
Şefaatle İlgili İstisna Ayetleri Üzerine
İnsanoğlunun, ucuz kurtulma formüllerine karşı hep zaafı olagelmiştir ve kendisine göre bir yol icat etmeye çalıştığına da insanlık tarihi şahittir. Kuran’ın şefaati konu edinmesinin sebebi; işte bu sahte kurtuluş yollarını kaldırmaktır. Şefaat için ahit, izin ve rıza şartını ileri süren ayetleri, bağlamından kopararak ve bu konuda muhkem olan ayetlerin üstünü de örterek, kayırma ve fidye gibi şeylerle kurtulmaya ve ucuza kapatmaya şartlanmış toplumlar hep var olmuştur. Kur’an ise, her meselede olduğu gibi, şefaatte de son sözü söylemiştir: “Allah’ın peşi sıra kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: “Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir” derler. De ki: “Siz, Allah’a, göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? O, şirk koştuklarından uzak ve yücedir.” (Yunus 10/18).
İnsanlık tarihi boyunca insanoğlu hep kula kulluk yüzünden insanlığından, sırat-ı müstakimden çıkmıştır. Bir zaman salihleri ve peygamberleri ilahlaştırmış, başka bir zaman da Nemrut ve Firavun gibi diktatörleri ilahlaş- tırmıştır. Ama sonuç her iki kesim içinde kula kulluk olmuştur. Bu aslında insanoğlunun ‘ahsen-i takvim’den, esfel-i safilin’e yuvarlanışının hikâyesidir.
Mekkeli müşrikler Allah’a inanmakla birlikte Allah’ın peşi sıra ilahlar da edinmişlerdi. Dünyada bu ilahlar ile Allah’a yakınlaşmayı umuyorlar, ahirette de bu ilahların Allah’ın cezalandırmasından kurtaracaklarına inanıyorlardı. Kur’an’da bu iki sapma şu şekilde anlatılır: “Biz bunlara, sırf bizi Allah’a yakınlaştırsın diye kulluk ediyoruz.” (Zümer 39/3), “İşte bunlar bizim Allah katında şefaatçilerimizdir” (Yunus, 10/18).
Şirkin temelinde şefaatçilik anlayışı vardır. Çağdaş müşriklerin ataları Allah’a yaklaştırmaları ve Allah katında kurtarıcıları ilah edinmişler şimdiki şakirtleri de; “Biz günahkârız, Allah bizim yüzümüze bakmaz. Allah’a yaklaşmak için yapılması gereken en uygun davranış (!) Allah’ın sevdiği, ermiş kulların eteğine yapışmalıyız.” gibi kurtuluş yolları (!) arayarak Allah’ı kandırmaya çalışmaktadırlar.
Şefaatçilik teorisi ile cehenneme hiç girmemek ya da girip çok çabuk kurtuluvermek, Yahudilerdeki “Sayılı birkaç gün dışında kesinlikle bizi ateş yakmayacak” (Bakara 2/80), “Ne yaparsak yapalım bizim günahımız affolunacak” (Araf 7/169) anlayışı arasındaki benzerlik oldukça manidardır. Nasıl onları Yahudi olmak ayrıcalıklı yapıyorsa, bizim de Müslüman olmamız ayrıcalık görmemiz için yeterlidir (!). Amellerimiz ne olursa olsun, ismimiz, cemaatimiz, şeyhimiz, hocamız yeter.
(!). Bu Yahudi mantığına sahipsek, o zaman Yahudi’den ne farkımız kalır?
Şefaatten bahseden 25 ayetten, 22’si Mekke’de inmiştir. Bu realite bile tek başına, Mekkelilerin şefaatçilik inancının tamamıyla yok edilerek, yerine tevhidin yerleştirilmesini hedef alındığını göstermeye yeterlidir.
Şefaatçilik inancının doğrudan Allah’ın ulûhiyeti ile alakası vardır. Şefaat inancı Allah’ın ulûhiyetine, hükümranlığına ve otoritesine müdahaledir Allah’tan rol çalmadır. O yegâne ilah, otorite olduğu gibi, yegâne Rab’tır. İlah kimse, şefaat da O’nundur. Mülk kimin ise, şefaat hakkı da O’nundur. “Şefaat bütünüyle Allah’ındır.” (Zümer 39 /44). Şefaat ayetlerinin hemen hemen tamamında mülk ile şefaat arasında doğrudan bir bağ kurulmuştur. Herhangi bir peygamberin, meleğin veya evliyanın şefaat edebilmesi ancak ilah olması, mülkün sahibi olmasıyla mümkündür. Bu ise muhaldir/ imkânsızdır.1
Şefaat kavramının sağlıklı bir şekilde anlaşılması için tevhid ve şirkin ne olduğu yeterince kavranmalıdır. Kur›an›ın genel hatlarıyla anlattığı tevhitten habersiz olan kimselerin sadece şefaat kavramını değil, tüm akidevi kavramları anlaması mümkün değildir. Müslümanlık iddiasında bulunanlar, Allah›ın sınırlarını ve insanların sınırlarını çok iyi bilmek zorundadırlar. İmanını Kur’an’a göre şekillendirmeyen müminin her zaman şirke düşme ihtimali vardır. Kur›an›ın müşrik olarak tanımladığı bir toplumun o dönemde yaşayıp, yok olduklarını düşünmekse büyük bir yanlıştır. Muhatap olarak kendisine insanı seçmiş olan Kur›an her zamandaki insana şirki anlatmakta ve bu tehlikeye karşı uyarmaktadır. Şirk, inandığını söyleyen her insanın karşısına çıkabilecek olan bir tehlikedir.
Kur’an’da anlatılan müşrik toplumun inançlarına dikkat edecek olursak; Allah’ı inkar etmediklerini ve birçok temel İslami inanca sahip olduklarını görürüz.
Andolsun onlara, “Kendilerini kim yarattı?” diye sorsan, elbette: “Allah” derler. O halde nasıl çevriliyorlar? (43/87).2
- ve 3. hicri yüzyıllarda (8. ve 9. miladî) şekillenen sünni görüşe göre de kafirler veya gayri müslimler için şefaat mümkün değil ama günahkar müminler için geçerli olacaktır.3
Şefaat’in Var Olduğuna Delil Getirilen İstisna Ayetleri
Kur’an da “Şefaat” ibaresinin geçtiği ayet sayısı 25’tir.4 Bunlardan 23 tanesi “olumsuzlama” (nefy) üzerine kuruludur. Geriye kalan 2 tanesinden biri müşriklerin ağzından nakil (Yunus 10/18), diğeri de şefaati tamamıyla Allah’a hasreden şu ayettir: “De ki: Şefaat (izin verme) yetkisi tamamıyla ve sadece Allah’a aittir. Gökler ve yerin mutlak otoritesi (de) O’na aittir: sonunda sadece O’na döndürüleceksiniz. (Zümer 39/44). Kur’an da bahsedilen tüm şefaat ayetleri bu ayet ışığında anlaşılmalıdır. Bu ayet açık ve net olarak şefaati yalnızca Allah’a tahsis etmektedir. Bu durumda “illa” istisna edatıyla gelen ve “ancak onun izin verdikleri müstesna” gibi bir karşılığı olan ibâreler bu ayetle çelişmeyecek bir biçimde anlaşılmalıdır.5
Maalesef şefaati İslam’a dâhil etmeye çalışanlar, ayetleri Kur’an bütünlüğünden, bağlamından koparmışlar, ayeti makaslamışlardır. Ayetler, müşriklerin şefaat beklentilerini reddetme sadedinde gelmişlerdir.
“De ki: Şefaatin tamamı Allaha aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz.” (Zümer 39/44). Ayet şefaatin tümüyle Allah’a ait olduğunu bildirmekle “Allah’tan başka şefaat edecek kimse yoktur.” demektedir.
“Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.” (Bakara 2/48). Ayet kimsenin şefaat etme yetkisinin olmadığını ve kimsenin kimseye yardım edemeyeceğini bildirmektedir.
“Hakkında azap sözü kesinleşmiş kimseye ne demeli! Ateşte olanı artık sen mi kurtaracaksın?” (Zümer 39/19). Ayet Hz. Peygamberin kimseyi ateşten kurtaramayacağını açıkça ifade etmektedir. Bu üç ayet şefaat kavramının çatısını oluşturmaktadır.
İstisna ayetlerinde anahtar kavramın izin olduğu anlaşılmaktadır. İzin; kullanıldığı alanla ilgili olarak, Allah›ın o şeyle ilgili kendisi için belirlediği yolu, yöntemi, ilkeyi, o şeyi kendisi yapan yasayı ifade etmektedir. Ancak yasa anlamına gelen başka terimlerin yerine izin kelimesinin kullanılmış olması, her an Allah›ın denetimi ve gözetimi altında olan, varlığını ve sürekliliğini daima O’na borçlu olduğuna işaret etmek içindir. Her durumda Allah’ın izni geçerlidir. Bu izin hangi konuda olursa, o konuda Allah’ın koyduğu yasaları geçerlidir.
Zümer 39/44. ayete göre şefaatin tümü Allah’a aitse Allah’ın kitabında da kesinlikle çelişki olmadığına göre izin verilenlerle ilgili ayetleri nasıl anlamamız gerekir?
Konuyu izah için bir örnek verelim. Günümüzdeki mevcut yasalara göre zaman zaman af (şefaat) izni çıkmaktadır. Siyasi otorite mecliste bu konuyu tartışarak kimlerin bu af izninden yararlanabileceğini belirler. Bu af yasasından yaralanabilecekler için izin ne anlama gelir? “Sana af izni çıktı, hadi git bu izinle istediğin kişileri hapisten çıkar anlamına mı, yoksa sen bu izinden yararlanıp hapisten kurtuldun anlamına mı gelir?” Elbette ki ikinci anlama gelir. Eğer aksi olsaydı bu adaletsizlik olurdu. Hesap gününde Allah’tan başkasına şefaat yetkisinin verildiğini kabul edecek olursak, bir insan peygamber de olsa milyarlarca insanın dünya hayatında insanların ne kadar iyilik ne kadar kötülük yaptığını neye göre ve nasıl bilecektir. Böyle bir güç Allahtan başka kimde olabilir?
İzin ayetlerinin incelenmesine geçecek olursak: İzin ayetleri İbn Teymiyye’ye göre; bildiğimiz izin/müsaade anlamında değil, bilakis huzurunda herkesin çaresiz ve aciz kaldığı Allah’ın haşmet ve azametini tasvir etmek içindir.
1-2. Hayy Kayyum olan Allah’tan başka ilah yoktur. O’nu ne bir uyuklama tutar ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Kimmiş onun katında O’nun izni olmadan şefaat (: yaratılışa eşlik) edecek olan? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü (:hükümranlığı), bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, Aliyy’dir, Azîm’dir. (Bakara 2/255).
Bu ayetteki ‘men’ edatı; istifhami inkarîdir. Bu soru tarzı, bir şeyin yokluğunu pekiştirmek için kullanılır. Bu asla kandırılamayacağını ifade eden birinin “Ben de o göz var mı?” şeklinde sorduğu soruya benzer. “O’nun yanında şefaat edecek kimdir?” sorusu da bu tür bir sorudur. Bu bir meydan okumadır. ‘Kimmiş o, ya da ‘kim buna cüret edebilir’ anlamındadır. Buradaki istisna; şefaate izin verileceğini ispat için değil, tam aksine şefaatin olmadığını bildirmek, yok saymak içindir.
Bakara 2/255 ve Yunus 10/3 ayetleri kevni şefaati reddeden ayetlerdendir. Yani Allah’ın yaratma işinde bir ortağının olmadığını beyan etmektir. Bu iki ayette Allah kendisini (2/255) ve kâinattaki icraatını (10/3) anlatmaktadır.
“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün (:evre) de yaratan, sonra da Arş’a kurulup işleri yerli yerince düzene koyan Allah’tır. O’nun izni olmaksızın, hiç kimse şefaat (: yaratılışa eşlik) edemez. İşte O, Rabbiniz Allah›tır. O hâlde O›na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz?” (Yunus 10/3).
Ebu Müslim, Maverdi ve Râzî gibi müfessirler bu ayeti; “yaratma işinde O’nun bir ortağı, destekçisi yoktur.” şeklinde anlamışlardır.6 Bu ayetteki “şefi’” kelimesi; ikinci bir varlık anlamındadır. Buradan hareketle İsfehani gibi alimler ayette Allah’ın gökleri ve yeri altı günde yaratırken, ikinci bir varlığın yardımına ihtiyaç duymadığından, bilakis tüm varlıkların O’nun izni/emri/dilemesiyle varlık bulduğu anlatılmaktadır.7
- “Rahmânın katında ahit (:söz) almışların dışındakiler şefaate (:yardıma) erişemeyecekler.” (Meryem 19/87).
Kişinin imanı ve ameli Allah ile yaptığı sözleşmesidir. “O Rahman’a ile verdikleri söze sadık kalanlar dışında hiç kimse şefaate nail olamayacak” demektir. Ayette birilerinin şefaatçi olacağına dair bir işaret olmadığı gibi, ayet şefaatçiden değil şefaat edilecek kimseden bahsediyor. Ayet “Ey Kâfirler! Sizin şefaatini umduğunuz ilahlarınız O’nun huzurunda şefaate yetkileri yoktur.” demektedir.
Ayet; şefaatçiler tarafından çarpıtılarak “Allah’ın nezdinde, Allah’tan söz almış olanların dışında kimse şefaat edemez.” şeklinde çevrilmektedir. Ayetin bağlamına bakarsak; 77-78. ayetteki sorunun cevabı verilmiştir.
- O gün, Rahmân’ın kendisine izin verip, sözünden razı olduğu kimseden başkasına şefaat (:yardım) fayda vermez.” (Taha 20/109).
Ayetin “O Allah onların geçmişlerini ( yaptıklarını) da, geleceklerini ( yapacaklarını) da biliyor.” (Taha, 20/110) şeklinde devam etmesi çok anlamlıdır. Ayet, “şefaatçi”den değil, “şefaat edilecek kimselerden” bahsetmektedir. Ayetteki “men”; çokları tarafından şefaat edecek kimseler olarak anlaşılmıştır ve o şekilde çevrilmiştir. Hâlbuki bu ayetin bağlamına ve Kur’an bütünlüğüne tamamen aykırıdır. Ayet zaten, “O gün şefaat fayda vermez” şeklinde başlamaktadır. Buraya nasıl olur da “şefaatçilerin şefaati fayda verir” cümlesi ilave edilebilir? Şefaat olmadığına göre şefaatçi de olmaz. Yani şefaatçi yok ise, şefaat de yok demektir.
Ayetin öncesi kıyamet gününün dehşetini tasvir etmektedir. “O gün sura üfürülür ve mücrimleri gözleri bozarmış bir halde toplarız. “Dünyada yalnızca on gün kaldınız” diye kendi aralarında fısıldaşırlar. Kavrayışça en ileri olanları “Bir günden fazla kalmadınız.” dedikleri zaman onların söylediklerini de Biz daha iyi biliriz. Sana dağlar hakkında soruyorlar. De ki: “Benim Rabbim, onları darmadağın edip savuracak. Onları dümdüz, bomboş bırakacaktır. Orada ne bir eğrilik göreceksin, ne de bir tümsek.” Ogün kendisinden yan çizmek mümkün olmayan davetçiye uyarlar. Sesler, Rahmân’ın azametinden dolayı kısılmıştır. Artık sadece fısıltı işitebilirsin.” (Taha 20/102-108).
- O, onların geleceğini de geçmişini de bilir; bunlar Allah’ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler. Ve onlar, O’nun haşyetinden içleri titremekte olanlardır. (Enbiya 21/28).
Melekleri Allah’ın kızları kabul edip onlara tapan müşrikler, meleklerin Allah katında kendilerine şefaat edeceğine inanıyorlardı. Oysa Allah kimin için şefaat (:yardım) edilmesine izin verirse ona şefaat (:yardım) edilecektir. Bu ayetteki şefaatin de ahiretle ilgisi yoktur. Ayetin bağlamı Mekkelilerin ilah anlayışlarını, melek anlayışlarını, şefaat anlayışlarını reddetmektedir. Çünkü ayetin bağlamı çok açık olarak şefaat etmeye kalkışanları “ilahlık iddia etmekle” suçlamaktadır.
Bu ayette meleklerin şefaatçiliğine yorumlanabilecek bir ifadeye yer verilmiştir. Ancak ilgili ayetin tahlilinden de anlaşıldığı gibi bu ifade, meleklere şefaat görevi vermekten daha çok, onlardan böyle bir beklenti içerisinde olanların beklentilerinin boşa çıkarıldığını ortaya koymaktadır. Özellikle peygamberlerin şefaatinden hiç bahsedilmemektedir.
- “O’nun katında şefaat (:yardım) işe yaramaz. Ancak izin verdiğine yarar. En sonunda kalplerinden korku giderilince: “Rabbiniz ne söyledi?” derler, “Hak olanı!” derler. O, Alîyy’dir, Kebîr’dir.” (Sebe 34/23).
Ayetin baş tarafının mealini “Allah’ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” şeklinde çevirerek tahrif yapılmaktadır. Ayet açık bir şekilde, şefaatçi’den değil, şefaat edilecek kimseden bahsetmektedir. “Allah’ın yanında, O’nun izin verdiklerinden başkasına şefaat fayda vermez”. “(O melekler), O’nun razı olmadığı hiç kimseye şefaat edemez.” (Enbiya, 21/28) ayeti de; şefaat edilecek kimselerin de ancak Allah’ın kendilerinden razı olduğu kimseler olduğunu ilan eder. Böyle kimselerin de zaten şefaate, kayırmaya ihtiyacı yoktur.
Ayetin yine öncesi ve sonrası müşriklerin ilah anlayışlarına reddiye şeklindedir. 22. ayette; “De ki: “Allah’ın peşi sıra öne sürdüklerinizi çağırın. Onlar göklerde ve yerde zerre ağırlığınca bir şeye sahip değillerdir; onların bu ikisinde hiç bir ortaklığı olmadığı gibi, O’nun bunlardan hiç bir destekçisi de yoktur.” (Sebe 34/22).
- “Allah’tan başkasına yakaranlar, yakardıkları şeyin şefaatine (:yardımına ) eremezler. Ancak bilerek (kitaba uyarak) hakka şahitlik edenler müstesna.”(Zuhruf 43/86).
Ayet, “Allah’tan başka yakarılanlar asla yardım edemezler, ancak hayatıyla hakka şahitlik edenler yardıma erişirler.” demektedir. Şefaat; hakka şahitlik edenlerin bildikleri gibi Allah’a aittir. Onlar kimin şefaate malik olduğunu bilirler. O da yalnızca Allah’tır. Hesaptan sonra bağışlanmayı hak edenler için şefaat (af) izni çıkartacak. İşte bu şefaat izninden istifade edecek kimseler: Dünya hayatında iken Allahtan başkasına yalvarıp yakarmayanlar, Allah’ın kitabına şahitlik edenler (Zuhruf 43/86) Allah’ın söylem ve eyleminden razı olduğu kimseler (Taha 20/109) Allah’ın şefaat iznine kavuşacaklar.
Şefaatin var olduğunu savunanlar, ayeti “Hakka şahitlik edenler şefaat etmeye malik olurlar.” şeklinde çevirmektedirler. Oysa ayetin bağlamı müşrik ve Hıristiyanların ilah anlayışlarını düzeltmek ile ilgilidir. Hiçbir ayet Kur’an’ın genel bütünlüğünden koparılamaz. Allah’ın kelamında asla çelişki yoktur.
- “Göklerde nice melekler var ki, Allah dilediği ve razı olduğu kimseler hakkında izin vermedikçe, onların şefaati hiçbir fayda vermez.” (Necm 53/26).
Dikkat edilirse ayette hesap gününe dair hiç bir vurgu yoktur. Allahtan başkasının şefaatinin olmadığını bildiren ayetler de ise sürekli hesap gününe vurgu vardır. Meleklerin şefaati (:yardımı) dünya hayatında vardır. Meleklerin şefaatinin dünya hayatında olduğunu Kur’an’ın bütünlüğünde anlayabiliriz.8
Burada geçen ‘melekler’ Mekkeli müşriklerin, hâşâ Allah’ın kızları ya da, Allah’ın haremi olarak kabul ettikleri, onların gönlünü yaparsak O’da kocasının/babasının gönlünü yapar dedikleri, şefaatlerini umdukları aracılar/şefaatçilerdir. Ayetin bağlamı zaten Mekkelilerin batıl inançlarını, dişi melek inancını ve şefaat anlayışlarını reddetmektedir. Bir önceki ayet ise; “Yoksa insan (hakikatin) kendi arzu ve isteğine bağlı olduğunu mu zannediyor? Ya da her dilediğini elde etme hakkına sahip olduğunu mu sanıyor?” (Necm 53/25) şeklinde olup, hakikat sizin isteğinize göre değil, Allah’ın bildirdiği üzeredir. Sizin canınız, keyfiniz şefaat istiyor diye, Allah böyle bir şey takdir edecek ya da etmiş değildir. 28. ayet ise; “Oysa bu konuda bir bilgileri yoktur. Sadece zanna tâbi oluyorlar. Zan ise hakikatten bir şey ifade etmez.”(Necm 53/28) diye bildirmektedir.
Bu noktada ilgili ayetler çerçevesinde müfessirlerimizin içine düştükleri ve bize göre kritik edilmesi gereken birkaç yaklaşıma da dikkat çekmek isterim. (a) Yaptıkları tefsirlerde müfessirlerimizin belirli bir ön kabulden hareket ettikleri dikkat çekmektedir. Bu ön kabulün oluşmasında mezhebi yaklaşımların ve bu yaklaşımları meşrulaştırmak için kullanıldığı çok belirgin olan hadis rivayetlerinin etkisinin büyük olduğu tespit edilmektedir. Bu noktada dikkat edilen, hadisin sıhhatinden ziyade, ilgili iddiayı destekler mahiyette olup olmayışıdır. (b) Bir başka önemli husus, müfessirler arasında, her ne kadar Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsiri bir ilke olarak her zaman savunulmuşsa da, uygulamada bu ilkenin pek fazla dikkate alınmadığı, bu yüzden de Kur’ân’ın bütünlüğünün çoğu kere gözden kaybolduğu görülmüştür. Kur’ân’ın bütünlüğünün gözden uzak tutulması, aynı zamanda Kur’ân’ın dünya ve ahiret görü- şünün de parçalanması sonucunu doğurmuş- tur. (c) Kur’ân’ın nüzul süreci ve bu süreç dâhilinde tedriciliğin sadece ahkâm âyetleri kapsamında düşünülmüş olması, gaybî birçok hususun anlatımında -gaibin şahide kıyası şeklindeki üslup gereği var olan- haberlerdeki tedriciliğin göz ardı edilmesine sebep olmuştur.9
Şefaatçi diye adlandırdıkları hayali ilahlardan medet umanlar şu sorularımıza cevap vermelidirler:
1- Allah’ın vereceği cezaya ya da mükâ- fata engel olabilecek, Allah’tan daha güçlü bir kul var mı? Bunu kabul etmek şirk olmuyor mu? (Duhan 44/40-42).
2- Affetme konusunda Hz. Muhammed ya da bir başkası Allah’a ortak olabilir mi? Din gününün maliki Allah ise neden başkasından bir şeyler bekleyelim? (İnfitar 82/17-18).
3- “Şefaat Allah’ın izni ile olacak” demek , “Allah izin vermezse olmayacak” demektir, öyleyse şefaat O’nun kontrolünde gerçekleşecekse ve son sözü yine O söyleyecekse başkalarından medet ummak “Tevhid İnancı” ile nasıl bağdaşacak? (Taha 20/108-111).
4- Allah’ın rahmeti ve ikramı kullarına yeterli değil mi, yeterliyse neden başkalarına ihtiyaç duyuluyor? Yoksa Allah ile aramıza güven problemi mi var? (Zümer 39/35-38).
5- Allah kullarına karşı haksızlık ya da zulmüm mü yapacak, Allah zaten adil ve merhametli değil mi neden bir başkası devreye girip bir şeyler yapsın ki? (Nisa 4/40).
6- Şefaat eden kişi bizi kimden kurtaracak, nasıl kurtaracak veya onu kim kurtaracak? Nasıl olsa birileri bizi kurtaracaksa öyleyse Allah’a ibadet etmenin ne gereği var? (Ahkaf 46/9, Cin 72/20-23).
7- Peygamberlerin ya da Salih kimselerin birilerini kurtarma görevi ya da gücü var mı? Şefaat edeceklerin kendilerinin kurtulduğunun delili nedir? (Bakara 2/119, A’raf 7/188).
8- Peygamberler dahi hesap verirken nasıl olurda birilerinin bizi kurtaracağını iddia edebiliriz, peygamberlerde olmayan güven bize kimden gelecek? (A’raf 7/6, En’am 6/14-18).
9- Kur’an’ın ahiret ile ilgili ayetlerini birilerinin anlattığı evliya masallarına ya da Kur’an’a uygun olup olmadığı sorgulanmayan rivayet edebiyatına nasıl feda edeceğiz, kesin olan ayetler kesin olmayan rivayetler için terk edilir mi?
10- Allah neden bir kulunun af edilip edilmemesini birilerine havale etsin zaten kendisi kulları hakkında en detaylı bilgiye sahip değil mi, bizi sözde kurtaracak olan, bizi nerden tanıyor hakkımızda ne biliyor onun bilip de Allah’ın bilmediği ne var? (Bakara 2/ 255, Yunus 10/18).
11- “Yetiş Ya Muhammed vs…” diyen kimsenin “Yetiş Ya İsa, İsa seni korusun “diyen kimseden ne farkı kalır? Hıristiyanların kendi peygamberleri için söylediğini, biz kendi peygamberimiz için söylersek onların durumuna düşüp onların gittiği yere gitmez miyiz?
12- Allah ile aramıza bir başkasını koymak onlardan medet ummak, onlara yalvarmak Allah’ı dışlamak olmuyor mu Mekkeli müşriklerin yaptığı da bu değil miydi?10
Müminlerin Fatiha suresi üzerinde özellikle durmaları, anlamaları gereken konular vardır Bunlardan bir tanesi de “din gününün sahibi” kavramıdır. Ahirette şefaatin olacağını iddia edenlerin şu sorulara cevap vermeleri gerekmez mi?
1- Allah’ın böyle bir ayeti var mı?
2- Allah kimlere şefaat yetkisi verdiğini belirtmiş mi?
3- Böyle bir yetki Allah’tan başkalarına yalvarma kapısını açmaz mı?
4- Bu inanış kişiyi şirke götürmez mi?
5- Din gününün sahibi kimdir?
6- Allah niçin kendisi affetmiyor da birilerinin affetmesine ihtiyaç duyuyor?!
7- Mekke müşriklerinin, Yahudilerin ve Hıristiyanların da iddiaları buna benzemez mi?
8-Allah bunların anlayışlarına yanlış derken, Tevhid Dini’nin temeli olan Kur’an’da, temsilcisi olan son Peygamberine ve Müslümanlara bu yanlış anlayışlara izin verecek öyle mi?!
9- Bu anlayış Allah’ın sıfatlarına aykırı değil mi? “Onlar için ister af dile, ister dileme, Onlar için yetmiş defa af dilesen, yine Allah onları affetmez. Böyledir, çünkü onlar Allah’ı ve Elçisini tanımadılar; Allah, yoldan çıkan kavmi yola iletmez.” (Tevbe, 80).
Özetle: Şefaatin varlığına delil getirilen sekiz istisna ayetinin üçü (19/87, 20/109, 34/23) şefaatçiden değil, şefaat edileceklerden bahsetmektedir. İkisi (2/255, 10/3) kevni şefaati (: yaratmada Allah’a ortaklığı) reddetmektedir. İki tanesi (21/28, 53/26) meleklerin dünyada şefaatini (:yardımını) açıklamaktadır. Bir tanesi de (43/86) kitaba uyarak hayatıyla hakka şahitlik edenlerin şefaate kavuşacağını anlamaktadır. Yani bir cihetle 43/86 da şefaatçiden değil, şefaat edileceklerden bahsetmektedir. Şefaatçilik tevhit yoluna atılmış bir şirk pususudur. Şefaatçilik tevhide bulaşmış bir virüstür. Şefaat, insanları Kur’an’la tanıştırmaktır. Bu anlayış, dünyada iyi şefaatte (Nisa 4/85) bulunmaktır. İnsanların şirke girmesine yardımcı olmak ise kötü şefaatte (Nisa 4/85) bulunmaktır. Şefaat dünyaya ait eylemlerdir “Kim güzel bir işe destek olursa, onun da o işten bir payı vardır. Kim kötü bir işe destek olursa, onun da o işten payı olur. Allah her şeyi gözetip karşı- lığını verendir.” (Nisa, 85). Allah’ın insanlara doğru yolu göstermek için vahiy göndermesi dünyadayken bir şefaattir. Kıyamet günü kimse kimseye şefaat edemeyecektir. O gün yargı, yardım, günahları affetmek sadece Allah’a
1 M. Durmuş, Kuran’a Göre Şefaat, s.339 2 Bakınız: 29/61,63; 34/24 3 Fazlur Rahman. Ana Konularıyla Kur’an, Fecr Yayınevi, s. 96. 4 2/48, 2/123, 2/254, 2/55, 4/85, 6/51, 6/70, 6/94, 7/53, 10/3, 10/18, 19/87, 20/109, 21/28, 26/100, 30/13, 32/4, 34/23, 36/23, 39/43, 39/44, 40/18, 43/86, 53/26, 74/48) 5 M. İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, Gerekçeli MealTefsir, s.920 6 A.Kadir Şener (Komisyon), Yüce Kur’an, Meal, s.207 7 M. Öztürk, İslamiyat, 2005/4, s.120-1 8 Bakınız: 8/9-12; 9/25-26 9 Yaşar Düzenli, Üslub ve Semantik Açıdan Kuran ve Şefaat, S. 287-291. Bir 10 S. Merdin, 06/25/2016 11 İktibas Dergisi, Abdurrahman Gümüş, Sayı 313, Aralık 2005