Necm suresinin 5-18. ayetlerine göre miraç olayını nasıl anlamalıyız?
Miraç olayı ile ilgili İktibas’ta çıkan bütün yazıları okudum. Ayrıca Erhan Aktaş’ın ‘Hangi İslam’ kitabından da okudum. Fakat Necm suresi 5-18. ayetler miraç olayını doğruluyor gibi geliyor bana, geleneksel tefsirler zaten miraçı anlatıyor ilgili ayetlerin tefsirinde. Hatta Seyyid Kutup ve Mevdudi bile miraçı anlatıyor. Benim istediğim Necm suresinin 5-18. ayetlerini kısa da olsa açıklar mısınız?
Cevap: Necm Suresi’nin başından itibaren anlatmaya çalıştığı konu vahyin ilk dönemlerinde Peygamberi kabul etmeyen müşriklerin hezeyanlarına cevap verirken yeminle söze başlayarak:
“Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) ne sapıttı ne de azıttı, o hevasına uyarak da konuşmuyor. Söylediği şey, kendisine bildirilen vahiyden başka bir şey değildir. O vahyi de ona müthiş kuvvetleri olan biri öğretti”. “(O melek) yüksek bir şahsiyete sahiptir. En yüksek ufukta doğruldu. Sonra yaklaştı ve sarktı. (yani aşağı indi) onunla (peygamber arasındaki mesafe iki yayın ucu kadar kaldı. (yani iki insan arasında olabilecek en yakın mesafeye geldi), sonra da Allah vahyedeceği şeyi (bu melek aracılığı ile) kuluna vahyetti. (Muhammed’in) gözleriyle gördüğü bu olayları kalbi yalanlamadı (yani mutmain oldu).”
Buraya kadar Allah’ın Peygamberine nasıl vahyettiğini ve hevasından konuşmadığını, bu vahyi getiren meleğin durumunu ve vahiy esnasında ki davranışlarını verdikten sonra yine inanmayanlara dönerek:
“Onun gördükleri hakkında şimdi onunla tartışacak mısınız? Andolsun ki onu (meleği) bir kez daha görmüştü. Sidreyi Münteha’nın yanında.” (sidrei münteha = en uzak ufuktaki ağaç anlamında kullanılmış olması surenin yedinci ayetinde geçen ‘o en yüksek ufukta idi’ ifadesiyle de bağdaşmaktadır. Yani bir insan olarak Peygamber (a.s)’in gözünün görebildiği en uzak nokta). Ki vaat edilen cennet (cennet’ül me’va) de onun yanındadır.”
İşte bu ara açıklamadan sonra da esas konuya gelerek ilk defa ki Cebrail ile birlikte gördüklerini anlatıyor.
“İşte o anda Sidre’yi (yani ufku) kaplayan kapladı.” Kaplayan şey Allah’ın Peygamberine göstermek istediği en büyük ayetleridir ki on sekizinci ayette belirtiliyor.
“Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı”. Yani göz gördüğüne dehşetle kilitlendi ve hayretle seyretti, öylece kala kaldı. Kafasını başka tarafa çevirmeden hayretle seyretti.
“Andolsun ki o Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.”(53/5-18)
Şimdi olayın tarihi boyutuna gelirsek, Necm suresi Mekke’nin ilk dönemlerinde gelen ve Peygamber (a.s)’ın peygamberliğinin kabul görmediği, söylediklerini uydurup hevasından konuştuğu iddia edilen bir dönemi yansıtıyor.
Ayrıca ilk Habeşistan hicretinin hemen sonrasında geldiğinden surenin son ayetleri “haydi Allah’a secde edin” emriyle bittiği için herkesin secdeye gittiği ve Garanik Olayı diye bir olaya sebep olduğu ve Habeşistan’a gidenlerden bir kısmı “Mekke müslüman oldu” haberini aldıkları için geri gelmeleri gibi olaylara sebebiyet verdiğini biliyoruz.
Miraç diye isimlendirilen İsra olayı ise Hicrete yakın bir zamanda Hz. Hatice ve Ebu Talib’in vefatından sonra gerçekleşen bir olaydır. Burada nasıl oluyor da olmadık bir olayı yaklaşık beş altı yıl önceki bir vakıa ile birleştiriyorlar anlamak mümkün değil.
Bu ayetlerin bahsettiği olay, Peygamberimizin ilk vahye muhatap olmasından, bu ayetlerin geldiği güne kadar Hz. Muhammed’in yaşamış olduğu hadiseleri ve ilahi lütufları bildiren bir durumdan başka bir şey değildir. Toplumun önüne çıkartılan bir elçiyi Allah elbette ilahi lütfuyla taltif edip mutmain kılacaktır. O nedenle “onun gözünün gördüğünü kalbi yalanlamadı” buyuruluyor. O kadar ikna edilmiş ki artık bütün varlığını bu uğurda tüketmeye kararlıdır.
Bizim acizane kanaatimiz budur. İsra olayını Kur’an’da anlatılan kadarıyla aynen kabul ederken halkın miraç olayı diye isimlendirdikleri hurafe dolu bölümünü kabul etmiyoruz. Bu ayetleri de miraçla bağlantılı bulmuyoruz. Allah’ın elçisini teselli ettiği vahyin ilk dönemlerine ait İlahi ihsanlar olarak değerlendiriyoruz