GenelYazarlardanYazılar

Kur’an’a Göre Şefaat

Kur’ân-ı Kerîm’de tek anlamındaki “vetr”in karşıtı olarak kullanılan şefâat kavramı, yardımsız olan kişiye destek olup onu yalnızlıktan kurtarmak, çift yapmak anlamına gelir. Dinî bir terim olarak ise; günahkâr bir müminin affedilmesi veya yüksek derecelere ulaşması için, Allah nezdinde mertebesi yüksek olan birinin O’na dua etmesi, dilekte bulunması ve daha çok bu yüksek mertebeli kulların, âhirette günahkârların bağışlanması yönünde vuku bulacak aracılık ve dilekleri demektir. Kısaca şefaat, aracı olmak, yardım etmek ve öncülük etmek, iltimas, adam kayırmaca, torpil anlamlarına gelir. Bu anlamıyla dünya hayatının her sahnesinde şefaat vardır. Bizden olanı kayırmamız şefaattir, günümüzde herhangi bir şefaatçiniz yoksa işe zor girersiniz, şefaatçileriniz sayesinde mahkemelerden beraat edersiniz, şefaatçileriniz sayesinde makam ve mevki sahibi olursunuz.

Dünya hayatında şefaatçilerle iş görülür. Ancak kalbini, yaptıklarını ve yapmadıklarını bilen Allah’ın huzurunda bir insanın bir diğerine arka çıkılabileceğini düşünmek Ona saygısızlıktır. Nitekim Kıyamet günü, kimse kimsenin yerine ceza çekmeyeceği, kimseden şefaat kabul edilmeyeceği, fidye alınmayacağı ve kimseye yardım edilmeyeceği (Bakara 2/48) acık ve net olarak ifade edilmiştir.

“Onlar Allah’ın dışında şefaatçiler mi ediniyorlar. De ki, onlar hiçbir şeye sahip olmasalar ve akılları bir şeye ermese bile böyle mi yapıyorsunuz?” (Zümer: 39/43). Âyetin muhatabı elbette müşriklerdir, ama müşrikler ve her çeşidiyle kâfirler için söylenenler müminler için de bir hatırlatma ve bir derstir. Yani bakın, bu vasıflar onların vasıflarıdır, siz de sakın böyle olmayın denmiş olmaktadır. Ayrıca burada “şefaatçiler”in cansız putlar kalıbıyla değil de, insanlar kalıbıyla verilmiş olması düşündürücüdür. Yani belli kişilerin de şefaatçi olarak düşünülüp onlara güvenilmesi de ayetin kapsamına girer. Şefaatin var olduğu gerçeği ayrı bir şeydir, birilerini şefaatçi bilme ve onlara güvenme ayrı bir şeydir. Bu âyetin işaret ettiği gerçek, Ahirette birilerinin şefaatine güvenmenin insanı şirke götürebileceğidir. Çünkü oradaki şefaat tamamen Allah’a aittir ve Onunla ilgili bir şeydir. (Zümer: 39/44).

Kur’an’da şefaat; bu dünyadaki şefaatçilerin şefaatlerinin ahirette hiç bir faydasının olmayacağını bildirmek için anlatılır. Zira müşrik Araplar bu dünyada sahip oldukları mal, servet, iktidar, güç, evlat, kabile ve iktidarlarının ahrette de kendilerine şefaat edeceğine inanıyorlardı. Kur’an bunlara cevap olsun diye şefaatin bütünüyle Allah a ait olduğunu o gün şefaatini umdukları tüm değerlerin kendilerine bir şefaat gösteremeyeceğini onlara hatırlatıyor ve bu inançlarını olumsuzluyor. Boşuna bunlara güvenmeyin, bunların size bir faydası olmayacak diyor.

Din, insanların kurtuluş yolu iken, bid’atlarla, dua ve ibadetlerde aracılarla, Allah’ın yanında bazı insanlara da tasarruf yetkisi tanıyarak şirk bataklığına dönüştürülmüştür. Bu dönüşümün pratiği; kendilerine herkesten daha yakın, daha şefkatli, daha merhametli, daha bağışlayıcı, daha çok bilen gören ve işiten, her şeye gücü yeten Allah’ı gereği gibi tanımayan kişilerin tasavvurları, Allah’la beraber başkalarına da dua ederek tevessül yapmaları ve şefaat ümidine kapılmalarıdır. Allah’ın öğretilerine uyacağı yerde kişilerin hevesini tanrılaştırması (25/Furkan: 43) olayı budur!

Şirk Dini’nin temel karakteristiği olan Şefaat İnancı şu paradigma üzerine kurulmuştur: Kainat Muhammed aşkına yaratılmıştır. O Allah’ın habibi/sevgilisidir. O, sevgilisinin isteğini, nazını, duasını geri çevirmez! Bu nedenle Onun şefaati haktır.

Bilindiği gibi Şirk Dini bütünüyle şefaat mantığına dayanır ve müşrikler Allah’a yakın olmak, onun rızasına nail olmak gibi sebeplerle bazı varlıkları aracı olarak kabul etmektedirler. Cahiliye Araplarının Allah’ı inkâr etmediklerini ve putlarını Allah’a denk tutmadıklarını biliyoruz. Onlar putlara tapınmalarını bizi Allah’a yakınlaştırıyorlar ve Allah ile aramızda şefaatçilerimizdir diye izah ediyorlardı. Kendilerini süfli ve değersiz, putlarını yüce ve Allah katında itibarlı varlıklar olarak düşündükleri için, Onları Allah ile iletişimde aracı olarak görüyor ve putlarının Allah katında onları kayıracaklarına inanıyorlardı. (10/Yunus: 18) Bu nedenle “Mekke müşriklerinin Allah inancındaki çarpıklık “şirk”, Ahiret anlayışındaki çarpıklık da “şefaat” biçiminde tezahür etmiştir.”

Şefaat kelimesinin değişik türevleriyle kullanıldığı ayetlerin genel olarak üç özelliğinden bahsetmek mümkündür. Buna göre:

1- Şefaat tamamen uhrevî bir meseledir ve konu Kur’an’da ahiret bağlamında ele alınmıştır.

2- Kur’an’da şefaatten, müşriklerin bir inancı, beklentisi ve öte dünyaya ait tasavvurları olarak bahsedilmektedir.

3- Sadece Bakara suresinin 254. ayetinde müminler muhatap alınarak, şefaat müessesesine güvenmemeleri hususunda uyarılmaları söz konusudur.

Şefaat konusunun omurgasını oluşturan ayet; “De ki: Allah katında hiçbir güçleri ve yetkileri olmayan varlıkları mı şefaatçi ediniyorsunuz. Hayır, şefaat etme yetkisi tamamıyla ve sadece Allah’a aittir” (39/Zümer: 44) ayetidir. Şefaat söz konusu olduğunda bu ayet başa yazılmalı ve ilgili tüm ayetler bu ayetin ışığında okunmalıdır. Bu ayet açık ve net olarak şefaati yalnızca Allah’a tahsis etmektedir. Ayette şefaatin tümüyle Allah’a ait olduğu bildirmekle “Allah’tan başka şefaat edecek kimsenin olmadığı da sarahatle ifade etmektedir. Bu bağlamda Kıyamet Günü hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz. (2/Bakara: 48). “Hakkında azap sözü kesinleşmiş kimseye ne demeli! Ateşte olanı artık sen mi kurtaracaksın?” (39/Zümer: 19) ayeti inanılanın aksine Hz. Peygamberin kimseyi ateşten kurtaramayacağını açıkça ifade etmektedir.

Şefaatin dünya hayatında, güzel bir işe öncülük etmek anlamına geldiğini bildiren Nisa Suresinin 85. ayeti dışında, bu terim Kur’an’ın hiçbir ayetinde olumlu anlamda kullanılmamıştır. İçinde “Şefaat Kavramı” geçen 25 ayetin belagat çatısı “olumsuzlama” üzerine kuruludur. Kur’an şefaatten, şefaati ispat için söz etmez. Kâfirlerin şefaat beklentisini boşa çıkarmak için söz eder! Yoksa Hz Peygamberin ve ya Evliya Panteonunun şefaatini onamak için değil! Sanki muhatapları inkâr ediyormuş da, Kur’an onları şefaate inanmaya çağırıyor değildir. Durum tam aksinedir. İlk muhatapların Allah’ın astları olarak başkalarına kulluk etme gerekçeleri, onların kendilerine şefaat edeceğine dair inançlarıdır. Bu hakikat; Allah’tan başkalarını sığınılacak otorite edinenler, “biz bunlara sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz.” (39/Zümer: 3) şeklinde ifade edilir. Kur’an şefaat konusundaki ayetleri olumsuz çatı üzerine kurarken, muhataplarının bu sapık inançlarını hedef alır. Bu nedenle Şefaatten bahseden 25 ayetin 22’si Mekke’de inmiştir. Bu realite Mekkelilerin şefaat inancının tamamıyla yok edilip yerine Tevhid inancının yerleştirilmesinin hedef alındığını gösterir.

Peki, Hz Peygamberlerin şefaati yok mu? Elbette var tüm peygamberler şefaatçilerdir. Onun için Kur’an “Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik” der. (Enbiya: 107). Hz Peygamberin şefaati vahiydir. Zira vahiy bir şefaattir, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, onlara bilmediğini öğretir, insanları dalaletten ve şaşırmışlıktan kurtarır, cennetin yolunu gösterir, onları hidayete ulaştırır. Allah’ın dosdoğru yoluna iletir. Bundan daha güzel şefaat mi olur? İnsanı her iki cihanda da mutlu ve bahtiyar eder. Ayetlerde anlatılan şefaat budur.

Şefaat inancının doğrudan Allah’ın ulûhiyeti ile alakası vardır. Şefaat İnancı Allah’ın ulûhiyetine, hükümranlığına ve otoritesine müdahaledir, Allah’tan rol çalmadır. O yegâne İlah, otorite olduğu gibi, yegâne Rab’tır. İlah, kimse şefaat da ona yakışır. Mülk kimin ise, şefaat hakkı da O’nundur. (39/Zümer: 44). Şefaat ayetlerinin hemen hemen tamamında mülk ile şefaat arasında doğrudan bir bağ kurulmuştur. Herhangi bir Peygamberin, Meleğin veya Evliyanın şefaat edebilmesi ancak İlah olması, mülkün sahibi olmasıyla mümkündür. Bu ise muhaldir/ imkânsızdır.

Şefaat konusunun izne bağlı istisna ifadeleri ile dile getirildiği ayetlerin sayısı yedidir. Bu ayetlerden beşi şefaat edeceklerle, ikisi de şefaat edilecek olanlarla ilgilidir. Ancak bu ayetlerin muhatabı mü’minler değil, Allah’ın yanı sıra başka İlah edinen müşriklerdir. Bu ayetlerde bilhassa şefaati ve şefaatleri izne bağlı varlıkların, müşriklerin İlah edindikleri varlıklar olduğuna dikkat çekilmektedir. Dolayısıyla bir kez daha ifade etmek gerekirse şefaat konusu mü’minlerle ilgili bir konu değildir. Müşriklerle ilgili bir konudur. Konu bu bağlamda ele alınır. Elbette bu ayetlerin mü’minlere hitap etmediğini söylemiyoruz, ilgili ayetlerin, mü’minlere şefaat edileceğini değil, müşriklerin Kur’ân öncesi inandıkları ve bekledikleri şefaatin asla olmayacağını söylüyoruz. Bu inancın Müşriklere ait bir inanç olduğunu söylüyoruz. Diğer bir ifadeyle ayetlerde izin verilenlerin şefaatinden değil; size kim izin verdi de siz şefaat ediyorsunuz, bunu nereden çıkarttınız, yok böyle bir şey, Allah’a rağmen şefaat beklentiniz asılsız, hiç böyle şeyler beklemeyin denilmektedir.

Burada altı çizilmesi gereken bir başka husus ise şudur: İzne bağlı istisna ayetlerinde şefaatçiler meleklerdir. Elbette kendilerinden şefaat beklenen belki daha başka varlıklar da vardır. Ancak ilgili ayetlerde bunlardan söz edilmemiştir. Müşrikler meleklerin kendilerine şefaat edeceklerine inanıyorlardı. Ayetler, onların böyle bir yetki ve etkilerinin olmadığını ve bu inançlarının boş bir inanç olduğuna vurgu yapmaktadır. Diğer taraftan Kur’ân, şefaat izninin kime verileceğini de bildirmemiş ve Meleklerin şefaatine bel bağlayan müşrikleri,

Peygamberlerinin ve Din Adamlarının şefaatine bel bağlayan Kitap ehlini kınamıştır. Hal böyle iken Hz. Peygamber nasıl olur da günahkârları Allah’ın elinden kurtaracağını söyler! Kaldı ki, insanların şefaatinden Kur’an’da hiç söz edilmemiştir. Melekler dahi Allah’ın memnun olmadığı kimseye şefaat edemeyeceğine göre insanlar hiç edemezler.

Kur’ân’da şefaatin söz edildiği tüm ayetlerde müşrik ve zalimlerin konu edildiğini görmekteyiz. Onların yanlış Ahiret tasavvurlarının konu edildiği yerlerde, şefaat konusuna temas edilir ve farklı üsluplarla bu tasavvur reddedilir.

Hasan Hanefî’nin isabetle belirttiği gibi, şefaat düşüncesi reddedilip yetkinin bütünüyle Allah’a ait olduğu vurgusundan sonra, kendi rızası ve iznine bağlı bir şefaatten bahsedilmesi, gerçekte istihzâî bir tarzda bu tür düşüncelerin topyekûn reddedilmesine dair Kur’ânî bir üslubtur. Çünkü şefaat anlayışı, reddedilmesi gereken o kadar açık bir husustur ki, ayrıca yeni bir delille reddedilmesine gerek yoktur.

Bakara Suresi 255. ayet başta olmak üzere diğer bazı ayetlerdeki istisna ifadelerini şefaate kapı aralayacak şekilde yorumlamak Kur’an’ın bütünlüğüne ve mesajına aykırıdır. Şefaat anlayışının şirkin temel karakteristiği olduğu akıldan çıkartılmamalı ve unutulmamalıdır. Bu ayetteki Allah katında belli bir söz almış olanların Ahiret Gününde kendilerini kurtaracakları ifade edilmektedir. Bahse konu edilen kişilerin ise; “Allah Dostları” (Yunus 62), “Allah’a inanmış ve O’na karşı gelmekten sakınmışlar.” (Yunus: 63) “iyilik yapanlar ve Kıyamet Günü korkudan güvende olacak (27/Neml: 89) kimseler olduğudur.

Ayette geçen “illâ bi iznihî” ifadesini “Ancak Allah’ın izin verdikleri şefaat edecektir” şeklinde değil, “Allah şefaat izni vermemişken nasıl şefaat umarsınız?” şeklinde anlamak gerekir. Bu bir olumsuzlama ifadesidir. Çünkü Allah’ın izin verdiği kimse yoktur.

İstisna ayetlerinde anahtar kavramın “izin” olduğu anlaşılmaktadır. İzin; kullanıldığı alanla ilgili olarak, Allah’ın o şeyle ilgili kendisi için belirlediği yolu, yöntemi, ilkeyi, o şeyi kendisi yapan yasayı ifade etmektedir. Ancak yasa anlamına gelen başka terimlerin yerine izin kelimesinin kullanılmış olması, her an Allah’ın denetimi ve gözetimi altında olan, varlığını ve sürekliliğini da¬ima O’na borçlu olduğuna işaret etmek içindir. Her du¬rumda Allah’ın izni geçerlidir. Bu izin hangi konuda olursa, o konuda Allah’ın koyduğu yasaları geçerlidir.

Kur’an da “Şefaat” kavramının geçtiği ayet sayısı 25’tir.* Bunlardan 23 tanesinin çatısı “olumsuzlama” (nefy) üzerine kuruludur. Diğer 2 ayetten biri müşriklerin ağzından nakil (10/Yunus: 18), diğeri de şefaati tamamıyla Allah’a hasreden şu ayettir: “De ki: Şefaat (izin verme) yetkisi tamamıyla ve sadece Allah’a aittir. Gökler ve yerin mutlak otoritesi (de) O’na aittir: sonunda sadece O’na döndürüleceksiniz. (Zümer 39/44). Tüm şefaat ayetleri bu ayet ışığında anlaşılmalıdır. Bu ayet açık ve net olarak şefaati yalnızca Allah’a tahsis etmektedir. Bu durumda “illa” istisna edatıyla gelen ve “ancak onun izin verdikleri müstesna” gibi bir karşılığı olan ibâreler bu ayetle çelişmeyecek bir biçimde anlaşılmalıdır. Buna rağmen maalesef şefaati İslam’a dâhil etmeye çalışanlar, ayetleri Kur’an bütünlüğünden, bağlamından koparmışlar ve makaslamışlardır. Hâlbuki daha önce de ifade ettiğimiz gibi ayetler, müşriklerin şefaat beklentilerini reddetme sadedinde nazil olmuştur.

“Zümer suresinin 44. Ayeti bağlamında şefaatin tümü Allah’a aitse Allah’ın kitabında da kesinlikle çelişki olmadığına göre izin verilenlerle ilgili ayetleri nasıl anlamamız gerekir?

Konuyu izah için bir örnek verelim. Günümüzdeki mevcut yasalara göre zaman zaman af (şefaat) izni çıkmaktadır. Siyasi otorite mecliste bu konuyu tartışarak kimlerin bu af izninden yararlanabileceğini belirler. Bu af yasasından yaralanabilecekler için izin ne anlama gelir? “Sana af izni çıktı, hadi git bu izinle istediğin kişileri hapisten çıkar anlamına mı, yoksa sen bu izinden yararlanıp hapisten kurtuldun anlamına mı gelir?” Elbette ki ikinci anlama gelir. Eğer aksi olsaydı bu adaletsizlik olurdu. Hesap gününde Allah’tan başkasına şefaat yetkisinin verildiğini kabul edecek olursak, bir insan peygamber de olsa milyarlarca insanın dünya hayatında insanların ne kadar iyilik ne kadar kötülük yaptığını neye göre ve nasıl bilecektir. Böyle bir güç Allahtan başka kimde olabilir?

Şefaatin varlığına delil getirilen sekiz istisna ayetinin üçü (19/87, 20/109, 34/23) şefaatçiden değil, şefaat edileceklerden bahsetmektedir. İkisi (2/255, 10/3) kevni şefaati (yaratmada Allah’a ortaklığı) reddetmektedir. İki tanesi (21/28, 53/26) meleklerin dünyada şefaatini (yardımını) açıklamaktadır. Bir tanesi de (43/86) kitaba uyarak hayatıyla hakka şahitlik edenlerin şefaate kavuşacağını anlamaktadır. Yani bir cihetle 43/86 da şefaatçiden değil, şefaat edileceklerden bahsetmektedir.”

Allah’ın iradesine rağmen müşriklerin bazı varlıkları şefaatçi kabul edip O’na ortak koşma ve onlardan şefaat beklentisi olanlara Kur’an şöyle cevap vermektedir. “Ey Elçimiz Muhammed! Allah nezdinde bazı varlıkları şefaatçi kabul edip onlardan medet uman müşriklere deki: “Allah kâinatta bulanan her şeyin hâkimidir. Her şeyi yaratan O’dur. Sizin şefaatçi olduğunu sandığınız varlıklar hiçbir güç ve kudrete sahip değildir. Allah’ın herhangi bir yardımcıya da ihtiyacı yoktur. Ahiret gününde sizlere şefaat etsinler diye kendilerine tazimde bulunduğunuz melekler ve diğer varlıklar kesinlikle böyle bir güce sahip değildir. Nihayet hesap günü geldiğinde şefaatçi sandığınız melekler dâhil herkes dehşet içinde kendilerinden geçeceklerdir. Konuşma izni verilen melekler de peygamberlerin hakikati anlattıklarını ikrar etmekten başka bir şey söylemeyeceklerdir. Zaten Allah’ın huzurunda hiç kimsenin gücü ve yetkisi söz konusu değildir. Bütün kudret ve yetki O’nundur. (Sebe: 22-23)10

Şefaat beklentisi, şefaatçi bir Peygamber dahi olsa, onu Allah’a ortak yapmak; Allah’ın otoritesine, affetme yetkisine yeni ortaklar ihdas etmek anlamına gelecektir. Bir varlıktan şefaat beklemek Allah’a güvenmemek, Ondan başkasına dua etmek ve tapınmak demektir. Dua ederken doğrudan ve aracısız Allah’tan istemek yerine “Peygamber hakkı için” veya “filanca velî hakkı için” ifadesinin kullanılması bir nevi şirktir. Oysa Kur’an tam da bu şirk akidesini reddetmek, İlahlığı yalnızca Allah’a tahsis etmek için inzal edilmiştir. Sadece Fatiha suresi bile Şirk Dini’nin omurgasını oluşturan şefaat inancına geçit vermemek için yeterlidir. Bu surede Allah’ın Ceza Günü’nün yegâne sahibi olduğu açıkça bildirilmekte; ibadeti yalnızca Allah’a yapmamız ve yardımı da sadece Allah’tan beklememiz gerektiği açıkça ifade edilmektedir. Ahirette insanların şefaat sayesinde kurtulacağına inanmak, aslında bilerek veya bilmeyerek Allah’ın adaletinden kuşku duymak anlamına gelir. Oysa Allah’ın adaleti mutlaktır ve O hiç kimseye haksızlık yapmaz. Bu bağlamda merhum Şeriatî; “Kerbela’da imam Hüseyin kendini feda etikti ki Kıyamet Günü dedesinin ümmetine şefaat edebilsin” diyen babasına; “babacığım bu tıpkı Hıristiyanların Hz İsa hakkındaki sözleri gibi oldu” diye cevap verir.

“Ey Kureyş topluluğu! Kendinizi kurtarmaya bakın; Allah’ın yanında size bir faydam olmaz. Ey Abdumenaf oğulları! Allah’ın yanında size faydam olmaz. (Amcam) Abdulmuttalib oğlu Abbâs! Allah’ın yanında sana faydam olmaz. (Halam) Safiyye! Allah’ın yanında sana faydam olmaz. Ey kızım Fatma! Benim malımdan dilediğini iste. Ama Allah’ın yanında sana faydam olmaz.” (Buhârî, Vesâyâ, 11) uyarısına rağmen, bir Müslüman nasıl olur da “Şefaat ya Resulellah” diyebilir. Resulullah’a “Ey Allah’ın Resulü beni yalnız bırakma; benim işimi gör” demenin Türkçesi; Allah’tan kaçıp Peygambere sığınmak, Onun Allah’tan daha merhametli olduğuna ve onu Allah’tan kurtarmaya gücünün yettiğine inanmaktır. Bu inanç Peygamberi Tanrılaştırmaktır. Hâlbuki Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Darda kalmış kişi yardım istediği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hâkimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir Tanrı mı var? Bilginizi ne kadar az kullanıyorsunuz” (Neml 27/62).

Hıristiyanlıktaki İsa’nın Kıyamet Günü Tanrı’nın yanı başına kurulup insanları hesaba çekmesi/yargılaması inancı, bize günahkâr müminlerin Hz. Muhammed’in şefaati ile kurtuluşu olarak yansımıştır. Yani insanları bizzat Hz. Muhammed yargılamayacaksa da, Allah’ın yargılamasına müdahale edecek, Allah’ım falanca kulunu Cehenneme gönderme! Ben senin Habibinim! Sevgilinim! Benim hatırıma, benim hürmetime affediver diyecektir. Kâinatı hürmetine yaratığı Allah, en büyük duasını Kıyamet Gününe saklayan “habibinin” hatırını kıracak değil ya!

Peygamberimizin günahkârlara destek olup hatırını kullanarak günahkârların kurtuluşunu sağlaması yani torpil yapması, “Sen ateştekini kurtarabilir misin?” (Zümer: 19) ayetine taban tabana terstir. Böyle düşünenler bilmelidirler ki Peygamberimizin şefaatine nail olan değil, “Rabbim, halkım Kur’ân’ı terk etti/ihmal etti/ciddiye almadı” (25/Furkân; 30) diye şikâyet ettiği zümreye dâhil olacaklardır.

Kur’an, kişilere tapınmak olan paganizme asla izin vermez. O, sadece Allah’ın sonsuz kudretinden değil, sonsuz merhametinden de söz eder. Hıristiyanlıkta ki kurtuluş nazariyesinin benzeri şefaati reddeder. Ne var ki Sünnilik şefaat nazariyesini kabul etti; sûfiler de bir talana koyularak önlerine gelen her veliye bu imtiyazı etiketlediler. Bugün dini cemaat ve tarikatlardaki mevcut ‘torpilcilik’ geleneğinin teolojik temeli asırlardır süregelen bu şefaat anlayışıdır.

Şefaatini Allah’ın nezdinde kabul ettirecek nüfuz ve kudrette bir kimse yoktur. “Ahirette hiç kimseye hiç kimsenin şefaat etmesi mümkün olmayacak; buna gerek de kalmayacaktır. Çünkü hayatımız olduğu gibi ölümümüz de âlemlerin Rabbi Allaha aittir.” (6/En’am, 162). Allah’a aidiz ve yine O’na döneceğiz. (2/Bakara, 156). Müminler, Allah’ın merhametinden, mağfiretinden, adaletinden kuşku duymazlar. Hiç kimse Allah ile kulu arasına girmeye kalkışarak haddi aşmasın. Allah merhametiyle affeder, kimsenin şefaat ve himmetiyle değil. Torpil illet ve zilletini, şefaat etiketi yapıştırarak Ahirete de taşımaya kalkışmayın; bunun bir geçerliliği yoktur.

Şefaatçi diye adlandırdıkları sanal ilahlardan medet umanlar şu sorulara cevap vermelidirler:

1- Allah’ın vereceği cezaya ya da mükâfata engel olabilecek, Allah’tan daha güçlü bir kul var mı? Bunu kabul etmek şirk olmuyor mu? (Duhan 44/40-42).

2- Affetme konusunda Hz. Muhammed ya da bir başkası Allah’a ortak olabilir mi? Din Gününün maliki Allah ise neden bir başkasından bir şeyler bekleyelim? (İnfitar 82/17-18).

3- “Şefaat Allah’ın izni ile olacak” demek , “Allah izin vermezse olmayacak” demektir, öyleyse şefaat O’nun kontrolünde gerçekleşecekse ve son sözü yine O söyleyecekse başkalarından medet ummak “Tevhid İnancı” ile nasıl bağdaşacak? (Taha 20/108-111).

4- Allah’ın rahmeti ve ikramı kullarına yeterli değil mi, yeterliyse neden başkalarına ihtiyaç duyuluyor? Yoksa Allah ile aramıza güven problemi mi var? (Zümer 39/35-38).

5- Allah kullarına karşı haksızlık ya da zulmüm mü yapacak, Allah zaten adil ve merhametli değil mi neden bir başkası devreye girip bir şeyler yapsın ki? (Nisa 4/40).

6- Şefaat eden kişi bizi kimin elinden kurtaracak? Nasıl kurtaracak? Kurtarıcıyı kim kurtaracak? Nasıl olsa birileri bizi kurtaracaksa öyleyse Allah’a ibadet etmenin, ahlaklı olmanın ne gereği var? (Ahkaf 46/9, Cin 72/20-23).

7- Peygamberlerin ya da Salih kimselerin birilerini kurtarma görevi ya da gücü var mı? Şefaat edeceklerin kendilerinin kurtulduğunun delili nedir? (Bakara 2/119, A’raf 7/188).

8- Peygamberler dahi hesap verirken nasıl olurda birilerinin bizi kurtaracağını iddia edebiliriz, peygamberlerde olmayan güven bize kimden gelecek? (A’raf 7/6, En’am 6/14-18).

9- Kur’an’ın ahiret ile ilgili ayetlerini birilerinin anlattığı evliya masallarına ya da Kur’an’a uygun olup olmadığı sorgulanmayan rivayet edebiyatına nasıl feda edeceğiz, kesin olan ayetler kesin olmayan rivayetler için terk edilir mi?

10- Allah neden bir kulunun af edilip edilmemesini birilerine havale etsin zaten kendisi kulları hakkında en detaylı bilgiye sahip değil mi? Bizi kurtaracak olan, bizi nerden tanıyor hakkımızda ne biliyor onun bilip de Allah’ın bilmediği ne var? (Bakara 2/ 255, Yunus 10/18).

11- “Yetiş Ya Muhammed” diyen Müslümanın “Yetiş Ya İsa, İsa seni korusun” diyen Hristiyan’dan ne farkı kalır? Hıristiyanların kendi peygamberleri için söylediğini, biz kendi peygamberimiz için söylersek onların durumuna düşüp onların gittiği yere gitmez miyiz?

12- Allah ile aramıza bir başkasını koymak onlardan medet ummak, onlara yalvarmak Allah’ı dışlamak olmuyor mu Mekkeli müşriklerin yaptığı da bu değil miydi?

Müminlerin Fatiha suresi üzerinde özellikle durup düşünmeleri ve iyicene anlamaları gereken konular vardır Bunlardan bir tanesi “din gününün sahibi” ayetidir. Buradan hareketle ahirette şefaatin olacağını iddia edenlerin şu sorulara da cevap vermeleri gerekir.

1- Allah’ın böyle bir ayeti var mı?

2- Allah kimlere şefaat yetkisi verdiğini belirtmiş mi?

3- Böyle bir yetki Allah’tan başkalarına yalvarma kapısını açmaz mı?

4- Din gününün sahibi kimdir?

5- Allah niçin kendisi affetmiyor da birilerinin affetmesine ihtiyaç duyuyor?

6- Mekkeli müşriklerin, Yahudilerin ve Hıristiyanların iddiaları şefaate benzemiyor mu?

7-Allah evvelkilerin inancına yanlış derken, Müslümanların benzer anlayışlarına izin verecek mi?

8- Bu anlayış; “Onlar için ister af dile, ister dileme, Onlar için yetmiş defa af dilesen, yine Allah onları affetmez. Böyledir, çünkü onlar Allah’ı ve Elçisini tanımadılar; Allah, yoldan çıkan kavmi yola iletmez.” (Tevbe, 80) gerçeği ile çelişmez mi?

9- Bu inanış kişiyi şirke götürmez mi?

Aslında şefaat öğretisine inananlar, Ali Şeriati’in ifade ettiği gibi şöyle demek istiyorlar: Allah’ın kâinat için koyduğu sünnetine, İslam’ın dünya ve ahiret için vazettiği kanunlara uygun hareket edip bir insanın kurtuluşu hak etmesi mümkün değildir. İnsan ne kadar salih amel işlerse işlesin suçlu ve mahkûmdur. Ancak Allah’a yakın ve nüfuz sahibi bir şahsiyete tevessül ederek, ağlayarak, sızlayarak, dua ederek, adak adayarak, yemek yedirerek ve Allah’ın aziz kullarından birinin türbesini ziyaret edip ona yakarışta bulunarak onun teveccühüne mazhar olunulabilir! Böylece o yüce zat Allah’a diyecek ki; Sünnetullah’ı bir defalığına bu kulun için geçersiz say, kendi hükmünü bunun hakkında icra etme. Bu kulunun yapmadığı amallerini ecriyle mükâfatlandır.

Yine Şeriati’ye göre şefaat; Allah’ın hak ve adalet terazisinde, imtihanda kopya çekmek değildir, kayırmaca değildir, kavim ve akrabaya torpil yapma yeri değildir, cemaatçilik etme değildir, amel defterine müdahale etme yeri değildir, elinden tutup gizli kapı ve duvarlardan taraftarları cennete sokma yeri değildir. İslam’da şefaat “kurtulmaya layık hale gelme” olayıdır, hak etmeden kurtuluşa erme değil.

Bana dediler ki; “cennetin cehennemlikleri” olan yağmacı hükümdarlar, faizci hacılar, katil yöneticiler, yabancı ve sömürgeci uşakları, sömürücü kapitalistler, bıçakçılar, cepçiler, kapkaççılar, oğlancılar, düzenbazlar, iftiracılar, fuhuş yapan erkek ve kadınlar, her çeşit insan, şehitlerin arasına, özgürlük, halk, hak ve adalet fedaileri ve hak perestlerin, Ali taraftarlarının, Kerbela şehitlerinin arasına Allah’ın adaleti ile değil, Hüseyin’in şefaati ile karışmıştır.

Meselenin özeti şudur: Müşrikler putlarının kendilerine şefaat edip onları kurtaracağına inanıyorlardı. Şefaatle ilgili ayetler bunun batıl ve Ahiret hayatında bir karşılığının olmadığını söylüyor. Müminlerin fıtratında da böyle bir meyil vardır, onlar da kurtuluşu birilerinin şefaatinde arayabilirler. Bu sebeple Allah onları da müşrikler gibi inanmamaları konusunda uyarıyor. Buradan sonra, “ama” ile başlayan ve şefaate bir yol arayan her tür atraksiyon hükümsüzdür. Allah’ın dışında hiç kimsenin şefaat hakkı yoktur, kimse filancanın şefaatiyle kurtulacağı ümidine kapılmasın, herkes kendisini kurtarmaya baksın. Hiç kimse kendisini şefaat edeceklerden göstermesin, bu büyük bir fecaattir, saygısızlıktır.

Yararlanılan Kaynaklar:
Ali Şeriatî, Anne Baba Biz Suçluyuz
Fazlurrahman, İslam
Hasan Elik- Muhammed Coşkun, Tevhid Mesajı.
Haydar Öztürk’ün, Şefaatle İlgili İstisna Ayetleri Üzerine (Makale)
Mehmet Durmuş, Kuran’a Göre Şefaat (Makale)
Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, Gerekçeli Meal-Tefsir
İktibas Dergisi
*Kur’an’a şefaat ifadesinin geçtiği ayetler şunlardır: 42/48, 2/123, 2/254, 2/55, 4/85, 6/51, 6/70, 6/94, 7/53, 10/3, 10/18, 19/87, 20/109, 21/28, 26/100, 30/13, 32/4, 34/23, 36/23, 39/43, 39/44, 40/18, 43/86, 53/26, 74/48.

Etiketler
Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. Bu makale için çok teşekkür ediyorum Allah sizlerden razı olsun. Bugün bir yakınıma okudum aklında sorular oluştuğunu umuyorum kabul etmemek için ne kadar dirensede. Yazıyı kapsamlı ve ikna edici buldum teşekkür ederim tekrar. Başarılarınızın ve çalışmalarınızın devamını diliyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı