Kesin bilgi sahibi olmak isteyenler için yeryüzünde belgeler var! (Zariyat/20)
Kendinizde de var; gözlemlemiyor musunuz?(Zariyat/21)
Onlara, çevrelerinde ve kendi bedenlerinde olan âyetlerimizi göstereceğiz, sonunda onun (Kur’ân’ın) tümüyle doğru olduğu, onlar açısından iyice ortaya çıkacaktır. Sahibinin her şeye şahit olması yetmez mi? (Fussilet/53)
Müslümanlar olarak Allah’ın ayetlerini okumayı bıraktığımızdan beri, kimliğimizi oluştururken sürekli başkalarına bağımlı kaldık. Kendi kitabından ve kitabındaki kavramlardan uzak yetişen nesiller, kültürün de etkisiyle psikolojik buhran yaşıyorlar diyebiliriz. Fıtratımızda potansiyel olarak var olan duygu durumlarımızı hissedemez hale getirildik. Özellikle korku, üzüntü, tiksinti, öfke, coşku, sevinç, neşe, şaşkınlık, merak, hayret duygularımızın üzerini örttük. Oysa bu duygu durumlarımız bizim canlılığımızı sürdürebilme ve hayatta kalabilmemizi sağlayan temel duygularımızdır.
Kur’an’da, Potansiyel olarak iki temel ve Duygusal özelliklerimizden bahsedildiğini görürüz. İnsanı, maddi ve manevi yönleriyle en güzel şekilde anlatan Kur’an’ı Kerim, insanın his dünyasını da ihmal etmemiş, onda mevcut olan bütün duyguların varlığını haber vermiştir. Doğru ve yanlış yönlendirilen duyguların doğuracağı sonuçları en açık şekilde ifade etmiştir.
Allah’ın yarattığı temel özelliklerimizden birincisi Mearic 19. Ayette geçen “helua”[1] kavramı “halk/yaratılış” kavramıyla birlikte geçmektedir. “Gerçekten insan pek tahammülsüz[2] bir tabiatta yaratılmıştır.” Helua; telaşlı, huzursuz, cesareti kırılmış idi ya da o hale geldi. Yani zorluk içerisindeyken huzursuz olan, kolayca telaşa kapılan ve cesareti kırılan kişi; zenginlik konusunda açgözlü ve onu harcarken cimri olan kişi, sıkıntıya girdiğinde de bir hayli mahzun olan ve sabrını kaybeden kişi anlamında. Hırsla mal tedarikinde bulunan kişi, ah vah eden, huysuz, hemen şikâyete kalkışan, yardımlarda bulunmayan, çok yakınıp dövünen, hemen gürültüyü koparan özelliğimizi anlatan genel bir kavramdır.[3]
Helua kavramını İsra 11. Ayetle birlikte değerlendirdiğimizde “İnsan, şerri de hayrı istediği gibi ister. İnsan pek acelecidir!” Aceleci davranmamız insanın tabiatındaki bir zaafa işaret etmektedir. Temel özelliklerimizden İkincisi Nisa 28. Ayette zikredilmektedir. “Allah yükünüzü hafifletmek ister; çünkü insanı zayıf yaratmıştır.” Zayıf yaratılan insanın zaaflarının olması kaçınılmazdır.
Ayrıca Rum 54. Ayette insanın bakıma muhtaç yaratıldığı ” Allah sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra gücün ardından da güçsüzlük, yaşlılık verendir.” Ayetleri bize hem insanın yaratılış sürecini, hem bu süreçte insanın diğeri olmadan varlığını sürdüremediğini yani bebeklik döneminde ve yaşlılıkta bakım görmeyen insanların, hayatta kalmasının neredeyse imkânsız olduğuna dikkatlerimizi çekmektedir. Bakıma muhtaç temel ihtiyaçları karşılanan bebekler, süreç içerisinde güç kazanırlar. Bu gücü hem fiziksel hem duygusal anlamda ele almak mümkündür. Aynı şekilde yaşlılıkta da insan bakıma muhtaç hale gelmektedir.
Kur’an’da iblisin insanda bulunan zaaftan yararlanmak istediği de görülür. Hatta Sebe 20. Ayette[4] geçtiği gibi günümüzdeki insanların geldiği son durumuna baktığımızda, iblisin zannının da doğru çıktığını gözlemlememiz mümkün olmaktadır.
Cenab-ı Allah’ın buyruğuna isyan eden iblis, kendisine insanları doğru yoldan saptırmak için süre verilmesini istemiş, bu isteği kabul edilince Hicr Suresi’nin 39 ve 40. ayetlerinde geçtiği gibi İblis şöyle demişti: “Rabbim! Benim sapmama imkân verdiğin için yemin olsun ki ben de yeryüzünde onlara (günahları) şirin göstereceğim ve -senin samimi kulların hariç, onların topunu kesinlikle yoldan çıkaracağım.” Ayrıca Araf Suresi’nin 17. ayetinde şeytanın şu sözüne yer verilmiştir: “Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın.” Buna karşılık 21. ayette şeytanın insanlar üzerinde hiçbir zorlayıcı gücünün bulunmadığı ve sorumluluğun kendilerine ait olduğu hatırlatılmaktadır. Allah’ın nimetlerine nankör kesilen insan için, bağımlılık derecesinde dünya hayatına saplanıp kalma isteği, ahiretin varlığına olan inancının yani bir gün hesap vereceğinin bilincinin kapanması korkusuzca yaşamasına sebebiyet vermiştir diyebiliriz.
İnsanın zayıf yaratıldığını hem fiziksel hem duygusal anlamda ele aldığımızda ise;
“Helua” ve “Daifa” kavramları bize, insanın yaradılışından potansiyel olarak var olan duygularını, doğru olarak değerlendirmemize sebebiyet vermektedir. Ayrıca Cenab-ı Hakkın Rum Suresi 21. Ayette “Yanlarında rahatlayasınız huzur bulasınız diye size, kendi türünüzden eşler yaratması da Allah’ın ayetlerindendir. Aranıza sevgi ve merhamet de koymuştur. Bunda, düşünen bir topluluk için ayetler vardır.” Bu ayette de insana verilen duygular açısından, insanın duygu dünyasının ivedilikle incelenmesi gerektiğini göstermektedir.
Kur’an’ın ışığında temel duygularımızı inceleyecek olursak;
Utanma; duygumuz en önemli duygularımızdan bir tanesidir. Bu anlamda Âdem- İblis kıssasının anlatıldığı ayetler bize yol göstermektedir. Örneğin; Araf 20, 27 ile Ta-Ha 116, 123. Ayetlerde, Âdemle eşinin avret yerlerinin açılmasıyla başlayan serüven bize çok şey anlatır. Bu ayetlerde Rabbin “ağaca yaklaşma” emrine karşı geliş ve Rabbin uyarılarına kulak verilmemesinin[5] sonucunda cennetten kovulma süreci anlatılmaktadır. Demek ki insan, utanma duygusunu kaybettiğinde, korkma duygusunu da kaybetmektedir diyebiliriz.
Âdemle ve eşiyle başlayan serüven insanın toplumsallaşma serüvenidir aynı zamanda. İnsan toplumsal bir varlıktır. İnsanın utanma duygusu kaybolunduğunda ya da azaldığında artık orada toplumsal düzenden bahsedemeyiz. Kaos baş gösterir ve toplumun ahengi bozulur. Toplumun doğal yapısını korumak için bir fren sistemine mutlaka ihtiyacımız vardır. Utanma duygumuz bunu bize sağlamaktadır. Zinadan tutunda her tür edepsizlik toplumda baş gösterdiğinde o toplumda Medeni Hukukun olması da bir şey ifade etmeyecektir. Allah’ın emirleri ve yasakları kısaca bize çizdiği hudutlar bu bağlamda çok önemlidir. Toplumsal düzenin sağlanmasında doğal yapımızı koruyabilmek için herkesin görevini en iyi şekilde yapması gerekir.
Korku; duygumuz bizim için hayati önem arz etmektedir. Maalesef kültürümüzde “erkekler ağlamaz”, “erkekler korkmaz” denilerek fıtri olan doğal savunma mekanizmamızın üstü örtülmektedir. Kadınların duygusal olduğu erkeklerin ise güçlü olmaları gerektiği yönünde çocukluktan başlayan telkinler aile yapımızı bozmaktadır. Şöyle ki duygularını bastırmaya zorlanan erkeklerde öfke ön plana çıkmaktadır. Duygusallığın zayıflık ifadesi olarak küçük görüldüğü toplumumuzda, duygusal insanlara yetersizlik ve değersizlik duygularının yüklenildiği gözden kaçırılmaktadır. Kendisini yetersiz ve değersiz hisseden insanlar kadın olsun erkek olsun sağlıklı bir aile yapısına sahip olamazlar. Oysa kitabımızda baktığımızda, Hz Musa’nın ve annesinin, İbrahim’in, Lut’un, Yakup’un, Davut’un korkuları en doğal halleriyle kıssalarda anlatılmaktadır.
Kur’an’ı Kerime bakıldığında imanla korku arasında önemli bir bağlantının olduğunu da görürüz. Allah, Müminin dünyada ahiret hesabı düşüncesiyle yaşaması gerektiğini, bu manada korkusunu tamamıyla bu alana hasretmesi lazım geldiğini bildirerek korku ile imanı irtibatlı hale getirir. Kur’an korkuya iman kavramının anlamı içinde yer verir. “Eğer gerçek müminlerseniz Allah’tan korkun” mealindeki ayetler bize iman ile korku arasındaki bağı vermektedir.
114 ayette 124 yerde geçen “havf” kavramının, dünyevi korku ve kaygılar anlamında ve dua ile anılması dikkatleri çekmektedir. Yaratılanla yaratan arasındaki münasebetlerin en bariz örneği duadır. Dua için ibadetin özüdür diyebiliriz. Dua sadece Allah’a yapılır. Dualara icabet edebilecek olan yalnız Allah’ tır. Ondan başkası duaları, dualardaki hedefi ve insanın içinde gizli bulunan niyeti bilemez. Kul ne isteyecekse Ondan istemeli ve Ona yönelmelidir.
Ayrıca Kur’an’da korkuyu anlatan diğer önemli bir kavram olan “Haşyet” kavramıdır. Allah’ tan haşyet eden, Ondan uzak düşmeme, rızasından ayrılmama çabası içinde olur. Haşyet ve havf korkuyu ifade eder.[6] Bu iki korku arasındaki fark, ikisinin birlikte kullanıldığı şu ayetten gayet güzel anlaşılmaktadır: “Bunlar, Allah’ın kurulmasını istediği bağı kuran, Rablerinden korkan (haşyet) ve verecekleri hesabın kötü olmasından endişe (havf) edenlerdir. (Rad 13/21)”
Haşyetin en güzel anlatıldığı ayetlerden birisi de Yasin 11. Ayettir. “Sen ancak, içten içe Rahman’dan korkarak bu zikre (Kur’ân’a) uyanı uyarabilirsin. Ona uyanlara, durumlarının düzeltileceğini ve büyük bir ödül verileceğini müjdele.”
Ayrıca Bakara 62. ve 277. Ayetler, Ali İmran 120, Maide 68,69 Cenab-ı Hakkın bizi imtihan gereği sınamasını, korkularımızı yenmemiz ve bizi güçlendirmek içindir diyebiliriz. İmtihan unsuru olarak korku duygusunun devam ettiğini gösteren ayetlerde Rabbimiz “…korku, açlık ve malların eksilmesiyle insanı deneyeceğini, ancak sabredenlerin müjdelenmesiyle Müslümanlar teselli edilir. Aceleci davranın insanın sabırlı olması gerektiğine dikkat çekilir. İmtihan unsurunun geçtiği Bakara 268. Ayette ise, şeytanın korku duygusunu kullanarak insanları aldatmak istediği anlatılmaktadır. Cenab-ı Allah, müminlerin sadece Allah’tan korkmalarını ve Allah’a güvenmelerini [7]istemektedir.
Korku ve üzüntünün yan yana geçtiği ayetlere odaklandığımızda da; Allah’a karşı gelmekten sakınan müminlerin dünya ve ahirette üzerlerinde korku olmayacağı ve üzülmeyecekleri dile getirilmektedir.
Üzüntü; Maddi manevi şeyleri kaybetmekten dolayı yaşadığımız korkudur. Üzüntü aynı zamanda ikili ilişkilerimizde, neden üzüldüğümüzü hatta niçin korktuğumuzu karşı tarafa doğru bir dille aktardığımızda, karşılıklı şefkati de doğurabilir! Eşlerin bir birlerine sevginin yanında merhametli olmalarının gerektiğini unutmamamız gerekir!
Tiksinme; Doğal yapısı bozulmuş yiyecek ve içecekleri tükettiğimizde (Haram gıdalar), zehirli ya da mikrobik bulaşıcı bir uyarıcının varlığında koruyucu mekanizma hizmeti veren temel duygularımızdan birisidir. Tiksinme duygumuz olmasaydı her şeyi yerdik. Ayrıca varlığımızı tehdit eden, hoşlanmadığımız insanlardan da tiksinmemiz doğaldır. Onlardan uzaklaşmamızı sağlar.
Öfke; Bu duygumuz olmazsa insan hayatta kalamaz diyebiliriz. Ayrıca öfke bize sınırlar çizer. Bu duygumuz kontrol edilebilir bir duygudur. İnsanın varlığına, birliğine, onuruna saldırı olduğunda kendisini savunmasıdır. Ayrıca bastırılmış öfkenin olumsuz birçok davranışa sebebiyet verdiği bilinen bir gerçektir. Öfke sonucu oluşan olumsuz davranışsal tepkileri şöyle özetleyebiliriz:
Madde bağımlılığı (sigara, alkol, uyuşturucu bağımlılığı), yeme bozuklukları, saldırganlık, şiddet, zorbalık, davranış bozuklukları, huzursuzluk ve acelecilik gibi olumsuz duygu durumları, hem dışsal hem içsel faktörlerden dolayı olabilir. Burada kaçırılmaması gereken olay öfkemizin sebebidir. Kişiler kendi istekleri doğrultuda, kendi ölçülerine göre, hayatta değer biçtikleri ne varsa, onları kaybetme korkusuyla hareket ettiklerinde amacına ve isteğine hizmet etmeyen her şeye karşı öfkeye kapılabilir ve öfkeyle hareket ettiklerinde, şiddet ve saldırganlık göstermeye meyillidirler.
Öfkenin panzehri affedicilik hakkında Stanford Üniversitesi ve Florida Hastanesinde yapılan klinik çalışmalarda öfkenin öldürücü gücü ve affetmenin üstünlüğü klinik olarak ispatlanmıştır. Dr. Dick Tibbes “Affetmenin iyileştirici gücü adlı kitabında bu konuya değinmektedir.
Al-i İmran 134. Ayette affetmenin üstünlüğü övülmektedir. “O (Allah’tan hakkıyla korka)nlar, bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar, insanları affederler. Allah iyilik edenleri sever.”
Coşku, Sevinç, Neşe; Varlığımızı hissettiğimizde coşku hissettiğimizde yapacağımız işe dört elle sarılırız. Bundan neşe duyarız. Abartmamak kaydıyla… Coşkunluk ta bir iddia söz konusudur. Bunu gerçekleştirmek için çabalarız. Bir ihtiyacın tatmini sağlandığında ya da hedefe ulaşıldığında duyulan duygudur. Kendimizi müstağni olarak görmediğimiz müddetçe…
Şaşkınlık, Merak, Hayret; Pozitif ve negatif anlamda şaşkınlık bizim hayatımızı etkiler. Örneğin çocuğun yaptığı güzel bir şeyde anne pozitif bir şaşkınlık duyar. Şaşırma beklenmedik iyi ya da kötü olaylar karşısında yaşanan duygudur. Ayrıca belirsizliğin neden olduğu bir duygudur. Merak, kendimizi keşfetmeyi sağlar. Bu nedir sorusunun karşılığıdır. Rabbimizin bizi araştırmaya yönlendirdiği ayetleri düşünürsek, bunu Müslümanlar olarak yapmayı bıraktığımızı rahatlıkla söyleyebilirim.
Kısaca konuyu toparlayacak olursam insan bütünsel bir varlıktır. Birçok şeyden etkilenir. Aile bu etkileşimin yaşandığı ilk yerdir. Hatta anne- çocuk ilişkisi anne karnında başlamaktadır. Annenin yaşadığı duygular stres gibi ya da aldığı uyuşturucu, alkol gibi maddelerin bebeği olumsuz anlamda etkilediği bilinen bir gerçektir.
Aklın yüceltildiği uzun bin dönem ” düşünüyorsam öyleyse varım” dendi.
Şimdilerde ise ihmal edilen duygulardan dolayı “hissediyorsam öyleyse varım” denilerek ihmal edilen duygular ön plana çıkarılmaktadır.
Duygular var olmanın gerekliliğidir ve Kur’an-ı Kerim, insandaki bu yaradılışa dikkatleri çeker. Duygular kontrol edilebilirler. Kur’an bu konuda önümüze reçeteler sunar.
En iyi şekilde istifade etmek dileğiyle…
[1] Bu kavram sadece bu ayette geçmektedir.
[2] Bazı meallerde “doyumsuz” anlamında kullanılmıştır.
[3] https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Me%C3%A2ric-suresi/5394/19-21-ayet-tefsiri
[4] İblis, onların aleyhine yaptığı tahminlerini gerçeğe dönüştürdü; inanıp güvenen bir topluluk dışında hepsi ona uydu.(Sebe 34/20)
[5] Ey insanlar! Allah’ın verdiği söz bütünüyle gerçektir; dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın o çok aldatan şeytan da sizi Allah ile aldatmasın. Şeytan size düşmandır; onu düşman bilin. O, taraftarlarını sadece alevli bir ateşin arkadaşı olmaya çağırır. (Fatır 35/5,6.)
[6] el-Askerî, Farklar Sözlüğü, s. 363
[7] Bknz. Al-i İmran 3/175