“La ilahe illallah” tam olarak ne anlama geliyor?
Soru : “La ilahe illallah” tam olarak ne anlama geliyor? Peygamberimizin zamanında bu kelimeden çok korkuluyordu. Şimdi günümüzde o kadar çok korkulmuyor. Yoksa ne anlama geldiğini tam bilemiyor muyuz?
Cevap: Bu kelimeye İslam’da “Kelime-i Tevhid” ismi verilir. Allah’ı birleme anlamına geldiği için. Kelime anlamı “Allah’tan başka ilah yoktur” demektir.
Bu ifadenin lügat anlamından başka birde İslam ıstılahındaki anlamı vardır. Bu ise daha kapsamlıdır. Bir insanın uzun düşünmesinin sonucunda geldiği noktayı ilan etmesi demektir. Bunu ilan eden insan, Allah’tan başka ilah tanımayacağını, her konuda ona itaat edeceğini, sadece O’na kulluk edip O’ndan yardım isteyeceğini, her işini onun adına yapacağını ve bunu canı pahasına da olsa devam ettireceğini herkese deklare etmiş demektir. Bundan sonra yaşadığı hayatı bu inanç çerçevesinde devam ettirir. Kendini İslam ile ifade etmeye çalışır.
Ancak verdiği kararın arkasında onu uygulayacak insanın da olması gerekmektedir. Sözün arkasında insan olmaz ise verilen söz bir anlam ifade etmeyecektir. Tevhid kelimesini söyleyen insan, ilk müslümanlar tarafından da böyle anlaşılıyor idi. “Lailahe illallah” sözünü söyleyen kimse Ebu Cehil’in yanından ayrılıyor, Muhammed (a.s)’ın saflarına katılıyordu.
İlk örnekleri başta Hz. Muhammed olmak üzere böyle yaptıklarından dolayı, eski dinin mensupları korkuyorlardı. “Bundan böyle dinimizi terk eden insanların sayısı çoğalırsa bize yaşama şansı kalmayacak, taraftarlarımızı kaybediyoruz ne yapıp edip bu duruma mani olmalıyız” diyerek saldırıya geçiyorlardı. Yani o gün söylenen sözün, verilen kararın arkasında onu uygulayacağından emin olunan insan vardı. Bu öyle laf olsun cinsinden söylenen bir söz değildi. O gün bu sözü söylemek canını pazara çıkarmak demek olduğundan faturası ağırdı. Bu nedenle müslüman olduğunu açıklamak öyle her yiğidin karı değildi. Bir kere de kararını verdi mi, dünyayı karşısına almanın yiğitliğini gösteriyor, müşriklerin işkencelerine “Allah bir Muhammed onun kulu ve elçisidir. Biz ona iman ettik. Bu yolda ölürüz ama asla dönmeyiz” diyorlardı.
Bu ifadelerden sonra, eski dinleriyle bütün bağlarını kopartıyor. küfürle ilişiğini kesiyorlardı. Artık malıyla ve canıyla Allah yolunda olup, Şeytanın tarafından Allah’ın tarafına geçiyorlardı. Küfür kan kaybederken İslam güç kazanıyordu. Saflar belirgin, taraftarlar tam bir ihlasla inançlarına sahip, dinleri her şeyin önünde, onun için her şeyi feda etmeye hazır idiler. İşini, memleketini, malını ve canını dinini yaşama uğruna terk edebiliyor; Allah baki, her şey fani; “Her şeyimiz baki olan Allah içindir” demenin hazzını yaşıyorlardı. Bilallerin, Habbabların ve Yasir ailesinin verdiği mücadele hala hafızalardan silinmemiştir.
Bugünün insanı ise, sözün içerdiği manaya değil, sadece lafzına bakarak kelimeleri tekrar ediyor. Ömründe bir kere de olsa “lailahe illallah” demişse, O onun için ölünceye kadar müslüman olmasına yeterli sermaye sayılmıştır. Birde haftada bir cuma namazına gidiyorsa daha has müslümandır. Bunun yanında beş vaktini kılarsa artık kusursuz müslümandır. Halkımızın İslam’dan anladığı zaten şartı beşe indirgenmiş bir İslam’dır. Bireysel anlamdaki bu ibadetlerini yaptıktan sonra onun başka ne sorumluluğu olabilir ki!
Yıllar önce Muhammed Esed Ezher’in o günkü şeyhi olan Meraği’ye şöyle sorar: Kur’an’ı okuduğumda gördüm ki Allah müslümanları açıkça destekliyor, fakat halkı müslüman olan ülkelerin hepsi başka ideolojilerin esareti altında. Bunun sebebi nedir diye merak ettiğimden; bu soruyu Kızıldeniz’den Hindikuş dağlarına kadar gezdiğim İslam coğrafyasında önüme gelen her İslam alimine sordum. Fakat tatmin edici bir cevap alamadım. Aynı şeyi size de soruyorum, söyler misiniz hikmeti nedir? Meraği okulun bahçesinde gezen Mollaları göstererek:
“Şu allameleri görüyor musun? İşte bunlar Hindistan’daki kutsal inekler gibi yazılı kağıt cinsinden ne bulurlarsa yalayıp yutarlar. Ama asla onları özümsemezler. İşte sebebi budur. Okudukları Kur’an’ı anlasalardı durum hiç böyle olur muydu?”
Bu nedenle diyoruz ki bugünün müslümanları da “La ilahe illallah” demeyi Hz. Bilal gibi, Habbab gibi veya Hz. Ebubekir (r.a)lar gibi anlasalardı dünyanın çehresi böyle olur muydu? Bu insanlar Allah’ın kitabını anlamak için okumayı bile gerekli görmüyorlar.
“Türkçe okumanın sevabı olmaz, biz Kur’an’ı Arapça okuyarak sevap kazanmak istiyoruz” gerekçesiyle anladıkları dilden okumayı reddediyorlar. Neyi nasıl yapacağını bilmeden, ayetlerin manasını ve yaratanın ne istediğini bilmeden sevap kazanılabilir mi?
Bu işe çanak tutanlar da yok değildir. Kitlelerin ağzına baktığı adı alime çıkmış birçok insan: “Her okuyan Kur’an’ı anlayamaz onu ancak alimler anlar, O sadece teberrüken okunur” derken; birileri de: “Kur’an o kadar yüce bir kitaptır ki biz onu hayatımıza tatbik ederek kirletemeyiz. Onu sadece teberrüken okur, yüksek yerlerde muhafaza ederiz” diyebiliyor. Ama kurduğu holding sayesinde ve sahip olduğu görüntülü medya aracılığı ile en ünlü yıldızları bünyesinde toplayarak toplumun ahlakını, din adına yayınladığı hurafelerle de insanın inancını kirletmekte hiçbir mahzur görmüyor. Bunları görmeyenler Allah’ın kitabındaki şu ayetleri de tamimleri de görmüyorlar.
“Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik.”(12/2)
“Andolsun ki biz Kur’an’ı düşünüp öğüt alasınız diye kolaylaştırdık, öğüt alan yok mudur?”(54/17, 22, 32, 40)
Müslümanların bugünki halini İmam Gazali şöyle anlatıyor:
“Dünyanın her yerinde insanlar öğrenmek için okurlar, müslümanlar ise Kur’an’ı sadece okumak için öğrenirler”. İşte toplumun durduğu yer burası. Sadece okumak için okunan kitap onlara din öğretir mi? Kitap bir şey öğrenmek için okunur. Onun kelimelerini seslendirmek için okumak asla okumak değildir. Her gece Kur’an’ı baştan sona okumaya çalışan Abdullah b. Ömer’i Peygamberimiz uyarıyor ve şöyle buyuruyor. “Kim üç günden kısa bir zamanda Kur’an’ı baştan sona okursa Kur’an okumuş olmaz”. Çünkü Rabbi ona şöyle öğüt veriyor:
“Ey örtünüp bürünen Muhammed! Gecenin yarısında, istersen biraz sonra, istersen biraz önce bir müddet için kalk ve ağır ağır Kur’an oku. Doğrusu biz sana taşıması ağır bir söz vahyedeceğiz. Şüphesiz gece kalkışı daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir.”(73/1, 6)
Okumak yazılanı anlamak içindir. Anlamak, akletmek içindir. Akletmek ise gereğini yapmak içindir. Kur’an’ın ısrarla üzerinde durduğu konulardan biri akletmektir. “Hala akletmeyecek misiniz”, “Hala düşünmeyecek misiniz”, “Akletmeyenler davarlar gibidir” ifadeleriyle akletmenin önemini belirtiyor. Akletmek, insanımızın o kadar muhtaç olduğu bir konudur ki, hava ve su gibidir. Bu iki şey olmadan fiziksel varlığımızın devamına imkan olmadığı gibi; akletme olmadan da dini hayatımızın devamına imkan yoktur. İnsanın en kıymetli eşyası elinden gitmiş olsa, aklederek onu yeniden kazanabilir. Fakat aklını kaybederse onu geri getirecek hiçbir şeyi olmadığından her şeyini kaybetmiş demektir. Akletmemek de, aklı geçici olarak devre dışı bırakmakta aklı kullanmamaktır.
Sonuç olarak ikisi de aynı kapıya çıkıyor. Bu nedenle de en değerli hazineniz elinizden çıkmış olduğu halde onu geri götüremiyorsunuz. Elinizin altında bulunan hazinenizden de istifade edemiyorsunuz. Kur’an insanlığın en değerli hazinesi olmasına rağmen kaç kişi bundan aklederek istifade edebiliyor?
“Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt, gönüllerde olana bir şifa, inananlara bir rehber ve rahmet gelmiştir. De ki! Bunlar Allah’ın bol nimeti ve rahmetiyledir. Buna sevinsinler. Bu onların topladıklarından daha hayırlıdır.”(10/57, 58)
“Ey Muhammed! “Biz düşünüp öğüt alasınız diye Kur’an’ı senin dilinde kolaylaştırdık. Sen bekle onlar da beklemektedirler.”(44/58, 59), (45/20), (6/55), (17/9, 10)
“De ki: Hak geldi batıl yok oldu. Zaten batıl yok olucudur. Biz Kur’an’ı inananlara şifa ve rahmet olarak indiriyoruz. O haksızık yapanların sadece kaybını artırır.”(17/81, 82)
“Hala Kur’an üzerinde gerektiği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulunurdu.”(4/82), (2/164), (3/118), 3/85)
İnsan hangi asırda yaşarsa yaşasın hata ile mualleldir. Kusurlardan kurtulmanın yolu Kur’anla hatalarımızı düzeltmek, cehaletimizi gidermekle mümkündür. Değer yargılarımızı Kur’an’dan alarak hayata bakmak bizleri doğru bir yargıya ulaştıracaktır. Özüyle ve görüntüsüyle Kur’anî olmayan düşünce ve davranışların müslümana hiçbir getirisinin olmayacağını bilmek zorundayız.
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa bilsin ki o şey kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o ahirette kaybedenlerden olacaktır”(3/85) Allah indinde din İslam’dır. Müslüman olmak için bilinmesi gerekli olan kitap Kur’an’dır. Müslümanlar Kelime-i Tevhid’in ne anlama geldiğini fark ettiği zaman, bugünün dünyasında da fark edileceklerdir.