
Sanal Rıza Arayışı Belki de Eksiklik İddiası
Allah her şeyin olduğu gibi, dinin de malikidir. O’nun mülküne O’na rağmen, niyet ve hedef her ne olursa olsun bir şey eklemek pek tabiidir ki her hak sahibi gibi, Allah’ın da hoşuna gitmeyecektir. Ne gariptir ki bu ekleme (bidat) yapanların bir kısmı bunu, Allah’ın hoşuna gider diye yapmaktalar. Bu yazının konusu olmayan eklemeci diğer kısım ise zaten art niyetle, dini bozma adına, Allah’a savaş açma maksadı ile yapmaktalar işlerini.
Her malik kendi mülkünün kanun koyanıdır. Bu, onun en doğal hakkıdır da. Bu hak, istediği kuralı koymayı ve gerek gördüğünde kendi koyduğu kuralları değiştirmeyi de kapsayan bir genişliktedir. Bir başkası, bahsi geçen mülk sahibine, mülkünü nasıl idare edeceğini, o mülkü hakkında ne gibi tasarruflarda bulunacağını öğretemez, dayatamaz. Öyle ki mülk, malikinin uygun görüp tasarladığı-planladığı hiçbir şeyin değiştirilmesi konusu başkalarının teklif dahi edemeyeceği bir salahiyet alanıdır.
Bu tespit sonucunda, iyi ya da kötü, beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz ama her ne sebep ve niyetle olursa olsun hiç bir malikin mülkü hakkında, kendi belirlediği kural ve kaidelerin değiştirilmesinin ya da ek yapılmasının malike hakaret olacağı anlaşılmış oldu. Çünkü bir mülk hakkında, değiştirilme veya tamamlama faaliyeti o mülkün malikinin yetersizliği- ne delalet edeceği bir gerçektir. Niyet isterse halis/hasen olsun bu böyledir.
Allah her şeyin olduğu gibi, dinin de malikidir. O’nun mülküne O’na rağmen, niyet ve hedef her ne olursa olsun bir şey eklemek pek tabiidir ki her hak sahibi gibi, Allah’ın da hoşuna gitmeyecektir. Ne gariptir ki bu ekleme (bidat) yapanların bir kısmı bunu, Allah’ın hoşuna gider diye yapmaktalar. Bu yazının konusu olmayan eklemeci diğer kısım ise zaten art niyetle, dini bozma adına, Allah’a savaş açma maksadı ile yapmaktalar işlerini.
Bize kitabında “…dininizi kemale erdirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı beğendim…” (Ma- ide–3) diyen Allah’a ne demeye çalışıyoruz. Hesap günü, kurtuluşumuzun kaynağı olacak şekilde Dinini kemale erdiren Allah, lütfedip bize örnek olsun diye bir de Peygamber göndermiştir. O peygamber ki görevi dini bizzat yaşayarak öğretmektir. Bize düşen ise dine ve öğreticisine gerekli sahiplenmeyi gösterip, öğretilerine iman edip gereğini yapmaktır. Maalesef ki bu sahiplenme konusu, maksadının dışına çıkıp içeriğine yabancılaşmış bir saygı-sevgi sunumuna dönüştürülmüştür. Bu anlayışa göre ne kadar çok sayıp-seviyorsak o kadar sahipleniyoruz anlamına gelmektedir. Lakin doğrusu bu olmasa gerek. Örneğin peygambere saygı, O’nun örnekliğine (sünneti- ne) değer verip öğrettiklerini sahiplenip yaşamak demektir. Peygamber’in sünneti denince O’nun Din’den/Kur’an’dan anlayıp sahiplendiği şeylere sahiplenip yaşamayı anlamalıyız. Buradan hareketle dönemin ve coğrafyanın zorunluluğu olan giyim tarzını dinden sanıp, sünnet saymak doğru değildir. Çünkü Allah zulmetmez. Örneğin, kutuplarda yaşayan bir Eskimo toplumuna gelmiş bir peygamber olsa ve bu peygambere iman eden bir çöl insanı, sırf peygamberinin kıyafetini dinden-sünnetten sayarak taklit ettiğini düşünebiliyor musunuz? Muhakkak ki Allah zulmetmez. Giyim-kuşam, saç- sakal sünnet olmaz, olamaz. İlk bakışta Hz. Peygamber ile Ebu Cehil’in giyim-kuşam, saç-sakal olarak aynı görünümde olması başka türlü nasıl açıklanabilirdi yoksa. Meseleyi getirmek istediğimiz asıl nokta, sakal-ı şerif ve hırka-ı şerif konusudur. Çok büyük bir kutsallık atfedilen, Hz. Peygambere ait olduğu iddia edilen (velev ki O’na ait olsun) bu sakal kılları ve kıyafetlere gösterilen muamele dinen yanlış bir uygulamadır. Sözde peygambere duyulan saygı-sevgi kaynaklı ortaya çıkan bu uygulamayı o sakalın ve hır- kanın sahibi peygamber görse idi eğer hemen yasaklardı. Bu ve benzeri bidatleri ortaya çı- karan şahıslara da sorumluluğu gereği, hemen gereken cezayı verirdi.
Eğer din Allah’ın ise ki öyle, o halde akidesinde ve amelinde göndericisinin istemediği hiçbir unsuru barındıramaz. Allah, kitabında nasıl inanıp-amel edeceğimizi belirtip, örnek olsun diye de elçisini göndermiştir. Ne adına olursa olsun kitabın ve resulün öğretmediği bir şeyi dindenmiş gibi kabul edip uygulayamayız. Kitapta ve Resulün örnekliğinde bulun- mayan bir şeyi sonradan dine ekleme gayreti dinde eksiklik iddiası anlamına geleceği için dinin sahibine de hakaret anlamına gelecektir. Allah her işini eksiksiz ve kusursuz şekilde yapandır. Hiçbir konuda da ortak kabul etmeyen bizden de böyle bir kabul bekleyendir. Kuşkusuz kurtuluşa erecek olanlar da dine Allah’ın istediği şekilde tabi olup, dinine O’na rağmen (ne niyetle olursa olsun) müdahale etmeyenlerindir. Bidat-ı hasene tanımı hiç de masum bir tanım değildir. Ne kadar hasen/güzel(!) olursa olsun bidat, bidattir. Bidat çıkaran dine savaş açmıştır. Cehenneme girecek kadar cesareti olandan başka bidate kim yeltenebilir. Din gününün maliki olan Allah, o gün geldiğinde kim dine malikinin istediği özeni gösterip, akidesinin koruyup, ameli ile desteklemişse onu ödüllendirecektir inşallah