
Allah’ın kitâbı Kur’ân-ı Kerîm, Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) sahâbesi hakkında çok çarpıcı, ayrıntılı bilgiler vermekte, bu konuda kuşkuya mahal bırakmamaktadır. Öncelikle Kur’ân sahâbeyi sınıflara ayırmakta;onların arasında yüce, orta ve aşağı mertebelere sahip kimselerin bulunduğunu gözler önüne sermektedir.Yukarıda, sahâbenin adâleti mevzuunda Ehl-i Sünnet’in dayandığı âyetler, sahâbe arasında bulunan üstün meziyetli kimselere örnektir.Şimdi o ayetleri tekrar ederek vakit kaybetmek ve sizleri sıkmak niyetinde değiliz. Burada özellikle orta ve aşağı dereceli sahâbeden söz eden âyetlere yer verecek, böylelikle Kur’ân’ın–Ehl-i Sünnet’in sandığı gibi– sahâbeye tek düze yaklaşmadığını belgeleyeceğiz. Kur’ân’da tanıtılan orta ve altdereceli sahâbî grupları şunlar:
1-İmanı zayıf olanlar:
“Sonra(Allah)o kederin ardından üzerinize, içinizden bir grubu sarıp kuşatan bir güven duygusu, bir uyuklama indirdi.Kendi canlarının derdine düşmüş bir grup ise,Allah hakkında câhiliyye zihniyetini yansıtan,gerçek dışı düşüncelere kapılıyor;
“Bu işten (zaferden)bize birhisse varmı?” diyorlardı.De ki: “Bütün işler hakikaten Allah’ındır.” Onlar aynı zamanda sana açıklayamayacakları şeyleri içlerinde saklamaktalar. (İçlerinden) “Eğer bu işten bir hissemiz olsaydı,şuracıkta öldürülmezdik!”diyorlar. De ki: ‘Eğer evlerinizde olsaydınız, üzerlerine ölüm yazılanlar uzanacakları yerleri muhakkak boylarlardı.’…”[Âl-i Imrân: 154]
Âyet, Müslümanların Uhud savaşında içine düştüğü durumu anlatan Âl-i Imrân sûresindeki âyetlerden birisidir.Bilindiği gibi, Müslümanlar o gün çabucak zafere ulaşmışlardı. Ancak zafer sarhoşluğuyla ganîmet peşine düşmeleri ve bir de okçuların Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) kesin talimatına rağmen yerlerini terk etmeleri üzerine durum tersine döndü;Müslümanlar bozguna uğratıldı.Sahâbeden bir grup, düşmanlarına karşı mutlak zafer bekliyordu.Onlar sanıyordu ki; bu dinin mensupları asla mağlubiyet tatmaz. Allah kendilerini yalnız bırakmaz; her şeye rağmen onları görünmez ordularıyla destekler ve zafere ulaştırır. Çünkü kayıtsız şartsız bu dine sahip çıkmak ve onları desteklemek Allah tarafından verilmiş bir sözdü… Ancak bekledikleri olmadı. Bu durum onların kalplerinde vesveselerin cirit atmasına,ardı arkası kesilmeyen“acaba!?” lı sorulara davetiye çıkardı.Onların böyle düşünmelerine sebep ise, elbette câhiliyye zamanından kalma aslı esası olmayan düşüncelerdi.İslâm öncesi câhiliyye çağı Arapları, her şeyin yaratıcısının,yerin göğün mutlak hâkiminin Allah olduğuna inanırlardı. Onlara göre rızık, hayat,ölüm, savaş vb. her çeşit olayın; ayrıca insan, hayvan, yeryüzü ve denizler gibi bütün varlıklar âleminin birer tanrısı vardı. Sanki Allah büyük kral, tanrılar ise tam yetkiyle donatılmış birer eyâlet vâlisi gibiydi.Putperestler,kendilerine rızk versin, mutlu etsin ve bütün belâ ve musîbetlere karşı korusun diye bu tanrılara inanırlardı…1
Anlaşılan o ki, söz konusu grup eskiden kalma o alışkanlıkla, Muham-med’i eyâlet vâlisi konumundaki ast tanrılarla karıştırmışlardı! Halbuki Muhammed bir tanrı değil; bir insandı, bir peygamberdi. Üstelik Allah, peygamberini ve ona inananları her şeye rağmen zafere ulaştıracağına dair söz vermiş de değildi.Kısacası âyet, o sahâbede bulunan şu özelliklere yer veriyor:
–Sadece kendi canlarının derdine düşmüşlerdi.
– Allah hakkında asılsız düşüncelere kapılmışlardı.
–Kafalarında hálá câhiliyye döneminden kalma tortular vardı.
–Zaferden ümitlerini tümden kesmişlerdi.
–İçlerinde dışa vuramadıkları daha büyük korkuları vardı.
Bu beş özellik, onların iman bakımından ne kadar zayıf bir noktada bulunduklarını açıkça gösteriyor.
İslâm’a giren Araplar içinde öyleleri vardı ki;onlar İslâm’a tam manasıyla gönül vermemişler di.İçlerinde, yaşadıkları yerleri bırakıp, Medîne’ye hicret edenler bile vardı.Rasûl-i Ekrem’in (s.a.a)getirdiği dine her şeye rağmen teslim olmadıkları,ucundan kıyısından tutundukları için, işleri yolunda gitti mi “Ne iyi ettim de bu dine girdim!” derlerdi. İşleri bir de tersine döndü mü, derhal dini suçlarlar,“Bütün bunlar bu din yüzünden!” deyip dinden çıkarlardı.Bunlar’da sahâbeden idi. Bakın Allah (a.c)onlar hakkında ne buyuruyor1:
“İnsanlardan bazıları da Allah’a,kıyısından ibâdet ederler: Kendisine bir iyilik dokundu mu,onunla tatmin olup yatışır.Başına bir de fitne (musibet) gelip çattı mı,yüzü üzerine dönüverir.Böyleleri dünyada da kaybeder, âhirette de.İşte bu, apaçık hüsranın ta,kendisi dir.”[Hacc: 11]
Böyle imanı zayıf kimselerin yanında,Tebûk seferine katılmamak için olmadık bahaneler üreten,“Allah’a ve âhiret gününe iman etmeyen, kalpleri kuşkuya düşmüş, böylece işkilleri içinde bocalayıp duran” [Tevbe:45],münâfıklara kulak kesilecek kadar “iman fukarâsı” olan “İçinizde onlara iyice kulak verenler (1) var!” [Tevbe:47] ve üstelik Muhâcirlerden ve Ensâr’dan “kalben sapma tehlikesi atlatan”[Tevbe: 117] sahâbenin bulunduğu da yine aynı Kur’ân tarafından haber veriliyor bizlere:Bu âyetler, sahâbe arasında iman bakımından cidden zayıf pek çok kimsenin bulunduğunu açıkça ifade ediyor.
2. İyiliği kötülükle karıştıranlar:
Allah (a.c)mü’min oldukları halde, sırf tembelliklerinden ve rahata düşkün olduklarından dolayı Tebûk savaşından geri kalan sahâbîlerden, şu şekilde söz etmektedir:
“Diğerleri ise günahlarını itiraf ettiler.Onlar iyi biriş ile, kötü olan diğer bir işi birbirine karıştırdılar.Belki Allah onların tevbesini kabul eder.Çünkü Allah Ğafûr’dur, Rahîm’dir.”[Tevbe: 102] Bu âyet, adından söz edilmeyen o sahâbîlerin,Rasûl’ün (s.a.a) daveti üzerine Tebûk seferine katılmamakla suç işlediklerini,ardından günahlarını itiraf ettiklerini; ve böylece iyi olan bir davranış ile kötü olan bir başka davranışı birbirine kattıklarını haber veriyor.
3.İman etmeyen Müslümanlar:
“(Bedevî) Araplar “İman ettik.” dediler.De ki: “Siz iman etmediniz;ancak‘Müslüman olduk.’ deyin.İman sizin kalplerinize asla girmemiştir. Eğer Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederseniz; Allah yaptıklarınızdan hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah Ğafûr’dur, Rahîm’dir.””[Hucurât: 14]
Âyet-i celîle,sahâbe arasında sadece“görünürde”Müslüman olan,imanın bütün boyutuyla kalplerine yer etmediği kimselerin de bulunduğunu açık ve net biçimde ortaya koyuyor.
4.Müellefe-i Kulûb:
Tevbe sûresinin 60. âyetine göre, kendilerine zekat verilen sınıflardan birisi de“Müellefe-i Kulûb”tur. Müellefe-i Kulûb, “Tereddüt dolu kalpleri yatıştırılanlar” anlamında bir terkiptir. Terim olarak ise; İslâm’a girdiği,“Rasûl-i Ekrem’e inandım.” dediği halde, sadâkatlerinden büyük oranda kuşku duyulan,kalpleri vesveseyle dolu, bir o kadar da tehlikeli olan kimselere verilen genel birisimdir.Bu kimseler doğrudan münâfık değildir. O yüzden Ehl-i Sünnet âlimleri Müellefe-i Kulûb’tan olan–birazdan isimlerini vereceğimiz–kimseleri hep sahâbeden saymışlardır. Ancak davranışlarıyla münâfıklardan pekdegeri kalır tarafları yoktur. O yüzden Allah’ın Rasûlü (s.a.a) böyle kimselere ilgili âyet gereği bol ihsanlarda bulunmuş, bu yolla onlardan gelebileceği düşünülen tehlikeleri bertaraf etmeye çalışmıştır. Rasûl-i Ekrem’in (s.a.a) Müellefe-i Kulûb kapsamında kendilerine ihsanda bulunduğu sahâbîlerin 50’nin üzerinde olduğu kaydediliyor.(2)
Not:Müellefe-i Kulûb’a Hz. Peygamber (s.a.a) zamanında zekât vb. mallardan hisse verildiğinde ittifak var. Ondan sonraki duruma gelince:İmâmiyye Şîası, otorite hukukçularının tercihine göre Mâlikîler, Şâfiîler,Hanbelîler ve Zâhirîler bu hükmün hâlen yürürlükteliğine inanırlarken,Hanefîler ile bazı Mâlikîler ise bunun Hz.Peygamber Efendimiz’in(s.a.a)irtihâlinden sonra yürürlükten kalktığı kanaatindeler.
5.Savaştan geri kalanlar:
“Diğerleri ise günahlarını itiraf ettiler. Onlar iyi bir iş ile, kötü olan diğer bir işi birbirine karıştırdılar. Belki Allah onların tevbesini kabul eder.Çünkü Allah Ğafûr’dur, Rahîm’dir.” [Tevbe: 102]Âyet-i celîlenin, sırf tembelliklerinden ve rahata düşkün olduklarından dolayıTebûk seferine katılmayan, sahâbeden Ebû Lübâbe ve arkadaşlarından söz ettiğini, az yukarıda (“İyiliği kötülükle karıştıranlar” başlığı altında) görmüştük.
“(Bedevî) Araplardan geride kalmış olanlar sana “Bizleri mallarımız ve âilelerimiz alıkoydu; bizim için(Allah’tan)bağışlanma dile!” diyecekler. Oysa onlar dilleriyle, kalplerinde olmayanı söylüyorlar…” [Feth: 11] âyetiyle kast edilen, ölüm korkusuyla asılsız bahanelerin ardına saklanarak Hudeybiye barış antlaşmasına ve dolayısıyla Hayber’in fethine katılmayan, bunun yerine evlerinde oturmayı tercih eden bir kısım Araplar da, hiç-kuşkusuz sahâbeden idi.
6.Savaş meydanından kaçanlar:
Dinimiz,İslâm’ı yok etmek ve Müslümanların kökünü kazımak için saldırıya geçmiş kâfirlere karşı savaş durumu aldıktan sonra,arkamızı dönüp kaçmanın haram olduğunu belirtir; bunu Allah’ın gazabını mucip kötü bir davranış olarak görüyor.Ancak sadece iki hâli bunun dışında tutar. Aşağıdaki âyet, hem bu yasağı, hem de söz konusu iki istisnâî durumu haber vermektedir.
“Ey iman edenler! Ordu halinde kâfirlere çattığınız vakit, onlara ardınızı dönüp de kaçmayın.Böyle bir günde, savaş için başka bir yere çekilmek yahut diğer bir bölüğe varıp mevzi tutmak dışında, her kim ardını dönüp kaçarsa, muhakkak o Allah’tan bir gazap yüklenmiş /gazap ile dönmüş olur. Onun varacağı yer de Cehennemdir. Orası ne kötü varış yeridir!”[Enfâl: 15~16]
Uhud savaşında Müslümanlar,çok geçmeden zaferi elde etmişler, Mekkeli kâfirler kaçmaya başlamışlardı. Ancak sahâbeden bir çoğu zafer sarhoşluğuyla“ganîmet” peşine düştü! Bir de Peygamber Efendimiz (s.a.a),henüz savaş başlamadan önce, stratejik öneme sahip olan bir geçide 50 okçuyu yerleştirmiş,başlarına da Abdullâh b. Cübeyr el-Evsî’yi koymuştu. Kendisinden talimat gelmedikçe, oradan kesinlikle ayrılmamalarını sıkıca tembihlemişti.Zafer çığlıklarını duyan bu okçulardan büyük bir çoğunluğun da, komutanlarını dinlemeyerek mevzilerini terk etmeleri ve ganimete hücum etmeleri üzerine durum tersine döndü.Müslüman savaşçılar, geçidin boşaltılmasını fırsat bilen Hâlid b. Velîd komutasındaki askerlerle, kaçmakta olan müşrik askerlerin arasında kaldı.Bunun sonucunda bozguna uğrayan Müslümanlar, dağlara doğru kaçmaya başladılar.Öyle ki, Allah’ın Rasûlü’nün (s.a.a) etrafında sadece birkaç kişi kalmıştı.Kur’ân bu olayı şöyle tasvir etmektedir:
“Hani, Peygamber sizi arkanızdan çağırıp dururken;kimseye dönüpde bakmadan(dağlara doğru)tırmanıyor / boyuna kaçışıyordunuz! Bunun üzerine(Allah) size keder üstüne keder verdi ki;kaybettiğinize ve başınıza gelenlere üzülmeyesiniz. Allah, yapmakta olduğunuz şeylerden haberdardır.”[Âl-i Imrân: 153]
Âyet, Ehl-i Sünnet’in her yönüyle âdil ve güvenilir,sadâkat ve fedakârlık timsali gördükleri“sahâbenin” içler acısı durumunu, çarpıcı biçimde gözler önüne sermektedir.Sahâbe, kendilerine pek yakışmayan davranışlar sergileyerek ganimet peşine düşmüş, Rasûl’e itaatsizlik etmiş ve bunun sonucunda ,İslâm ordusu perişan olmuştu.Allah’ın Rasûlü (s.a.a)bu muhârebede yara almış; kâfirlerin saldırısı sonucu mübârek dişi kırılmış,sahâbesini etrafına toparlamaya çalışıyordu. Sahâbe (elbette ki onların büyük çoğunluğu) ise ardına bile bakmadan dağlara doğru kaçışıyor, arkalarından seslenen peygamberlerini adeta duymuyorlardı!
“(Uhud savaşında) iki topluluğun karşılaştığı güngeri dönüp gidenleriniz var ya;yaptıkları bazıişler yüzünden şeytan onları kaydırmaya girişti. Ama Allah onları yine de affetti.Kuşkusuz Allah Ğafûr’dur, Halîm’dir.”[Âl-i Imrân: 155] âyeti de aynı kişilerden bahsetmekte, Uhud’da yaşanan bozgunun,sahâbenin yaptığı önemli hatalar yüzünden gerçekleştiğini;bununla o sahâbîlerin şeytanın tuzağına düştüklerini haber vermektedir.Şu âyet-i kerîmede benzer bir kaçıştan söz ediyor:
“Andolsun ki, Allah size birçok yerde yardım etti, Huneyn gününde de.Hani çokluğunuz sizi baştan çıkarmıştı; ama bu size hiçbir yarar sağlamamıştı.Yeryüzü bütün genişliğine rağmen, artık dar gelmişti size.Sonunda ardınızı dönüp kaçmıştınız!”[Tevbe: 25]
Âyet,sahâbenin“Huneyn”savaşında kalabalık oluşlarına bakarak şımarıp rahat davrandıklarını, bunun sonucunda savaşta kâfirlerin kurduğu tuzağa düşmeleri sonucu,yerin kendilerine dar geldiğini; sonunda arkalarını dönüp kaçtıklarını… bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. İlgili kaynaklar, o gün yaklaşık 12 000 kişilik ordudan; ancak iki elin parmakları sayısınca yiğidin kaldığını, geriye kalan bütün sahâbenin savaş meydanını terk ederek sağa sola kaçıştıklarını,Allah’ın Peygamberi’ni (s.a.a), o birkaç kişiyle yapayalnız bıraktıklarını haber veriyor.
7.Dünya malına tamah edenler:
“Gerçekten Allah size verdiği sözü yerine getirdi. Hani Allah’ın izniyle onlarıkırıp geçiriyordunuz.Nihâyet Allah sevdiğiniz şeyi size gösterdikten sonra gevşediniz, (Peygamberin verdiği) emir konusunda çekiştiniz ve (ona) âsî oldunuz.İçinizden kimileri dünyayı istiyordu, kimileri de âhireti istiyordu. Sonra (Allah) denemek için sizi onlardan alıkoydu. Ama yine de sizi affetti. Allah mü’minlere karşı gerçekten lütufkârdır.” [Âl-iImrân: 152]Uhud savaşına katılan sahâbenin o günkü tutumlarını anlatan âyet, onlardan bir kısmının dünyalık peşinde olduğunu açıkça vurguluyor.
“Hiçbir peygamber için, yeryüzünde ağır basmadıkça, esirleri olmak yakışmaz.Siz dünya metaını istiyorsunuz; Allah ise âhireti istiyor. AllahA-zîz’dir,Hakîm’dir.Şayet Allah’tan bir yazı geçmiş olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size gerçekten büyük bir azap dokunurdu.” [Enfâl:67~68] âyetinde geçen“yeryüzünde ağır basmak” deyimi, savaşta karşı tarafa ağır darbeler indirip, kesin zafere ulaşma durumundan kinâyedir. Savaşın seyri bu noktaya varmadıkça, Müslüman savaşçıların, düşman askerlerini esir almakla meşgul olmasını Allah (a.c) doğru bulmuyor. Zira bu durumda esirler ayak bağı olabilirler.Sahâbeden bazıları,Bedir savaşında,savaşın seyri henüz bu noktaya varmadan önce esir almaya kalkışmışlar; bununla o esirleri fidye mukabili vererek“dünyalık”elde etme umuduna kapılmışlardı.
Aşağıdaki âyet ise, Allah’ın Elçisi (s.a.a) bir Cuma günü mescidin minberine çıkmış hutbe okurken, okunan hutbeyi bırakıp dışarıdan gelen ithal mallara koşan bir grup sahâbeden bahsediyor:
“Onlar bir ticâret yahut bir eğlence görür görmez, hemen ona sökün ettiler ve seni ayakta bıraktılar. De ki: Allah katında bulunan, eğlenceden ve ticâretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” [Cum’a:11]
Rivâyetlere göre Medîne’de bir ara kıtlık baş göstermiş, pahalılık artmıştı. Böyle bir Cuma günü, Peygamber Efendimiz (s.a.a) minbere çıkmış hutbe okurken,aniden bir kervan sesi duyuldu!… Bu ses, yurt dışından (Sûriye’den) mal getiren bir kervanın sesiydi. Sahâbe hutbeyi bıraktıkları gibi hemen dışarı, kervana doğru sökün etmeye başladı. Bütün sahâbe peygamberlerini ayak üstü bırakıp dışarı çıkmış, içeride yalnız oniki kadar sahâbî kalmıştı!
Bütün bu âyetler, sahâbeden bir çoğunun dünya malına tamah ettiğini, çarpıcı örneklerle ortaya koymaktadır.
8.Görgüsüzler:
“(Ey Rasûlüm!) Sana odaların gerisinden bağıranların çoğu, aklı ermez kimselerdir.”[Hucurât: 4]
Rivâyetlere göre içlerinde Uyeyne b. Hısn ile Aqra’ b. Hâbis’in de bulunduğu, Temîm oğullarından yetmiş kişilik bir heyet, öğle vaktine doğru Allah’ın Rasûlü’ne (s.a.a) geldiler. Allah’ın Rasûlü içeride uyuyordu.Zaten birazdan ezan okunacak, namaza kalkacaktı. Ama onlar sabırsızlandılar,“Ey Muhammed! Dışarı çık; biz geldik!” diye evinin önünde bağırıp çağırmaya başladılar.
Allah bu tarz görüşme isteğini görgüsüzce bulmakta,Elçisiyle görüşecek olanların daha edepli olması gerektiğini ifade etmektedir.
9. Rasûl-i Ekrem’e ezâ ve cefâ verenler:
“Onlardan, sadakalar(ın taksimi) konusunda sana laf dokunduranlar var.Ondan kendilerine verildiğinde memnun olurlar, bir de verilmedi mi;hemen kızıverirler.” [Tevbe: 58]
Âyet,Temîm kabilesinden Zül-Huveysıra lâkabıyla bilinen bir sahâbînin, ganimet taksimi sırasında Allah’ın Rasûlü’ne (s.a.a)yaklaşarak; “Âdil ol ey Allah’ın Rasûlü!” demesi üzerine nâzil olmuştur.3“… Allah’ın Elçisi’ne eziyet vermeniz ve kendisinden sonra onun eşleriyle nikahlanmanız, size ebedî yakışmaz. Böyle bir şey Allah katında büyük bir vebaldir.” [Ahzâb: 53]
Âyet-ikerîme,sahâbeden; “Allah’ın Rasûlü öldüğünde, hanımlarından Âişe ile evleneceğim!” diyen bir kişi hakkında nâzil olmuştur. O kişinin,ünlü Talha b. Ubeydillâh olduğu konusunda rivâyetler var.4
Allah (a.c)böyle bir girişimi iman sahibi olanlara hiç mi hiç yakıştırmamış, bunun Rasûlü’ne ezâ ve cefâ vereceğini ve kendi katında büyük bir vebale sebep olacağını haber vermiştir.
“Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin.Ve onunla, birbirinizle bağırarak konuştuğunuz gibi konuşmayın.Yoksa siz farkına bile varmadan amelleriniz yok olup gider.” [Hucurât: 2]
Âyetin, sahâbeden Ebûbekr ile Ömer’in, bir hususta Allah’ın Elçisi’nin(s.a.a) huzurunda bağıra çağıra çekişmesi üzerine indiği konusunda ittifak var.5
Edebin sınırlarını zorlayan böyle bir davranışı Allah Teâlâ kesin biçimde yasaklıyor ve bunun yapılan bütün güzel amellerin boşa gitmesine sebep olabileceğinin altını çiziyor.
10. Rasûl-i Ekrem’e tuzak kuranlar:
Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın sevgili Rasûlü’ne (s.a.a) tuzak kurarak onu hayli inciten sahâbeden de örnekler veriyor bize. Onların kimler olduğunu mu merak ediyorsunuz? Elbette hanımlarından Âişe ile Hafsa
Birisi Ebûbekr’in, diğeri ise Ömer’in kızıydı!
Rivâyetlere göre; Âişe ile Hafsa’yı bir gün“kıskançlık” krizi tutuyor ve aralarında anlaşarak kocalarına bir oyun hazırlıyorlar. Oyun tutuyor! Oyun sonunda Peygamber Efendimiz (s.a.a) bir daha“bal şerbeti içmeyeceğine” dair yemin ediyor.Çok geçmeden Cebrâîl (a.s) geliyor ve Hz. Peygamber’i(s.a.a) durumdan haberdar ediyor:
“Ey peygamber! Eşlerinin gönlünü almak için, Allah’ın sana helal kıldığı şeyden niçin kendini mahrum ediyorsun? Allah Ğafûr’dur, Rahîm’dir.”[Tahrîm: 1]
Allah (a.c) bununla, sevgili Rasûlü’ne yaptığı yemini bozmasını öğütlerken, birbirlerine arka-çıkarak kocalarına karşı tuzak kuran Âişe ileHafsa’yı da şiddetle azarlıyor ve ardından şöyle buyuruyor:“Eğer ikiniz Allah’a tevbe ederseniz ne ala; zira gerçekten kalpleriniz kaymış durumda!” [Tahrîm:4]
Ardından, onlar yine de birbirleriyle Rasûlü’ne karşı dayanışmaya girerek onu incitmeye devam etmeleri halinde, sevgili Rasûlü’nü yalnız bırakmayacağını belirtiyor.Hatta Rasûlü şayet onları boşayacak olursa,kendisine onlardan daha hayırlı eşler nasip edeceğinide haber veriyor. İlerleyen âyetlerde ise çok ciddi bir uyarıda bulunuyor ve bir benzetme yapıyor: Âişe ile Hafsa’ya Nûh peygamberile Lût peygamberin hanımlarının kocalarına karşı ihânette bulunduklarını ve o yüzden cehennemi boylayacaklarını, buna mukabil Firavun’un eşi Âsiye ile Imrân kızı Meryem’in; Allah’a iman ettikleri ve sadâkat sahibi oldukları için cennetlik olduklarını belirtiyor.6
11.İftirâcılar:
Hicretin 6. yılında Mustaliq oğulları ile bir savaş yapıldı. Allah’ın Rasûlü(s.a.a) savaş öncesi eşleri arasında bir kura çekmiş; çıkan kura sonucu Âişe’yi yanında götürmüştü. Savaş bitmiş, herkes Medîne’ye dönüş hazırlığı yapıyordu.Ancak Âişe annemiz , o akşam def-i hâcet maksadıyla devesinin hevdec (7)inden inmiş, az uzaklaşmıştı.Bu arada ordu harekete geçmiş, Medîne’ye varmıştı. Âişe annemizin hâlen hevdecin içinde olduğu sanılıyordu. Ancak hevdecin boş olduğu anlaşılınca panik başladı. Oysa Âişe annemiz, çıktığı def-i hâcetten bir vesileyle gecikmesi ve daha sonra,geride kalanlara göz kulak olmak ve unutulanlar varsa alıp getirmek maksadıyla ordunun arkasında kalan Safvân b. Muattal es-Sülemî ile birlikte Medîne’ye dönmesi üzerine olan oldu. Abdullâh b. Übeyy’in başlattığı dedikodu furyası, bütün Medîne’yi sarmıştı.Âişe’nin Safvân ile yattığı iddia ediliyordu! Lâkin, münâfıkların başını çektiği bu iftira kampanyasına, maalesef sahâbeden bazıları da âlet oldu. Mistah b. Üsâse, Hassân b. Sâbit ve birde Talha’nın eşi Hamne bt. Cahş bunlardandı.Bir süre sonra vahiy geldi ve olayın asılsız olduğu anlaşıldı.8 Söz konusu iftiracılar hakkında Allah (a.c) şöyle buyuruyor:
“Oyalan haberi getirenler,şüphesiz içinizden bir gruptur.Onu sizin için şer sanmayın; aksine o sizin için bir hayırdır / hayıra vesiledir. Onlardan her bir kimse için, o günahtan kazandığı vardır.Onlardan günahın büyüğünü üstlenen kimseye gelince; onun için büyük birazap var.”[Nûr: 11]
12.Yerine getiremeyeceği sözü verenler:
“Ey iman edenler ! Yapmayacağınız şeyleri neden söyleyip duruyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük nefrete sebep olur.” [Saff: 2~3]
Rivâyetlere göre1 sahâbeden bazıları “Keşke Allah katında amellerin en sevimlisini bilsekde onu yapsak!” yahut “Allah katında hangi amelin daha sevimli olduğunu bilseydik, onu çabucak yapardık!” demişti. Allah onlara “kendi yolunda duvarları birbirine perçinlenmiş bir bina gibi, saf bağlayarak çarpışmayı” sevdiğini haber verince; duraksamışlar, bu amel onlara ağır gelmişti.Yukarıdaki âyet o sahâbîleri, yapıp yapamayacaklarını bilmedikleri bir konuda kesinlikle söz vermemeleri konusunda uyararak;söz verirken dikkatli olmalarını, şayet söz vermişlerse mutlaka yerine getirmeleri gerektiğini ifade ediyor.
13. Emre itaatsizlik edenler:
“… Hani Allah’ın izniyle onları kırıp geçiriyordunuz. Nihâyet Allah sevdiğiniz şeyi size gösterdikten sonra gevşediniz, (Peygamberin verdiği)emir konusunda çekiştiniz ve (ona) âsî oldunuz.” [Âl-i Imrân: 152]
Önceden de belirtildiği gibi,âyet sahâbenin Uhud savaşındaki hal ve hareketlerini anlatıyor.Önceleri kâfirleri Allah’ın izni ve yardımıyla kırıp geçirirken,savaşın seyrinin bir anda ters yüz olması; elbette sahâbenin tutumundan kaynaklanmış idi. Allah’ın Rasûlü (s.a.a) henüz savaş başlamadan önce stratejik önemi hâiz bir geçide sahâbeden 50 kadar okçuyu yerleştirmiş ve onları oraya yerleştirirken; kendisinden talimat gelmedikçe mevzilerini kesinlikle terk etmemeleri konusunda sıkıca tembihlemişti…Zafer çığlıklarını duyan ve cephedeki savaşçıların ganimete koştuklarını gören bu okçular arasında anlaşmazlık çıktı. Çoğunluk,başlarındaki komutan Abdullâh b. Cübeyr’ide dinlemeyerek, mevzilerini boşaltıp ganimete hücum edince, durum tersine döndü. Müslümanlar,her şeye rağmen mevzilerini terk etmeyen okçularıda katleden fırsatçı kâfirlerle, bozguna uğramış kaçan ve hemen geri dönen kâfirler tarafından kıskaca alındı.1
Sonuç malum!
Hiç kuşkusuz okçular da sahâbedendi ve bu yaptıkları, emre itaatsizlik, kutsal kitabımızında deyimiyle; Rasûl’e âsî olmaktı.Uhud savaşında yaşanan bu beklenmedik gelişmenin altında, sahâbenin bu isyankâr tutumunun yattığını, ilerleyen âyetler de açıkça belirtiyor.[Âl-i Imrân: 155,165]
14.Fâsıklar:
“Hiç mü’min olan bir kimse, fâsık (yoldan çıkmış) olan biri gibi olur mu!? Elbette denk olmazlar.”[Secde: 18]
“Ey iman edenler! Fâsığın (yoldan çıkmışın) birisi size bir haber getirdimi; hemen araştırın.Yoksa bilgisizlikle bir topluluğun başına musîbet olursunuz da; sonradan yaptığınıza pişman olur kalırsınız.”[Hucurât:6]
Yukarıki âyetlerde geçen “fâsık” kişiden kastın, sahâbeden Velîd b. Uqbe olduğunu ileride (III. Bölüm’de, kendi yerinde) göreceğiz.
15.Casuslar:
“Ey iman edenler! Düşmanımı ve düşmanınızı dostlar edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr ettikleri, Rabbiniz Allah’a inandığınız için peygamberi ve sizi (yurtlarınızdan) çıkardıkları halde, siz onlara sevgi sunuyorsunuz. … Sizden kim bunu yaparsa, doğru yoldan sapmış olur.”[Mümtehıne: 1] Âyetin,Hâtıb b. Ebî Belte’a adlı bir sahâbînin, Mekkeli kâfirler lehine casusluk yaparak Hz. Peygamber’e (s.a.a) ihânet etmesi ve durumun çok geçmeden Cebrâîl tarafından deşifre edilmesi üzerine indiğini ileride (III.Bölüm’de, kendi yerinde) göreceğiz.Tevbe: 47 âyetine“İçinizde onlar adına söze iyice kulak verenler (muhbirlik yapanlar) var!” anlamını verdiğimiz takdirdeki bunun mümkün olduğunu yukarıda görmüştük–; bu âyet de sahâbeden bazılarının münâfıklarla işbirliği ve onlar adına muhbirlik yaptıklarına delil olabilir.
16.Peygamberlik iddia edenler:
“Yalan düzerek Allah’a iftirâ eden yahut kendine bir şey vahiyedilmediği.halde‘Bana vahyedildi!’ diyen kişi ile‘Allah’ın (âyet) indirdiği gibi bende indireceğim!’diyen kimseden daha zalim kim olabilir?…” [En’âm: 93]
Âyette sözü edilen o küstahın Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh adlı bir sahâbî olduğu rivayet ediliyor. III. Bölüm’ün ilgili yerinde de göreceğimiz gibi;bu adam önce İslâm’a giriyor. Okuma yazma bildiğinden vahiy kâtipliği görevindede bulunuyor.Ancak çok geçmeden irtidâd ederek (yani dinden çıkarak) Mekke’ye kaçıyor;Mekkeli putperestlerin arasında,yazdığı âyetlerle dalga geçmeye;“Muhammed’e geldiği gibi bana da vahiy geliyor!” ve “O âyetlerden bende yazarım!” demeye başlıyor! Ve bunun üzerine söz konusu âyet nâzil oluyor.
17.Kalplerinde maraz olanlar:
“Hani münâfıklar ile kalplerinde ‘maraz’bulunan kimseler, (sizleriçin) “Dinleri bunları aldatmış /baştan çıkarmış!”diyorlardı…” [Enfâl: 49]
“Hani münâfıklarla kalplerinde maraz bulunan kimseler, “Demek Allah ve Rasûlü,bizi sadece aldatmak için vaadde bulunmuşlar!” diyorlardı.” [Ahzâb: 12]
“And olsun, eğer münâfıklarla kalplerinde maraz bulunan kimseler ve birde şehirde çirkin haberler yayanlar bu yaptıklarına son vermezlerse;gerçekten seni onların üzerine salarız.Bundan sonra onlar, senin yakınında çok az kalabilirler.” [Ahzâb: 60]
“Maraz” hastalık demektir.Bu üç âyette sözü edilen“kalplerinde maraz bulunan kimseler”den kasıt ise; münâfıklar değildir. Aradaki“ile” bağlacı buna manidir. Maksat, iman bakımından son derece zayıf olan ve o yüzden davranışları ve yaptıkları ahlâk dışı faaliyetlerle münâfıkları pekde aratmayan bazı sahâbîlerdir. Bunlar münâfıklara hep yakın duruşuyla tanınan, onların çıkardığı fitnelere sürekli çanak tutan kimselerdir.
Kaynaklarda geçen rivâyetlere göre 9 ; yukarıdaki ikinci âyette sözü edilen“kalbi marazlı” kişilerden birisi de Mu’attib b. Quşeyr imiş.10 Uhud harbinde “Eğer bu işten bir hissemiz olsaydı, şuracıkta öldürülmezdik!” [Âl-iImrân: 154]diyenin de aynı kişi olduğu belirtiliyor kaynaklarda.11
18.Dinden dönebilecek olanlar:
“Muhammed sadece bir elçidir.Ondan önce de elçiler gelip geçti. Şimdi o ölür ya da öldürülürse ökçelerinizin üzerine geri mi döneceksiniz? Kimki ökçesi üzerine geri dönerse Allah’a hiçbir şekilde, asla zarar veremez…”[Âl-i Imrân: 144]
Bu da Uhud savaşından bahseden âyetlerden birisi.Savaşta sahâbenin yanlış tutum ve davranışları yüzünden İslâm ordusunun kıskaca alınması ve Rasûlüllâh’ın (s.a.a) Mekkeli müşrikler tarafından öldürüldüğü şâyiasının yayılması üzerine,Müslümanlar kelimenin tam anlamıyla bozguna uğradı.Bu yalan haberden hayli etkilenen sahâbenin çoğu sarsıldı ve perişan oldu.Adeta ne yapacaklarını bilemez bir şekilde bekleyişe geçtiler. Hatta münâfıkların reisi Abdullâh b. Übeyy’i araya koyarak, müşrik Ebû Süfyân’dan emân dilemeyi–sesli olarak– düşünen sahâbîlerbile oldu…12
Âyette geçen“ökçe üzerine geri dönmek” tabiri, bilhassa“dinden dönmek”ten kinâyedir ve“Muhammed ölse yada öldürülse,çarçabuk dindenmi çıkacaksınız!?” anlamında ciddî bir uyarıdır.13
Bütün bunlar, sahâbe içerisinde Muhammed öldüğü yada öldürüldüğü vakit Allah ve Rasûlü ile yaptığı sözleşmeleri tümüyle unutacak, hatta ökçelerinin üzerine gerisin geriye dönecek kimselerin bulunduğu yahut
bulunabileceği anlamında ikazdır, ihtardır. Nitekim Rasûl-i Ekrem (s.a.a)Efendimiz de bu üzücü gerçeği dile getirmiş,çoğu ashâbının kendisinden sonra yoldan çıkacağını haber vermiştir.14
19.Gizli münâfıklar:
“Çevrenizdeki (bedevî) Araplardan ve Medîne halkından nifakta temerrüd etmiş münâfıklar var! Onları sen bilmiyorsun; ama biz biliyoruz onları.Onlara iki kez azap edeceğiz. Sonra da çok büyük bir azaba itilecekler.”[Tevbe:101]
Âyetteyer alan“temerrüd etmek” deyimi ; azmak, haddi aşmak, kötü bir şeyi adet haline getirmek, deneyim ve mahâret kazanmak gibi anlamlara geliyor. Buradan şu anlaşılıyor: Sahâbe arasında öyle münâfıklar vardıki; onlar sinsilikte o derece mahâret kazanmışlar, sırlarını gizledikleri ve şüphe uyandıracak durumlardan kaçındıkları için, etrafta tanınmaları neredeyse imkânsızdı. Kaypaklıkta o kadar ustalaşmışlardı ki; uyanıklığın ve firâsetin zirvesinde olan bir peygamberden bile kendilerini saklayabiliyorlardı.Bu münâfıklar, Allah’a ve O’nun gönderdiği elçiye inandıklarını söyledikleri için mü’min ve Müslüman olarak biliniyordu. Dolayısıyla sahâbeden idi.
Şimdi sormak lâzım Ehl-i Sünnet ulemâsına:
İçlerinde.nifakta.bu derece ilerlemiş kimselerin de bulunduğu sahâbe toplumuna top yekun “âdil ve güvenilir” bakmanın akılla, mantıkla bağdaşır bir tarafı varmı?
Âdil ve güvenilir gözüyle baktığınız,o yüzden de Rasûl-i Ekrem’den(s.a.a) yaptığı rivâyetini kabul ettiğiniz o kişinin münâfık olma ihtimali yok muacaba? Böyle bir durumda sahâbenin top yekün âdil ve güvenilir olduklarını hâlâ nasıl iddia edebilirsiniz? Ehl-i Sünnet ulemâsının; biryandan bütün sahâbeyi adâlet ve sadâkatte kusursuz görürken, diğer yandan bazı kişileri sahâbeden saydıkları halde “kendisinde nifak şâibesinin bulunduğunu” kabul etmeleri, cidden anlaşılır gibi değildir! Cedd b. Qays ile Mâlik b.Dühşüm, bu türden sahâbeye örnek olarak verilebilir.15
O yüzden Ehl-i Beyt mektebi, Kur’ân-ı.Kerîm’de yer alan bu ve daha nice âyetleri referans alarak, Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) bizlere açıkça örnek gösterdikleri dışında, sahâbeden hiçbirine,değişmez bir peşin hükümle yaklaşmamayı prensip edinmiştir.Bu arada Allah ve Rasûlü bizleri tamamen de hayret/ dehşet içinde bırakmayı uygun görmemişler;o münâfıkları isim isim vermeseler de,onları mü’minlerden ayıran bazı temel ipuçlarını göstermişlerdir bizlere.Bunların en çarpıcı olanı, kuşkusuz “Ali’yi sadece mü’minler sever, ondan sadece münâfıklar nefret eder!” hadîsidir.1
20.Tanınmış münâfıklar:
Allah (a.c), Uhud günü yaşanan ve Müslümanların hatalı tutumundan kaynaklanan bozguna göz yumarak, görünmez ordularıyla duruma müdâhale etmeyiş nedenini “mü’minleri ayırt etmek ve münâfıkları ortaya çıkarmak” maksadına yönelik olduğunu ifade ediyor.Ardından, münâfıkların kalplerinde olmayan şeyleri söylediklerini ve yandaşları hakkında“Eğer bize uysalardı öldürülmezlerdi!” diyerek böbürlendiklerine de yer veriyor”. [bk.Âl-i Imrân: 166~168]
Kur’ân,Tebûk seferine katılmak istemeyen“gönülsüzlerden”söz ederken ise şöyle ediyor: “Ancak Allah’a ve Âhiret gününe iman etmeyen,kalpleri kuşkuya düşmüş, böylece işkilleri içinde bocalayıp duran kimseler (sefere katılmamak için) senden izin istemekteler.” [Tevbe: 45]
Haşr sûresi de, münâfıkların kitap ehli kâfirlerin yanlarına sokularak, onlara “sizinle bütün koşullarda beraberiz” mesajı verdiklerini,hatta peygambere karşı girişecekleri savaşta kendilerini kesinlikle yalnız bırakmayacaklarına dair söz verdiklerini; ancak onların bütün bu vaadlerinde yalancı olduklarını haber veriyor. [Haşr: 11] “Münâfıklar sana geldikleri vakit ‘Tanıklık ederiz ki; sen kesinlikle Allah’ın elçisisin.’demişlerdi. Allah senin kendi elçisi olduğunu zaten biliyor.Ve Allah tanıklık ediyor ki;o münâfıklar gerçekten yalancıdırlar.” diyerek başlayan Münâfiqûn sûresi ise,ilerleyen âyetlerde, onların yalan yere yaptıkları yeminlerle insanları aldatarak Allah’ın yolundan alıkoymaya çalıştıklarını,kibir ve gururlarından ödün vermediklerini, bilhassa infâka şiddetle karşı olduklarını; hatta“Eğer Medîne’ye dönersek,and olsun,en azîz /itibarlı olan, en zelîl /hakîr olanı oradan çıkaracaktır.” [âyet:8] diyerek, Allah’ın Rasûlü’nü(s.a.a) Medîne’den çıkarmayı bile tasarladıklarını anlatıyor.Bu âyetlerde sözü edilen ve gerçek yüzleri ortaya konan münâfıkların elebaşı Abdullâh b. Übeyy b. Selûl idi. Âyette geçen o meşum sözün sâhibi de oydu.1
Allah katında üstün meziyetlere sâhip olan sahâbenin yanında, tamamen Kur’ân âyetlerine dayanarak ortaya koymaya çalıştığımız bu yirmi grup sahâbenin de var olduğu gerçeği, sahâbenin toptan “âdil ve güvenilir olduğu” tezini âdetâ yerle bir etmektedir.
Aslına bakarsanız, sadece Âl-i Imrân sûresinin 139. âyetinden 175. âyetine kadar olan 37 âyetlik bölümü dikkatlice okunursa; orada sahâbenin her çeşidini bulmak mümkündür. Dolayısıyla Ehl-i Sünnet’in sahâbeye yaklaşım biçimini, başta Kur’ân açıkça reddetmektedir. İşin en ilginç yanı ise, “sahâbenin tamamı âdil ve güvenilirdir” diyen ulemâ, bu âyetlerin tefsirini yaparken âdeta nutukları kesilir, ağızlarını bıçak açmaz. Bu durum, Kur’ân’a tek-taraflı ve parçacı yaklaşımın çok-çarpıcı bir örneğidir.
(Ayrıca ) Hadis kaynaklarında geçen rivâyetlere (1) göre; Bedir savaşı sonrası bir ganîmet eşyasının kayıp olduğu anlaşılıyor. Orada bulunanlardan bazılarının “Onu Muhammed almış olabilir!” demeleri üzerine, şu âyet-i kerîme nâzil oluyor:
“Bir peygamberin(devletin malına)hıyânet etmesi olacak şey değildir.Her kim hıyânette bulunursa, hâinlik ettiği şeyleri kıyamet günü yüklenip getirir…” [Âl-i Imrân: 161] Âyette geçen“(devletin malına) hıyânet etmek”in Arapça orijinal karşılığı “ğulûl”dür. Ğulûl, özellikle kamuya âit bir malın gizlice aşırılması, halkın görevlendirdiği bir devlet yetkilisinin görevini kötüye kullanarak yada zimmetine bir şeyler geçirerek hıyânet etmesi…vs. anlamlara geliyor.
Allah (a.c) bu âyetle sevgili peygamberine yönelik sû-i zan ve ithamları yerle bir etmiş; doğruluğu, dürüstlüğü ve emânete riâyeti temsil edip öğreten bir peygamberin, bu tarz suçlamalara aslâ muhatap olamayacağını haber vermiştir.Allah’ın Rasûlü (s.a.a) de ğulûl yapanların cehennemlik olduğunu , kamu malına zarar veren bu tip adamlara hesap günü asla yardım edemeyeceğini , bunun onlar için dünya ve ahirette utanç verici bir durum olduğunu haber vermiş;ders olsun diye böyle kimselerin cenaze namazını bile kılmamıştır. Hatta ğulûl yapan hâinleri bildiği ve elinde bu yolda önemli kanıtlar olduğu halde, bunları gizleyip haber vermeyen kimselerin de onlarla “suç ortağı” olacağını söyleyerek , durumdan haberdar olanları ihbâra ve böyle hırsızları kamu oyuna deşifre etmeye çağırmıştır.(s.367-68. Ebû Dâvûd: hurûf, 3. hadis; Tirmizî: tef. Âl-i Imrân, 17; EbûYa’lâ, IV, 327, V, 60; et-Taberânî,el-Kebîr: XI, 364;et-Taberî,Tefsîr: VII, 348~350; İbn Adiy, III, 72;İbn Kesîr, I, 421; el-Aynî, XII, 141.)
Dipnot:
(1): âyete iki şekilde anlam veriyorlar; birisi bu. Diğeri ise şu şekilde:“İçinizde onlar adına söze iyice kulak verenler (muhbirlik yapanlar) var!
(2):Abdürrazzâq b. Hemmâm, İbn’ül-Münzir, İbn Ebî Hâtim (VI, 1822~1823) ve İbnCerîr et-Taberî’nin (Tefsîr: XIV, 313) rivâyetine göre; Yahyâ b. Ebî Kesîr, sahâbeden şu kişilerin Müellefe-i Kulûb’tan olduklarını belirtiyor:
01. Aqra’ b. Hâbis et-Temîmî
02. Hâris b. Hişâm el-Mahzûmî
03. Hakîm b. Hızâm el-Esedî
04. Huveytıb b. Abdil’uzzâ el-Âmirî
05. Süheyl b. Amr el-Âmirî
06. Safvân b. Ümeyye el-Cumahî
07. Abbâs b. Mirdâs es-Sülemî
08. Abdurrahmân b. Yerbû’ el-Mahzûmî
09. Alâ b. Hârise es-Seqafî
10. Uyeyne b. Hısn el-Fezârî
11. Mâlik b. Avf en-Nasrî
12. Ebû Süfyân (Muğîra) b. Hâris b. Abdilmuttalib el-Hâşimî
13. Ebû Süfyân b. Harb el-Emevî(bk. ez-Zeyle’î,Nasb’ur-Râye: II, 394; İbn’ül-Hümâm,Feth’ul-Qadîr: II, 259; İbn Sa’d,II, 152~153; İbn’ül-Esîr, III, 400; er-Râzî, XVI, 111)Mâlikîlerden Qâdî Ebûbekr İbn’ül-Arabî bunlara şu isimleri deilâve ediyor:
14. Ühayha b. Ümeyye b. Halef el-Cumahî
15. Cübeyr b. Mut’im b. Adiy el-Quraşî
16. Hâris b. Hâris b. Kelde es-Seqafî
17. Harmele b. Hevze b. Rabîa el-Âmirî
18. Hâlid b. Üseyd b. Ebil-Iys el-Emevî
19. Hâlid b. Hişâm el-Mahzûmî
20. Hâlid b. Hevze b. Rabîa el-Âmirî
21. Züheyr b. Ebî Ümeyye el-Mahzûmî
22. Sâib b. Ebis-Sâib el-Mahzûmî
23. Saîd b. Yerbû’ el-Mahzûmî
24. Süfyân b. Abdil-esed
25. Şeybe b. Osmân el-Abderî
26. Tuleyq b. Süfyân el-Emevî
27. Adiy b. Qays es-Sehmî
28. Ikrime b. Âmir el-Abderî
29. Alqame b. Ulâse el-Âmirî
30. Umeyr b. Vehb b. Halef el-Cumahî
31. Qays b. Mahrame el-Quraşî
32. Lebîd b. Rabîa el-Âmirî
33. Mahrame b. Nevfel ez-Zührî
34. Mutî’ b. Esved el-Adevî
35. Muâviye b. Ebî Süfyân el-Emevî
36. Nevfel b. Muâviye b. Urve ed-Dîlî
37. Hişâm b. Amr el-Âmirî
38. Hişâm b. Velîd b. Muğîra el-Quraşî
39. Ebû Cehm b. Huzeyfe b. Ğânim el-Adevî
40. Ebüs-Senâbil (Amr) b. Ba’kek el-Abderî.
İbn’ül-Arabî, II, 963. Ayr. bk. İbn Hişâm, II, 493; et-Taberî,Târîh: II, 175; el-Aynî,XII, 214; eş-Şevkânî,Neyl’ül-Evtâr: IX, 159)
Değişik kaynaklarda, yukarıdaki listeye şu isimler de ekleniyor:
41. Übeyy (Ahnes) b. Şerîq es-Seqafî,
42. Esîd b. Câriye es-Seqafî,
43. Cedd b. Qayses-Sülemî,
44. Hakîm b. Tuleyq b. Süfyân el-Emevî,
45. Hurqûs b. Züheyr et-Temîmî (Zül-Huveysıra),
46. Zibriqân b. Bedr et-Temîmî,
47. Zeyd el-Hayl b.Mühelhil et-Tâî,
48. Adiy b. Hâtem et-Tâî,
49. Ikrime b. Ebî Cehl el-Quraşî,
50.Amr b. Mirdâs es-Sülemî,
51. Umeyr b. Vedqa,
52. Mu’attib b. Quşeyrel-Evsî,
53.Nadr b. Hâris b. Kelde el-Quraşî el-Abderî,
54. Nudayr b. Hâris el-Abderî,
55.Yezîd b. Ebî Süfyân el-Emevî.
3- Bilgi için, III. Bölüm’ün “Zül-Huveysıra et-Temîmî” maddesine bakınız.
4- Konuyla alâkalı detaylı bilgi ileride, III. Bölüm’ün ilgili yerinde gelecek.
5- III. Bölüm’ün ilgili yerinde, konuyailişkin yeteri kadar bilgi verilecek.
6- Âişe ile Hafsa annelerimizin kocalarına karşı hazırladıkları söz konusu tuzağın neolduğunu, ileride III. Bölüm’ün “Âişe bt. Ebîbekr” maddesinde açıklayacak, ayrıcaorada kimi Ehl-i Sünnet âlimlerinin, hâdiseyle ilgili ilginç spekülasyon ve çıkarımlarına da değineceğiz.
7-Hevdec:Deve üzerine yerleştirilen ve içine oturulan portatif bir çadır.
8- İbn Şebbe, I, 311-338; Ahmed: VI, 35, 59-61, 195-198 (22937, 23181, 24444); Buhârî:şehâdât, 15, meğâzî, 36, tef. Nûr, 6, 13; Müslim: tevbe, 56; Ebû Dâvûd: hudûd, 35;Tirmizî: tef. Nûr, 4, 5; İbn Mâce: hudûd, 15; et-Taberî, II, 112~114; İbn Abdilberr, I,340, III, 130, 494-495, IV, 270-271; İbn’ül-Esîr, II, 9, III, 426, IV, 115; V, 253; İbn’ül-Qayyim, II, 113~115, III, 210; İbn Kesîr, III, 268~271; İbn Hacer,el-İsâbe: III, 408; Elmalılı, V, 3485~3489; Davudoğlu, XI, 154Nûr sûresinin 11~22. âyetlerinin bu konuyla alâkalı olduğu, Ehl-i Sünnet âlimlerinin ortak kabulüdür. Ancak Ehl-i Beyt mektebine mensup âlimlerden Allâme et-Tabâtabâî (XV, 101~105) ile Üstat Ca’fer Sübhânî’nin (Seyyid’ül-Murselîn: II, 315~323,es-Sîra:s.158~160); hem bu âyetlerin söz konusu olay üzerine indiğini belirten rivâyetlere, hem de özellikle el-Qummî’nin (et-Tefsîr: II, 99~100) öncülük ettiği farklı bir rivâyete ciddî bazı eleştiri ve itirazlarının olduğunu da bilelim!
9- et-Taberî, II, 93; et-Tabresî, I, 863; ez-Zemahşerî, III, 230; es-Süyûtî, 190; Elmalılı,VI, 3881
10- Hatırlarsanız, bu kişinin adı yukarıdaki Müellefe-i Kulûb listesinde vardı!
11- et-Taberî,Tefsîr: VII, 323; el-Cessâs, II, 328; İbn Abdilberr, III, 462; İbn’ül-Esîr, IV,166; er-Râzî, IX, 44; İbn Kesîr, I, 418; İbn Hacer, III, 443,el-Kâfî: s. 33; el-Aynî, XIV,153; es-Süyûtî, 57~58; Elmalılı, II, 1205; et-Tabâtabâî, IV, 68
12- et-Taberî, II, 68,et-Tefsîr: VII, 255; er-Râzî, IX, 20; İbn Kesîr,el-Bidâye: IV, 26; İbnHacer,el-Kâfî: s. 33; Elmalılı, II, 1191; et-Tabâtabâî, IV, 67
13- bk. Ebû Ca’fer et-Tûsî, III, 7; er-Râzî, IX, 21; İbn Kesîr, I, 410; Elmalılı, II, 1193; et-Tabâtabâî, IV, 37
14- Hadis az sonraki “Sünnetten deliller” başlığı altında gelecek.
15- Az ilerideki “Târihî Deliller”e bakınız.