Ardından YazılanlarErcümend ÖzkanHaberler

“TEVHİD AKİDESİNİ GEREĞİ GİBİ ANLAYINIZ VE ONA TOZ KONDURMAYINIZ. ŞİRK VE KÜFÜR NİTELİĞİ TAŞIYAN ŞEYLERDEN ONU TİTİZLİKLE KORUYUNUZ”

Küfre hasımlığım İslâm’a olan hısımlığımdandır. Allah’a ve Rasulüne düşman olmayan herkese hakkımı helal ediyorum.

Halil Yavuzer

“Tevhid akidesini gereği gibi anlayınız ve ona toz kondurmayınız. Şirk veya küfür niteliği taşıyan şeylerden onu titizlikle koruyunuz. Bunun için Kur’an’dan başka bir şeyi ölçü almayınız. Zira Allah bu konuda kendisine ortak tanımaz. Nitekim Resulullah da bu konuda aynen öyle yapmış, akidesini yalnızca Kur’an’dan almıştır… Kendinizi kontrol ediniz. Demokratik, laik ve her tür sol pisliklerden temizleyiniz ve temiz tutunuz… Küfre hasımlığım İslâm’a olan hısımlığımdandır. Allah’a ve Rasulüne düşman olmayan herkese hakkımı helal ediyorum.” Bu sözlerin sahibi 22 yıl önce rahmeti rahmana yürüdü, ardından çok konuşuldu ve yazıldı, Tevhid akidesini titizlikle korunması noktasında ortaya koyduğu duyarlı ve ilkeli duruşuna şahidiz, o rabbine çağırdı ve hakkı tavsiye etti, duruşunu bozmayan bu tevhid erinin ardından yazılan, yakın arkadaşlarının yazılarından derlemeyi istifadenize sunuyorum.

HAYATI

Hüseyin BÜLBÜL

ERCÜMEND ÖZKAN (1938-1995)

23 Ocak 1938’de Kırşehir’in Mucur ilçesinde dünyaya geldi. İlk tahsilini Mucurda, orta ve lise tahsilini Kayseri Erkek Lisesinde ve babasının memuriyeti nedeniyle lise son sınıfı da Kırşehir’de tamamladı. Kayseri lisesinde iken okulun boks takımına seçildi ve kilosunda şampiyon oldu.

Yaz tatillerinde ise ciltçilik, dondurmacılık, sebzecilik yaparak ve kitap okuyarak geçiriyordu. Bu okumalar zamanla kitap sevgisine dönüştü. Bir Kırşehir seyahatinde devrin başbakanı Adnan Menderes ile görüşerek Mucura halk kütüphanesinin açılmasını sağladı.

1957’de annesini kaybetti. Annesini kaybetmenin acısı ve diğer bazı sebepler nedeniyle evden ayrıldı. Bu dönemde Özkan, değişik iş kollarında çalışarak ayakları üzerinde durmaya gayret etti. Nihayet Ankara’ya dönerek, daha önce kaydını yaptırdığı hukuk fakültesine devam etmeye başladı. Okul hayatı devam ederken de çalışma hayatını sürdürdü.

O yıllar Ankara da Hamdullah Suphi Tanrıöver’in kurduğu Türk Ocaklarına da gidip geliyordu. Ahmet Hamdi Tanpınar, Mukbil Özyörük’ le burada tanıştı.

1960’da, Basın Haber Ajansı’nı kurdu.

27 Mayıs ihtilali sırasında Ankara Hukuk Fakültesi’nde öğrenci idi. Ancak o yıllar okul işini askıya aldığı için askerliği tecil ettirememişti. Bu nedenle 1960 yılının Eylül’ünde asker öğretmen olarak göreve başlamak zorunda kaldı.

1963 yılında liseli yıllardan beri tanıdığı Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Türkoloji öğrencisi olan Mukaddes Taner ile evlendi. (Bu evliliğinden üç kız iki erkek beş çocuk sahibi oldu.)

1964’de bir tesadüf eseri olarak okuldaki Filistin asıllı öğrenciler vasıtası ile Hizbut-Tahrir ile tanıştı. Fikirlerini benimseyerek çalışmalarına katıldı. Kısa zamanda örgütün Türkiye temsilcisi oldu. Merkezi Ürdün’de olan örgüt’ün amacı, Ürdün’de yapılacak olan İslami devrime Türkiye’nin müdahale etmesini önlemek için, Türkiye içinde de böyle bir çalışmanın olduğu ve burada da devrim yapılacağı imajını vererek Türkiye’yi kendi derdine düşürmekti.

Nihayet devrime beş kala Türkiye’de bu örgüt harekete geçti. Küçük bir gurup olmalarına rağmen dağıttıkları bildiriler ile tüm ülkeyi ayağa kaldırmayı başardılar. Ancak Bir elemanın ihmali sonucu örgütün büyük çoğunluğu yakayı ele verdi. Fakat Ercümend Özkan 10 Nisan 1967’den 4 Ağustos’a kadar faaliyetlerini sürdürdü.

Siyasiler ve emniyet teşkilatı şaşkına dönmüştü. Herkes seferber olmuştu ama örgütün lideri bir türlü bulunamıyordu. Allah öyle lütfediyordu ki, gecekondu da oturan bir arkadaşının komşusu İsmet Paşanın köşkünde bahçıvan olarak çalışıyordu. Adamcağızın bir şeyden haberi yoktu. Akşam eve gelince köşkte konuşulanları sohbet esnasında komşularına anlatıyordu. O’da Gerekli olanları alarak, ertesi gün bildirilere yansıtarak dağıtıyordu. İsmet Paşa bunları görünce çıldırıyor ve şöyle diyordu: “Bunlar pembe köşke kadar girmişler bunların başı ezilmelidir.

Bu gerginlik yaklaşık dört ay devam etti. Sonra Özkan Ankara da Verimli matbaasında bildiri bastırırken iki sivil polis tarafından fark edilerek tutuklandı.

Ankara I. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 13 ay devam eden dava sonunda dört yıl ağır hapsine, ömür boyu kamu hizmetlerinden mahrumiyetine, 2 sene Bingöl’de zorunlu ikametine karar verildi.

Karar hukuki değil tamamen siyasi idi. (Yargı hâkiminin daha sonraki ifadesi, “bizler bir buçuk yıl gibi bir ceza vermeyi düşünüyorduk” demesine rağmen çok ağır bir ceza ile karşılaşmıştı. Bunun hikmeti daha sonra anlaşıldı ki, hâkimler sadece gelen kararı okumuşlar. Esas karar başka yerde verilmişti.)

Kararı dinleyen Özkan için bu durum şaşırtıcı olmadı. O daha ötesini bile göze almıştı. Savunmasını yaparken asla pişmanlık göstermemiş ve hâkime şöyle demişti: “Siz bana 100 yıl ceza verseniz, Allah da bana 101 yıl ömür verirse, çıkınca yine bu düzeni yıkıp İslam devletini kurmak için çalışacağım.

Cezasını Ankara Çamlıdere, Mucur, Adana ve İmroz Yarı açık Ceza evlerinde tamamladı. Bingöl’de Zorunlu ikametini de yargılayan hâkimin verdiği bilgiyi kullanarak talebeliğini mazeret gösterdi ve zorunlu ikameti Ankara’ya aldırdı.

Özkan örgütün anlayışına vakıf olduktan sonra, bir takım açmazlarını görmüş, bizzat Takıyüddin En Nebhani’ye ulaştırmasına rağmen düzeltememişti. Üzerine aldığı görevi başarıyla tamamlamış kendisinden isteneni amacına uygun olarak yapmıştı. Henüz içerde iken örgütten ayrılmaya karar vermiş, kendi deyimi ile örgütten “dokuz talak ile” boşanmıştı. Ancak İslam’ı iktidar etmek için bütün gücüyle çalışacağına dair Rabbine söz vermişti. Çıktığı gün bu çalışmayı Türkiye şartlarında başlatacaktı. Nihayet 4 nisan 1970’te “mapusane” hayatı son buldu.

Bu yıllarda Musa çağıl, Mehmed Said Çekmegil ile de tanıştı. Özlemini duyduğu çalışmalarına başlamıştı.. Bu dönemde yazdığı yazı, kitap ve kitapçıkları müstear isimle yayınlıyordu. Memduh Kars, Süleyman Arslantaş, Muhammed Nur Doğan ve Mehmed ali Baltaşı gibi zevatla da bu yıllarda tanışmıştı.

1974 yılında İstanbul’da “Interpress” adı altında kırk yıldır çalışan bir kupür derleme bürosunu devraldı. Kabataş’ta çalıştırmaya başladı.

Bu yıllarda bazı Kur’an çalışmaları, temel kavram çalışmaları ve Kur’an usulü üzerindeki çalışmalarından sonra, hadis konusuna ve sünnet’e yaklaşım konusunda düşüncelerini yeniden sistematize etmeye başladı. Söyleminde Kur’an vurgusu daima merkezî bir yere oturturken, tasavvufi sapmalara olduğu kadar, selefi yaklaşım biçimlerine de özlü eleştiriler getirdi.

Kur’an

Kur’an’ın anlaşılmak üzere gönderilen bir kitap olduğunu, İnsanların onu anlamak için, anladıkları dilden okumalarının gerektiğini, “Onu anlayamayız” düşüncesinin, anlamanın önündeki en büyük engel olduğunu sürekli anlatmaya çalıştı.

Hadisler

Peygamberimizin hadisi şeriflerine yeni bir tanımlama getirerek; “Hadis, Peygamberimizin söylediğini söyleyenlerin sözüdür” diyerek tanımı vakıaya uygun hale getirdi. Çünkü hadisler peygamberimizin söylediği lafızlarla değil işiten kimsenin anladığını kendi lafızlarıyla naklettiği sözlerdi.

Hadisler senet bakımından mütevatir de olsa itikatta delil olamayacağını, bu konuda ancak Kur’an’ın delaleti kati olan ayetlerinin alınacağını savundu. Dinde asli kaynağın Kur’an olduğunu vurgulayarak; hadisler Kur’an’a arz edilerek uygun olanlarının alınmasını, uymayanların da bırakılması gerektiğini söyledi ve yazdı.

Sünnet

Peygamberimizin sünnetini Kur’an ile bütünleştirerek Sünneti şöyle tanımladı: “Sünnet, Hz. Muhammed (a. s.) Kur’an’dan anladıkları ve uyguladıklarıdır.” Bir diğer ifadeyle, Kur’an’ın Peygamberimiz tarafından düşünce ve davranış olarak hayata aktarılmasıdır. Bu nedenle Peygamberin hiç terk etmediği sünneti Kur’an’dır” diyordu.

Tasavvuf

Yılların tortulaşmış geleneğinin dine bulaştırılmasının resmi olan Tasavvufu en sert şekilde eleştirerek, “İslamdan ayrı bir din” olarak isimlendirdi. Ve şu tespitlerde bulundu: “Küfür islamdan intikamını tasavvuf yoluyla almıştır. Kurdun kuzu postuna bürünmesi gibi, tasavvuf da şirk anlayışını İslam postuna bürüyerek halka sunmuştur.

Tasavvufun ana kaynaklarından yaptığı iktibaslar ile bu tezindeki haklılığını ortaya koymaya çalıştı.

Demokratik Sistem

Özkan, geleneksel din anlayışını eleştirerek toplumu karşısına alırken, devleti ve rejimi de bundan ayrı görmüyordu. Sosyalist, kapitalist-Laik ve Demokratik- rejimleri ve bu dünya görüşlerini benimseyenleri de İslam’la ve Müslümanlıkla alakalı görmüyordu. Bunu bir TV programında bir soru üzerine, “Laikler de gayri müslimdir” sözüyle açıkça ifade etmişti. Özkan, bu sözü bu denli açıklıkla söyleyen ilk ve tek kişidir.

(Kanal D nin yaptığı dinamit programında Ahmet Altan’ın: “Bir de bu halkın içinde Laik ve demokrat olan kimseler var; İslam’a göre bunların durumu nedir(?) sorusu üzerine şöyle cevap vermişti: İslam’a göre Laik ve demokrat olanlar da gayrimüslimdir” demişti.)

Dergi

1981 yılının Ocak ayından itibaren, birlikte olduğu dostlarıyla istişare ederek İktibas dergisini çıkarmaya başladı. İktibas dergisi yedi yıl kesintisiz on beş günde bir çıkmaya devam etti.

1982 yılının Ocak ayında Isparta’da yapılan bir takım tutuklamaların ucu Ercümend Özkan’a kadar getirilerek gözaltına alındı. 51 günlük beton üzerindeki gözaltı muamelesinden sonra serbest bırakıldı.

2 Ekim 1985’te Mehmet Çoban’ın dergideki bir yazısından dolayı Ankara siyasi şubede tekrar gözaltına alındı. 14 günlük gözaltından sonra çıktıkları Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde altışar yıl üçer ay ağır hapis cezası aldılar. Özkan sorumlu yazı işleri müdürü olduğu için cezası paraya çevrildi. Derginin 105. sayısı da toplatıldı.

Özkan, mücadeleye başladığı günden beri hiçbir zaman rahat bırakılmadı. Sürekli etrafı boşaltıldı. İş hayatında dahi kişiye özel müdahaleler yapılarak bir kaşık suda boğulmaya çalışıldı. Derginin dağıtımı engellendi. Posta yoluyla dağıtılanlar bile toplu imhaya maruz bırakıldı.

1987 Ağustos ayında sağlığı bozuldu, hafif bir felç geçirdi. Hastalığı hafif olmasına rağmen tedavi onu ruhsal komaya sokmuştu. Bu yüzden iki yıla yakın bir zaman İktibas’ın yayınına ara verildi.

1990 Eylül ayında, bir kalp krizi geçirdi ve on gün hastane de yoğun bakımda kaldı. Buna rağmen hastaneden çıkar çıkmaz yurt içi ve yurt dışı çalışmalarına yüksek tempoyla devam ediyordu. Kamplar, konferanslar, sohbetler düzenleyerek bildiği doğruları anlatmaya çalışıyordu.

1992 yılında İslami anlamda bir parti kurma teşebbüsünde bulundu. Önemli gördüğü birçok şahsiyeti bir araya getirerek istişarede bulundu. Ancak bu istişarelerden edindiği intibanın sonucunda bu düşüncesini uygulamaya koymadı.

1993 Mart ayında ikinci krizin eşiğinden döndü. İbni Sina Hastanesi’nin kardiyoloji bölümünde on gün kadar yattı. Kalbinin beş damarı tıkanmıştı. Buna rağmen hız kesmeden çalışmalarına devam ediyordu. Bu nedenle 1994 Ocak ayında Ankara Trafik Hastanesinde bir ay yattı. Özkan daktilosunu oraya getirterek gündemi takip etmeyi ve yazılarını yazmayı oradan sürdürdü. Bozulan sağlığına bakarak Rabbine şöyle dua ediyordu:

Ya Rabbi! Bildiklerimi benimle toprağa gömmek istemiyorum. Bunlar mezardaki börtü böceğin işine yaramaz. Bana fırsat ver de bunları insanlara anlatıyım !..” diyordu. Kısaldığını hissettiği zamana inat, her geçen gün temposunu artırarak çalışmalarını sürdürüyordu. Onun Rabbinden isteği, O’nun yolunda koştururken Rabbine teslim olmaktı. Nihayet istediği gibi de oldu.

24 Ocak 1995’te konferans vermek için gittiği Adana’da son nefesini vererek Rabbine emanetini teslim etti.

25 Ocak 1995’te Aşağı Eğlence Merkez Camii’nde onu sevenlerin kıldığı cenaze namazından sonra Karşıyaka Mezarlığı’na toprağa verildi.

Ahlak ve Anlayışı

O hayatında hiç boşluk bırakmadan inanan, inandığı gibi de yaşamaya çalışan bir dava adamıydı.

Son yıllarda yeniden gündeme gelen Kur’an İslam’ını savunanların ilklerinden olmanın sıkıntılarını iliklerine kadar yaşadı. Bu nedenle zaman-zaman hırçınlaştı, itham etti. Birilerini kırdı. Tarihi, geçmişi, mevcudu ve düzeni sorguladı. Bu da geleneksel çevrelerin düşmanlığını ve düzenin hışmını üzerine çekti.

Gün geldi yalnız başına duyarsız dünyaya, anlayışsız dostlarına ve tüm dünya ehline bütün gücüyle, ama biraz sert bir üslupla gerçekleri bütün çıplaklığıyla haykırdı. Bir ömür tevhidi doğruları anlatmak için kendini paraladı. “Derginin pulunu bile ben yapıştırıyorum bu kadar yükün altında şasem eğildi” diyordu.

Elbette bu kadar gerilim ve stres birilerini kıracaktı. Nitekim bazı dostlarını kırdı, ama çoğu kez kendi kendini paraladı.

O üslubunun sertliğinin aksine fevkalade sevecen ve bağışlamasını bilen biriydi. Karşılık beklemeden büyük küçük herkesi ziyaret eder, doğru bildiklerini her hal ve karda anlatırdı. İslam’a talip birisini tespit ettiğinde, hiç usanmadan hem de defalarca ayağına giderdi.

O kendisini bitirecek kadar cömertti. Rızık konusunda yarın endişesi taşımazdı. En olumsuz şartlarda dahi ümidini yitirmezdi. Her hal ve şartta Allah’ın yardımından emin mütevekkil bir mümindi.

Sert mizacının altında sevecen bir kalbi, tertemiz bir yüreği vardı. İnsanlar için asla bir kötülük düşünmez, aksine hasımlarının dahi iyiliğini, hidayetini isterdi. Onun sert üslubu, haksızlıklara ve zulümlere isyanın bir ifadesiydi.

Özkan, fikirlerini topluma açtığı günden son nefesini verdiği güne kadar dostlarından ve düşmanlarından çok çeşitli tepkilere, hakaretlere, iftiralara maruz kalmıştı. Bunların hiç birisine aldırmadan yoluna devam etti ve bunları yapanlara son sözü şu oldu:

Küfre hasımlığım İslam’a olan hısımlığımdandır. Allah ve Resulüne düşman olmayan herkese hakkımı helal ediyorum.

Yayınlanan Eserleri

O’nun en büyük eseri, hayatta iken 1981-1995 yıları arasında çıkarmış olduğu iktibas dergisi ile ortaya koyduğu tevhidi çizgi ve bu çizgiyi içselleştirmiş olan Müslümanlardır. Bunun yanında kitaplaşmış olan eserleri:

  • İnanmak ve Yaşamak 1-2-3
  • Selam İle 1-2
  • Söyleşiler
  • Tasavvuf ve İslam
  • Ercümend Özkan Yazıları
  • Dünden Yarına Dünya

Allah’ın Selamı, Rahmet ve Bereketi üzerine olsun!..

DURUŞU OLAN BİR DÜŞÜNÜR ERCÜMENT ÖZKAN

Ferhat Özbadem

Bazı insanlar duruşu ile etkiler. Öyle bir duruştur ki bu duruş; içten pazarlıksız, samimi, enaniyetten uzak, idealist, geniş ufuklu, bedel ödemeyi göze alan, kıvırmayan ve tavizsiz bir duruş… Bu duruş insanı etkiliyor. Öyle bir etki ki; bütün iyi adamlar gibi atına binip cennete yol aldıktan sonra dahi etkisini devam ettiriyor.

Cennet yüzlü adamlar vardır. Dertli adamlardır. Hüzün her hali ile sevince çalar bu adamların yüreklerinde. Yüreklerindeki umutlar yüzlerine yansır. Dur durak bilmeden ideale doğru yol alan, doğrularının mücadelesini veren adamlar. Hiçbir zaman gölge olmayan adamlar. Tek başına bir ümmet olarak bütün çilelere göğüs geren, ebuzer olup sürgünlere düçar kalan çağın yıldızları olan adamlar. İşte bu adamlardan biri de Ercüment Özkan’dır. Duruşu ile hayranlık uyandıran adam.

İlk defa bir sohbet esnasında duymuştum adını. 17 sene evveldi. Hararetli bir tartışma içinde birkaç arkadaş çay ile birlikte demlenirken arkadaşın biri fikrini kuvvetlendirmek için “Ercüment Özkan abi bu konuda şöyle diyor…” cümlesinde ilk defa duyduğum bu isim ve bu ismin fikirleri ile tanışmış oldum. Sonraları adını sık sık duyar oldum. İktibas diye bir dergi var dediler, Ercüment abinin fikirlerini taşıyan bir dergi. Sonralarda ise kitapları ile tanıştım.

Fikirlerini tartışıyorduk sabahlara kadar. Anlamaya çalışıyorduk. Hakkında söylenenler ile ilgili yorum yapıyorduk. Birgün bir muhabbet esnasında vefat ettiğini duymuştum, vefatından iki ay sonra idi sanırım. Yaşarken kendisi ile tanışmadığıma üzüldüğüm birkaç insandan biridir Ercüment Özkan. Ondaki dinamizmi, fikirlerindeki orijinalliği, guraba bir düşünce adamını dünya gözü ile görmediğimden üzülüyorum.

Birkaç sene diyebileceğimiz bir süre Ercüment Özkan benim ve çevremdeki arkadaşların gündeminden düşmüştü. Sanırım sene 2005 idi. Bütün kitaplarını temin edip sabahlara kadar üzerinde etütler yaptığım günler.

En çok eleştiri aldığı tasavvuf konusu dışında kalan görüşleri ile Anadolu coğrafyasındaki bütün İslami kesimleri {seveni ile sevmeyeni ile} bir şekilde etkileyen bir düşünürdür Ercüment Özkan. Fikirleri ile birlikte ortaya koyduğu usul ve yöntemler ile de özgün bir şahsiyettir. Özellik ile tenkit/eleştiri ile ilgili ortaya koyduğu görüş ve yöntemler sorgulayan müslümanların artmasına vesile olmuştur. Bu yönü ile Said Çekmegil ortak özelliklere sahip bir kişiliktir.

Anadolu müslümanlarının düşünce dünyasına en büyük katkı olarak iki hakikati özellikle belirtmemiz Ercüment Özkan’ın anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Eleştiri kültürünü sistematize bir şekilde teorik ve pratik olarak ortaya koyması ve Kur’an’a dönüşün gerekliliklerini çok yönlü olarak her fırsatta ortaya koyması olarak sayabiliriz. Eleştiri kültürü ile ilgili ortaya koyduğu görüşlere baktığımızda fiileri eleştiren faillere yol gösteren bir yöntem ortaya koyması ve kavramları sorgulama sureti ile sorunların kökenine inmek yolu ile bir çıkış yolu ortaya koymuştur. Kur’an’ın anlaşılması konusunda ise o dönemde savunduğu fikirler bugün farklı formatlarda artık toplumun gündemine girmiş durumda. Bu görüşleri ile Anadolu müslümanlarının düşünce dünyalarının şekillenmesine katkıları büyük olmuştur Ercüment Özkan’ın.

1981 yılında arkadaşları ile birlikte İktibas dergisini çıkarmaya başladı. Şu an yayınlanmaya devam eden iktibas dergisi Türkiye’de yayınlanan en uzun soluklu İslamcı dergiler arasında ilk üçe girer sanırım. İktibas dergisi ile birlikte sohbetlerde ve konferanslarda konuşulan konular topluma anlatılmaya başlandı. İlk sayılarında görebildiğimiz kadarı ile sadece alıntı yazılar yayınlanırken daha sonraki süreçlerde Ercüment Özkan farklı isimler ve başlık altında fikirlerini işlemeye başlamıştır. Selam ile, okuyucu sorularına cevaplar, yorum, kavramlar başlığı altındaki yazıları kendisi kaleme almıştır. Dergideki yazıların hemen hepsi kitaplaştırıldı. Anlam yayınlarından çıkan kitapları şunlardır; dünden yarına Türkiye, dünden yarına dünya, tasavvuf ve islam, İslami hareket üzerine söyleşi, Ercüment Özkan yazıları, inanmak ve yaşamak 1-2-3, Selam ile 1-2.

Ercüment Özkan’ın bütün yazıları ve kitapları ses getirmiş ve geniş kitleler üzerinde etkili olmuştur. Kitapları içinde en fazla gündem olan kitapları tasavvuf ve islam ve inanmak ve yaşamak kitapları olduğu kanaatindeyim. Özellik ile tasavvuf ile ilgili görüşlerinin belli bir çizginin görüşleri olduğunu söyleyebilirim. Kur’an’ın sadece okunması gereken bir kitap olmadığını bir hayat nizamnamesi olduğunu anlattığı yazıları okuyucuları üzerinde büyük bir etki bırakmıştır.

Kendisi hayatta iken konferanslarına ve sohbetlerine katılmak nasib olmadı. Fakat sonralarda gerek internet üzerinden yayınlanan konferansları ve tartışma programlarından epey istifade ettim. Kendisi ile tanışan arkadaşlardan fikirleri ve duruşu ile ilgili dinlediğim anıları gerçekten etkileyici idi. Yurt içinde verdiği konferanslar ile birlikte Avrupa’da verdiği konferans kayıtları da internette mevcut.

Ercüment Özkan hayatı İslami mücadele anlamında dolu dolu yaşayan bir şahsiyettir. Bir dönem Hizbut Tahrir Türkiye temsilciliği yapmasından tutun arkadaşları ile beraber İslami bir parti kurma çabasına kadar hemen her alanda çalışmalar yapmış bir düşünce ve aksiyon adamıdır. Şahsından ziyade fikirlerini ve çalışmalarını ön planda tutan bir anlayış ile hareket etmiştir. Fikirleri konusunda ise sürekli Kur’an’a vurgu yapmış, sürekli Kur’an’ı ön planda tutmaya çalışmıştır. Bugün fikirleri ile ve ümmete miras bıraktığı iktibas dergisi ile hala ümmete hizmet etmeye devam eden bir dava adamıdır Ercüment Özkan.

Bir insanı sevmek, bir insanı anlamaya çalışmak, bir insana vefa göstermek o insanın bütün fikirlerini kabul etmeyi gerektirmez. Gerçek sevgi, kardeşini eksik ve hataları ile sevebilmektir. Eleştiri süzgecinden geçirilmeden, delillere bakılıp tahkik edilmeden, insanlara ait herhangi bir fikri kabul etmek mümkün değildir. Eleştirilmeyecek olan Kelamullah olan ayetler ve mütevatir sahih hadislerdir. Ayet ve sahih hadisler ile ilgili yapılan yorumları {insan düşüncelerini} eleştirmek başkadır hadisleri eleştirmek başkadır. Müslümanlar naslara oldukları şekli ile iman ederler fakat naslar ile ilgili yorumlamaları eleştirebilirler.

Cennet bahçelerinde, üzerine gül ve misk kokusu sinmiş bir şekilde tebessüm ederken, Ercüment Özkan ile buluşmak duası ile…

İNANAN VE YAŞAYAN ADAM: ERCÜMEND ÖZKAN

Abdullah Pamuk

Ercümend Özkan ismini bir çokları İktibas Dergisi ile tanımaya başladılar…

Ocak-1981’de yayın hayatına başlayan İktibas Dergisi, uzun soluklu yolculuğunu 24 Ocak 1995 tarihine kadar E. Özkan yönetiminde devam etti. 23 Ocak 1938’de başlayan hayat çizgisinin 24 Ocak 1995’te son bulmasına kadar İktibas Dergisi, onun editörlüğünde ses getiren yayınını sürdürdü. Tabii kalp rahatsızlığı nedeniyle verilen {Ağustos 1987–Kasım 1989} zorunlu arayı saymaz isek…

İnandığı gibi yaşayan, inandıklarını halkın levminden çekinmeden dillendiren, dolayısıyla hem bidat ve hurafelere, hem de mevcut şirk düzenine karşı net ve tavizsiz duruşuyla E. Özkan, Türkiyeli Müslümanların gündemine damgasını vurdu. Karizmatik kişiliği nedeniyle çoğu insanımız İktibas’ın düşünce çizgisiyle onu özdeşleştirdiler. Dahası, onunla kaim zannına kapıldılar. Nihayet onun ölümünden sonra da farklı beklentilere girdiler. Bu psikoloji sadece dışarıdakilerde değil, içeride de gözükmesine rağmen bu düşüncenin esaslarını, önemli nüanslarını fark edemeyenlerin bu yanlışa düştüğü görüldü. Ne var ki hem dışarıdan bakanlar hem de içeride olduğunu zannedenler yanıldılar; hem de çok fena yanıldılar… Allah’a hamd olsun ki her şeye rağmen bu dergi, olması gerektiği çizgisinde yoluna devam etti. İktibas, sahih akidesiyle, yüksek siyasi bilincin önemini vurgulayan çizgisini sürdürmekte. Zira İktibas’ın takip ettiği inanç dünyası ve bunun gereği olan yaşam biçimi, ne kadar karizmatik olursa olsun, kişilerle temsil edilemeyecek kadar evrensel, hayatı tüm boyutlarıyla kucaklayan, Tevhidi temele dayalı ve Kur’an merkezli bir din algısının yansımasıdır. En azından böyle net, arı-duru yegane korunmuş bir kitabın bize sunduğu dini yaşamayı amaçlamaktadır.

Yaşadığı süre boyunca E. Özkan ile, sonrasında da temelde aynı düşünce sistematiğini benimsemiş olan kadrosuyla İktibas Dergisi; arı-duru, net bir İslam anlayışı çizgisinde istikrarlı yayınını sürdürdü hep. Bu dine bulaştırılmaya çalışılan ve sanki dinin ayrılmaz parçasıymış gibi algılanan her şeyle mücadele etti. Bunu yaparken Tevhidi eksenin olmazsa olmazlığına vurgu yaptı; insanımıza Kur’an algısı hususundaki farklılığın bir içtihadi farklılık olmadığını anlatmaya çalıştı. Referansın doğrudan veya dolaylı yollarla değiştirilmesi çabalarını deşifre etmenin önemine vurgu yaptı… İtikad’da Kur’an dışında bir kaynağın söz konusu olamayacağını, zira korunmuş olan tek kaynağın Kur’an olduğunu, diğerlerinin ancak Kur’an ile çatışmadığı sürece bir anlam ifade edeceğini, İslam’ın Kur’an merkezinde anlaşılmasından başka çıkar yol olmadığını daima öne çıkardı. Keza peygamber telakkisi ve sünnet anlayışının da Kur’an’dan hareketle sahih bir şekilde belirlenebileceğini savundu. İslam’ı hakim kılmada yöntemin temel esaslarının Kur’an’dan peygamberlerin örnekliğinden hareketle tesbitinin gereğini hep savundu. Ve yöntemin ana hatlarının sahih olmasının, İslami mücadelenin geleceği açısından belirleyici bir öneme sahip olduğunun hep altını çizdi.

Yöntemin esasları ilkelerden çıkarılır. İlkelerinde Kur’an ve Kur’an’ı pratize eden güzel örneklerden hareketle belirleneceğine inanmaktadır İktibas Dergisi. Ama itikadı, süreç içerisinde etkileme potansiyeline sahip olan yöntemin belirlenmesinin içtihadi olduğunun da bilincinde olmuştur. Metod düşünceden neşet eder. Sahih bir düşünceye sahip olmadan İslami mücadele başarılı olamaz. Dolayısıyla düşünceden neşet eden yöntemin siyasi duruşu ve giderek temel inanışları etkilememesi mümkün değildir.

Önceleri tasavvufa eleştirel yaklaşmaktaydı İktibas. Sonra İslam algısını bulanıklaştırdığı temel ölçütleri çeşitli mekanizmalarla devre dışı bıraktığını gördüğü tasavvufun; ciddi araştırmalar sonucunda, felsefesiyle, zahir-batın ayrımı ekseninde oluşturduğu alternatif itikadıyla; özellikle de Kur’an’ı ve peygamberi son tahlilde devre dışı bırakan usulüyle ‘ayrı bir din’ olarak niteledi. Konuyla ilgili bazılarının itirazlarına ve içeriden birilerinin tereddütlerine rağmen ulaştığı bu kanaati ilan etmekten çekinmedi; insanların levminden korkmadı… Bu yüzden İktibas Dergisi, özellikle de Özkan, tasavvuf düşmanı ilan edildi. Oysa o ve arkadaşları birilerine veya bir felsefeye düşmanlıktan hareketle bu sonuca ulaşmadılar. Tevhid anlayışının bir gereği olarak bu tavrı ortaya koydular.

İktibas Dergisi, özellikle düşüncenin oluşumunda kritik öneme sahip ‘Kavramlar’ bölümünde pek çok kritik, insanımızın zihnini çeldirici kavrama Kur’an merkezli bir bakış açısıyla açıklık getirdi; en azından konunun önemine dikkat çekti. Böylelikle, aynı zamanda düşünsel, itikadi, siyasi duruşunu hangi temeller üzerine oturttuğunu ortaya koydu. Siyasi yorumlarıyla, sistem-dışı tevhidi duruşun kritik önemine dikkat çekti. Bu bağlamda E. Özkan’ın “tevhid akidesini gereği gibi anlayınız ve ona toz kondurmayınız. Şirk ve küfür niteliği taşıyan şeylerden onu titizlikle koruyunuz… Kendinizi kontrol ediniz. Demokratik, laik ve her türlü sol pisliklerden temizleyiniz ve temiz tutunuz kendinizi. Allah önce akidesi temiz {kirlenmemiş} olanları sevmektedir” ifadeleriyle “Gençlere tavsiyeleri”ni önemsemekteyiz. Ve şirk düzenine karşı dimdik ayakta durduğunu zannettiğimiz insanımızın, aynı şirk sisteminin konjonktürel manevraları karşısında çözüldüğünü, duruşunu değiştirdiğini ibretle ve üzülerek görürken, E. Özkan’ı bir kez daha rahmetle anmadan edemiyoruz. E. Özkan ve benzerlerinin inandığı ve yaşadığı hayatı insafla ve ibretle tahlil etmek yerine ona birçok şeyi kendilerinin öğrettiğini iddia edenlerin, maalesef, tutarlılıktan ve istikrardan uzak yürüyüşlerine şahit olmaktayız. Allah için sevmenin ve Allah için buğz etmenin sözde kaldığı bir vasatta E. Özkan, bir çokları için tahammül edilmesi kolay olmayan bir fenomendi ama tüm eleştirilecek yönlerine rağmen onu yok saymanın, görmezlikten gelmenin, farklı niyetlerle de olsa etrafını boşaltma projesine katkı sağlamanın yanlışlığı fark edilebilir mi bilemiyoruz. Ama biliyor ve görüyoruz ki bazıları hala insanları değerlendirme ölçütlerinin ve sistem içindeki duruşlarının sağlıklı olmadığını fark edemediler. Dolayısıyla giderek ilerledikleri yanlış yolda geri adım da atamamaktalar.

Oysa tanıdığımız günden bu yana her doğruya, hakka doğru bir yolculuğun sancısına şahit olduğumuz E. Özkan’ın konjonktürel olmaktan itinayla kaçınan ‘ilkesel’ bir değişim ve gelişim süreci yaşadığını bilmekteyiz. Birileri onu, “dokuz talak ile boşadım” dediği geçmişindeki bir dönemle olumsuz bağlamda ilintilendirmeye çalışsa da o hep doğrunun peşinde koştu. Kur’an merkezli bu çabasında doğru bulduğunu almakta, yanlışı terk etmekte hiç tereddüt etmedi. Sadece bu boyutuyla değil, zekası, basireti ve vizyonuyla birçok konuda arkadaşlarının ilerisindeydi. Bazı tesbitlerine, teşhislerine, ilkesel değişimlerine zaman zaman en yakınındakiler bile karşı çıktılar. Ama çoğu kez, zaman onu haklı çıkardı. Onun ısrarla savunduğu, arkadaşlarının büyük çoğunluğuyla farklı düştüğü konularda, onlara uymaktan imtina etmedi. Hayat yolculuğu sona erinceye kadar canlılığını, diriliğini, arayışını devam ettirdi; zihnen hep gençti o…

Böyle bir şahsiyete yönelik birçok söylenti çarpıtma ve iftira söz konusu oldu. Bizce bunlardan en kafa karıştıranı ve rahmetlinin yaptıkları ve söyledikleriyle çelişik olanlardan biri “İslami parti” ile alakalı iddialar, zaman zaman iftira boyutuna varan ifadelerdir. Herşeyi çok iyi bildiklerini iddia eden kimileri, sanki E. Özkan bu konuda, dolayısıyla “sistem-içi” mücadele konusunda, kendileriyle aynı anlayışa doğru hızla evrildiğini iddia edecek kadar gözlerini karartmışlar, kendi çarpık duruşlarını meşrulaştırmak adına o ilkeli insanı olduğundan farklı göstermek adına her yola tevessül etmişlerdir. Güya E. Özkan, “sistem-içi” aracı {partiyi} kullanıp kullanmamak hususundaki metodik anlayışını sorgulamış ve ilkelere dayalı bir açılım göstermiştir{!?} Yine aynı çevrenin iddiasına göre; E. Özkan ve o zamandaki istişare konseyine{?} rağmen onun çizgisini devam ettirdiği iddiasında olan İktibas Dergisi’nin yazı kadrosu, Eylül 2010 tarihli sayısındaki “Kavram” bölümündeki Ercümend Özkan’ın da zenginlik kattığı “inşa ve ıslah dili”ni doğru okuyamamış…vs. vs. Ne demeli bilemiyoruz. İnsaf yahu! Edep yahu! Demekten başka elimizden ne gelir. Bu kişileri değil, konuya vakıf olmayan kamuoyunu ciddiye alarak birkaç defa açıklama yaptık. Rahmetlinin eserlerindeki bizzat kendi ifadeleriyle konuya açıklık getirdiği bölümleri alıntıladık, onunla yapılan söyleşiden {İslami Hareket Üzerine} alıntılar yaptık… Ama beyhude, hala çarpıtma, net düşünce ve duruşları karartarak kendilerinin konjonktürel duruşlarını Müslümanlar nezdinde meşrulaştırma çabaları devam etmektedir… Bu konuda söylenenlerin, iddiaların ısrarla yalan-yanlış, bağlamından kopuk yazıların neresini tekrar düzeltelim bilemiyoruz. Lakin mevcut konjonktürde doğru arayışta olanlara açıklama sadedinde bazı gerçekleri hatırlatmamız gerekmektedir…

Birincisi, “sistem-içi” mücadele kavramı ve bu konuda kavramı da içeren metod anlayışı hususunda E. Özkan’ın en küçük bir fikir değişikliği olmamış, tam tersine ömrünün son dönemindeki konjonktürel gelişmeler ve bu gelişmeler karşısında bazılarının tavrı onu çok ciddi olarak rahatsız etmiş ve kaygılandırmıştır. {Konuyla ile E. Özkan’ın “Beklenen Fırtına” başlıklı yazısı okunabilir…} Hele hele rahmetlinin bu konuyu sorgulayarak ilkelere dayalı bir açılım gösterdiği iddiası ise akıllara ziyan bir açıklamadır. Çünkü, eğer bu iddia bir halüsinasyon değilse, art niyetli, bir amaca yönelik bilinçli bir çarpıtma girişiminden başka bir şey değildir. İkincisi, E. Özkan, önce gizli olarak sürdürdüğü İslami Parti çalışmalarını {1970’li yıllarda yakın arkadaşlarına da ifade ettiği gibi} 141, 142 ve 163. Maddelerin ortadan kaldırılmasıyla birlikte aleni, açık, hale getirmekte taktik faydalar mülahaza etmiştir. Bunu da “Söyleşi”de gerekçeleriyle uzun uzun açıklamıştır. O zamanki arkadaşlarıyla istişarelerinde bu durum hiçbir arkadaşı için yeni bir yaklaşım, bir değişim, bir sürpriz olarak algılanmamıştır. Ancak bazı arkadaşları, bunun bazı çevrelerce, kendi çarpık duruşlarının meşrulaştırılması amacıyla istismar edilebileceği yönünde kaygılarını dile getirmiştir. Ercümend Özkan’ın konuyla ilgili yapmış olduğu geniş istişare toplantısında da bahse konu çevreler, ne yapılmak istenildiğini anlamak ve bu çerçevede eleştiri yapmak yerine, ona yönelik kızgınlıklarını dile getirmek için bunu bir vesile olarak görmüşlerdir… Sonrasında da bu ön yargılı tavırlarını devam ettirerek o zamana kadar alenileştirilmemiş olan İslami Parti çalışmasını ilan etme kararını, alakasız bir şekilde ve ısrarla “legalleşme” olarak nitelemişler ve bu suçlamayı E. Özkan’ın vefatından sonra da sürdürmüşlerdir. Bazıları daha da ileri giderek, zamanla, bu girişimi kendi çarpık duruşlarını meşrulaştırıcı bir gerekçe olarak sunmuşlardır. Oysa gizlilik ve açıklık {aleniyet}; illegal{yasa dışı}-legal{yasal} arasındaki farkı ayırt edemeyecek kişiler de değil bunlar.

Partimizin hedefi, Türkiye’den başlayarak insanımıza İslam’ı anlatmak; ana kavramlarını açıklayarak benimsemelerini ve katılımlarını sağlamak; nefislerindekileri İslamdakilerle değiştirmeleri sonucu ulaşılacak kitlesel mutabakatlarla laik demokratik rejimi lağvedip İslam devletini kurmaktır. Bu çağrı sadece Müslümanlara değil, bütün insanlara yapılacak ve ulaştırılacatır.” diye haykıran bir insanın şirk düzeni içinde legalleşme çabasına girdiği, sistem-içi mücadele yöntemini zamanla tercih ettiğini söyleyebilmek, en ılımlı ifadeyle iyi niyetli olmamayı gerektirir. Üstelik partiyle ilgili deklerasyonlardaki yoruma açık olmayan ifadelere rağmen bu iddiada bulunmak en vahimi de bütün açıklamalara rağmen E. Özkan’ın sağlığında ve yoğunlukla öldükten sonra benzeri söylemlerde ısrar etmek anlaşılır ve normal bir durum olarak nitelendirilemez.. “Ercümend Özkan ile İslami Hareket Üzerine Söyleşi” adlı kitapta ve diğer dokümanlardaki çok net bilgilere, İktibas Dergisi ve Özkan ailesinin açıklamalarına rağmen yalan yanlış beyanlarda ısrar edenleri Allah’a havale etmekten başka çıkar yol kalmamıştır; elimizden başka bir şey gelmemektedir.

Müslüman olduğu iddiasında bulunanların, hiç şüphesiz, düşünce, inanç ve yaşamlarında mutlaka ilkeli davranmaları gerekir. İnsan düşüncesinin işaret taşları olan ilkeler-prensipler, Kur’an ve Kur’an’ı pratize ederek bizlere en güzel örnek olan peygamberlerin örnekliğinden hareketle belirlenir. Tabi bu ilkesel çıkarımların değişimi de temel referanslara dayalı müzakere süreçleriyle gerçekleşir. Konjonktürel gelişmeler, reel şartların aldatıcı cazibesi ve maslahat gibi gerekçeler, ilkelerimizin değişimi ve önemsizleştirilmesine yol açıyorsa ortada ciddi bir sorun var demektir. Zira, Rabbimiz sadece imanımızı değil, imanımızın bir gereği olarak kendisine şirk koşmamızı ve bu konuda titizlenmemizi emretmektedir. Bu yüzden bir müslümanın İslam’ın hakim olmadığı ortamlardaki sistem-dışı Tevhidi duruşu, onun doğru anlaşılması ve mücadelenin selameti ve gelecek nesillere sahih bir şekilde aktarılması için çok önemlidir… Şirk sistemine karşı net duruş demek, söz konusu sistemin felsefesinden, değerlerinden, ideolojisinden beri olmak demektir. İktbas Dergisi, bunların belirleyici olduğuna inandığı için E. Özkan ile ve ondan sonra hep müslümanca bir tavır sergilemeyi sürdürdü. Bu duruşun altının doldurup doldurulamadığı tartışılsa bile en azından bu konudaki net, tutarlı ve istikrarlı çizgisinden hiç şüphe edilmedi. Ve bunu yaparken de hiçbir zaman içtihatlarını itikad haline getirmedi; bundan hep Allah’a sığındı, titizlendi. Ama konjonktürel, ilkesiz-temel referanslardan kopuk değişimlere de hiç prim vermedi, vermeyecek de inşallah!..

İktibas Dergisi olarak, tarihi derinliği olan, yegane korunmuş kaynak merkezinde, diğerlerini anlamlandırmaya çalışan “öze dönüşçü” bir ekolün takipçisi olmaya çalışıyoruz. Bu yolun dikkate değer yolcularından, öncülerinden E. Özkan ve diğer önemli şahsiyetleri yerli yerine oturtmak durumunda hissediyoruz kendimizi. Zira, kişi merkezli bir düşünceye ve anlayışa sahip değiliz. İslami hareket oluşumu sürecinde örnekliklerin doğru anlaşılması için çaba gösterirken onları yüceltmekten, olması gerekenin ötesinde bir yerde görmekten Allah’a sığınırız. Gelecek nesil için önemli olduğunu düşündüğümüz bu zatları, doğrularıyla yanlışlarıyla; yaptıklarıyla, yapamadıklarıyla insan olarak, bir müslüman olarak önemsemekteyiz.

Elif İsmailoğlu {Özkan}’nun da çok etkileyici bir şekilde nitelediği gibi Ercümend Özkan’ın “altıncı çocuğu”, çocukların “Altıncı Kardeş”i ve çizgisiyle geniş bir çevrede benimsenen İktibas Dergisi, çıkış tarihi esas alındığında 30. Yılını tamamlamış durumdadır. Her ne kadar karizması, başlangıcındaki özel şartları nedeniyle E. Özkan ile özdeşleştirilmeye çalışıldı ise de süreç bu dergiyi yerli yerine oturtmuş bulunmaktadır.

Takip ettiği çizgisiyle, kadrosunu da aşan, geniş bir çevre tarafından benimsenen, sahih din algısıyla; sistem-dışı, Tevhidi duruşuyla bir misyonu olan dergidir İktibas. Bu fonksiyonunu yerine getirdiği sürece de önemsenmeli ve sahip çıkılmalıdır, vesselam!..

O SIRADIŞI BİR ALLAH DOSTUYDU!

Ercümend Özkan bu toprakların nadide mütefekkirlerindendi.

Enes Malikoğlu / Dünya Bizim

Sizin veliniz ancak Allah, O’nun Peygamberi, namaz kılan, boyun eğerek zekât veren müminlerdir.{Maide:55}

Osmanlı’nın son yılları ve Cumhuriyet’in ilanının ilk yılları arası: Müslümanlar için karanlık dönem; tabiri caizse fetret yılları. Âlimler, mütefekkirler ve önderler bir bir istiklal mahkemelerinde idam edilip şehit oldular. Yaşayanlar baskılarla ya susturuldu; ya da sürgüne mahkûm edildi. Hepimizin bildiği; ama hep birbirinden sakladığı acı gerçekler vardır o dönemlere ait. Zabitlerin zorla eve girip Mushafları topladığı, nenelerimizin örtülerinden tutulup koparıldığı acı anılar kulağımıza çalınmıştır ister istemez. Halk kalakalmıştır ortada, çağın yeni sorunlarına karşı korumasızdır artık toplum. Soracağı danışacağı bilmediklerini ona anlatacak insanlar yoktur. Haksızlığa karşı baş kaldırmak istese önder olacak kimseler kalmamıştır meydanda.

BİR ZAMANLARIN TÜRKİYE’Sİ

Tek parti döneminden hemen sonra yavaş yavaş aşılan fetret devri bastırılmış dini hayatın yeniden filizlenmesine neden olmuştur. İslam, yeşermesine uygun bir ortam olmamasına rağmen toprağın en zayıf noktasından fışkırmıştır adeta. Tüm olumsuzluklara rağmen toplum –özellikle gençler- okuyarak araştırarak İslam’a olan açlığını gidermeye çalıştı. Müslüman ve Batılı yazarların eserleri çevirileri okunmaya başlandıkça adeta bir uyanış dalgası oluştu. Ve yeniden Müslüman mütefekkirler çıkardı bu topraklar.

İşte Ercümend Özkan da bu toprakların nadide mütefekkirlerindendi. Sıra dışı bir görüntü ve daha önce pek bilinmeyen bir söylemle çıktı insanların karşısına. Hazır paket kabulleri yeniden yorumlamaya davet ediyor; dini kalın ilmihallerden çıkarıp kavramları pasından sıyırıp gözler önüne seriyordu.

1938 yılında Kırşehir’de doğdu. Gençlik yıllarında ilk önce kısa dönem milliyetçi muhafazakâr çevrelerde yer alırken daha sonra Hizbu’t-tahrir örgütüyle tanıştı ve Türkiye sorumlusuyken örgütle ayrı düştü ve ayrıldı. Daha o günlerden itibaren her zaman sistemle başı dertteydi. Ömrü boyunca hapis yattı, gözetim altına alındı, sürgün yedi ama doğru bildiği doğrulardan asla vazgeçmedi. Söyledikleri hep tartışıldı; seveni de çoktu sevmeyeni de.

Bugüne kadar Ercümend Özkan hakkında çok şey söylenegelmiştir. Tekfir edenler, mezhepsiz diyenler, mealci diyenler, zındık diyenler. Fakat o hepsini reddetmiştir. Kur’an’ı anlamada en büyük engellerden biri diye mealciliği gösterdi. Mezhepleri değil mezhepleri dinleştirip tartışılmaz etiketi basanları eleştirip mezhepçilikle mücadele etti. Tasavvufun tartışmalı konuları üzerine gitti. Kişileri değil kavramlar üzerinden eleştirdi kadim yanlışları. Yani tekfirden olabildiğince uzak durdu. Ercümend Özkan onu seven sevmeyen herkesi etkiledi. Günümüzün yazarları, İslami söylemin temsilcileri, hatta siyasetçileri bile onun etkisi altında kalmıştır.

EN BÜYÜK ÖZELLİĞİ MÜSLÜMANLARA ELEŞTİRİ KÜLTÜRÜNÜ EDİNDİRMESİYDİ

Ercüment Özkan’ın en öne çıkan yönü hep Tasavvufla olan hesaplaşması olarak gösterildi. Ancak ondan daha önemli bir şey vardı onu Türkiye Müslümanları açısından önemli kılan: Müslümanlara eleştiri kültürünü edindirmesi. Asıl bu yüzden saldırıya maruz kaldı çoğu zaman. Önder, şeyh, parti lideri veya ağabey her kim olursa olsun söylediklerinin mutlak olmadığını; yazılan hiçbir kitabın tamamen hatasız olamayacağını öğretti Müslümanlara. İşte bu özelliği Ercümend Özkan’ın “büyük adamlar”ı rahatsız eden en büyük özelliğiydi.

Seda Sayan’ın sabah kuşaklarına katılıp halkın kemikleşmiş doğrularına saldıran ilahiyatçılardan asla olmadı o. Eli her zaman taşın altındaydı. Ömrünün büyük çoğunluğu ekonomik sıkıntılarla geçti. Sağlığı bozukken bile çalıştı hiç dinlenmedi. Demokrat Parti’den, ANAP’tan milletvekilliği teklifleri aldı Milli Görüş ekolüyle zaten yakındı, istese en üst kademelere gelebilirdi siyasette; fakat hiç bulaşmadı. İslami parti kurma çalışmalarına girişti ama ortam buna pek müsait değildi sonuçlanmadı bu projeler de.

ERCÜMENT ÖZKAN’IN EN ÖNEMLİ ESERİ İKTİBAS DERGİSİ

Ercümend Özkan’ın en büyük eseri günümüzde de çıkmaya devam eden İktibas Dergisi’dir.{Gerçi son birkaç aydır raflarda pek görünmüyor.} İktibas salt akaidi ve dini bilgilerin olduğu bir dergi değildi. İslami kavramlar işlenirken, dünyanın gidişatı, Müslümanların dünya üzerindeki durumu, Türkiye’de yaşanan gelişmelerin Müslüman’ca yorumlarını görmek mümkündü. Geçimini zaten kurduğu basın ajansından sağlayan Ercümend Özkan, derginin son sayfalarında yerli ve yabancı basından alıntılara yer veriyordu. Derginin tirajı iyi olmasına rağmen hem parasını alamıyordu hem de dağıtımıyla ilgili yukarılardan baskılar geliyordu. Buna rağmen İktibas’ı çıkarmaktan vazgeçmedi. İktibas sayesinde Türkiye’de Müslümanların zamanla kirlenmiş beyinlerini yıkamaya devam etti!

SON NEFESE DEK ADANAN BİR ÖMÜR

Ömrünün son yıllarında kalp rahatsızlığı artmasına birkaç kez hastanede yatmasına rağmen o çalışmayı bırakmadı. Eşinin ve dostlarının ısrarlı dinlenme nasihatlerini tutmadı. “ben bunları yapmazsam kimsenin yapacağı yok” deyip geceleri herkes uyurken o yazı yazmaya devam etti; şehir şehir dolaşıp konferanslara, sohbetlere, TV ve radyo programlarına katıldı. Son nefesine kadar bütün maddi teklifleri reddetti; tehditlere kulak asmayıp insanları düşünmeye, akletmeye ve sonra tek Yaradan’a teslim olmaya davet etti.

Ve 24 Ocak 1995 sabahı konferans, toplantı ve sohbetlere katılacağı bir gezide, Adana’da kalp krizi sonucu vefat etti. Hiçbir zaman emekli olmayı, dinlenmeyi düşünmüyordu; amacına ulaştı Allah yolunda yaşamını yitirdi. Onun ölümü ondan etkilenen Müslümanları çok üzerken varlığı tahtlarını sarsan kralları, abileri çok sevindirdi. Fakat onun etkilediği Müslümanlar, ondan aldıkları mirası iyi-kötü devam ettiriyorlar. Hala birileri ondan ve onun fikirlerinden rahatsız. Şeriati’nin dediği gibi o da rahatsız etmeye geldi ve hala –şükürler olsun- rahatsız etmeye devam ediyor.

 

Daha Fazla

İktibas Çizgisi

İktibas Çizgisi Yönetici

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı