‘Postacı’ İftirası ve Kur’an Merkezli Düşünce
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın adıyla;
Elif,Lam,Ra. Bu bir kitaptır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura O güçlü ve övgüye layık olan (Allah)ın yoluna çıkarmak için sana indirdik. (14/İbrahim Suresi,1)
Kuran’ı Kerim inişinden kıyamete kadar kendisine ulaşan tüm insanlar için doğru yolu gösteren, gerçek kurtuluşa götüren tek ve son kitaptır. Bu sebepten, Rabbini razı etmek isteyen bir kişinin/toplumun bu kitabı esas alması hem tartışmasız bir gerçek, hem de gayet doğal bir tavırdır.
Hal böyleyken “Kuran Merkezli” düşünce ifadesinden rahatsız olanların varlığı düşündürücü değil midir?
İnsanlara düşünce ve davranışta Kuran’ı esas almaları gerektiğini ve onu anladıkları dilden okumaları gerektiğini söylemek kimleri neden endişelendirsin, neden rahatsız etsin ki?
Yoksa birileri, üzerine titredikleri(!) bu halkın meal okuyup sapıtmasından, dinden çıkmasından, böylece cehenneme gitmesinden mi endişe ediyor(!)? İnsanların itikadı söz konusu olunca bu kadar hassas, bu kadar düşünceli büyüklerimizin(!) olması ne kadar da güzel. Doğrusu insanın gözleri yaşarıyor…
Kuran’ı anladığımız dilden okumaktan, onun üzerinde düşünmekten bahsettiğimizde, bu muhterem(!)ler hemen öne çıkar ve der ki;
-Ne malum o mealin doğru olduğu…? Maaz’allah bir kelime yanlış çevrilse insanı dinden çıkarır bunlar. . . vs.
Şu veya bu mealde eksik yada hatalı çeviri olma ihtimali her zaman vardır. Hiç kimsenin yaptığı meale “otorite” gibi bakmak doğru değildir. Bu zaten İslam’ın doğasına aykırıdır. Çünkü İslam bize hatadan münezzeh olmadığımızı bunun sadece Rabbimiz olan Allah’a ait bir özellik olduğunu öğretmektedir.
Çevirilerdeki hata payını dikkate alarak insanları ondan uzak tutmak, aslında daha büyük bir hakikati dikkate almamanın neticesidir. Dikkate alınmayan bu hakikat, insanın hak veya batıl üzere olmasını insan ile Allah arasındaki o girilmez, o bilinmez (…Allah kişi ile kalbi arasına girer…Enfal-24) yerdeki tutumuna değil de, başka sebeplere bağlamaktır. Söz konusu sebepler dil bilgisinden tutun, yaşanılan yere ve döneme, o günkü hakim zihniyete, kadar çeşitlilik gösterebilir. Ama hiç biri insanın hidayet veya dalaleti için belirleyici unsur olamaz.
Kuran’ın indirildiği dil olan Arapçayı bilmek insanı kurtaran asli bir unsur olmadığı gibi, hatalı, eksik, hatta art niyetli mealler de insanı saptıran asli unsurlar değildir. (Allah, kimi doğru yola iletirse artık onu saptıracak hiç kimse yoktur. Allah mutlak güç sahibi, intikam sahibi değil midir? (39/Zümer,37)
Bırakın mealini, Kuran’ın aslını, hem de Peygamberden dinlediği halde hidayete ulaşamayanlar hangi nedenden ulaşamadıysa, bu günde (Arapça bilsin bilmesin) Kuran’la muhatap olup ta karanlıkta kalanlar aynı sebepten hakikate ulaşamamaktadır!
“Şayet Allah onlarda bir hayır olduğunu bilseydi (inanmak istediklerini görseydi) elbette onlara işittirirdi. Ama onlara (Hakkı) işittirmiş olsaydı bile; yine de yüz çevirenler olarak arkalarını dönerlerdi (çünkü inanmaya niyetleri yoktu).(8/Enfal,23)”
Arapça bilgilerini ahiret değil, dünya sermayesi yapanlar tarafından özenle beslenip büyütülen bu sorunlu anlayışa göre “eksik ve hatalı” mealleri okuyup anlamaya çalışmaktansa, Kuran’ı tam ve kusursuz metni olan Arapçasından okumak, sevap yönünden kazançlı, sıhhat yönünden daha güvenilir bir yol olarak gösterilmektedir. Bu konuda bir televizyon programına gelen soru ve verilen cevap son derece düşündürücüdür;
-Hocam, Kuran okumayı bilmiyorum ama Türkçe mealinden okuyorum, bunun sevabı veya sakıncası var mı?-Sevabı illaki var ama mealden hiçbir şey anlamazsın. …Kuranı Kerimi Arapça aslından bir sayfa okumak meali baştan sona on defa, yirmi defa okumaktan daha sevaptır…
Hesaba çekileceği kitabın Kuran olduğuna iman edenler ister istemez onu anlamak isteyecek, bu sayede anladığı dilden okumanın önemini daha iyi kavrayacaktır. Bir çeviriye bağlı kalmadan farklı çevirileri de dikkate alarak okumak zaten hakikatin peşinde olmanın gereğidir. Dolayısıyla çeviri yapanın bizatihi insan olmasından doğan hatalar eksikler başka çevirilerle azaltılır, giderilir bu sorunlar aşılır.
Lakin, içinde bulunduğumuz toplumun asıl sorunu bu değildir. Yeryüzünde Allah’a yönelen O’nu razı etmek isteyen ama eline geçen hatalı/eksik mealler sebebiyle bir türlü hidayet bulamayan, Arapça bilmediğinden kendisi de çeviri yapamayan ve en sonunda yanlış yollara savrularak heba olup giden bir tek insan örneği gösterilemez. Çünkü Allah’ın bir insanı yaratıp ta ona yolunu göstermemesi İlah’lığın şanına yakışmaz. (Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O’dur. 26/Şuara,78)
-İslam’ı anlamak- söz konusu olduğunda, Allah’a tevekkül ve samimiyetten çok, Arapça bilgilerine güvenenlerin, anlamadan da olsa Kuran’ı Arapçasından okumanın çok sevap olduğunu söyleyenlerin ve bunlara inananların şu soruları kendi vicdanlarına sormalarını istirham ederiz.
*Cemel savaşında 10.000, Sıffin savaşında 70.000 ‘müslümanın’ birbirini öldürmesinin sebebi okudukları farklı mealler miydi? Zira onlar Kuran’ı aslından, anadillerinden okumuyorlar mıydı?
*Mesele dil bilmekten ibaretse Kuran’ı asli dili ile okuyup birbiriyle bu dilden konuşanlar neden birbirini katletmektedir?
*Bugün <Suudi Amerika> demenin daha doğru olduğu Suudi Arabistan, Kuran’ın dilini doğru anlayamadığından, mahreçlerini hakkıyla çıkaramadığından mı İslam’dan uzaklaşmıştır? Kabeyi ve Peygamberimizin kabrini bünyesinde bulunduran bu ülkenin, ABD ile birlikte dünyaya barış getirmekten bahsetmesi bir “dil” sürçmesi midir?
*Bir yanda ekmeğe muhtaç olan(örn:Yemen), açlıktan ölen insanlar diğer tarafta lüks araçlarını altın kaplatan ve hobi edindikleri şahin kuşlarına milyon dolarlar harcayan(örn:Katar) insanlar aynı kitabı aynı dilden okumuyor mu?
*Söz gelimi “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın; parçalanmayın.” (Al-i İmran Sûresi:103) ayetini Arabı-Acemi dahil milyarlarca insan yanlış anladığından mı, hatalı çevirdiğinden mi bir araya gelemiyor?(!)
*Bu toplum içki, kumar, zina, faiz gibi konuların yer aldığı ayetlerin Türkçeye çevrilmemesinden ya da hatalı çevrilmesinden dolayı mı bu fiilleri hayatın parçası haline getirip sıradanlaştırmıştır?
Kimse ne kendini ne başkalarını kandırmasın! Dürüst olalım ki; insanların bu halde olmasının asıl sebebi vahyi çevirilerden okuması değildir. (Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler. 10/Yunus,44)
Kuran’ı başka dillere çevirenler bu işi Allah’tan korkarak, karşılığını O’ndan bekleyerek yapsa, okuyan da Allah’tan korkup O’nu razı etmek için okusa bu kitabın mensupları asla bu halde olmazdı!
İnsanı dünyada ve ahirette selamete erdirecek olan Kitabın herkesi muhatap alan -ana bölümü- çevrildiği her dilde anlaşılabilen basit ve net hükümler içermektedir. Dikkat edin sadece bir sayfası yürürlüğe konulsa dünyayı huzur ve emniyet yurduna çevirecek bir kitaptan bahsediyoruz. (Lütfen, İsra suresi 22 ile 39 arasını okuyunuz) Yeri gelmişken belirtelim ki Kuran’ın bu kısmını bırakıp, insanlığın karanlıklar içinde olduğu bu dönemde Kuran’ın derinliklerine dalıp inci mercan arayanlar ‘vurgun’ yeme tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını bilmelidir. Bugünün meselesi, insanlara Kuran’ın inceliklerinin belli ettirilmesi değil bulundukları safların belli ettirilmesi olmalıdır.
Hal böyleyken “Kuran merkezli” düşünce biçiminden rahatsız olan kesimler ilk olarak “mealcilik” söylemleriyle anlatmaya çalıştığımız bu gerçeği sulandırmaktadır. Buradan umdukları sonucu alamazlarsa bu sefer de “postacılık” iftirası üzerinden yeni bir söylem geliştirmektedir. Bizim esasen üzerinde durmak istediğimiz de işin bu kısmıdır.
Kuran’ı -ölçü- almamız gerekir diyenleri,
Hadisleri inkar etmekle/Sünneti yok saymakla/Peygamberi bir postacı gibi göstermekle/ vs. suçlayanların, asıl amaçlarının “sünneti” değil, kendi durumlarını müdafaa etmek olduğu bulundukları makamlardan, İslam dışı düzenlerden aldıkları övgü ve ödüllerden ve elde ettikleri dünyalıklardan kolayca anlaşılmaktadır.
Halbuki Kuran’ı ölçü almak demek, ondan başka her şeyi yok saymak, söküp atmak demek değil, elimize ulaşan bilgilere ve yaşanan olaylara Kuran’ı esas alarak bakabilmek demektir. Bunu anlamak bu kadar zor olmasa gerek…!
Eğer zor ise kolaylaştırmak için önderimiz ve örneğimiz olan Peygamberimiz(sav)’den bir hadis nakledelim. Ki böylece Kuran’ın ve Kuran merkezli düşüncenin önemini bir kez de O’nun ifadeleriyle gündeme getirmiş olalım;
Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdu; “Haberiniz olsun bir fitne çıkacak”
“Bundan kurtuluş yolu nedir Ey Allah’ın Resulü ?” denildi.
Buyurdu ki; “Allah’ın Kitabına uymaktır. O’nda sizden önceki milletlerin ahvali ile ilgili haber ve sizden sonra (kıyamete kadar) gelecek fitneler ve kıyamet ahvali ile ilgili haberler mevcut. Ayrıca sizin aranızda cereyan edecek ahvalin (iman, küfür, itaat, isyan, haram, helal…vs) de hükmü var. O hak ile batılı ayırdeden ölçüdür. O’nda her şey ciddidir, gayesiz bir kelam yoktur. Kim akılsızlık edip O’na inanmaz ve O’nunla amel etmezse Allah onu helak eder. Kim O’nun dışında hidayet ararsa Allah onu saptırır. O Allah’ın sağlam ipidir. O hikmetli bir zikirdir/öğüttür. O dosdoğru yoldur. O kendisine uyanları, hevalarına tabi olmaktan korur. Ve kendisini delil edinenleri (zihinsel/fikirsel) karışıklık ve şüphelerden arındırır. Alimler O’na doyamazlar. O’nun çokça tekrarı usanç vermez, tadını eksiltmez. İnsanı hayretlere düşüren mümtaz (üstün ve seçkin) yönleri son bulmaz tükenmez. O öyle bir kitaptır ki cinler işittikleri zaman şöyle demekten kendilerini alamadılar;
“Biz doğruya ileten harika bir Kuran dinledik. Ve derhal O’na iman ettik (72/Cin-1,2)
Kim O’ndan delil getirirse doğru söyler. Kim O’nunla amel ederse ücrete/karşılığa mazhar olur. Kim O’nunla hüküm verirse adaletle hükmeder. Kim O’na çağırılırsa, doğru yola çağırılmış olur. (Kütüb-ü Sitte, Kuran’ın Fazileti, Tirmizi, Hadis No:412, Ravi: Haris El A’ver)
Allah Resulünün kendisi Kuran’ı ölçü alırken bizlere başka bir şeyi tavsiye etmesi düşünülebilir mi? Tabiatı gereği bir dinin mensubu olmak o dinin kitabını esas almayı gerektirmez mi? Bundan daha doğal ne olabilir ki?
Tüm bu gerçeklere rağmen “Kuran Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı” diyerek kendi aleyhinde Allah’a delil veren Fethullah Gülen’in söylemleri düşünebilen insanlar için birer ibret olarak o gün de ortadaydı, bu gün de ortadadır. Ne var ki ellerinde Kuran-ı Kerim sallayarak miting yapan liderler de dahil bir çok (z)alim ve ulemadan kendisine bir itiraz gelmemişti…
Üstelik Gülen’i günahı kadar sevmeyenler ile ona muhterem hoca efendi diyenler “Kuran İslam’ı” konusunda kendisiyle fikri ittifak halindeydi. Hey gidi günler hey!
Ortak yönleri “Kuran’ı esas almamak” olan nice çevrelerin yıllar içinde geldiği nokta aslında çok şeyler anlatıyor. Vaktiyle gönüllü ve mutlu bir birliktelik yaşayan sonra birbirlerine düşman kesilen malum çevrelerin bir kısmı zaman içinde Papa’ya, bir kısmı Ata’ya doğru eğilir hale gelmedi mi? Tüm bu yaşananlar Kuran’ı ölçü almayanların düştüğü durumu yeterince gösteriyor mu?
Düne kadar içinde bulunduğu durumun savunduğu mücadelenin <batıl> olduğunu göremeyenlerin yaşanan bunca şeyden sonra fark etmesini, bile bile devam edenlerin de şu ayeti tefekkür etmesini kendileri için son derece önemli görmekteyiz;
İşte O, (her şeye gücü yeten) sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Haktan sonra sadece sapıklık vardır. O halde, nasıl oluyor da (Haktan) döndürülüyorsunuz? (10/Yunus,32)
***
Peygamberi Kuran’dan ayrı/gayrı gibi gören ve inancını bu sorunlu anlayış üzerine inşaa eden zihniyetler ister istemez <Kuran Merkezli> düşünce ifadesini peygambersiz (sünnetten uzak) bir İslam gibi algılayıp insanlara da böyle tanıtmaktadır.
Kuran’ın karşısında gayri meşru olan gidişatlarını meşru göstermenin yolu budur. “Sevgili peygamberimizin sünnetine sahip çıkıyoruz” türünden bir hava estiren bu yaklaşım insanları İslam’a değil hüsrana götürmektedir. Buna itiraz edenlere de;
-Vay efendim siz Peygamberi postacı mı sandınız…? Sünneti inkar mı etiniz…? nakaratlarını söyler dururlar.
Oysa düşünce ve davranışta Kuran’ı esas almak Peygamberi postacı yapmak anlamına gelmez. Zira Kuran, bizi Peygamberi devre dışı bırakmaya değil onu örnek almaya götürmektedir.
Elbette ki Peygamber postacı da değildir! Fakat farz-ı misal öyle olsun(!) İşi bu kadar basit(!) olsun diyelim. Bu durumda 1400 yıl önce kendisi tarafından açılmış ve okunmuş bu postayı(!) alıp, bugünün insanlarına ve onların önderlerine neden götürmüyor, neden oku muyorsunuz?
Mesela aşağıdaki ayetleri bugünkü muhataplarının masasına koyun bakalım acaba postacılık deyip örtmeye çalıştığınız ‘Hakka Davet’ ve çarpıtmaya çalıştığınız ‘Kuran’ı esas almak’ düşüncesi küçümsediğiniz kadar basit ve kolay mı bir görün;
“…Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.”( 12/Yusuf,40)
“ Hiç şüphesiz, Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında kalanlar ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır”. (4/Nisa,116)
“Onlar, mü’minleri bırakıp kafirleri dostlar (veliler) edinirler. ‘Kuvvet ve onuru (izzeti)’ onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, ‘bütün kuvvet ve onur,’ Allah’ındır.”(4/Nisa,139)
“Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.” (4/Nisa,65)
“Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.”(33/Ahzab,36)
“Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah’a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O’na dayandım ve O’na yönelirim.”(42/Şura,10)
“Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah’ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır. Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah’tan daha güzel olan kimdir?”(5/Maide 49,50)
Bu sözlerden sonra size ne olacağı ile ilgili endişelere kapılır da susmayı aklınızdan geçirirseniz şu ayetten güç alabilirsiniz;
Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O’nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kafir olan bir topluluğu hidayete erdirmez. (5/Maide,67)
Kitabın bir kısmını gizleyip, başka kısımlarından bahsederek durumu idare etmeyi aklınızdan geçirirseniz o halde şu ayeti bir düşünmelisiniz;
Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şeyi göz ardı edip saklayanlar ve onunla değeri az (bir şeyi) satın alanlar; onların yedikleri, karınlarında ateşten başkası değildir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azab vardır.(2/Bakara,174)
Bu ilahi uyarılardan rahatsız olup size karşı çıkılır, sözünüze müdahale edilirse;
-Bunları ben değil Allah söylüyor, dersiniz olur biter! Hem siz rahat olun bu ayetlerle sorunu olan sizinle münakaşa edeceğine gitsin itirazını Allah’a bildirsin. Çok bunaldıysanız şu ayeti de kendinize okuyup rahatlayabilirsiniz;
Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: “Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah’a teslim ettim.” Ehl-i kitaba ve ümmîlere : “Siz de Allah’a teslim oldunuz mu?” de. Eğer teslim olurlarsa doğru yolu buldular demektir. Yok eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir.(3/Al-i İmran,20)
Ne oldu, ağır mı geldi?
Bilinmeli ki, Allah’ın razı olmadığı düzeni işletenlere ve bu düzenlerin hilelerine maruz kalan kimselere hakkı söylemek postacılık değildir! Allah’ın razı olduğu düzenin/dinin mahiyeti ise Kuran ile bildirilmiş ve kıyamete kadar koruma altına alınmıştır. Kime, nerede, ne kadar ve nasıl söyleneceği de Kuran’ın yaşanmış hali olan peygamberimizin hayatıyla örneklendirilmiştir.
Tüm peygamberlerin ortak mücadelesi Allah’ın razı olmadığı düzenlerden(dinlerden) insanları kurtarıp Allah’ın düzenine(dinine) ulaşmayı isteyenlere öncülük etmektir. Ve bu mücadele sadece ve sadece Allah’tan gelen vahiy esas alınarak yürütülen bir mücadeledir.
Bize düşen, elbette Kuran’ı esas alarak insanları Allah’ın dinine/düzeni davet etmektir. Yeryüzünün en şerefli ve en izzetli işi olan Allah’a davet, izzeti başka yerlerde arayanlara nasip olmayacak kadar üstün bir iştir! Velev ki Kuran talebesiyiz desinler. Velev ki peygamber soyundan gelmiş olsunlar durum değişmez!
Bu sebepten söz konusu kesimlerden herhangi bir beklentimizin olmadığı bilinmelidir. Yukarıda ki ayetleri örnek vermemizin nedeni; ortaya koymaya çalıştığımız doğruları “postacılık” ithamı ile gölgelemek isteyenlerin, Hakikat’ten ne kadar uzak olduğunu idraklerinize sunmaktır.
Bu dinde postacılık yoktur, ama olsaydı bile İslam dışı düzenlerin yanında yer alan, onlara selam durarak meşruluk kazandıran ‘dindarımsı’ kimselerden postacı bile olmazdı, olamazdı…