GenelYazarlardanYazılar

Sözün Bittiği Yer Gazze

Söze nerden başlamalı ne yazmalı! Yazılması gerekenlerin yetersiz kaldığı anlar vardır ya. Tamda o demde/anlardayız; hani bir şeyler düğümlenir boğazınıza de yutkunamazsınız ya, ağlamaklı olur ağlayamazsınız ya, boşluğa uzun uzun bakıp yalnız-çaresiz kalırsınız ya, karma karışık düşünceler birbirine girer ya, alır başınızı menzili belli olmayan yürüyüşler yaparsınız ya, döner dolaşır aynı yere gelir gerçeklerle yüzleşirsiniz ya… ve o masum insanların bakışları gözünüzün önünde canlanır; anaların feryadı kulaklarınızı tırmalar, babaların çaresizliği ve korkulu gözlerle dünyaya bakan masum yavruların korkudan titremesi ve neredesiniz der gibi bakışları içinizi burkar da ‘YA KAHHAR’ der ve peşinden söylenmesi gerekeni (!) sıralarsınız ya…

Bir kez daha sözün bittiği yerdeyiz, bir kez daha çaresiz, sessizliğin çığlığında boğuluyor, bir kez daha sadece ve sadece utancımızla yaşıyoruz. İşte bu bizim “öğretilmiş çaresizliğimiz” ve tarihin tanıklık ettiği bu davada tarih sahnesinde olmayışımızın hazin öykümüz Gazze…

Gazze, insanın ve insanlığın ve bütün dünya insanlığının utanç tuali…

Yaşananlara ekrandan bakmak, canlı yayında dinlemek ‘insan olanın’ tahammülünü zorluyor ve bizim tahammül edemediklerimizi yaşayanlar karşısında söz tükeniyor…

Hâli pürmelâliniz, Ashab-ı Uhdud misalini hatırlatıyor…

Sokaklardayız, çaresizliğimize çare olur mu diye, içimize boğuluşumuzu dindirir mi diye, vicdanlı insanlarla ‘kahrol’ diye haykırıyoruz!

Kahrolmuyor kahrolasıca da, biz kahrol dedikçe kahrediyor kahrolasıca…

Biz bunca acıyla, kahırla kahrolurken; insan olma yetisini yitirmiş, fıtratı ve vicdanı körelmiş, ‘insanımsı’ varlıklar çıkıp da; zalimin zalimliğini bile söyleyemediği gibi, “ama, fakat onlarda” diyerek söze başlayan, iftira atan, suçlayan, zemmeden, karalama kampanyalarıyla zalimin yanında ve zulme meşruiyet kazandırma sevdalısı, vicdanı kurumuş vicdansızlara ne demeli ya…

Kendini İslam’la tavsif eden ne kadar halk, STK, gurup, örgüt, cemaat, ülke… varsa hepimiz ikbal ve korku nedeniyle yalnız bıraktık mı Gazze’yi?

“Artık dinli/dinsiz beşeri bir gücün Gazze saldırılarına dur demesi ile ilgili umutlarımız neredeyse tükendi. Ne desek boş ne yapsak anlamsız olan günlere geldik. Çaresizliğimiz nefesimizi kesiyor. Bir şey yapmaktan ürken kimliklerimizle, birbirimizi bir şey yapılamaz durumuna ikna etmekten yorulduk. Mazeretlerimiz günahlarımızdan büyük, günahlarımız mazeret üretmeye devam ediyor. Kötü bir kısırdöngü hepimizi esir aldı. Kuşatılmışlığımızın ve teslim alınmışlığımızın farkına vardık. Vardık ama o farkın bedelini ödeyecek mecalimiz yok.” (Derviş Argun. Her Taraf)

Ve rabbimizin tehdit eden ayeti karşısında ki durumumuz!

“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabb’imiz! Halkı zalim olan şu kasabadan bizi çıkar; bize kendi katından bir veli (koruyucu, sahip) gönder, bize kendi katından bir yardımcı gönder” diyen zayıf düşürülmüş erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa 75)

Dünyanın neresinde olursa olsun, bu ayet zulüm ve haksızlığa uğramış çaresizlere mü’mimlerin yardım etmelerini, fedakârlıkta bulunmaları ve gerekirse onların uğrunda savaşmalarını istenmektedir. En azından bu niyet ve gayreti göstermesi gerekmektedir. Çünkü bize göre “mazlumun dini sorulmazdı.” Her fert ve toplum gücü ve imkânları nispetinde yapması gerekeni yapmak zorundadır. Bunu yapmayanların ahirette hesabı zor olacaktır!

Kendisini azizi İslam’la nitelendiren/tavsif eden topluma ne oldu da böyle zelil bir hale geldi?

Öncelikle O’nun biricik kaynağı olan Kitabullah’ı “mahcur” bıraktık. O’nu hayatımızdan çıkarıp kovduğumuz günden beri “selin sürüklediği çör çöp haline” geldik. Hâlbuki bizi biz yapan değerlerimiz onun içinde capcanlı duruyorken, biz ne yaptık? İslam’ı başkalarının kitaplarından öğrenmeye çalıştık, birilerinin anladığını/yorumunu İslam zannettik. Bu da bizim asli kaynağa ulaşmamızın önünde en büyük engeli oluşturduğunun farkına bile varamadık. Dolaysıyla hâli pürmelâlimiz ortada; gücümüzü/devletimizi, cesaretimizi, vakarımızı, kardeşliğimizi ve vahdetimizi nerede ve nasıl kaybettiğimizi bile bilmiyor ve yitiğimizi yanlış yerlerde arayıp duruyoruz! Yitiğimizi yitirdiğimiz yerde aramaz isek asla bulamayacağımızın da farkında değiliz…  O’nu bize fark ettirenler Filistinliler oldu; aziz İslam’ı hayata geçirip yaşanır kılmak, onun ahlak haline getirip, görünür kılmak da neymiş dendiğimizde “numuneyi imtisal” olarak sunacağımız Gazze’li yiğitlerimiz var artık…

Gazze’ye dair söylediklerimiz, yazdıklarımız, belki de sadece kendimizi tatmin etmekten öteye de gitmeye bilir, belki de bir anlamı da olmayabilir, belki de hiç kimseye tesir de etmeye bilir … Ama en azından durduğumuz yer ve tarafımız belli olsun, zalimlere yanaşmadığımıza, vicdanımızın sesine yazdıklarımız duygularımızın şahidi olsun…

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir