
Rabbe sözcüğü temelde bir nesneyi tamamlık,, kemal, olgunluk veya yetişkinlik sınırına ulaşıncaya kadar aşama -aşama tedricen inşa etmek, besleyip büyütmek veya yetiştirmek anlamına gelmektedir.
Fiil olarak, onu tamamlık, kemal, olgunluk veya yetişkinlik sınırına ulaşıncaya “Rabbe hu, Rabbâ hu ve Rabbebe hu kadar aşama aşama tedricen inşa etti, besleyip büyüttü veya yetiştirdi anlamında “ şeklinde kullanılır.
“El Rabbü” sözcüğü mutlak anlamda ancak bütün kâinatın, yaratılmışların maslahatını üzerine alan Yüce Allah için kullanılır. Örneğin:
“Andolsun, Sebe kavmi için oturduğu yerlerde büyük bir ibret vardır. Biri sağda, diğeri solda iki bahçeleri vardı. (Onlara:) Rabbinizin rızkından yeyin ve O’na şükredin. İşte güzel bir memleket ve çok bağışlayan bir Rab!”(Sebe 34/15) ayetindeki Rab bu anlamda kullanılmıştır.
Rab sözcüğü izafet /tamlama yoluyla hem Yüce Allah için hem de ondan başkası için kullanılmaktadır. Örneğin : “Hamd, âlemlerin rabbi olan Allah içindir.” (Fatiha 1/1), “Yaratıcıların en güzelini bırakıp da Ba’l’e mi taparsınız? Sizin ve babalarınızın Rabbi olan Allah’ı terk mi ediyorsunuz?” (Saffat37/125-126) İfadelerinde Yüce Allah için kullanıldığı gibi; Yusuf suresinde:
”Hükümdar dedi ki: Onu bana getirin. Bunun üzerine ona elçi gelince: Efendine dön(rabbine dön) ve ellerini kesen o kadınların zoru neydi kendisine sor. Şüphesiz ki benim Rabbim, onların düzenini bilir, dedi.” (Yusuf 12/50) Bu ayette kullanılan birinci “rabbine dön” kelimesi Yusuf (as) ma haberi getiren habercinin rabbi/ efendisi veya kıralı için kullanılmıştır. İkincisi “benim rabbim” ifadesindeki rab ise Hz. Yusuf (as)’ın Allah’ı kastederek kullandığını görüyoruz.
Musa (as) ile Firavun arasında geçen konuşmada şöyle ifade ediliyor:
“Kutsal vadi Tuva’da Rabbi ona şöyle seslenmişti: Firavun’a git! Çünkü o çok azdı. Ona de ki: Arınmaya niyetin var mı? Rabbine giden yolu göstereyim ki O’na saygı duyup korkasın. Bunun üzerine ona en büyük mucizeyi gösterdi. Ama o, yalanlayıp isyan etti. Sonra yüz çevirip mücadeleye başladı.Adamlarını toplayıp seslendi: Sizin en yüce rabbiniz benim dedi. Allah da, onu dünya ve ahiret azabıyla yakaladı.”(Nazi at 79/16-25)
Bundan başka günlük hayatta: Evin sahibi anlamında “Rabbüd daar “, atın sahibi anlamında “rabbül feres” şeklinde de kullanılmaktadır.
Aynı kökten türetilen “Mürebbiye” kelimesi de çocukların bakım ve eğitimini üzerine alan kadınlar için kullanılmaktadır.
Rab kelimesinin çoğulu “Erbab” olarak gelmektedir. Yine Yusuf (as) zindan arkadaşlarına nasihat ederken :
” Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı birçok rabler mi, yoksa hepsinden üstün kahredici bir Allah mı daha hayırlıdır?”(Yusuf12/39) ayetinde olduğu gibi.
Kelimenin lügat ve ıstılah anlamlarından da anlaşıldığı gibi Yüce Allah’ın yaratıcılık sıfatıyla yoktan var ettiği bütün varlıkları, ilk varoluşlarından kemale ermesine kadar geçirdiği bütün merhalelerde, onların her türlü gelişimini dilediği gibi gerçekleştiren, her türlü ihtiyacını karşılayan, fıtrat anlamında terbiye edip olgunlaştıran, türünün her türlü özelliğini taşıyacak hale getirip kemale, olgunluğa ulaştıran Rabbil âlemîndir. Âlemin tasvirinden insanın tasvirine varana kadar her şeye suretini verip sirenini çizen o’dur.
Tabiatın tezyinini dilediği biçim ve renkte gerçekleştiren ve verdiği tabiatı değiştirmeden devam ettirme özelliğini veren yine o’dur. Küçücük bir tohumun içine türünün bütün özelliğini gizleyen, bir damla suyun içine hem cinsinin bütün özellik ve güzelliklerini yerleştiren ve bu imalatta ilk günden bu güne kadar bir bozulma olmadan devam ettiren; kıyamete kadar da devam ettirecek olan RAB işte O’dur.
Yukarıda anlatılan her şeyi yapıp yaratanın Allah olduğuna delil olarak şu ayeti doğru anlamamız gerekir:
“Allah, kıstı/ ölçüyü ayakta tutarak (her yaratılana vermiş olduğu kendine mahsus özelliklerini ilk gönden son güne kadar aynen koruyarak) kendisinden başka ilâh olmadığına şahitlik etmiştir. Melekler ve ilim sahipleri de bunun doğruluğuna şahitlik ederler. Mutlak güç ve hikmet sahibi Allah’tan başka ilâh yoktur.” (Ali İmran 3/18)
Peygamber (as )’ın : “Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar. Onu Yahudi veya Hıristiyan yapan anne ve babasıdır.” İfadesiyle bu gerçeği dile getirmiştir.
Yüce Rabbimiz; İnsan, hayat ve onu çevreleyen tabii yasalar için şöyle buyuruyor:
“Ey insanlar, eğer öldükten sonra dirileceğinizden kuşkunuz varsa, biliniz ki, gücümüzü kanıtlamak için sizi önce topraktan, sonra spermden, sonra embriyodan, sonra yapısı belli- belirsiz bir çiğnemlik et parçasından yarattık. Dilediğimizi belli bir sürenin sonuna kadar rahimlerde tutarız. Sonra da sizleri çocuk olarak meydana çıkarırız. Böylece yetişip ergenlik çağına gelirsiniz. Kiminizin erken yaşta canı alınır ve kiminiz de ömrünün en zayıf dönemine kadar yaşatılır ki, bilirken bir şey bilmez olursunuz. Bir de yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat biz onun üzerine su indirdiğimiz zaman, harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir.” (Hac 22/5)
“Allah’ın gökten su indirdiğini görmüyor musun? O su aracılığı ile türlü türlü renkte meyveler yetiştirdik. Dağlarda beyaz, kırmızı, koyu siyah değişik renklerde yollar açtık. İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır.” (Fatır35/27)
“Gökleri yedi kat üzerine yaratan o’dur. Rahman’ın bu yaratmasında bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü bir çevir bak, bir çatlak görebilir misin? Sonra gözünü iki kez daha döndür bak. Göz aradığı kusuru bulmaktan umudu keserek yorgun ve bitkin bir halde sana döner. Andolsun ki; Biz, yere en yakın göğü kandillerle donattık. Onlarla şeytanların taşlanmasını sağladık. Ve onlara, çılgın alevli azabı hazırladık.”(Mülk67/3-5)
İşte bunların yoktan yaratılması, tertip ve düzeni, renkleri, biçimleri, tabi olduğu kanuniyetleri, yaşam ve ölümleri, yeniden diriltilip herkesin hak ettiğinin verilmesi gibi tüm konuların zaman ve zemininin tayin ve tespiti Rab sıfatının gereği olarak tecelli etmektedir. Rahman sıfatıyla merhamet ettiği, kâdir sıfatıyla her şeye güç yetirdiği, Alîm sıfatıyla her şeyi bildiği, basîr sıfatıyla her şeyi gördüğü, Tekvin sıfatıyla her şeyi yarattığı gibi. Rab sıfatıyla da her şeyi tertip ve düzene koymaktadır.
“İlahun” kelimesine gelince, Araplar bu kelimeyi Lât da dâhil tapınmış oldukları tüm mabutlarına isim olarak vermişlerdir. Dolayısıyla “İlahun” sözcüğü mabut edinilen, sevgi ile yönelinen, ibadet edilen, kulluk edilen, gizli, erişilmez olan şey anlamına gelmektedir.
İlah: Zatında kendisine ibadet ve itaat etmeyi gerektiren güç ve kudretin sahibi bulunan kimsedir. İlah’lık vasfının beraberinde şu sıfatların bulunması kaçınılmaz bir gerekliliktir:
Otorite sahibi, İbadet edilen, kendisine sığınılan, kanun koyucu, rızık veren, yaşatan ve öldüren, dirilten ve hesaba çeken, cezalandıran ve ödüllendiren… İla ahir küllü şey’in kadir olan demektir. İlahlık ile acizlik bir biriyle asla bağdaşmaz.
Bu nedenle kelimeyi tevhitte “Allah’tan başka ilah yoktur “denilmektedir. Tarih boyunca kendilerine ilahlık vasfı yakıştırılanların hiçbirinde bu vasıflar olmadığı için gerçek ilah sadece Allah’tır ve bu gerçeği bilen için ondan başka ilah yoktur.
Allah’tan başkasını ilah edinenleri ve ilahlarının gerçek durumları şöyle ifade edilmektedir:
“Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah’ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de aciz, kendinden istenen de!”(Hac 22/73)
“Allah ile birlikte bir başka ilaha yalvarma. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. O’nun zatından başka her şey helak olacaktır. Hüküm O’nundur ve sadece O’na döndürüleceksiniz.”(Kasas 28/88)
“Sizin İlahınız; tek bir ilahtır. Ahirete inanmayanların kalpleri inkâr edicidir ve onlar büyüklük taslayanlardır.” (Nahl16/22)
“Sizin ilâhınız, yalnızca, kendisinden başka ilâh olmayan Allah’tır. O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır.”(Taha20/98)
“Allah kendisine hükümranlık verdi diye İbrahim ile Rabbi hakkında tartışanı görmedin mi? İbrahim: «Rabbim, dirilten ve öldürendir» demişti. «Ben de diriltir ve öldürürüm» dedi; İbrahim, «şüphesiz Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene» dedi. İnkâr eden şaşırıp kaldı. Allah zalimleri doğru yola eriştirmez.”(Bakara 2/258)
Buraya kadar her iki kelimenin lügat ve ıstılah anlamlarını vermeye çalıştık. Görebildiğimiz kadarıyla Allah’ın sıfat ve isimleri ve ifade ettiği mana kendisine özgüdür. Bu nedenle Allah kastedildiği sürece İlâh demekle Rab demek arasında bir şey fark etmez. Dualarımızda Yâ ilahel alemin!, Yâ Rabbel alemin, Yâ Rahman, Yâ Rahim, Yâ gafur, Yâ seddar gibi doksan dokuz ismini ve sıfatını anarak da ona dua edebiliriz. Bu konuda bize şu ayetler yol göstermektedir:
De ki: İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini derseniz deyin; en güzel isimler O’nun içindir. Namazında sesini yükseltme, tamamen de kısma. İkisi arasında bir yol izle.” (İsra 17/110)
“O Allah ki, yaratandır, kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler o’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Azizdir, Hâkimdir.(Haşir 59/24)
“En güzel isimler Allah’ındır, O’na o isimlerle dua edin, O’nun isimleri konusunda eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını göreceklerdir.” (Araf 7/180)
İLAH ve RAB kavramların arasındaki fark görebildiğimiz kadarıyla şudur: Rab sıfatı ile Allah Teâlâ bütün varlıkları yaratılıştan itibaren merhale -merhale geliştirip yetiştiren; her merhalede kemale ulaşıncaya kadar onların tüm gelişim ve ihtiyaçlarını karşılayan, her türün özelliklerini aynen koruyan, tertip ve düzene koyan, suretlerini verip kemale erdirendir.
İlahlık sıfatı ile de her biri için tabi olacağı yasaları koyarak bu yasalar çerçevesinde onların üzerinde hükümran olan, ibadet, itaat ve isyan gibi tüm sorumlulukların sınırlarını belirleyen ve bu çerçevede tüm yaratılmışlara mutlak hâkim olarak hükmedendir. İtaat edenleri ödüllendirmek, isyan edenleri cezalandırmak, her iki gurup için davranışlarının sonuçlarını önceden bildirmek, otoritesine asla ortak tanımamak gibi konuların tümü ilahlık sıfatının tezahürleridir.
Burada anlatılmak isteneni Tevbe suresinin 30 ve 31. Ayeti açıkça ifade etmektedir:
“Yahudiler, «Üzeyir Allah’ın oğlu» dediler, Hıristiyanlar da «Mesih Allah’ın oğlu», dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkâra sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!”
“Onlar, Allah’tan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler, Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah’tan başka (gerçek anlamda) hiçbir ilâh yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir.” (Tövbe 9/30-31)
“Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar bulunsaydı, yerin ve göğün nizamı kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş’ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.” “Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir.” (Enbiya 21/22-23)
“De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilâhlar da bulunsaydı, o takdirde bu ilâhlar, Arş’ın sahibi olan Allah’a ulaşmak için çareler /vesileler arayacaklardı.” “Allah, onların söyledikleri şeylerden münezzehtir; son derece yücedir ve uludur.” (İsra 17/42-43)
ALLAH İsmi Celili:
Şüphesiz en güzel isimler en güzel olana, en değerli olana, en kadir, en kerim, en rahim, en alîm, en habîr ve en vedud (seven sevilen sevdiren ve sevindiren) olan Allah’a mahsustur. Bu cümleden olarak tüm güzellikleri ifade eden “Allah” ismi bütün türevleriyle birlikte Kur’an’da 2698 defa geçmektedir.
Bu isim bütün Kemal, Cemal ve Celal sıfatlarının tamamını kapsamaktadır. ALLAH özel isminin hiçbir dilde tam karşılığı yoktur. Arapça da ilah, Türkçe de Tanrı, Farsça da Hüda, İngilizce de god, kelimeleri “Allah” kelimesi gibi özel isim değildir. Bunlar, İlah, Ma’bûd, ve Rab gibi cins isimlerdir. Allah kelimesi ikil ve çoğul yapılmaz. Bu isim sadece varlığı zorunlu olan yaratıcıyı ifade eder. Başka bir varlığa, Allah ismi verilemez. Yani Allah’ın adaşı yoktur.
“(Allah);Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O’na ibadet et ve O’na ibadette kararlı ol. Hiç O’nun adaşı/ dengi –benzeri, eşi -ortağı olduğunu biliyor musun?” (Meryem 19/65)
“Allah” lafzının her harfi O’nu ifade eder. Allah lafzının elifi kaldırıldığında “lillâh” olur. Yine o yüce Yaratıcı’yı ifade eder. Elif ve lam birlikte kaldırıldığında “lehû” olur. Yine O yüce Allah’ı ifade eder. Elif ve iki lam birlikte kaldırıldığında “hû” kalır. Bu da Allah’ı ifade eder. “Allâhü lâilâhe illâ hû (Allâh ki, O’ndan başka ilâh yoktur)” (Bakara, 2/255) âyetinde olduğu gibi.
Özellikle Arapçada bu ismin kökeni hakkında Ragıp el İsfahanî Müfredat İsimli Kur’an kavramları Sözlüğü’nde şunları zikretmektedir:
1-ALLAH kelimesi “İLAH” sözcüğünden türetilmiştir. Bu kelimenin başındaki hemze silinerek onun yerine “elif ve lam” harfleri ilave edilerek ALLAH ismi yüce yaratıcının özel ismi haline getirilmiştir. Bu isim Allah’tan başkası için asla kullanılamaz olarak kabul edilmiştir. Buna Kur’an’da şöyle işaret edilmektedir:
“(Allah), Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu halde O’na ibadet et ve O’na ibadette kararlı ol. Hiç O’nun adaşı/ dengi –benzeri, eşi -ortağı olduğunu biliyor musun?” (Meryem 19/65)
2-Bir diğer görüşe göre de bunun aslı “özlem duymak” anlamına gelen “VİLAHUN” sözcüğüdür. Buradaki vav harfi elif harfiyle değiştirilerek “İLAHUN” şekline getirilmiştir. Sonra da hemzesi kaldırılıp başına elif lam eklenerek “ALLAH” lafzına intikal ettirilmiştir. Bunun sebebi ise yaratılmışların yaratanına özlem duymasıdır. Bu özlem ise iki şekilde ortaya çıkar. İnsanda olduğu gibi İradi olur veya tüm mahlûkatta olduğu gibi zorunlu olur. Bu olay Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir:
“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlayamazsınız. O, halimdir, bağışlayıcıdır.” (İsra 17/44)
3-Bir başka görüşe göre de bunun aslı “İHTİCAB” örtünme gizlenme anlamına gelen “LAHE” (lahe- yeluhu- leyahen) fiilidir. Bununla yüce Allah’ın şu sözüne işaret edildiği söylenmiştir:
Gözler O’nu göremez; hâlbuki O, gözleri görür. O latiftir, Her şeyden haberdar olandır.” (Enam 6/101-103)
Ayrıca hadid suresinde de şöyle buyrulmaktadır:
“O evveldir, ahirdir, zâhirdir, bâtındır. O, her şeyi bilendir.”(Hadid 57/1-3)
Elbette Allah Teâlâ yaratmış olduğu kâinattaki eserleriyle zahir, zatının mahiyeti itibariyle de batındır. O hem evveldir hem de ahirdir. Başlangıcı ve sonu olmayandır.
Allah ismi şerifi, en açık ifadesiyle bizzat Allah tarafından Taha suresinde Musa (as) ile olan konuşmada zikredilmektedir:
“Musa ateşin yanına gelince: «Ey Musa!» diye seslenildi: Ben şüphesiz senin Rabbinim; ayağındakileri çıkar; çünkü sen, kutsal bir vadi olan Tuva’dasın. Ve ben; seni seçtim. Öyleyse vahyolunanı dinle. Şüphesiz Ben Allah’ım, Benden başka ilah yoktur; Bana kulluk et; Beni anmak için namaz kıl.” (Taha 20/11-14)
Bu ifadelerden de anlaşıldığı gibi “ALLAH” ismi, sadece kâinatı yaratan yaşatan öldüren ve diriltip hesaba çekecek olan, gücüne ve kudretine sınır çizilemeyen, mülkünde ortağı olmayan bir tek Varlık için Özel isim olarak kullanılmaktadır. Bu isim Ondan başkası için insanlık tarihi boyunca asla kullanılmamıştır. Çünkü bu ismin ifade etmiş olduğu yüceliğe Allah’tan başka ulaşacak yoktur. Bu nedenle tüm inananlar:
“ALLAHU EKBER, ESLEMTÜ LİLLAHİ RABBİL ÂLEMİN –Allah en büyüktür. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum- diyerek ona teslim olurlar.
Allah cümlemizi bu teslimiyet ile müşerref kılsın!..