı en küçük iyiliğe güvenerek Müslümanları tembelliğe itmiş ya da günahlarının affedilmeyeceği düşüncesiyle onları ümitsizliğe sevk etmiştir.

Dünya sevgisi, kadın, mal, evlat aleyhine uydurulmuş hadislerin tesiriyle bazı Müslümanlar dünyayı bir kenara bırakmış, Allah’a giden yolda engel olur düşüncesiyle mal, mülk, evlat ve aileyi terk edip ruhbanlığı seçmişlerdir.

Mevzû hadisleri vaaz ve nasihatlerine sermaye yapan menfaatçi kıssacılar halkın cahil, tembel, sorumsuz, duyarsız, nemelazımcı ve anlayışsız kalmasına büyük ölçüde sebep olmuşlardır. (Ayrıntılar için bk. Hadis Tarihi ve Usûlü, Editör: Selahattin Polat, s. 274.)

Uydurma/Mevzu Hadisleri Tanıma Yolları

Bugün Müslümanların inançları ve dolayısıyla yaşamları büyük ölçüde kadim din ve inançların işgali altında bulunuyorsa, bu işgal hadis etiketli “rivayet” kapısı kullanılarak gerçekleştirilmiştir.

Kur’an elimizdeyken İslam’ı hadisler üzerine bina etmeye kalkışmak, vahyin yerine rivayetleri ikame etmektir.

Kur’an, sağlam olan tek kulptur. Bu kulpa tutunduğumuzda, hadis rivayetlerine de “sağlıklı” yaklaşımlarda bulunabilir, dinimizi “güzel örnek” olan Resulullah’ın yaşantısına uygun yaşayabiliriz.

Resulullah, bütün gerçekliğiyle Kur’an’dadır. Nebi’nin ilettiği sapasağlam “haber” varken, bunu bir yana bırakıp da sahabenin algılarıyla filtrelenmiş haberleri “esas” almak akıl kârı değildir.

Büyük hadis âlimi ibn-i Cevzi: “Eğer bir hadisi, akla veya sağlam bilinen kaynaklara veyahut İslam prensiplerine aykırı bulursan onun uydurma olduğunu bilmelisin diyen kişi ne güzel söylemiştir” demektedir.

Karşımıza bir vesile ile çıkan ve Peygamberimize atfen hadis olarak bizlere sunulan rivayetlerin hangilerinin “sahih/doğru” hangilerinin “mevzu/uydurma” olduklarını ayırt etmek için faydalanacağımız bir takım “kriterler” vardır. Duyduğumuz her haberi sahih bir hadis gibi algılama aceleciliğini bırakıp titiz, dikkatli ve seçici olmalıyız.

Muhaddisler, ya hadis uyduran şahıslarda veya uydurdukları sözlerinde bulunan birtakım kusurlar sebebiyle uydurma hadisleri tanıma konusunda kapsamlı araştırmalar yaparak mevzu/uydurma hadisleri tanıma yollarını tespit etmişlerdir. Bu alametler şunlardır:

1- Allah’ın emirlerine ters olan hadisler uydurmadır. Örneğin, Resulullah’ın namaz vakitlerini iki vakte indirdiğini konu alan bir rivâyet uydurmadır. Çünkü Hz Peygamber’in, Allah’ın hükmünün zıddına bir fetva, görüş, emir vermesi söz konusu olamaz. Rivayetin Kur’an’ın mantalitesine aykırı olması, haberin uydurma olduğunu gösterir. Bir uydurmada Resulüllah’ın; ‘dünyanın ömrü yedi bin senedir, biz yedinci binin içinde bulunmaktayız’1 dediği iddia edilmektedir. Peygamber’in vefatından bu yana 1400 küsur sene geçmiş olmasına rağmen, hâlâ dünyanın sonunun gelmemesi bu sözü yalanlamaktadır ve bu söz Kur’an’ın konu ile ilgili ayetlerine de ters düşmektedir. “Sana kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır. Onu zamanında açığa ancak O çıkarır. Kıyametin bilgisi göklere ve yere ağır gelir; kıyamet ansızın size gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi, sana soruyorlar.” De ki: “Onun ilmi Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bu gerçeği bilmiyorlar.” {7/Araf: 187} Hz Peygamberin bu ve benzeri ayetlere muhalif bir şey söylemesi muhal olduğuna göre söz konusu haber uydurmadır.

2- Rivayet edilen sözün, tevili mümkün olmayacak şekilde akla, hisse ve müşahedeye aykırı düşmesi, onun uydurma olduğunu gösterir. Mesela; bıyığını kesen bir Müslüman’a her bir kıl için incilerden ve yakutlardan bir şehir verileceği ve her şehirde bir saray bulunacağı vadi, akla ziyan bir ölçüsüzlüktür.

Abdullah b. Zeyd’in babası ve dedesinden rivayet ettiği “Nuh’un gemisi Kâbe’yi tavaf etmiş ve makamın arkasında iki rekât namaz kılmıştır.”2 rivayeti de bu neviden bir uydurmadır. Burada “Kur’an’a aykırı hükümler taşıyan hiçbir söz Peygamber’e ait olamaz.” diyen Ebu Hanife’yi anmadan geçmek olmaz. Zira büyük İmam hadislerin senet yönünden kritiğiyle yetinmeyip, anlam açısından da kritiğini yapmıştır. Akla ve Din’in ruhuna uymayan rivayetleri hadis olarak kabul etmemiştir. Bu tavrından dolayı da Buharî tarafından defalarca imana davet edilmiştir!

3- Allah’ın vaadlerinin üstünde olan vaatleri konu alan rivâyetler uydurmadır. Hadis diye rivayet edilen sözün, basit bir iş yüzünden, şiddetli cezaları irtikab edeceği veya anormal bir şekilde mükâfat vaat ediyor olması bu haberin uydurma olduğuna işarettir. Örneğin şu işi yapana bin köşk, her köşkte bin oda, her odada bin huri şeklindeki az amele/işe çok sevap veya basit bir hataya çok günah, özellikle “cennetin kokusunu duyamaz.” gibi ifadelerin yer aldığı rivayetler uydurmadır. Çünkü cennet ve cehennemin sahibi Allah’tır ve cennetin bedelinin de can ve mal mukabilinde olduğunu net bir şekilde Kur’an’da ifade edilmiştir. {9/Tevbe: 111} Yine mendubu terk etmek, mekruh bir işi yapmakla Allah’ın gazabına maruz kalıp, ebediyen cehennemde kalınacağını iddia eden sözler uydurma kabilindendir. Nafile ibadetlerle elde edilecek sevapların çok abartılı olması da bu tür haberlerdendir.

Halkı hayırlı işlere teşvik etmek maksadıyla hadis uyduranların sözlerindeki abartı, İslam’ın ilkeleri ile alay eden, Müslümanların imanlarını sarsmak isteyenlerin uydurmalarındaki bayağı ifadeler Resulüllah’a isnad edilmekten çok uzaktır. Bu kabil alametler hadis olduğu ileri sürülen sözlerin uydurma olduğuna hükmetmek için yeterlidir.

4- Rivayetin tarihi olaylara ters düşmesi. Hadis olduğu iddia edilen rivayetin tarihi gerçeklere uygun düşmeyişi o haberin uydurma olduğunu gösterir. Mesela; Aişe validemiz diyor ki; Resulullah’ın Fatma’nın boynunu birçok defa öptüğünü gördüm ve bunun sebebini öğrenmek istedim. Cevaben buyurdu ki; “Ya Hümeyra, bilmez misin ki, mi’raca çıktığımda Allah Teâlâ’nın emriyle Cebrail beni cennete götürdü ve bir benzerini görmediğim kokusu hoş ve meyvesi nefis bir ağacın yanında durdurdu. Cebrail’in soyarak bana ikram ettiği meyveleri yedim. Allah Teâlâ bunlardan bende bir meni yarattı. Dünyaya döndüğümde Hatice ile münasebette bulundum ve Hatice, Fatma’ya hamile kaldı. İşte ben bu ağacın kokusunu özledikçe Fatma’nın boynunu koklarım.”3 Bu uydurmada tarihle uyuşmayan gerçek Fatma’nın risâletten 5 yıl önce doğmuş olmasıdır. Uydurmada mi’raçtan bahsedilmesi ise tam bir fecaat. Çünkü miraç anlatısı Hz Hatice’nin vefatından sonra ve hicretten bir yıl önce söz konusudur. Bu gibi durumlarda tarih uydurmacılara karşı etkili bir silahtır.

5- Gadir-i Hum olayında olduğu gibi birçok kişinin görmesi gereken olayı bir kişinin gördüğü iddiasında olan haberler uydurmadır. Kaldı ki yüz binlerle ifade edilen kişilerin şahid olduğu Veda hutbesi konusunda da rivayetler muhteliftir. Resulüllah, Veda haccından dönerken Gadir-i Hum mevkiinde bütün arkadaşlarının huzurunda Ali bin Ebi Talib’nin elinden tutup ve her kesin şahid olacağı şekilde; “Ali benim vasimdir, kardeşimdir ve benden sonraki halifemdir. Dolayısıyla onu dinleyin ve itaat edin” demiştir. Ancak Şia’nın iddia ettiği gibi Ali’nin halifeliğine mani olmak için, Resulüllah’ın bu vasiyetini orada bulunan bütün sahabiler gizlemiş, değiştirmiş ve Peygamber’e muhalefet etmede görüş birliğine varmışlar!4

6- Gelecekten haber veren, şu tarihte şu olacak bu tarihte bu olacak şeklindeki rivayetler uydurmadır. Muaviye’yi görünce öldürün, siyah bayraklılara koşun, onları öldürün, Türklerle savaşın veya savaşmayın şeklinde geleceği neredeyse birebir anlatan rivayetler uydurmadır. Bu tür rivâyetler hâdiselerden önce değil, hâdiselerden sonra üretilmişlerdir.

7- Hadis uyduran kişinin yaptığı işi bizzat itiraf etmesi. Ebu İsmet Nuh b. Ebi Meryem, Kur’an’ın her suresinin faziletine dair ibn Abbas’a nisbet ettiği hadisler uydurduğunu itiraf etmiştir. Nuh ibn Ebî Meryem, İkrime tarikiyle, İbn Abbas’tan rivayet ettiği Kur’an surelerinin faziletleri hakkındaki hadisleri, halkın Kur’an’a karşı rağbetini artırmak maksadıyla uydurduğunu bizzat itiraf etmiştir. Şu halde Kur’an surelerinin faziletleri ile ilgili rivayetlerin tamamı uydurmadır.

8- Rivayet edilen sözde bir gramer hatası ve ya mana bozukluğunun olması. Ehlinin anlayacağı böyle bir kusurun Arabların en fasih konuşanı olan Hz Peygamberden sadır olması düşünülemeyeceği için rivayetin uydurma olduğu kendini ele verir. Resulullah’a nisbet edilen; “Horoz benim dostumdur.” “Dostumun dostu; düşmanımın düşmanıdır.” 5“ Yeşile ve güzel kadına bakmak görme duyusunu artırır.” gibi gülünç uydurmalar bu kabildendir. Azıcık bir işe çok sevap vadeden veya küçük bir günah işleyeni şiddetli cezalarla korkutan sözde hadisler de mana itibarıyla bozuk ve ölçüsüz olarak kabul edilmiştir.

9- Hadis rivayet eden kişinin yalancılıkla meşhur olması, dindar olmaması, şahsi arzularını ön plana çıkartan biri olması gibi vasıflar taşıması, hadis bilginleri tarafından onun hadis uydurduğunun delili olarak kabul edilmiştir.

Bir söze uydurma hadis demek, hâşâ sahabe uydurdu, tabiîn uydurdu, imamlar uydurdu demek değildir! Bir söze “bu uydurma bir hadistir” demek, “bu söz Resulullah adına birileri tarafından uydurulmuş bir sözdür” demektir. Uydurma hadis kavramını ilk dönemden itibaren ulema kullanmış, haber uyduran gruplarla mücadeleye girişmişlerdir. Bugün birilerinin sanki çağdaş ulema bunu icat etmiş gibi yaygara kopartması ilmî bir kaygıya değil, tam tersine insanları din adına sömürmeye matuf söylemlerdir.

Bir hadisin Rasulüllah’a ait olup, olmadığını Kur’an’a arz ederiz, Kur’an’ın onayından geçen her hadis bizim için çok değerli ve kıymetlidir. Kur’an’ın onayından geçmeyen bir hadis istediği kadar “sahih” olsun bizim için yok hükmündedir. Zira Kur’an’a zıt bir hadisi kabul etmek Rasulullah’a iftira atmaktır. Rasulullah’a iftira atmaktan Allah’a sığınırız. Ayrıca literatürdeki “Sahih hadis” diye bilinen her hadis Rasulullah’a ait hadis anlamına da gelmez. Hadis kritiği olan “çerh ve ta’dil” değerlendirmesinde 10 veya 12 maddenin çoğunluğunun onayını almış hadis demektir. İlk defa İmam Şafi’nin ihdas ettiği “Kudsî hadis” kategorisinde bir hadisin var olduğuna inanmak ve kabul etmek ise; batılı oryantalistlerin “Muhammed kendi kafasından din uydurmuştur” iddialarını doğrulamak ve destek olmak demektir.

Uydurma/Mevzu Hadisleri Tanımanın Pratik Yolları

Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri adlı eserinde, hakkında sahih hadis bulunmayan, uydurma hadis olan konuları şöyle listeler: Ekoller, tasavvuf ve tarih veren rivayetler, İman, amel, Kur’an, Hz. Peygamber(as), melekler, ezan, abdest/teyemmüm/mesh, namaz, dua, mescit, hacc/umre, kurban, zekât, öşür, haraç, infak, oruç, yemin, vasiyet, miras, kısas/had, tasavvuf, ilim, nikâh/aile hayatı, kadınlar, köleler/cariyeler, giyim kuşam, iş hayatı, sağlık, taharet, ırklar, lisanlar, isimler/şahıslar/nesepler, şehirler, yemek,sebzeler/tahıllar/bitkiler/yiyecekler, hayvanlar, oyun/eğlence, gayri ahlaki durumlar ve bir takım günler. Görüldüğü üzere hayatın hemen hemen her alanında uydurma hadisler mevcuttur.

Hadis âlimlerinin bu konudaki çalışmalarından faydalanarak uydurma hadisleri tanımanın kısa yollarını şöyle sıralayabiliriz:

1. Hz. Muhammed’e mucize isnad eden hadisler uydurmadır.

2. Nur-u Muhammedî’den bahseden hadisler uydurmadır.

3. Dünyanın ömrü yedi bin yıldır örneğinde olduğu gibi, Kur’an’ın sarahatine uygun olmayan hadisler uydurmadır.

4. Rivayetin Rasulullahın ağzına yakışmayacak derecede mübalağalı/abartılı olması, rivayetin uydurma olduğunu gösterir.

5. Senenin veya haftanın belirli günlerinde veya gecelerinde kılınması tavsiye edilen namazlar hakkındaki hadisler uydurmadır.

6. Recep ayının ve bu ayda tutulacak oruçların fazileti hakkındaki hadisler uydurmadır.

7. Hızır ve İlyas’ın hayat hikâyelerinden bahseden hadisler uydurmadır.

8. Mezheplerden bahseden hadisler uydurmadır.

9. Mekke ve Medine’nin dışında, herhangi bir şehri öven veya yeren hadisler uydurmadır.

10. Hz Peygamber veya önemli kişilerin kabirlerinin öneminden ve ziyaretinden bahseden hadisler uydurmadır.

11. Aşure gününden bahseden hadisler uydurmadır.

12. Belirli tarihlerde bazı olayların gerçekleşeceğini haber veren hadisler uydurmadır.

13. Ebu Hanife veya imamı Şafii’yi adlarını anarak öven veya yeren hadisler uydurmadır.

14. Evladı kötüleyen hadislerin tümü uydurmadır.

15. Akılla ilgili, bilhassa akletmeyi kötüleyen hadislerin tümü uydurmadır.

16. Kıyamet alametlerinden ve kıyametin belli bir vakitte gerçekleşeceğini beyan eden hadisler uydurmadır.

17. Çocuğa Muhammed ve Ahmet adını koymanın faziletinden bahseden hadisler uydurmadır.

18. İmanın artıp eksilmesiyle ilgili hadisler uydurmadır.

19. Kur’an surelerinin faziletlerinden bahseden rivayetlerin tamamı uydurmadır.

20. Güvercin, beyaz horoz, akik taşı vb. nesneleri öven hadisler uydurmadır.

21. Mescide hasır, halı, lamba vb. yardımlarda bulunmanın faziletinden bahseden hadisler uydurmadır.

22. Ticaretin fitne olduğunu söyleyen ve kötüleyen hadisler uydurmadır.

23. “Bundan şüphe duyan kâfir olur.” gibi keskin ve acımasız ifadeler taşıyan hadisler uydurmadır.

24. Aişe validemizden “Hümeyra” lakabıyla bahseden hadisler uydurmadır.

25. Türkleri, Habeşlileri, İranlıları vb. kavimleri öven veya yeren hadisler uydurmadır.

26. Bekârlığı öven hadisler uydurmadır.

27. Abdal, Gavs, Kutup, Evliya ve Mehdi ile ilgili hadislerin tamamı uydurmadır.

28. Sokakta yemek yemeyi yeren, bıçakla et kesmeyi yasaklayan vb. hadisler uydurmadır.

29. Keşkül beli kuvvetlendirir uydurmasında olduğu gibi tıpla ilgili olan hadisler uydurmadır.

30. Yiyecek ve içecekleri öven veya yeren hadisler uydurmadır.

31. Tasavvuf ve tarikatları olumlayan ve meşruluklarını ifade eden hadislerin tamamı uydurmadır.

*Yazının hazırlanmasında; M. Yaşar Kandemir’in Mevzu Hadisler Menşei Tanıma Yolları Tenkidi, kitabının ilgili kısmından faydalanılmıştır.

1. Ali el Kârî, Mevzuat, s. 114

2. Zehebî, Mizan c.ı, s. 565

3. İbn-i Cevzî, Mevzuat, 79

4. Ali el Karî, Mevzuât, s. 109

5. Ali el Karî, Mevzuât, s. 108

 

 

 

 

 

 

 

 

Etiketler
Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir