
Kur’an’ı Anlamak Nebiyi Anlamaktır
Ali Karatop /Tokat
Selamun aleyküm Hocam! Muhammed (a.s.)’ın evliliği ile alakalı olarak Ahzab suresinin 50-51-52. Ayetlerinde anlatılan konularla ilgili sorularım olacak. Zahmet edip açıklarsanız bizler için büyük ikram olur inşaallah.
Sorum şöyle: Nisa suresinde Allah Teâlâ müminler için dörde kadar musade ederken; Nebi (a.s.) için bu sayı Ahzab suresi 50. Ayetinde belirtildiği gibi Nebiye aha çok eşle evlenme izni veriliyor. Bunun hikmeti / sebebi nedir?
Ayrıca ; “ seninle hicret eden halanın, teyzenin, amcanın ve dayının kızlarını da sana helal kıldık” buyruluyor. Bunlarla evlilik zaten helal değil mi ki?
Bir de; 52. Ayette Nebi (a.s.) içinde sınır getiriliyor yalnız “elinin altında bulunan cariyeler hariç, başka kadınlarla evlenmen de helal değildir” buyruluyor. Yani nebi (a.s.) cariyelerle de mi evleniyor?
Cevap: Ve aleyküm selam Ali kardeşim!
İslamda meşruiyetin sınırlarını Allah belirler. Bu nedenle bahse konu olan ayetler Nebinin evlilikle ilgili hudutlarını belirleyen ayetlerdir. Dinin hiçbir hükmü gizli kapaklı olmaz. Her hükmü alenen ortaya konulur ve iman edenler ona uymaya çağrılır. Evlilik konusu da böyledir. Evlilik olayı İslam gelmeden önce Mekke de bilinen ve uygulanan bir durumdu. Ancak bazı nikah biçimleri ve sınırsız kadınla evlenme anlayışı İslam’ın ilkelerine uygun olmayanlar kaldırıldı. Karşılıklı rızaya dayalı evlilik akti ise aynen bırakıldı. Aynı zamanda çok eşliliğe de bir sınır getirildi. Müminlerin bu konuda uyması gereken kurallar Nisa suresinde şöyle ifade edilmektedir:
“Eğer, velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlendiğiniz takdirde, onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz; şayet, aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsanız bir tane almalısınız; yani sahip olduğunuz ile yetinmelisiniz. Doğru yoldan sapmamanız için en uygunu budur.” (Nisa4/3)
Böylece o günün şartlarında gücü yeten kimselerin istediği kadar kadınla evlenmesi en fazla dört ile sınırlandırılmıştır. Bu şöyle anlaşılmamalı; her insan o günlerde çok kadınla evleniyordu demek değildir. Bunun en açık örneği yine Nebinin hayatında görülmektedir. 25 yaşında Hz. Hatice validemizle evlenen Muhammed (a.s.) 50 yaşına kadar tek eşle yaşamıştır. Hz. Hatice validemizin vefatından sonra özellikle de hicretten sonra yapmış olduğu evliliklerinin her biri bir amaca yönelik olarak, bizzat Allah Teâlâ’nın izniyle yapıldığını görüyoruz:
“Ey Nebi! Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiği cariyeleri, seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını ve Nebi nikâhlanmayı dilediği takdirde müminlerden ayrı, sırf sana mahsus olmak üzere kendisinin mehrini Nebiye hibe eden mümin kadını almanı sana helal kılmışızdır. Bir zorluğa uğramaman için; müminlerin eşleri ve cariyeleri hakkında onların üzerine neyi farz kılmış olduğumuzu bildirmiştik. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.”(Ahzab33/50)
Malum olduğu üzere bu sure hicretten sonra gelen bir suredir. Bu nedenle,”seninle hicret eden amcanın, dayının hala ve teyzenin kızlarını sana helal kıldık” buyruluyor. Özellikle seninle hicret eden vurgusu yapılmaktadır. Bu kadınlar Mekke eşrafının kızlarıdır. Resulün davetini kabul edip Mümine olmuşlar. Bununla da kalmayıp dini için yurdunu ve yuvasını terk edip Medine’ye hicret etmişlerdir. O gün Medine ile Mekke arasında sosyal yaşantı olarak bir takım farklılıklar vardır. Mekke insanı ticaretle uğraşarak rızkını kazanırken, Medine insanı tarım toplumudur ve çoğunluğu rızkını topraktan kazanıyor idi. Yaşam standartları farklıydı. Mekkeli bir kadın Medineli ile evlendiği zaman ona uyum sağlamakta zorlanacak konumdaydı. Ayrıca Mekke merkez Medine ise onlara göre taşra sayılıyordu. Bu gün bir şehirliyi bir köylü ile evlendirdiğinizde bile bir çok olumsuzlukların çıkması kaçınılmazdır. Bunun için “Nikahta denklik” diye toplumsal bir teamül vardır. Evlenen insanlar arasında sosyal bir uyum olmaz ise bu tür evlilikler uzun ömürlü olmaz, en kısa zamanda ayrılıkla sonuçlanır. Bu durum her dönem geçerliliğini koruyan bir vakıadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında taşraya gönderilen bekar Muallimeler kırsal kesimde kendileri ile evlenecek, kendine denk bir erkek olmadığından tayinlerinin şehre alınması için istekte bulunma hakkı verilmiştir. Şimdiki eş durumu mazereti gibi bir mazeret olarak verilmiş bir hak kabul edilmiştir. Bunu Kur’an da Zeyd ve Zeynep olayında da görüyoruz:
“Hani Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah’tan kork! diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlat edinen kimse evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.”
“Allah’ın Peygamber’e farz kıldığı şeylerde ona bir güçlük yoktur. Bu, Allah’ın öteden beri, gelmiş geçmişlere uyguladığı yasasıdır. Allah’ın emri şüphesiz gereği gibi yerine gelecektir.” (Ahzab 33/37-38)
Zeyd Nebinin kölesi iken azad ettiği ve evlatlık olarak yanında büyüttüğü bir kimsedir. Zeynep ise Nebinin halasının kızıdır. Nebi (a.s.) da bu ikisini evlendirmişti. Bir zaman sonra Zeynep ile Zeyd arasında geçimsizlik başlamıştı. Geçimsizliğin sebebi ise Zeyd’in azaldı da olsa bir köle oluşu idi. Zeynep ise Mekke’nin seçkin ailelerinden olması nedeniyle bu durumu hazmedemediği için sürekli kocasını rahatsız etmiştir. Netice Muhammed (a.s.) ‘a bildirilince Muhammed (a.s.) da Zeyd’e nasihat ederek; “ Allahtan kork eşini güzellikle tut” demesine rağmen sonuç ayrılıkla neticelenmiştir. Bu sonuç; bir başka cahili uygulamayı da ortadan kaldırmaya vesile olmuştur. Evlatlıkların İslam da öz evlat gibi kabul edilmediği, onların boşadığı eşleri evlat edinen kimse tarafından nikâhlanmasının helal oluşu bu uygulama ile Allah tarafından gösterilmiştir.
İşte Nebinin yakın akrabası olan bu kadınların yapmış oldukları fedakârlığa karşı, Allah Teâlâ daha büyük bir nimetle taltif ederek onurlandırmıştır. Onlara Nebinin eşi olma şerefini vermiştir. “Ey Nebi sen istediğin takdirde bunları nikahlamanı sana meşru kıldık” buyurmuştur. Bununla birlikte Nebinin bu konuda eşlerine karşı nasıl davranacağının ilkeleri de şöyle belirlenmiştir:
“Eşlerinden istediğini geri bırakır, istediğini yanına alabilirsin. Sırasını geri bırakmış olduklarından da arzu ettiğini yanına almanda sana bir sorumluluk yoktur. Bu onların gözlerinin aydın olmasını, üzülmemelerini, hepsine verdiğin şeylere razı olmalarını daha iyi sağlar. Allah kalplerinizde olanı bilir; Allah bilendir, Halim olandır.” (Ahzab 33/51)
Bu ayetle Nebi eşleri arasında dilediği gibi rahat hareket edecek, her eş Nebinin kendisine verdiğini göz aydınlığı olarak kabul edip razı olmsı gerektiği belirtilmiştir. Gönüllerde olanı ise ancak Allah bilir ona göre herkesin ecrini vermeye muktedirdir. Bundan sonra ise Nebiye de bu konuda bir sınır getirildiğini görüyoruz:
“Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmen, elinin altında bulunan cariyeler hariç, güzellikleri hoşuna gitse bile, bunların yerine başka hanımlar alman sana helâl değildir. Allah; her şeyi murakabe edendir.” (Ahzab 33/52)
Surenin 50. Ayetiyle verilenlerden sonra sadece elinin altında bulunan cariyeler istisna edilerek, bundan sonra başka kadınlarla evlilik olayı noktalanmıştır. Cariyeler konusuna gelince; Nebinin elinin altında bulunan iki cariye vardır. Bunlar da Mısıra giden İslam davetçisi Mukavkıs’a resulün davet mektubunu sunmuştur. O günkü Mısır’ın Azizi Mukavkıs İslama daveti kabul ettiğini bildirmiş ve Resule hediyeler göndermiştir. Bu hediyeler arasında iki de cariye vardır. Bunlardan Mariye isimli cariye oldukça zeki ve İslama ilgi duyuyor. Yol boyunca İslam hakkında bilgi alıyor ve Müslüman oluyor. Muhammed (a.s.) onun hakkında bu malumatları öğrenince; onu bu davranışından dolayı ödüllendirmek için nikâhlayarak Nebinin eşi olma şerefi veriyor. Diğerini de bir başkasına veriyor. Nebinin son çocuğu İbrahim’in annesi olan kadın, Mısırlı Mariye validemizdir. Dikkat edilirse cariye de olsa onunla bir araya gelmenin yolu Nikâhtan geçmektedir.
Cariyeler müstesna” denilince bazı aklı evvellerin zannettiği gibi Nebinin cariyelerden oluşan bir haremi vardı zannetmeleri doğru bir bilgi değildir. hatta devletin durumu düzelince ganimetten pay alan gazilerin geçim seviyeleri düzeldiği için evlerine köle ve hizmetçiler alıyorlar. Bu durumu gören Nebinin eşleri de; bizde bunlardan istifade etmek istiyoruz bizler de dünyadan nasiplenmek istiyoruz diye nebiye baskı yapınca, Muhammed (a.s.) şöyle buyuruyor: Eğer dünya nimetlerini istiyorsanız sizlere mehirlerinizi verip boşayayım rahatınıza bakın. Yok, Allah ve resulünü istiyorsanız benim verdiğime razı olun” buyuruyor. Onlarda durumun ciddiyetini görüyorlar ve Allah ve resulünü tercih ediyorlar. Olan biten bundan ibaret. Bu olay zaman olarak Hudeybiye antlaşmasından sonra olmuştur. Hudeybiye antlaşması ise M. 628 Martında yapılmıştı. Hicretin altıncı yılı olarak kabul edersek resulün irtihalinden dört yıl önce vuku bulan bir durumdur. Bu da gösteriyor ki bu evliliklerin esas nedeni kadınlara gösterilen bir arzudan çok bir zaruret halidir. “Resulün çok evliliği ile ilgili olarak daha fazla malumat için Muhammed Hamidullah’ın İslam Peygamberi isimli eserinin: II, 10-17” ye bakabilirsiniz.
Bu konuda şunu da teslim edelim ki, resulün kendine özgü bir takım ayrıcalıkları da vardır. Bunlar o istediği için değil Allah tarafından verilen görev, sorumluluklar çerçevesinde Allah tarafından tespit edilmiştir. Bunları da şöyle sıralaya biliriz:
Nebiler Zekât ve sadaka alamazlar ailelerine de yediremezler.
Kendilerinden sonra evlatlarına miras bırakamazlar. (Şuara 2/109)
Mevcut eşlerini boşayıp başka eşler alamazlar. (Ahzab 33/52)
Vefatlarından sonra Nebinin eşleri başkası tarafından nikâhlanamaz.(Ahzab 33/53)
Nebinin eşleri Müminlerin annesidir.
Müminler kendi canlarını Nebinin/ resulün canının önüne koymak zorundadırlar. Kendi canlarından önce Nebinin canını korumaları istenmektedir. (Ahzab 33/6)
Bunların tümü sadece müminler için bir anlam ifade etmektedir. İnananlar işittik iman ettik işittik itaat ettik demekle mükelleftirler. İman etmeyenler ise o gün dillerinin döndüğü her sözü söyleme cüretinde bulunmuşlar bu gün de aynen bulunuyorlar. Hep böyle olmuştur. Bir söz vardır toplumda: “Herkes kendine yakışanı yapar.” Rabbimiz de bu gerçeği şöyle dile getiriyor:
“De ki: Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.” (İsra 17/83-84)
Anadolu’da bu gerçeği şöyle ifade ederler: “Herkes südünün hükmünü işler.” Bu ifade kişinin asaletini geldiği damarı ifade için kullanılan bir deyimdir. Aklıselim sahibi bir insanın davranışları kendini ifade etmek için yeterlidir. Başka delil istemez. Bu nedenle Allah Teâlâ batıla inananların ilahlarına bile sövmeyi yasaklamıştır. İyi insana kötü söz yakışır mı?
O ne güzel Mevla ne güzel yardımcıdır.