IRAK-SURİYE EKSENİ’NDE (Beklenen) Jeo-Politik Hamleler ve…
Küresel ve bölgesel sistemlerdeki değişim sürecinin her geçen gün hızlandığı gerçekliğiyle birlikte “ABD-İsrail” ittifakının deşifre olan işgal planının yeni aşamasındaki katliam/soykırım da, ne yazık ki devam etmektedir. Evet, 7 Ekim Aksa Tufanı Harekatı sonrası artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. ABD ve müttefikleri için geriye gidiş sürecinin tezahürleri daha da belirginleşmektedir. Ve çok uzak olmayan bir zamanda, bölgedeki eski güç odaklarıyla sistem içi çıkış arayışındaki bölgesel güç odaklarının, jeo-stratejik olarak karşı karşıya gelmeleri de artık kaçınılmaz hale gelmiş durumdadır. Öyle ki bölgemizdeki etkilerini arttıran yeni küresel ve bölgesel güçlerin, eski kuralların/sistemin değişim sürecinin bu kritik aşamasında, yeni denge arayışının temel dinamikleri düzleminde önemli adımlar atmaları bir mecburiyet haline gelmiş bulunmaktadır. Her ne kadar ABD’li senatörler, UCM(Uluslararası Ceza Mahkemesi)’ne, “İsrail’i hedef alırsanız (biz de) sizi hedef alırız” şeklinde geçerliliği kaybolmaya başlayan tehditlerde bulunsalar da küresel ve dolayısıyla bölgesel dengelerde köklü değişiklikler söz konusudur, artık.
ABD, değişim sürecinin ta başından bu yana malum projeleri çerçevesinde, bilhassa “İsrail”in bölgedeki misyonunu yeniden formatlama çabalarını devam ettirse de yaşadığı peşi peşine başarısızlıkları nedeniyle yeni bir karar aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Özellikle de 7 Ekim sonrası “Siyonist Terör Örgütü/devleti”nin niteliğinin deşifre olmasıyla ABD, İsrail’in güvenliği ve İsrail ile ortak çıkarları için yeni kararlar vermek durumundadır. Dolayısıyla ABD’nin malum projesinin II. Aşamasındaki strateji değişikliği sonrası gündeme gelen bölgedeki PKK/PYD’yi güçlendirme stratejisinde de bir değişikliğe gitme zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse, ABD’nin tam desteğine sahip olan “Siyonist İsrail”in, teo-politik hedeflerine varma yolundaki ısrarı ile ABD/Batı’nın bölgesel hesapları arasındaki çelişki giderek artmaktadır. Ve soykırımın durdurulması için sistem içi çıkış arayışlarına rağmen yeni bir döneme girildiği konusunda bir ortak anlayış da belirginleşmeye başladı. Lakin, “iki devletli, başkenti Doğu Kudüs olan” bir “barış”/çıkış arayışının kısa dönemde bir anlamı olsa da orta ve uzun vadede bölgedeki yeni denge arayışı ile uyumlu bir çözümü ortaya koyması mümkün gözükmemektedir. Dolayısıyla ABD’nin, yeni bölge dengesi arayışında, İsrail’in güvenliği ve ABD-İsrail ortak çıkarları için bir aparat olarak kullanılan PKK/PYD’nin geleceğiyle ilgili bir karar aşamasında olduğunun güçlü işaretleri görülmektedir.
Bu bağlamda sistem içi çıkış arayışında önemli aşamalar kateden yeni Türkiye-ABD ilişkilerinde de yeni bir kritik döneme girildiği söylenebilir. Savunma Sanayi başta olmak üzere Türkiye’nin enerji konusunda bölgede giderek stratejik öneme sahip bir güç haline gelmesinin yeni döneme yansımalarını ABD ve Batı dikkate almak durumundadır, artık. Avrupa basının da kabul ettiği üzere Türkiye, Doğu Akdeniz’in en büyük gücü haline gelme aşamasındadır. 7 Ekim de başlayan soykırımın bölgede yeni değerlendirmeleri zorladığı bir vasatta, özellikle Hindistan-Körfez-İsrail-Avrupa koridorunun gündemdeki yerini koruması söz konusu bile değildir. Buna karşın Basra Körfezi-Irak-Türkiye üzerinden iki hatta bağlanması planlanan Kalkınma Yolu/Refah Yolu Projesi öne çıkmış bulunmaktadır. Ve bu projenin, bölgedeki yeni denge arayışı sürecinde netleşmeye başlayan kritik öneme sahip bir koridor olmasının yanı sıra özellikle çok oyunculu Irak’taki yeni güç dengesi arayışı açısından da önemli olduğunun altını çizmek gerekir.
Terörle Mücadele-Kalkınma Yolu Projesi Ve Erdoğan’ın Irak Ziyareti
Bilindiği üzere, bir süredir devam eden Türkiye ile Irak arasındaki görüşmeler 7 Ekim’den sonra daha da yoğunlaştı. Körfez ülkeleri-Irak-Türkiye açısından kritik öneme sahip koridor, kısa bir süre önce Türkiye ve Irak’ın üst makamlarınca masaya yatırıldı. Hiç şüphesiz Kalkınma Yolu Projesi’nin ana ekseninde Türkiye ile Irak arasında jeo-politik mutabakat bulunmaktadır. ABD’nin strateji değiştirmesiyle yeni bir döneme giren bölgedeki kaos, Irak’ın çok oyunculu yapısının da ABD’nin dayattığı anayasal yapı ile birlikte daha da işin içinden çıkılmaz bir hal alması sonucunu doğurdu. Süreç içerisinde yaşananlar ve gelinen aşamayla birlikte Irak-Türkiye ilişkilerindeki önemli gelişmeler ve Erdoğan’ın Irak ziyareti, Türkiye başta olmak üzere Irak ve bölge ülkeleri için yeni fırsatları öne çıkarmaktadır…
Hatırlanırsa, bir süredir Irak-Suriye ekseninde Türkiye’ye yönelik en önemli risk, malum küresel güç odaklarının terör örgütleriyle verdikleri mesajlardı. Yeni Türkiye’nin “Bir ABD Projesi”nin stratejik bir parçası olmasıyla malum dönemin I. aşamasında bu konuda kritik bazı değişimler yaşanmıştı. Dolayısıyla malum projeye paralel olarak terör örgütlerinin yeni Türkiye’ye yönelik faaliyetleri de “Çözüm Süreci”ne alan açacak şekilde kontrol edilmeye başlanıldı. Ama bu durum kısa bir süre sonra tekrar değişime uğradı. Bahse konu projenin belirli bir aşamasında gündeme gelen “ABD’nin strateji değişimi”, ile birlikte de “çözüm süreci” masası devrildi. Ve söz konusu dönemin II. aşamasının (Kaos stratejisi’nin) dinamikleri bölgeyi etkisi altına almaya başladı. Bölgedeki terör faaliyetleri, -önü açılan yeni terör örgütleriyle birlikte- daha da karmaşık hale getirildi. Aynı zamanda gelişmeler, Irak ile Suriye arasındaki geçişkenliği arttırmış oldu… ABD’nin yeni stratejisinin bir gereği olarak Irak-Suriye ekseninde bir “terör koridoru”/“ABD-İsrail koridoru”nun oluşum süreci netleşti. Bu arada, güya Suriye yönetiminin davetiyle Rusya’nın bölgeye güç nakletmesi de söz konusu oldu. ABD ve Rusya’nın bölgedeki stratejik adımlarının yanı sıra İran ve Türkiye de yeni sürece bir şekilde dahil olmak durumuyla karşı karşıya kaldılar.
Yeni şartlarda Türkiye, gerek ABD ilişkilerde ve gerekse de terörle mücadele konusunda adeta bir karar aşamasına zorlandı. Kısa bir bocalama döneminden sonra Türkiye, -ABD’nin tüm baskılarına, ekonomik ve siyasi operasyonlarına rağmen- kendi stratejik eksenini oluşturma sürecini başlattı. Daha doğrusu, başlangıçta net bir şekilde okunamayan söz konusu stratejik adımlar, bir süre sonra netleşmeye başladı. ABD başta olmak üzere küresel güçlerin bölgeyle ilgili politikalarını doğru okumaya çalışan Türkiye, kendi geleceği ve güvenliği için kritik adımlar atmaktan geri kalmadı. Bir süredir planladığı anlaşılan sistem içi çıkış arayışına, ABD-Rusya dengeci politikalarıyla alan açmayı başardı Türkiye. Ve 15 Temmuz darbe girişiminin hemen akabinde yeni Türkiye, Irak-Suriye ekseninde netleşmeye başlayan “terör koridoru”/“İsrail-ABD Koridoru”nda da ilk gedikleri açarak bölgesel güç olduğunu ortaya koymuş oldu. Zamanla yeni Türkiye, bölgesel güç olmanın da ötesine geçme niyetini izhar eden adımlar da attı. Söz konusu sürecin belirli bir aşamasında da yeni Türkiye, Irak-Suriye hattında gedikler açmaya devam ederken, konjonktürün de etkisiyle ABD ve Rusya’nın harekatı durdurma taleplerine “evet” durumuyla da karşı karşıya kaldı. Ama, bahse konu koridorun ne anlama geldiğinin bilinciyle hesaplarını yapmaya devam etti. Yarım kalan işini tamamlamak, hatta daha da genişletmek ve derinleştirmek üzere hazırlıklarını yaparak fırsat beklemeye başladı, Türkiye. 7 Ekim sonrasındaki gelişmeler ise yeni Türkiye’yi ciddi handikaplarla karşı karşıya bıraktı. Türkiye, bir taraftan, -tarihsel ve stratejik derinliğinin zorladığı- sistem içi çıkış arayışını devam ettirmek durumuyla karşı karşıyayken diğer taraftan da bir parçası olduğu verili sistemin kıskacındaydı. Her ne kadar “hatalı tanımlamalar” ile Türkiye’den “hatalı beklentiler” söz konusu olsa da reel-politik gerçeklik ortadaydı. Ki bu gerçeklik, “İslam Cumhuriyeti” olarak tanımlanan bir başka bölgesel güç olan İran’ı da sınırlamaktadır…
Son planda, hızlanarak devam eden bölgesel ve küresel değişim sürecinde, yeni küresel ve bölgesel güçlerin, uzak olmayan bir zamanda, büyük bir savaş ve/veya “barış”(!?) ile karşı karşıya oldukları çok açıktır!..
Ukrayna-Rusya Savaşı’nda kritik bir aşamaya gelindiği bilinmektedir. Ukrayna/Avrupa, ciddi bir gerginlik yaşarken Rusya, Çin’in açık desteğiyle daha avantajlı gözükmektedir…
Kafkasya’daki yeni kaos arayışının arkasında Fransa ve ABD’nin olmasının anlaşılabilir boyutları olduğu gibi Macron’un Avrupa güvenliğinin ABD’den bağımsız olması gerektiği çıkışlarıyla bu hamledeki yakınlık bizce çelişmektedir. Afrika’da Türkiye’ye karşı yeni yenilgiler yaşamaya devam eden Fransa’nın Avrupa’nın kendi savunmasını Türkiyesiz kurmasının mümkün olmadığının farkında olduğu da söylenemez…
Çin devlet başkanının Avrupa’daki üç ülkeyi, -Fransa, Sırbistan ve Makedonya’yı- ziyaret etmesinin, küresel ve bölgesel çatışmalar ve stratejik olarak karşı karşıya gelişlerle bağlantılarının da doğru okunması gerekir. ABD’nin Çin’in bu ziyaretlerinden, çok boyutlu olarak, rahatsız olmasının derinliğine analiz edilmesinin de önemi çok açıktır…
Yani bölgesel ve küresel yeni denge arayışının bütün yansımalarının gündemde olduğu bir vasatta, “Medeni Batı”nın tam desteğine sahip Siyonist Terör Örgütü/“devleti”nin katliamları/soykırımı’nın nasıl bitirileceği değildir, asıl sorun. “Sistem içi” çıkış arayışı ile “iki devletli, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin” de değildir, orta ve uzun vadeli beklenti. Kendilerini İslam ile tavsif edenlerin temel sorunlarının farkına vardığı örgütlü, ahiri hesap eden “Sistem dışı” bir çıkış arayışının olmazsa olmazlığıdır…