Rabıta kelimesinin anlamı, bağlamak, önemli yerde nöbet tutmak, vazifeye devam etmek, sarılmaktır. Bu anlamlardan kelimenin cümle içinde kazanacağı anlam cümlenin gelişine en uygun olanı tercih edilerek yerine konur ve cümle öyle tercüme edilir. Bu cümlede kelimenin en uygun düşen anlamı da “önemli yerde nöbet tutmak” olarak tercih edilmiş ancak ayetin sibakında ki anlatılan konuya uygun düşmesi ve sabırla birlikte kullanılmasından dolayı ‘cihada hazır olunuz‘ şeklinde anlamlandırılmıştır.
Rabıta, (vasfı muhabbetle suret’i pir’i istifade ve istifaza mülahazasıyla tasavvur etmektir) yani sevgiyle şeyhin / pirin suretini / görüntüsünü veya resmini istifade etmek ve feyiz almak düşüncesiyle karşında olduğunu düşünmektir. Bunun daha açık anlamı şeyhini karşında oturuyor ve Allah’tan Peygamber’e, ondan silsile yoluyla şeyhlere ve en son senin karşında oturduğunu düşündüğün şeyhinin kalbine ondanda senin kalbine feyiz ve nuru ilahinin aktığını düşünmektir.
Bir de bunu tanınmış mutasavvıflardan dinleyelim: Abdulhakim Arvasi, Said adında ki bir müridine yazdığı 31 Mayıs 1923 tarihli mektubunda rabıtayı tanımlamakta, uygulanış biçimini ve faydalarını açıklamakta, zikirle karşılaştırmakta ve süresinin on beş dakika olduğunu söylemektedir. Günlük zikir miktarının en az beş bin olduğunu kaydetmiştir.
“Rabıta: İlahi zati sıfatlarla tahakkuk etmiş ve müşahede makamına varmış bir kamil ve mükemmele kalp bağlayıp, huzur ve gıyabında o zatın suretini hayal hazinesinde muhafaza etmekten ibarettir”. Bu tanımı Necip Fazıl Kısakürek şeyhi Arvasi’nin tanımından sadeleştirmiştir“.
Rabıtanın çeşitli ayrıntıları ise şöyle tanımlanmaktadır:
Rabıta: Müridin, şeyhini şeklen ve cismen tasavvur etmesidir. Yani daha açık bir anlatımla, onu fizik olarak zihninde canlandırmasıdır.
Bununla birlikte mürit, şeyhinin kalbinden kendi kalbine nur huzmelerinin yansıdığını ya da nurdan çağlayanlar aktığını ayrıca düşünecek ve ondan bereket, himmet ve yardım isteyecektir. Bunu, tarikat dilinde “istifaza” ya da ruhaniyeten “istimdat” diye bazı özel ifadelerle anlatmaya çalışmışlardır.
Mürit kendini şeyhin giyim ve kuşam tarzı içindeymiş gibi görmeye çalışacaktır. Buna (telebbüsi rabıta) kılığa bürünme rabıtası ismi verilmektedir.
Son dönem nakşi teorisyenlerinden olan Abdülhakim Arvasi’den sadeleştirilerek şu şekilde verilmiştir: Pirin kıyafetine aynen bürünerek, kendini aynen mürşit şeklinde görmek ve hayal etmek. Kısaca her yaptığı iş ve ibadetlerde gözlerini kapatarak onu yapanın kendisi değil de şeyhi, piri olarak düşünmektir.
Ayrıca rabıtanın nasıl yapılacağını tarif ederken, şeyhin hayal yoluyla iki kaşı arasına bakmak ve mıhlanmak suretiyle ruhaniyetine yönelmek. Bu halin
Kendinden geçme, kaybolma hali başlayıncaya kadar sürdürmek.” (Ferit Aydın Tarikatta Rabıta ve Nakşibendilik, s. 18-22)
Rabıta hayatta olan şeyhe yapıldığı gibi hayatta olmayan şeyh için de yapılabilir konusunda hem Arvasi hem de Mehmet Zahid Kotku hem fikirdir.
“Feyiz istekçisi ziyaretçi, feyiz vericinin kabrine yaklaşır selam verir. Mezarın ayakucuna yakın sol tarafına durur. Ona hayatta ki tavrını muhafaza eder. Bir fatiha onbir ihlas / üç ihlas bir Fatiha ve ayet elkürsü okur. Sevabının mislini mevtaya hediye eder. Sonra çöker oturur. Feyiz almak için kabirde ki mevtanın ruhaniyetine teveccüh eder.”(Arvasi, Rabıta’i Şerif Risalesi, s. 23/M. Z. Kotku, Tasavvufi Ahlak, s. 2/272)
Kotku bu bilgilerin ardından bir de hadis naklediyor ve “Efendimiz (sav) ’İşlerinizde güçlükle karşılaştığınız ve kararsız kaldığınız zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz’ buyurdular“ diyor.
Yine Ferit Aydın’ın tespitlerine göre rabıta yapılırken yapılması elzem olan işler şöyle sıralanmaktadır:
“Abdestli olmak, inabeli olmak / şeyhten izinli olmak, kapıyı kilitlemek, ortamı karartmak yada baştan itibaren bir çarşafla örtünmek, sol ayak dikili tutulup sağ bacak yere yapıştırılarak ayak sol tarafa doğru çıkartılarak oturmak (ters teerrük oturuşu).
Gözleri yummak, nefsi kontrol altına almak, sabit ve hareketsiz durmak, mürşidin suretini zihninde canlandırmak ve mürşidin ruhaniyetinden istimdat / yardım istemek suretiyle gerçekleştirilmelidir.”
Buraya kadar mutasavvıfların ifadelerine dayanarak rabıta konusunu ortaya koymaya çalıştık. Görüldüğü gibi bu anlayış nevi şahsına aittir ve İslam’la bağdaşması mümkün değildir. Bir müslüman beş vakit namazında Allah’ın huzurunda durarak “Ya Rabbi sadece sana kulluk eder, sadece senden yardım beklerim. Beni doğru yola ulaştır kendisine nimet verdiğin peygamberlerin yoluna, gazabına uğrayanların ve sapıkların yoluna değil“(1/5-7) derken, bunun şuurunda olan kimse Allah’tan istenecek bir şeyi asla başkasından istemez. O’ndan başkasının huzuruna durmaz ve Allah’tan başkasına el açıp boyun büküp yardım istemez.
İslam’ın ilkeleriyle pek bağdaşmayan tasavvufun tümü için ayrı bir din olarak nitelendirilmesi meseleye genel yaklaşımımızı ortaya koymakla birlikte, yukarıya alıntılayarak neye niçin olumlu bakılmadığının bilinmesi içindir. Rabıta şu konuları ile tevhidi düşünceyle çelişmektedir:
- Bir insanın Allah’tan istemesi gereken şeyleri kendisi gibi bir kuldan istemesi. İstenen şey dünyevi bir metaa olmayıp metafizik anlamda bir güç ile kişinin halet –i ruhiyesini değiştirecek ve onu halden hale sokarak onun ruhunda bir takım değişiklikler meydana getirmektir. Bu gücü Allah kimseye vermemiştir. Elçisine bile “Ey Muhammed, sen istediğini hidayette kılamazsın. Ancak bunu biz yaparız, sana düşen sadece tebliğdir“ buyuruyor.(2/272) Böyle bir vasfı herhangi bir insana vermek o insanı ilahlaştırmak olur.
- İnsan dua, ibadet veya zikir için kim olursa olsun herhangi bir insana teveccüh ederek onun maddi veya manevi huzurunda yaptığını tahayyül ederek yapamaz. Sadece Allah’ın huzurunda ve O’na yönelerek, O’ndan isteyerek ve onun için yapar. Şeyhinin huzurunda, gözünü ve gönlünü şeyhinin sevgisiyle doldurarak hayalinde onun kaşları arasına baktığını düşünüp kendinden geçinceye kadar bu işi sürdürmek masum bir anlayış değildir. “Mescitler Allah’ındır, öyleyse orada Allah ile beraber bir başkasını çağırmayın.”(72/18) buyurmaktadır rabbimiz.
”(Ey Muhammed!) Kullarım sana beni sorarlarsa, bilsinler ki ben onlara yakınım. Dua eden bana dua ettiği zaman duasını kabul ederim. O halde onlar da benim davetime koşsunlar ve bana iman etsinler ki doğru yola erebilsinler.”(2/186)
- İnanan insanın kendisini başkası olarak hayal etmesi en başta kendisini aldatmasıdır. ‘Mürit kendini mürşidinin kılığına bürüyerek kendini mürşit şeklinde görmesi‘ dürüstlük ilkesiyle ne kadar bağdaşan bir anlayış olur?
- Hepsinden beteri ölmüş bir insandan gerek kabri başında gerek ise manevi huzurunda yardım istemeye kalkmak ve onun ruhaniyetinin kendisine yardım edeceğine inanmak gerçeğin hilafıdır.
“Dirilerle ölüler bir olmaz. Doğrusu Allah dilediği kişiye işittirir. Ama sen kabirlerdekilere işittirecek değilsin.”(35/22) Bir de buna mevzu bir hadisle Kotku’nun destek vermesi en masum ifadeyle Peygambere (a.s) yalan isnadında bulunmaktır.
Allah İsa (a.s)’a hesap günü “sen mi dedin ya İsa insanlara beni ve annemi iki ilah edinin diye?” İsa (a.s) ise “Ya Rabbi! Onlara senin emrettiğinden başkasını söylemedim. Benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin dedim. Aralarında bulunduğum sürece onların üzerinde gözcü idim. Sen beni vefat ettirdikten sonra ise onları gözetleyici sadece sensin (ben onların ne yaptıklarını bilmiyorum) Sen her şeye şahitsin.”(5/117)
İsa (a.s)’ın şahsında ölen kimsenin hiçbir şey bilmediğini Allah böylece bize anlatmaktadır. Peygamber olan kimse bir şey bilmezken gayrisinin kullar üzerinde tasarrufunu düşünmek akıl karı değildir.
Tasavvufun kaynağını Hint ve Yunan mistik düşüncesi ile eski batıl dinlerin kalıntıları oluşturduğu gibi rabıtanın da nirvana inancıyla yakın benzerliği gözlerden kaçmamaktadır. Hint azizi Shankara nirvana erincini şöyle anlatıyor “Mürit atmanın gerçeğini işittikten sonra onun üzerinde düşünmeli uzun bir müddet için onun üzerinde tefekküre dalmalıdır. Böylece mürid süje ve obje şuurluluğunun yok olduğu ve sadece bölünmez sonsuz şuurluluğun geriye kaldığı en yüksek duruma ulaşır. Dünya üzerinde yaşıyorken nirvananın mutluluğunu tanır. Nirvana inancına göre kalbi saflaşan insan İlahi atmanı idrak eder, böylece dünyaya, köke ve her şeye olan bağını imha eder.”(İktibas Dergisi, 1991 Haziran sayısı, s. 15) Metindeki kullanılan ifadeler ile rabıta ve fena fillah için kullanılan ifadelere birebir benzerlik olduğu görülmektedir.
“Sözü dinleyip de en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akledenlerin ta kendisidir.”(39/18)
Elbette en doğru söz Allah’ın sözüdür. Bu nedenle müminler olarak sadece O’na kulluk eder sadece O’ndan yardım isteriz!..