
Hepimiz, Hastayız (!)?
İple çekilen gün gelip çatmıştı. Konferansın yapılacağı salon dolmuş, hoca ne konuşacak merakı iyiden iyiye katılımcılarda merak halinde, sabırla bekleniyordu.
Ve nihayet konuşmacı anons edildi hoca kendisinden emin adımlarla kürsüye gelip, salonu enine ve boyuna süzdükten sonra, başı ile selam verdi.
İlk sözüyle merakları daha da derinleştirdi. Arkadaşlar, dostlar, biliyor musunuz? Hepimiz hastayız, hastasınız.
Bu illetten kurtulmak / kurtulabilmek için de, hasta olduğumuzun farkına varmamız gerekiyor. İyileşmek isteyenlerin bunu kabullenmesinden başka çare de yok. İnanın ben dâhil hepimiz hastayız.
İyi de hocam, hepimizin sağlığı yerinde, olmasa idi buraya gelip dinleyici olur muyduk dediğinizi duyar gibiyim.
Sizleri sıkmadan, üzmeden korkutmadan hastalığımızı anlatmaya çalışacağım. Çaresiz değil, yalnız çok derinlere inebilen bir “Saplantı hastalığıdır bu.
Şöyle basit bir tarifle devam etmeye çalışayım.
Kimde var, kimde yok?
Hepimizin zihin dünyası bu marazdan nasibini almış durumda, kimimizde az, kimimizde çok.
Bize ailemizden başlayarak öğretilen bilgileri hangi birimiz o günün aklıyla teste tabi etti?
Annemize babamıza güvendiğimiz için, onların her sözünü doğru olarak hafızamıza yerleştirmedik mi?
Sorunun cevabı evet ise, hasta olduğunuzu kabullendiniz demektir, zaten başkaca seçeneğimiz de yok.
Bir başka tarifle devam edelim.
“ Bilincin takılıp kaldığı, kurtulamadığı ve düzeltemediği yanlış bir tasarım.
Saplantı, körü körüne bir şeye kendini adamak, o şeyin esiri olacak şekilde bir bağlanma hali yaratmak, anlamsızca ve otomatik bir hastalık gibi aslı astarı olmayan nedenlerden dolayı o şeye yoğunlaşmak halidir.
Ön kabullerimizin inşa ettiği, elimize geçen her şeyi doldurduğumuz, onun üzerine hayatımıza dair her ne varsa yerleştirdiğimiz bir bilinç(!) dünyasında “Dogmatizmin esareti altında yaşıyorken, hasta olmadığımızı kim söyleyebilir?
Akıl hastasıyız! Sağlaması yapılmamış, emin olmadığımız bilgilerin tümünü,” doğru zannediyoruz. Bu bir saplantı hastalığıdır.
Konunun tıbbi uzantılarına girmeden birkaç kelam daha edebiliriz.
Benim herhangi bir düşüncemin doğru veya yanlış olma ihtimali üzerinden gidelim.
Bir tez düşünün ki; tecrübelerden başka dayanağı yok. Bu tez bana göre doğru olabilir. Bir başkasına göre de yanlış.
Bir insanın tezinin kesin doğrudur şeklinde kabullenilmesi hastalıklı bir bünyenin ürününden başka bir şey değildir.
Bu gün burada bulunanların bu illetten azade olmadığı gerçeğinin altı çizilmesi gerekiyor.
İyileşmek isteyenlerin, değişmez gerçeği özümlemeleri, hayatlarında ilke olarak her an ve zamanda bu ilkeye uygun düşünüp davranmaları, hastalık seviyesinin minimize edilmesidir.
Mutlak bilgi olmadığı halde, mutlakmış muamelesi gören bilgiler de sahibine hakaretten öte değildir.
Felsefe ve teoloji bu illetten azami ölçekte nasibini almış iki akımdır. Değişmezlik ilkesi ile malullerdir. İnsan aklı tarihin hiçbir döneminde kendisine yetmiş de değildir.
Hal böyleyken, mutlaklaştırılan insan fikirleri tapınç malzemesi edilmiştir.
İdeolog ve teologların “bana göreleri! Îlahi sahada vahye alternatif olarak kullanılmaktadır. Kimin haddine? Olsa olsa hastalıklı bir zihnin aymazlığıdır.
Felsefenin eleştirel yaklaşımına karşılık teoloji kabuller üzerine kurulur anlayışına reddiye dizemeyen akıl da hastadır. Teolojide mutlak olmayanların kastedilmesi söz konusu edilmelidir. Teoloji de felsefe de mutlak olmayan bilgileri mutlaklaştırıyorsa her ikisi de aynı düzlemdedir.
Aklı başında bir hekim de, düz bir ilim ehli de” saplantı halinde olan her şeyi, fikrin sahibini uyarmalıdır, sakındırmalıdır. Sağlam olmayan, sağlaması yapılamayan sağlıksız bilgilerin terk edilmesi gerektiği salık verilmelidir. Buna mecburuz. Sizlerde uyarılmaya mecbursunuz. Sağlıklı bir toplum ile muhatap olmak istiyorsak.
Bu haliyle saplantılar yasaktır.
Bu dünya yaşamında hiç bir şeyi saplantı haline getirmemek gereklidir, çok daha önemli durumlar ve konular karşımızdadır, varlıkların kendilerini paralayacak ve kendilerine zarar verecek şekilde bağlanmaların söz konusu olmaması gereklidir.
Saplantılar ilgili alanlara zarar verici özellikte olan bağlılıklar ve isteklerdir.
Tek istisna ile. Vahyin sağlam sağlıklı mutlak bilgi olduğu bilinci yerleşmiş zihinlerin, bu hastalıktan azami ölçekte kurtulabildiğidir
Benim aklımda kalanlar bu kadar. Kıssadan hisse alabilmiş isek ne mutlu.
Hastalık nedir…?
Baktığımız zaman, sağlığı engelleyen, insanın sağlıklı yaşantısına musallat olan bir takım etkenlerin sebebiyet verdiği normal dışı hal diye tarif edebiliriz…
Sosyal hayatında insanın da normal sosyal yaşantısına musallat olan bir takım etkenlerin olduğu muhakkak. Ve bunlar da bizi sosyal yönden hasta ediyorlar. Sosyal yönden hasta olmak, bedensel sağlık yönünden hasta olmakla çok da farklı değil.
Sosyal yaşantımızın anormal gitmesine sebebiyet veren bu hastalıklar öyle mikrop gibi virüs gibi belli ve tarif edilebilen bir takım etkenler sebebiyle mi olmaktadır…? diye sorduğumuzda bana göre maalesef bu sorunun cevabı evet dir. Sosyal yaşantımıza musallat olan bir takım virüsler mikroplar benzeri tarifi yapılmış, bilinen etkenler var.
İnsanın sosyal yönden hastalanmasına sebebiyet veren bu etkenler ve onlarla ilgili teşhisleri ve tedavi yöntemlerini, insanı yaratandan daha iyi kim bilebilir ve insana bunları insanı yaratandan daha iyi kim haber verebilir…?
Bugün yeryüzünün uğraştığı en ciddi hastalık yapıcı virüs ve mikrop…, Siyonizm olduğu bir kez daha gözler önüne serilmiş durumda…
Sadece Siyonizm değil tabii ki… Kapitalizmin kendisi de en ciddi hastalık yapıcı bir mikroptur.
Maalesef Müslümanlar olarak bağışıklığımızı yani kitabımızı imanımızı, fıtrata olan inancımızı ve itikadımızı yeterince kuşanabildiğimizi söylememiz zor.
bu tür sosyal ve inanca müteallik hastalıklardan ancak kitaptaki Kainattaki ve enfüsümüzdeki ayetlere kulak vererek çare bulabileceğimiz düşüncesindeyim..