GenelYazarlardanYazılar

Sevgi ve Şefaat Bağlamında Şirk Kavramı Üzerine Bir Deneme

Şirk Allah’a ortak koşmak, Allah’la beraber başka rabler ve ilahlar edinmektir. Şirki benimseyen kimseye “müşrik” denir. Kayıtsız şartsız Allah’ı birlemek olan Tevhid İnancı’nın zıddıdır. Şirkin en yaygın şekli Yüce Allah’la beraber Tanrısal güçlere sahip başka varlıkların da olduğuna inanmak ve birbirileri ile güç yarışında olan Tanrılar edinmektir.

Şirk ve şirket ortaklık demektir. Aynı kökten gelen şerik ise ortak demektir. Kur’an’da şerik kelimesinin çoğulu olan şürekâ kavramı, Allah’a ortak koşanlar anlamında defalarca kullanılmaktadır. Şirk pisliğine bulaşana da müşrik denir. (9/Tevbe 28) Tevhid İnancının bir numaralı düşmanı, hatta tek düşmanı şirktir. Çok büyük bir zulümdür, hatta bütün zulümlerin anasıdır (31/lokman: 13). Bu nedenle Allah şirk dışındaki bütün günahları affedeceğini söylediği halde bu mağfiretten şirk zulmünü istisna tutmuş ve şirk batağına saplananların Ahirette ebediyen kurtulamayacağını beyan etmiştir (4/Nisa: 116).

Ali Şeriati kavramı şöyle açıklıyor: “Bir nesneye tapmak ve dolayısı ile Allah’a isyan etmek, aynı zamanda hokkabaz ve yalancıların, zulmün ve cehlin bir araya gelişi ile halkın putlara tapmasını sağlamak demektir. İşte bu Tağut’a tapmaktır. Kâinât’ı yaratan Yüce Allah’a teslim olmak yerine, ‘’kendi yonttuklarına’’ (ma tenhitûn) teslim olmak demektir. Bu ‘’ma tenhitûn’’, Allah’tan gayrı her nesne olabilir, Lat ve Uzza olabilir, otomobil olabilir, üstünlük ve itibar olabilir, sermaye olabilir, kan olabilir, soy olabilir, her ne olursa olsun bunlar Allah karşısında Tağut’tur.”

Mekkeli müşrikler Allah’ın varlığına birliğine, gücüne, kudretine inanıyor, Ondan korkuyorlar fakat Onu sevmiyorlardı. Allah’ın da onları sevmediğine inanıyorlardı. Bu nedenle kendilerini sevdirmek için Allah’ın sevdiği bazı varlıları (ölü dahi olsa) aracı yapmamaya mecbur olduklarını düşünüyorlardı. Bu sevgisizlik onları Putlara tapmaya sevk etti.

Araplar putları Allah’ın ortağı olarak görmekten ziyade Allah ile insanlar arasında aracılar ve şefaatçiler olarak görürlerdi. Putları Allah’ın ortağı olarak görmek Arab şirk geleneğinde çok yaygın bir inanış değildi. Bu bağlamda İslam’ın Tevhid İnancı sadece Allah’a ortak koşmayı değil, iletişim için Allah ile kul arasına aracılar/vesileler koymayı da şiddetle reddeder.

Allah ile iletişim kurmak bağlamında araya üçüncü bir varlık girerse şirke düştünüz demektir. Bu üçüncü varlığı Allah’a duanın kabulü için “vesile” yapıyoruz derseniz yine şirke düştünüz demektir. Filan kişi Allah’ın veli kulu, onu Allah katında şefaatçimiz kılıyoruz, onun aracılığıyla Allah’a yalvarıyoruz derseniz şirkin dibini buldunuz demektir. Allah’ın mübarek kuludur, Allah’ın Peygamber’idir deyip bunları iletişim için Allah ile aranıza sokarsanız boyunuza kadar şirke battınız demektir! Allah’a bağlanmak, Ona ulaşmak ve iletişim kurmak için vesileye/aracıya/torpil yapana ihtiyaç yok. Direk bağlanabilirsiniz.

Şirk bir pisliktir. Şirkin pislik oluşu aklın kullanılmamasıyla alakalıdır. Bu nedenle “Allah aklını kullanmayanı rezil rusvay eder, bayağılaştırır, inançsızlığa mahkûm eder.” (10/Yunus: 100). Şirk kesinlikle uzak durulması ve semtine uğranılmaması gereken bir inançtır; Tâ ki, insanlar, Allah’tan başka ibadete layık İlah, O’ndan başka hükmeden ve Ontolojik anlamda O’nun dışında kânun koyucunun olmadığını bilsinler ve sadece O’na yönelsinler. Bu bağlamda Allah’tan başkasına asla İlahlık vasfı vermemek gerekir. Yalnızca Allah’a kulluk edip Ondan başkasından yardım istememek gerekir. (1/Fatiha: 5).

Şirk, Allah ile birlikte başka varlıklara da tapmak, onlardan yardım ummaktır. Şirkin en çirkini kişinin kendini ululamasıdır. Kur’ân, nefsini tanrı edinen, kendini beğenen narsist insanı kınamaktadır. (25/Furkan: 43).

Allah’ın zatında, sıfatlarında, fiillerinde, ulûhiyet (Allahlık vasfı), ibadet veya mülkünde ortağı bulunduğuna inanmak şirktir. Kişinin Yüce Allah’ı yaratıcı, duyan, bilen bir varlık olarak kabul etmesine rağmen Ona ulaşmada araya birilerini koymak şirktir. Gerçekte sadece Allah’ın sahip olduğu sıfat ve yetkilerin, Tasavvuf/Bâtınilik geleneğinde olduğu gibi Kutup, Gavs, Mehdi, İmam, Şeyh, Veli gibi kişilere de yakıştırılması bu kişilerin bu tür bir yetki ile donatıldığına, evrenin yönetiminde, çekip çevrilmesinde bu zevatın dahli olduğuna inanmak şirktir. Bu kişilerin yaşayanlarından veya ölenlerinden yalvar yakar yardım istemek, işlerinde Allah’a ulaşmada aracı yapmak da şirktir. (25/Furkan: 65).

Tevhid – Şirk mücadelesinde meselenin özü Allah’a inanıp inanmamak değildir. Asıl mesele O’nun yanında başka varlıkları otorite kabul etmek ve O’nun adına iş kotarmaktır. Bu inanç bize şirk konusunun yeterince bilinmediğini gösterir. Şirk pisliğine düşmemek için üzerindeki tozun silkelenip, doğru tanınmasına mani olan saiklerin yoldan kaldırılması gerekmektedir. Zira Şirk tanınmayınca Tevhidin doğru düzgün anlaşılması mümkün olmuyor.

Kur’an’ın eğitim metodunda Allah inancı da dâhil her şey zıtlık metaforu üzerine kuruludur. Bu bağlamda Tevhid-Şirk konusu da en iyi şekilde zıddıyla anlaşılır. Bu durum Kelime-i Tevhid de somut olarak karşımıza çıkar. “La ilahe illallah: Allah’tan başka İlah yoktur.” Bu formülü şöyle okumak iktiza eder. “Hiçbir Tanrı yok, sadece Allah var.” Bu okuma şeklinde dikkat edilirse; öncelikle sahte ve yedek İlahların kökten reddi, inkârı, ardından Allah’ın kabulü söz konusudur. Tevhidin esası da İslam ismiyle bağlantılı olarak “hiçbir teslimiyet yok, ancak Allah’a teslimiyet var” şeklindedir. Buna göre muvahhid, Allah’tan başka hiçbir kudrete teslim olmayan ve O’ndan başkasına boyun eğmeyen kişidir.

Şirke düşmenin yaygın sebeplerinden biri, Tarikat ve Tasavvuf çevresinde görüldüğü gibi şeyhlerin veya hocaların Allah’a aracı kılınmasıdır. Bunun nedeni “Ey iman edenler! Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olunuz. O’na yakın olmak için bir yol/vesile arayınız” (5/Maide: 35) ayetindeki “vesile” kavramını kendilerine dayanak yapmalarıdır.

Ayette geçen “Ona yol arama” ifadesine “kişinin Allah ile arasına başkalarını sokması” şeklinde bir anlam vermek kesinlikle doğru değildir. Müminlerin tabi olmak ve itaat etmekle emrolundukları tek kişi Hz. Muhammed’dir. O’nun dışında hiçbir insana tabi olma gerekliliği yoktur. Vesile, başka varlıkları aracı edinmek olamaz; çünkü aracılık şirktir. Ayetin devamında, Yüce Allah’ın yolunda cihad etmek yani fedakârlık yapmak dile getirilmekte, böylece “vesile”nin ne olduğu da açıklanmış olmaktadır. Bu nedenle Tarikatçılara buradan bir referans çıkmaz. Buna rağmen söz konusu çevrelerin “vesile” kavramına “aracı” manasını vermeleri kendilerine “şefaat” için bir kapı açma çabasıdır. Bu gayret, Allah’ı görmezden gelip, başka varlıklardan şefaat umulan ve Kuran’ın savaş açtığı Cahiliye Dönemi’nin şirk inancıdır. Allah bu aracılar için şöyle der: Onlar da sizin gibi birer kuldur(7/Araf: 194). Ne kendilerine, ne de başkalarına yardım etmeye güçleri vardır(7/A’ raf: 192). Yürüyecek ayakları, tutacak elleri, görecek gözleri ve işitecek kulakları yoktur! (7/Araf: 195). Kıyamet Günü’ne kadar hiçbir şeyle cevap veremezler (46/Ahkâf: 5). Yaratılmış olup, bir şey yaratamazlar (16/Nahl: 20) Ölüdürler, diri değil. Ne zaman diriltileceklerinin bilincinde değillerdir (16/Nahl: 21) Bir sıkıntıyı giderme ve onu değiştirme gücüne sahip değillerdir (17/İsrâ: 56). Kendilerine bile fayda ve zarar veremezler (22/Hac: 12) Konuşamazlar (21/Enbiya: 65) Müşriklerin yalvarıp durdukları kimselerin zararı faydasından daha yakındır (22Hac: 13). Bâtıldırlar (22/Hac: 62). Hepsi bir araya gelseler bir sinek dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapıp kaçsa, onu ondan alamazlar. Acizdirler (22/Hac: 73). İnsanlara rızık vermeye kadir değillerdir (29/Ankebut: 17). Çağrılsalar, çağrıları duymazlar. Duysalar, bile cevap veremezler (35/Fâtır: 14) Yeryüzünde hiçbir şeyi yaratmamışlardır (35/Fâtır: 40). Allah zarar vermeyi dilese, onların şefaati fayda vermez, onların şefaati onları kurtaramaz (36/Yasin: 23). Allah bize bir zarar dileyecek olsa, O’nun zararını kaldıramazlar. Ya da Allah bize bir rahmet vermeyi istese, O’nun rahmetini tutup önleyemezler (39/Zümer: 38). Hüküm gününde hiçbir şeye hükmedemezler (23/Mü’min: 20). Ölüm anında ve Kıyamet gününde kendilerine yalvarılan, yardıma çağrılan ilahlar/kimseler, çağıranlardan uzaklaşıp onları terk ederler (7/Araf: 37).

Müşrikler Allah’ı bırakıp, kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve “Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir” diyorlar. De ki: “Siz Allah’a göklerde ve yerde bilmeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir” (10/Yunus: 18). İnsanlığı pençesine düşüren şirk, büyük oranda Şefaat İnancına dayanır. Onlar Allah’a yakın olmak, onun rızasını kazanmak gibi sebeplerle bazı varlıkları aracı kabul etmektedirler.

Bu inançlarını temellendirmek içinde şöyle bir mantık yürütürler: Nasıl ki, makam sahibi birinin huzuruna çıkıp ondan bir istekte bulunmak için onun üzerinde yaptırım gücü olan hatırlı ve sözü sayılır bir aracı kullanıyorsak ve bu bir gereklilik ise; Allah’ın huzuruna kabul edilmek için ve O’ndan bir şey isterken de bir aracı kullanmak gerekir.

Hâlbuki Allah ile bu tür bir ilişkinin yasaklanmış olması ve gereksizliğini hesaba katmazlar. Allah’a dua ettiğimizde hemen bizi duyacak yakınlıkta olası (2/Bakara: 186) ve Allah’ın kuluna şah damarından daha yakın olduğu (50/Kaf: 16) gerçeğini göz ardı ederek arayı açmanın ve aracının ne gereği var! Ancak bu çevreler kendilerini değersizleştirerek; biz kimiz ki Allah’tan doğrudan bir istekte bulunalım? Allah bizim yüzümüze bakmaz, sözümüze itibar etmez, ama O’nun yanında itibarlı bir kulununu aracı edersek onun yüzü-suyu hürmetine duamızı kabul eder, bizi geri çevirmez düşüncesinde inat ederler.

Günümüz insanının Mekkeli müşrikleri “ateist” gibi düşünmeleri bir yanılgıdır. Ateistlerin aksine müşriklerin Allah inancı vardır ve Allahın yaratıcılığına, kudretine ve nimetler verdiğine, örneğin yağmuru O’nun yağdırdığına inanmaktadırlar. (29/Ankebut: 63) Ancak kendilerini Allah’a yaklaştırmaları ve şefaat etmeleri için birçok varlığı aracı yapmaları ve özellikle putlarından böyle bir beklentide olmaları onları müşrik yapmaktadır.

Ateistlerin durumu bu fotoğraftan tamamen farklıdır. Onlar Allah’ı/Tanrı’yı hiçbir şekilde tanımamaktadırlar. Şu halde bu iki zümrenin bir birine benzemesi/benzetilmesi bir tarafa, aralarında kıyas dahi söz konusu olamaz. İnsanlık tarihinde mutlak manada bir Tanrı tanımazlık ve dinsizlik söz konusu olmadığından, Kur’an dinsizlikten şikayetlenmez. Üstelik Mekkeli müşrikler kendi dinlerinin çok samimi dindarlarıdır. Bunun için Kur’an Şirk dini’nden, yedek İlahtan şikayetlenir. Tevhid mücadelesi merhum Ali Şeriatî’nin ifadesi ile Tevhid Dini ile Şirk Dini arasında cereyan eder.

Müşriklerin Allah’a karşı O’nu reddetmek ve O’nu tanımazlık gibi bir tavırları söz konusu değildir. Nitekim Kur’an bu durumu şöyle ifade ediyor: “Onlara, “Gökleri ve yeri kimin yarattığını, güneşe ve aya kimin boyun eğdirdiğini” sorsan, kesinlikle “Allah” diyecekler.” (29/Ankebut: 63). Onların Tevhid inancı ve Hz Peygamberle alıp veremedikleri Allah’ın sağına-soluna eklemledikleri aracılar ve alt İlahların (min dûnillâhi) inkâr edilip yok sayılmasıdır. Hz Peygamberi atalarının dinine ihanet etmekle suçlamalarının temel argümanı budur.

Müşriklerin Allah’ın inkârına yönelik bir sözü ve tavırları yoktur. Onların sorunu, insanın Allah’a kulluğunda aracı, cennete girişinde de şefaatçi olarak görüp devreye soktuğu alt İlahların kabul edilmemesidir. Bu İlahlar Müslümanlar tarafından kabul edilirse, Peygamber dâhil kimseyle sorunları kalmaz.

Allah’ın yetkilerini başkalarına kullandırmak, yedek İlahlar edinmek, yakınlaştırıcılar edinmek, kurtarıcılar edinmek, dini Allah’a özgülememek ve şefaatçiler edinmek müşrikliktir. Dini ve ibadeti Allah’a has kılmayanlar yani muhlis olmayanlar muvahhit olamaz. Evliya diye bilinen zatları Allah’ın yanına koyanlar, onları Allah ile eşitleyenler, rehber ve aracı edinenler müşriktir.

Allah ile aldatan ve Tevhidi örtülü bir şekilde şirke dönüştüren hurafeci takımının ileri sürdüğü bir başka iddia da önemli kişileri ve eşyayı ölçüsüz sevmek ve aşırı yüceltmektir. Bu mantığın pratiği çoğu zaman Hz Peygamberin aşırı bir şekilde yüceltilerek insan olmaktan çıkartılıp İlahlaştırılmasıdır. Buna bağlı olarak sakal kıllarının ve hırkasının mescidlere sokularak etrafında tavaf edilmesi şeklinde karşımıza çıkar. İş bununla kalmaz. Bunun altında şeytanî bir kurnazlık yatar. Bu vesile ile Peygamberin varisi olarak gördükleri Şeyhlerini, Hoca Efendilerini, Seyitlerini ve Üstatlarını kutsamak ve takdis etmeye referans bulmaktır. Bu şekilde Peygamberden boşaltılan makama kendileri kurulacak.

Bir sapkınlık çeşidi olan şirk bazen bir insanın bir diğer insanı Tanrı edinmesi şeklinde tezahür eder. Bunun nedeni Allah’ın affına güvenmemektir. Mağfiret için şefaatçi aramaktır. Bu zaaftan faydalanan Şirk İnancı oradan içeri sızıp kendine yer edinir.

Bayraktar Bayraklı Hocanın isabetle belirttiği gibi, eğer insan, başka bir insanı Allah’ı sever gibi severse, yani iki sevgide eşitlik olursa, şirk gerçekleştirmiş olur. Başka bir ifadeyle, bir insan Allah’tan başka bir varlığı aşırı derecede severse, o varlığı tanrı seviyesine çıkarmış olur. Bu bağlamda sevilen varlıkla sevgi arasında bir denklik olmalıdır. İnsan, insan seviyesinde sevilmeli, Allah da O’na yakışır seviyede bir sevgi ile sevilmelidir. Kaygan olan bu alanda yürüyebilmek için zemine sağlam basmak gerekir. Onun için, din eğitimcileri Kur’an’ın kontrolünde, neyi ne kadar seveceğimizin eğitimini, yani bilincini vermelidir. Neyi ne kadar seveceğinin bilincinde olmayanların şirke düşme ihtimallerinin oranı yüksek olacaktır. Böylece sevgi ile şirk arasında olumsuz bir bağlantı ortaya çıkacaktır. “Bazı insanlar, Allah’tan başkalarını O’na denk tanrılar edinirler; onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri çok daha fazladır” (2/Bakara, 165) ayeti iki sevgide eşitlik olursa şirk olma tehlikesine işaret ediliyor.

Şirkin temeli sevgide ve saygıda aşırıya gitmektir. Hiç kimse, ama hiç kimse sınırsız bir sevgi ya da saygıya layık değildir. Genelde tapınmayı secde etmek şeklinde düşünürüz, hâlbuki tapınma sevgi ve saygıda haddi aşarak kayıtsız şartsız teslim olmaktır. Böyle bir tavrın ancak Allah katında bir değeri vardır. Aksi halde diğer varlıklar karşısında kayıtsız şartsız teslimiyet şirktir. Hiçbir hoca, şeyh, din büyüğü Allah’a ait bir tasarrufa ortak olamaz. Allaha ait sıfatlar hiçbir şekilde bu zatlara hatta Peygambere dahi verilemez. Hocayı hoca Peygamberi de Peygamber bilip sevgi ve ta’zimde ona göre davranmak gerekir.

Allah’tan başka bir varlığı aşırı derecede sevmek şirktir. Bu nedenle sevgi ile iman arasındaki bu bağlantının iyi dengelenmesi lazım. Aksi takdirde ölçüsüz sevgi farkında olmadan bizi çıkmaza sürükler. Diğer taraftan bir insanın her hangi bir varlığa mesela; bir danaya, bir heykele, futbol takımına ve ya bir insana Allah’a tapar gibi tapmasa bile, tapınmayı çağrıştırır bir saygı ve perestiş göstermesi, o varlığı ilahlaştırması anlamına gelir.

“İnsanın başka varlıkları özellikle “insan”ı Allah’ı sever gibi sevip şirke düşmesinin sebebi; “Bütün güç ve kuvvetin Allah’a ait olduğunu” unutması veya O’na güvenmemesidir. Bütün gücün Yüce Allah’a ait olduğunu göz ardı etmek, sevgiyi parçalamaya yol açmaktadır. Parçalanan sevgi Allah ile diğer varlıklar arasında eşit paylaştırılınca, şirk ortaya çıkar. Güç kimde toplanıyorsa, iman bağlamındaki sevgi de onda yoğunlaşmalıdır. Allah, sevgide ve imanda bağlamında paylaşılamaz, eşitlenemez. Bu bilginin eksikliği önce sevgiyi, sonrada Tevhid İnancını parçalamaktadır.

Peygamberi Allah ile eşitleme peşinde Tarikat çevreleri, şeyhlerine olan sevgi ve saygıyı Peygamberin konumunu dahi aşan bir takdis derecesine çıkarırlar. Şüphesiz Peygamberlere, âlimlere, ilme saygı gösterilmelidir. Ama saygının da bir sınırının olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Şimdi saygısız haddini bilmezlerle, saygıyı putlaştıranlar arasında bocalayıp duruyoruz. Hâlbuki İslam her konuda denge kurma dinidir.

Yüce Allah’a giden yolu insan kendisi aramalı ve kendi amelleri ile o makamı elde etmelidir. İslam’ın Tevhid İnancı Allah ile kul arasına kimsenin girmesine ve aracılığına müsaade etmez. Böyle bir yetkiyi ve salahiyeti kimseye de vermez. Birilerini vesile/aracı kılmak, tayin etmek şirke götüren bir yoldur.

Gerçek iman sahipleri kimsenin aracılığına ve yardımına ihtiyaç duymadan yapacakları erdemli davranışlarla Yüce Allah’a yaklaşabilir. Müşrik ise kendinde bu cesareti bulamaz. Bu nedenle kendini Allah’a yaklaştıracağını vehmettiği kişi ve varlıkları Tanrı edinir.

Allah’a ibadetin gerekliliği herkes tarafından biliniyor hatta Allah’a yakın olmanın öneminin de herkes farkında. Ancak bu farkındalığın pratiği yanlış ve Tevhide aykırı bir şekilde uygulanmaktadır. Allah’a yaklaşmak, Ondan yardım ummak gayesiyle Tanrılar edinmenin (36/Yâsin: 74) başlıca iki sebebi var: Birincisi, Tevhid İnancının bu insanların gönlüne tam anlamı ile yerleşmemesidir. İkinci sebebi ise, Yüce Allah’a tek başına yaklaşabilecek cesaret ve güvenlerinin olmayışıdır. Hâlbuki imanı güçlü bir kişi, salih amel ve dua yoluyla Yüce Allah ile doğrudan iletişime geçer ve Onunla yakınlaşabilir. Müşrik olan ise bu cesareti kendinde bulamaz. Bunun yerine Yüce Allah’a yaklaşmak için gücü kendinden menkul sahte Tanrılarla işi halletmeye çalışır. Bu korkak Müşriklerin durumlarını Kur’an bize şöyle anlatır: “Allah’tan başka kendilerine yakınlık sağlamak için Tanrı edindikleri şeyler, kendilerine yardım etselerdi ya! Hayır, onları bırakıp gittiler. Bu, onların yalanı ve uydurup durdukları şeydir” (46/Ahkâf: 28). Ayet, bir toplumun helâk olması anındaki durumunu anlatmaktadır. Onların bu konuştukları yalan ve iftiradır. Çünkü Yüce Allah, aracı Tanrılar sistemi diye bir sistem koymamıştır.

İlk inen ayetlerde Allah’ın varlığına değil de birliğine, yani Tevhide vurgu yapılması önemli bir ayrıntıdır. Çünkü insanoğlu hiçbir zaman İlahsız olmamıştır. Herkesin öyle ya da böyle bir İlahı vardır. Ateist olduğunu söyleyenler de böyledir. İlah, kayıtsız şartsız itaat edilen gücün adıdır. Adına İlah denmemiş olsa bile, böyle bir kabulle bir şey İlah edinilmiş olur. İnsanoğlunun akıl, bilim, para, haz/nefis, kişi, makam, mevki rejim gibi sayısız İlahları olabilir. Bu sebeple Allah; “siz hiç hazlarını ilah edinenleri görmüyor musunuz” diye uyarır (25/Furkan: 43).

Olay Müslümanlık açısından da yukarıdaki gibidir. Vahiy bizi bir İlah’a iman yerine Allah’a şirk koşmadan iman etmeye çağırır. Yani Allahtan başkasına asla ilahlık vasfı vermeyecek, daima Allah’a kulluk edecek ve Allahtan başkasından yardım istemeyeceksiniz der.

Toplumda şirk hastalığının olağanüstü yaygın olmasının sebebi, konunun Müslümanlara hiçbir zaman, Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in anlattığı gibi anlatılmamış olmasındandır. Şayet Kur’an’ın anlattığı gibi anlatılsaydı hurafeci müşriklerin gerçek kimliği deşifre olacaktı. Bu korku yüzünden olayın gerçek yüzü ustalıkla perdelenmiştir. Bu çevreler şirkin, Tevhit Dini’nin tam karşısında konuşlanan bir Din olduğunu söylemiyorlar; şirki ateizm veya dinsizlik diye tanıtarak kitleleri aldatıyorlar. Şirkin gerçek yüzü anlaşılınca camilerde bir yığın maskeli müşrikin kol gezdiği ortaya çıkacak ve maskeler düşecek. O bakımdan durumu olabildiğince idare etmeye çalışıyorlar.

Müşrik denince Kur’an bizim önümüze şöyle bir fotoğraf koyuyor. Bir müşrik, Allah’a inanabilir, namaz kılabilir, oruç tutabilir, hacca ve umreye gidebilir. Ancak bunları yapmış olması onu müşirlikten kurtarmaz. Fotoğrafı düzgün okumada kıstasımız şu olmalıdır; bir kişi, Allah ile insan arasında aracılar, yaklaştırıcılar, şefaatçiler, kurtarıcılar kabul ediyor mu? Allah’ın uhdesinde olan yetkilerinin bir kısmını bir biçimde birilerinin kullanmasına seyirci kalıyor mu? Kul hakkına riayet etmiyor, kamu malını yiyor mu? Günlük yaşantısında ve özellikle de namaz, sadaka ve oruç gibi görünür ritüellerine riya/gösteriş bulaştırıyor mu? Bunlara bakmamız gerekir. Kur’an’a göre, müşrikler Allah düşmanıdır ve bizatihi pisliktir. (9/Tevbe: 28, 114) Bu kadar açık ve net. Bunlardan uzak durmak gerekir.

Allah’ın güzel kulları, O’nu ve Resulünü kendilerinden bile çok sevme mutluluğuna erişmiş olanlardır. Bunlar dünyalık biriktirme ve çoğaltma peşinde koşmazlar. Mal ve servetlerini Allah’ın rızasını kazanmak için nasıl gerekiyorsa öyle kullanırlar. Keza Allah’ı sevmek de O’nu hoşnut edecek “güzel işler” ile olacak bir şeydir. Hepimiz kendimizi hesaba çekmeliyiz, sorgulamalıyız ve bir şekilde şu sorulara cevap bulmalıyız: Ben gerçekten en çok neyi ve kimi seviyorum? Biz Allah’ı ve Resulünü kendimizden daha çok seviyor muyuz? Peygamber sevgisi derken O’nun Kur’an pratiği olan “sünnetine” uygun yaşamak ve gündelik hayatımda O’nu “örnek almayı” mı kast ediyoruz, yoksa iddiamız kur bir sözden ileri gitmiyor mu? Bu bağlamda Tarikat çevrelerinin öne çıkardığı “Allah Aşkı” ve “Peygamber Aşkı” söylemi bir tür sapıklıktır. Sevgide aşırı gitmektir. Allah ve Resulü “hissi bir aşk” ile sevilmez. Zira aşkta sarmaş dolaş olma hali söz konusudur.

Etiketler
Daha Fazla

İlgili Makaleler

2 Yorum

  1. Geleneksel din algısı elestirilirken,modern cahiliye,putculuk pek gündem edilmemiş.
    Aynı geleneksel din algısı kadar tehlikeli seküler laik demokratik vb küfür algılarının sistemlerinin,şirk biçimlerinin konu edilmemesi ,yada örtük birşekilde olması,meselenin tam olarak anlaşılmasını eksik bırakmış.
    Nitekim bugün itibarı ile o şirk günlerinden birini yaşamaktayız,kendine müslüman olarak addeden kitleler,i ibadet aşkı ile sandıklara koşup,tevhid ilkesini çiğneyip Allah’ın İlahlık Rablık vasfını,kişilere ve cahili sisteme vermekteler.
    Dolayısı ile geleneksel cahiliye modern cahiliye ile kol kola iş tutmaktalar,birbirlerini beslemekteler.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir