
İslam’ın Şer’i Kaynakları Hangileridir? Bu Kaynaklar Yeterli Midir?
SORU: Sünnetin İslamın şer’i kaynaklarından olduğunu söylüyoruz bu doğru mu? Ancak bu konu hep tartışılmıştır. Mesela gelenekçiler sözlü hadislerin kaynak kabul edildiğini söylerken, yeniçağdakiler bunu kabul etmiyor. Mesela Hayri Kırbaşoğlu Hoca ”tevatür hadis olmadığını” söylüyor. Ayrıca “sahih hadis “dediklerimizin içinde de Peygamberimizin sözleri olmama ihtimalinin olabileceğini söylüyor. Bununla beraber tek başına Kur’an-ı Kerim‘in de yetmeyeceğini düşündüğümüzde, artık İslam’ı neye göre savunacağımız soru işaretidir. Önce kendi çelişkilerini çözmeden başka dertlere nasıl derman olacaktır? Haksız mıyım? Bunu soracaktım.
CEVAP: Sorunuzun ilgili olduğu kavramlar Din, kaynak, şeriat, sünnet ve Kur’an olarak sıralamak mümkündür. Dilerseniz zihnimizde bu kavramları gerçek tanımlarıyla yeniden düşünüp ait oldukları yerlere koyalım, sonrada sorunumuzun çözümünü bulmaya çalışalım.
Din: En kısa tanımıyla “hayat nizamı, yaşama biçimi” olarak ifade edilebilir. Burada sözünü ettiğimiz İslam olduğuna göre bu yaşam biçimi :“Allah’ın Peygamberlerine vahiy yoluyla gönderdiği ve adına İslam dediği (5/3) bir yaşam biçimidir. Bu din diğer adıyla Allah’ın dinidir. Allah dinini İnsanlar içinden seçtiği elçiler ile insanlara ilan etmiştir. Bu elçilerine:” Kitap nedir iman nedir bilmezken bunu sana biz öğrettik” (26/53 ) buyurmuş, “Bu kitabın sana vahyedileceğini ummuyordun “(28/86 ) ifadesiyle seçilmişliğini bildirmiştir. Bununla birlikte ona memurluğunu hatırlatarak :”Emrolunduğun gibi dosdoğru ol, seninle birlikte iman edenler de dosdoğru olsunlar”(11/112 ) ikazını yapmıştır.
Dini Allah’a has kılma konusunda: ”De ki: “Şüphesiz bana, dini Allah’a has kılarak O’na ibadet etmem emredildi.” (39/11) (Ey Muhammed!) Şüphesiz biz o Kitabı sana hak olarak indirdik. Öyle ise sen de dini Allah’a has kılarak O’na kulluk et. (39/2) gibi onlarca ayette dinin Allah’a ait olduğunu ve peygamber de dâhil tüm insanların bu dinin ilkelerine uymak zorunda olduklarını bildirmiştir. Bu nedenle dinin kaynağı, göndereni, ilkelerini belirleyeni, ikmal edip tamamlayanı ve başta peygamberleri sonra da ümmetlerini ondan sorumlu tutuğunu bilmek ve kabul etmek durumundayız.
Kaynak: Bir şeyin çıktığı yer anlamına gelmektedir. Bu anlamda Dinin kaynağı Peygamber değil Allah’tır. Peygamber (a.s.) da o kaynaktan geleni hiçbir ilave ve eksiltme yapmadan insanlara tebliğ etmekle memur edilmiş kimsedir: Eğer (Peygamber) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, Elbette onu kıskıvrak yakalardık. Sonra onun can damarını koparırdık (onu yaşatmazdık). (69/44-46) Bununla ilgili yeterli izahı az önce vermiş olduğumuzdan burada sadece bu kadar hatırlatma ile yetiniyoruz.
Şeriat: Genel anlamıyla kanun, izlenen yol anlamına gelmektedir. Kanun koyana Şâri, konulan kanuna da şeriat denilmektedir. Bunu Allah Kur’an’ı kerimde şöyle ifade etmektedir: ”Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitabı (Kur’an’ı) gönderdik. Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma.
(Ey ümmetler!) Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şeriatlarda) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri(n gerçek tarafını) O haber verecektir.(5/48) Yine burada Peygamberlere Allah tarafından gönderilenin “şeriat ve yol” olarak tanımladığını görüyoruz.
Sünnet: Kelime anlamı olarak yol anlamına gelmektedir. Bu yol öyle bir yol ki, bir kimsenin bir ömür gide gele ahlâk edindiği asla ondan başka bir yol tutmadan, başka yollar edinmeden sürekli izlediği bir yol demektir.
Istılahi anlamda sünnet, Peygamberimizin fiil, söz ve sukutlarından meydana gelen tüm davranışlarıyla takip edip ortaya koyduğu yol anlamında kullanılmıştır. Esas itibariyle sünnet, Peygamberimizin Kur’an’ı ahlak edinerek yaşayıp ortaya koyduğu yaşam şeklidir. Onun hiç vazgeçmeden takip ettiği yol Kur’an’dır. Bu nedenle sünnetin kendisi bir kaynak değil, bizatihi kaynaktan anlaşılanın bir elçinin eliyle ve diliyle hayata aktarılmasıdır. Peygamber (as.)’ın Kusursuz örnek gösterilmesi “üsvetül- hasene” olması Kur’anı Ahlak edinmiş olmasındandır. Onun vefatından hemen sonra Hz. Aişe validemize bazı insanların gelip O’nun ahlakını sormaları üzerine:
“Siz Kur’an okumuyor musunuz? Peygamberin ahlakı Kur’andır.” cevabını vermiştir. Peygamberimizin yol edindiği şey sadece Kur’an idi. bunun için insanlığı kendine değil Allah’a ve onun kitabına çağırıyordu. Onlara: Bana Müslümanların ilki olmam emredildi”(39/12,6/14, 163)
Ey Muhammed! Şüphesiz sen dosdoğru bir yoldasın sana vahyolunan Kur’ana sımsıkı sarıl. Bu Kur’an sana ve kavmine bir öğüttür hepiniz ondan hesaba çekileceksiniz” (43/43,44) ayetlerini de okuyordu.
Kur’an’ı konuşan bir peygamber, peygambere muhatap olan Sahabe iken her hangi bir sorun yok. Ancak sahabeden başlayan rivayet zinciri tüm iyi niyetlere ve halisane düşüncelere rağmen, insanların muallel olduğu zaaflar, anlayış farklılıkları, zamanın oluşturduğu erozyon gibi nedenlerle bu rivayetler ile ilk kaynak olan Kur’an arasında farklılaşmalar ortaya çıkmıştır. Bunların hal çaresi rivayetleri asli kaynağa Kur’an’a götürerek, onun onay verdiğini alıp vermediğini de bırakarak, Kur’an eleğinin üstünde kalanları almakla işe başlamalıyız. Böylece rivayetlerin paydaları Kur’an ile eşitlenmiş olacağından iki başlılık ve çift seslilik ortadan kalkacaktır..
Bu gün rivayet zincirindeki insanlara bakarak yahut altındaki “sahih, hasen, zayıf, mürsel, mevzu veya mütevatir ifadelerine dayanarak bir yere gelmemiz bu güne kadar mümkün olmadığı gibi bu günden sonra da mümkün değildir. Bunların metin kısmında verilen mesajın Kur’anın ortaya koyduğu ana ilkelere uygun olup olmadığına bakılması gerekir. Başka türlü doğru bir çözüme varmak mümkün gözükmemektedir.
Çelişki konusuna gelince, ne Kur’an’ın kendi içinde ne de Kur’an ile peygamberimizin söz sukut ve davranışlarında asla bir çelişkinin olması mümkün olamaz. Gerekçelerini yukarıda anlatmaya çalıştık. Var olan çelişkilerin sebeplerini de Peygamberimizden değil onu nakledenlerden kaynaklandığını söylemiş idik. Kitaplarda var olan çelişkilerin hal çaresini de Kur’an’a götürerek halletmenin mümkün olacağına inanıyoruz.
Bugün böyle bir konu açıldığında insanların “dindarlıkları !” hortluyor ve cin atına binerek cebelleşmeye başlıyorlar. Ravi ve Muhaddislerin titizliğinden, takvasından vs. söz ederek “nasıl böyle bir şey yapılabilire” kadar getiriyorlar. Bu yıllarca yapılmış ama İslam dünyası bu adam kayırıcılıktan, mezhep taassubundan, aklıselim ile hareket etmediğinden çözüme gidememiştir. “Sen yoluna ben yoluma” anlayışı ile bu güne kadar gelinmiştir.
İnsanların Kur’ana dönmesi niçin bu kadar zor geliyor diye düşündüğümüzde ise, karşımıza atalarından intikal eden bir din ve gelenekle karışmış köhne bir anlayışın çıktığını görüyoruz. Bizler ataların dininden değil Allah’ın dininden olmanın peşinde olmalıyız. Allah’ın rızasından başka kaygımız da olmamalı, İnsanların levminden değil Allah’tan korkmalıyız. Allah Müminleri tanımlarken:
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir. “(5/54)
İşte bu gün Allah’ın bu lütfuna layık olan bir nesle ihtiyacımız vardır. İslamı din, Kur’anı ölçü, Allah’ın rızasını hedef edinen, kınayanların kınamasına bakmadan hedefine yürüyecek bir nesil. Kur’anı anladığı dilden okuyan, anlayan ve ahlak haline getiren bir nesil. Elinde, dilinde, gönlünde, işinde ve aşında, hasılı varoluşunda Kur’an olan bir nesil… Tüm insanlığın muhtaç olduğu bir nesil işte böyle bir nesildir. Bu insanların, geçmişin kültürüyle kirlenmiş Din anlayışından Kur’an ile arınıp, bu anlayışa evet dedikleri gün, ortaya böyle bir nesil çıkartacaklarına inanıyoruz.
Kur’anın yeterliliği konusuna gelince, Allah’ın Kur’anla gönderdiği Din, kıyamete kadar insanlığın ihtiyacı olan doğru yolu göstermeye yeterlidir. Yeter ki, insanlar onu seçsin ve ondan çareler istesin. O çareler üretmede asla aciz değildir. O, bu konuda muciz, bunu görmeyen insanlık ise acizdir.
“İşte böylece Biz; sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz; onu, kullarımızdan dilediğimizi hidayete eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir yolu göstermektesin.
(O yol) göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın yoludur. Dikkat edin, bütün işler sonunda Allah’a döner.” (42/52-53)
Bütün gayretimiz, işlerimiz Allah’a dönmeden onları düzeltebilmek için olmalıdır diyor, hepimizi Allah’a emanet ediyoruz