
Kur’an’da Atalar Dini ve Günümüze Yansımaları
Atacılık; atavizm, atalar dini,soyda bulunan karakterin uzun aradan sonra yeni bir nesilde tekrar ortaya çıkmasıdır, diye tanımlanıyor sözlüklerde.
Atalara tapınma, ataların izinden gitme, atalar kültü oluşturma anlamlarını ihtiva eden atacılık dün olduğu gibi bugün de atalarla öğünmeyi, ataları hakikatin bilgisine ulaşmada temel referans görmeyi tartışmasız ilke olarak benimsemiş bir din, dünya görüşü ve yaşam tarzı olarak özetleyebiliriz.
Mü’minler için temel referans kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in şahitliğiyle öğreniyoruz ki, tarihi bir hakikat olarak ‘Atacılık’ Resullerin Tevhid mücadelesinde esas konulardan birini oluşturuyor. Çünkü Tevhidi hakikatin ulaştırıldığı kitlelerin Elçilere karşı çıkış bahanelerinden ön plana çıkan en önemli bahanelerinin ‘atalarını bu yol üzerinde buldukları’nı ileri sürüyor olmalarıydı. Dolayısıyla önce Atacılığın insanın psikolojik derinliği üzerindeki etkisine değinmek gerekir.
İnsan birey olarak önce bir ailede doğar ve aile onu ait olduğu toplumun inanç ve kültür kodlarına göre şekillendirir. Sonra kendini ait hissettiği toplum ona belli bir kimlik ve kişilik kazandırır. Aslında bu durum insanın kişilik oluşumu ve gelişimi açısından doğal bir süreçtir. Nihayetinde insanlık birbirinin devamıdır. Hepimiz bir bakıma biraz da geçmişin ürünüyüz. Burada bir sorun da yok! Asıl sorun zaman içerisinde ataların benliklerine işleyen yanlış/sapkın inanç,düşünce ve eylemlerin olduğu gibi alınması ve çeşitli bahaneler ileri sürülerek bu durumun devam ettirilmeye çalışılmasıdır. Kur’an bize öğretiyor ki Allah’ın Elçileri bu zihniyete sahip insanlarla mücadele etmişlerdi. Unutkan bir varlık olan insan zaman içerisinde büyük bir zulüm olan şirki atalarını bahane ederek bir hayat tarzı haline getirebiliyor. Bu duruma dün olduğu gibi bugün de şahidiz.
Kur’an-ı Kerim atalardan bahsederken atalarla ilgili biri olumlu, diğeri ise olumsuz bir bakış açısı sunuyor bize. Zaten yukarıda da ifade ettiğimiz gibi atalar sırf ata oldukları için iyi veya kötü değillerdir. Ne eski, eski olduğu için kötüdür ne de yeni, yeni olduğu için iyidir. Onların iyi/olumlu veya kötü/olumsuz olarak ele alınışları taşıdıkları inanç, düşünce ve eylemlerin yönü ve niteliğidir. Atalara bakışta mü’minler olarak bize bakış açısı kazandıracak olan elbette ki Kur’an-ı Kerim’dir.
İbrahim ve daha sonra Yakup şunu çocuklarına öğütledi: ‘Evlatlarım! ALLAH sizin için bu dini seçti; müslüman olarak ölmeye bakın.’(2:132)
Yoksa siz Yakub ölmek üzereyken yanında mıydınız? Hani O oğullarına; «Benden sonra kime kulluk edeceksiniz (kime tapacaksınız?)» diye sordu. Onlar da; «Senin ve ataların İbrahim’in, İsmail’in ve İshak’ın ilâhı olan tek Allah’a kulluk edeceğiz; biz O’na teslim olmuşuz» dediler.(2:133)
Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz, onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz.(2:134)
Dediler ki: “Yahudi veya Hristiyan olun ki hidayete eresiniz.” De ki: “Hayır, (doğru yol) Hanif (muvahhid) olan İbrahim’in dini(dir); O müşriklerden değildi.”(2:135)
“…üzerinde nimetini tamamlayacak. Tıpkı ataların İbrahim ve İshak üzerine o nimeti tamamladığı gibi.”(12:6)
‘Ben, atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. ALLAH’a herhangi bir şeyi ortak koşmak bize yakışmaz. Bu, ALLAH’ın bize ve halka olan lütfudur. Ancak insanların çoğu şükretmez.’(12:38)
Yukarıdaki ayetler atalara bakışta ölçünün ne ve nasıl olması gerektiğini bize öğretiyor. Tevhid ve şirkin mücadesinde Tevhidin mücadele önderleri olmuş Elçiler bizim her zaman yol gösteren atalarımızdır. Peygamberler bizim için sadece birer tarihi kahraman olmadığı gibi, taşıdıkları fikirlerde sadece kendi dönemlerini ilgilendire fikirler değildir. Onlar bizim için tevhidi dünya görüşünün temsili olan atalarımızdır. Buradaki hakikatin farkına varmak zorundayız.
Bizim yazımıza konu olan atacılık, Tevhidi çizgiden sapmış, geçmişin/geleneğin tortularını dinleştirmiş ve ataların bıraktığı kültürü hiçbir eleştiriye tabi tutmadan onu tek referans olarak alan atacılık zihniyetidir.
Bireylerin nasıl oluşmuş kişilikleri varsa toplumların/milletlerin de oluşmuş kişilikleri vardır. Toplumların/milletlerin kişilikleri uzun bir tarihi süreçte şekillenir ve oluşur. Bu da toplumların benliğinde yer eden düşüncelerin genel kabul gören davranışlara dönüştüğünü, eleştirilip sorgulanmasının büyük bir suçmuş gibi tepkiyle karşılandığını hem Kur’an-ı Kerim, hem tarih, hem de tecrübelerimiz bizlere öğretiyor.
İnsan, yapısında muhteşem donanımlara sahip bir varlık. Bu donanımlar gerçekte insanı insan yapan özellikler. İnsan hem süfli hem de ulvi özellikleri varlığında bulunduruyor. Ulvi özellikler onu Rahmani kılarken süfli özelliklerse şeytanlaştırıyor. İnsan; akletmek, düşünmek, eleştirel yaklaşım, sormak ve sorgulamak gibi erdemlere sahip tek varlık. Fakat toplumun ve tarihin zindanından azat olamamış insan bu ulvi özelliklerini bir türlü kullanamıyor. Kullanamıyor, çünkü dışlanmaktan korkuyor. Atavistlerin/gelenekçilerin en bariz özellikleri kendi gibi düşünmeyenleri dışlamak ve korkutmak olmuştur. Bu durum dün böyleydi, bugün de böyle! Şimdi de atalarının yolunu yol bilenlerin, ona toz kondurmayanların gerçek yüzlerinin Vahyin diliyle nasıl ortaya konulduğuna bir bakalım:
Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun.” dendiği vakit de: “Yok, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız.” dediler. Ya ataları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez idiyseler de mi onlara uyacaklar? (2:170)
Ey Muhammed! Yine böyle biz senden önce de hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek, mutlaka oranın şımarık varlıklı kimseleri: “Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız.” dediler. (43:23)
“Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter”(5:104)
“Ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolu da bulamayan kimseler olsa da mı?”(5:104)
Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: “Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allah emretti.” derler. De ki: “Allah kötülüğü emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?”(7:28)
Dediler: “Ey Salih,! Bundan önce sen bizim içimizde ümit beslenir bir zat idin. Şimdi bizi babalarımızın taptıklarına tapmaktan mı engelliyorsun? Biz, doğrusunu istersen bizi davet ettiğin şeyden kuşkulandıran bir şüphe içindeyiz.” (11:62)
Dediler ki; “Ey Şu’ayb, atalarımızın taptıklarını terk etmemizi veya mallarımızda dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysaki sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın.”(11:87)
Doğrusu, kendilerine gerçek ve apaçık bir elçi varıncaya kadar şunlara ve atalarına imkan tanıdım.(43:29)
Kendilerine gerçek geldiği zaman, ‘Bu bir büyüdür ve biz onu inkar ediyoruz,’ dediler. (43:30)
‘Bu Kuran, şu iki kentten ünlü ve büyük bir adama indirilmeli değil miydi?’ dediler. (43:31)
Dediler ki: “Sen bizi, atalarımızdan kalan yoldan çeviresin de yeryüzünde saltanat ikinizin olsun diye mi geldin? Biz ikinize de inanmayız”. (10:78)
Gönderilen uyarıcı; “Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem de mi bana uymazsınız?” deyince, onlar: “Gerçekten biz sizin tebliğ için gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz.” dediler. (43:24)
Sonra onların dönüşleri doğrudan doğruya cehennemedir. Çünkü onlar, babalarını sapıtmış kişiler halinde bulmalarına rağmen, Kendileri de hâlâ onların eserleri ardınca koşturuyorlar.(37:69,70)
Atalarının yolundan gittiğini iddia edenlerin tarih boyunca benzer psikolojik özellikler ve toplumsal refleksler gösterdiklerini görüyoruz.
Yukarıdaki ayetlerden ve günümüz gerçeklerinden anlıyoruz ki, Atalar dinin mensupları vahyin çağrısını dikkate almıyor, atalarının yolunu doğru yol olarak telakki ediyorlar. Böyle bir direnç karşısında vahyin kullandığı metot böyle bir durum karşısında nasıl tavır almamız gerektiğini bize gösterir nitelikte: Vahiy onları düşünmeye ve sorgulamaya çağırıyor. Çünkü atalardan kalan kalıntılar düşünmeden ve sorgulanmadan vazgeçilir şeyler değil!
Atalar dininin mensupları akletmez insanlardır. Akleden insan hakikatle buluştuğunda sırf ataları böyle inanıyor diye şirkte/yanlışta ısrar etmez ki! Akıl, Yaratanın insana sunduğu en büyük lütuftur. Hakikat, ancak akılla bilinir ve tanınır. Hakiki iman da ancak akılla elde edilir. Atacılar ise aklı tatile çıkarmış veya atalarının cebine(!) teslim etmişlerdir. Bu sebeple de kendilerine tebliğ edilen Hakikate büyük tepki göstermişlerdir. Aklını kullanmayan toplumlar kolaycılığa kaçar, akledemezler. Akıl devre dışı kaldığında ise doğru ve yanlış ayırt edilemeyecek, geçmişin tecrübelerini doğru yorumlayamayacaktır. Vahiyse her fırsatta akletmenin önemine vurgu yaparak akletmeyenleri davar sürülerine benzetmektedir. Sürüler nasıl ki akletmezse atalar dinin mensupları da akletmeyen tiplerdir.
Atalar dinin mensupları düşünmezler. Düşünmek, çaba gerektiren bir zihinsel faaliyettir. Düşünmek iç huzursuzluğun, gerçeklerle yüzleşme isteğinin bir göstergesidir. Onun için de bir emek gerektirir. İnsan kolaycılığa eğilimli bir varlıktır. Bu sebeple düşünmek pek işine gelmez. Önüne hakikat olarak konulanı olduğu gibi kabul etmek ister. Halbuki böyle bir durum insan türü için felakettir İşte atacılar kolaycılığa kaçarak kendilerine kalan kültürel mirası doğru-yanlış demeden alır ve iç eder. Ataların bıraktığı ile yetinen zihniyet bilgi ve fikir üretmek yerine geçmişin üretilmiş fikirlerini sadece tekrar etmekle yetinecektir. Oysa Vahiy, tüm insanlardan düşünmelerini istiyor, ‘düşünmez misiniz?’ diye sorarak onları böyle bir zihinsel faaliyete teşvik ediyor. Neden? Çünkü ferdin ve toplumun nitelik kazanması düşünebilmesiyle mümkündür ancak. Ayrıca insan doğru ile yanlışı düşünerek fark edebilir. Düşünmek, atalar dininin müntesiplerinin en hoşlanmadığı faaliyettir. Neden mi? Gerçek yüzleri ortaya çıkacak da ondan!
Atalar dininin mensuplarının eleştiriye kesinlikle tahammülleri yoktur. Eleştiriye tahammülleri olmadığı için eleştireni düşman ilan etmek en bariz özellikleri arasındadır. Mü’minler bilir ki, eleştiri korkulacak bir şey değil, bilakis kişinin kendini görmesini, fark etmesini sağlayan bir ayna işlevi görür. Sırtını Vahyin hakikatine dayamış kişinin korkmasını gerektiren bir şey yoktur. Eleştiriden korkmak bilgi ve fikri zayıflığın bir sonucudur. Atacılık dinini mensuplarını fikri mücadelenin içinde göremezsiniz.
Atalar dininin mensupları çoğunluğa uyarlar. Onlar için ‘çoğunluğun kabulleri’ geçer akçedir. Bu sebeple yeni ve farklı fikirlere kapalıdırlar. Tevhid Dininde ise çoğunluk asla ölçü değildir. Hatta Peygamberimiz, ‘Yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyacak olursan seni Allah yolundan şaşırtıp saptırırlar.(6/116) diye uyarılmıştır. Atalar dinin mensupları ise tarih boyunca kalabalıkları ölçü almışlardır.
Atalar dininin mensupları ellerinde kendi inanç, düşünce ve eylemlerini haklı çıkaracak bir belgeye sahip olmadıkları için zanla hareket ederler. Hayatlarını Vahiy değil büyük oranda rivayet kültürü belirler. ‘Atacılar’ın hayat kitabı ‘Rivayet Kültürü’dür. Rivayet kültürü ise içinde atalardan kalma yığınla zandan müteşekkil bilgi yığınından başka bir şey değildir. Zanni bilgiyle hayat inşa etmek örümceğin ağdan kendine ev yapması gibi bir şeydir. Bu sebeple Tevhid Dininde zannın bir hükmü yoktur.
Atalar dininin mensupları geçmişi/geleneği adeta kutsar. Bunun içinde taklitçilik hastalığı onların en temel hastalıklarındandır. Geçmişin güzel ve doğru birikimlerinden istifade etmek ayrı, onların her şeyini olduğu gibi kopyalamak apayrı bir şeydir. Kutsallaştırılan her düşünce ve yaklaşım aklın atıl bırakılmasını, zihinsel körlüğü ve taklit hastalığının toplumsallaşmasını beraberinde getirir. Halbuki insan dinamik bir varlıktır. Dinamik bir toplum ancak insanın akıl ve düşünce bakımından dinamizmiyle mümkündür. Sadece geçmişle öğünmek, atalardan kalan mirasla yetinmek, ‘yeni ve farklı’ olan her şeye mukavemet toplumların taklit girdabında kaybolmalarına yol açar. Bu konuda tarihi gerçekliğimiz ortada zaten.
Atalar dininin mensupları “dinlerini oyun ve eğlence aracı” haline getirirler. Atacılık dininin hem geçmiş hem de günümüz mensupları Vahiyle mesafeli olmuşlardır. Kaynağı başka din ve kültürlere ait ritüel ve hurafelerle kitleleri oyalamışlar ve oyalamaya devam etmektedirler.
Atalar dinine mensup zihniyetin topluma verdiği en büyük zarar toplumları atıl/tembel/uyuşuk bırakmasıdır. Zihinsel olarak atıl bırakılmış toplumların kaderi ise dinamik/üreten toplumların esiri olmaktır. Atıl bırakılmış, geçmişin romantik dünyasında oyalanan ve bununla övünenler bir gelecek inşa edemezler. Onlar ancak bir yandan sadece var olanla yetinir, öbür yandan da kendine sunulan hayatı yaşamaya mahkum olur, günümüzde olduğu gibi. Halbuki İslam, içinde barındırdığı dinamizmle her çağ için bir imkandır. Bizim bu gerçeği fark ettirecek düşünce ve eylem adamlarına ihtiyacımız var. Bu Din/İslam, sadece gelenekten beslenmiş, atalardan devralınmış dini anlayışıyla şekillenmiş kafalara bırakılmayacak kadar önemlidir. Yani Müslüman olduğunu iddia eden her fert inandığını söylediği din üzerine kafa yormak zorundadır.
İslam toplumları bugün çok da iç açıcı bir görünüm arz etmiyor. Atalar diniyle Modern Seküler dinlerin kıskacında var oluş mücadelesi veriyor. Bir yandan kendi dinamiklerinden kopup küresel sistem içinde kendine yer ararken diğer yanda da geçmişle övünmekle toplum oyalanıyor. Böylece de kitleler uyutuluyor. Halbuki Müslümanlar ellerindeki referans kaynağını doğru okuyup anlasalar, o Kitabın yetiştirmeyi hedeflediği mü’min tipine uygun birey, aile ve toplum inşa etseler inanıyorum ki yarınlar bir başka olacaktır. Şu anki sahip olduğumuz donuk bir akılla, işlevsiz bir zihinle, bugünü anlamayan ve anlamlandıramayan bir fıkıhla, örneklik teşkil etmeyen bir yaşantıyla yarınlara söyleyebileceğimiz ne bir sözümüz ne de bir örnekliğimiz olabilir. Hatta diyebilirim ki, Müslümanların içinde bulunduğu atıl durumun en önemli sebebi Vahyin özellikle uyardığı atalar dinine dönmüş olmalarıdır. Bu hastalığın tüm toplumları kuşatmış olması Müslümanları hareketsiz toplumlar haline getirmiştir. Yeniden hareket kazanabilmek için, Müslüman toplumların atalardan kalan düşünsel mirası vahyin süzgecinden geçirerek zihinsel dinamizm kazanmaları, Vahyin sunduğu imkanı kullanarak yeniden özgüven kazanmaları gelecek dünya için bir umut olacaktır. Aksi takdirde şu anki donmuş zihniyetle ve atalardan kalma taassupkar fikirlerle Vahyin örnekliği ortaya konulamayacaktır.