
Vakitleri Kılınış Şekli ve Rekât Sayıları İle Namaz
Bir konunun doğru anlaşılması için konuyu usulüne uygun ele almak asıldır. Bizim vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzden kaynaklandığını teslim etmemiz gerekmektedir. Hak batıl bir dinde o dine ait ritüelleri yani ibadetleri o dinin sahibi koyar. O dinde neye nasıl inanılacağını, inanılan ilaha nasıl ibadet ederek onun razı edileceğini, ibadetlerin zamanını, miktarını, yerini, şeklini, icra edilirken neler yapılacağını…. İla ahir her halini o dinin ilahı belirler ve kullarından aynen icra edilmesini ister. Hak batıl bütün dinlerde bu böyledir. Bir batıl dinde bile ritüelin tarihini değiştiremezsiniz. Bu iş İslam’da da böyledir. O dinin elçisinin bile bunu yapmaya yetkisi yoktur. Çünkü onun vazifesi elçilik yapmaktır. Elçi ise aldığı vahyi aynen tebliğ eden, yaşayıp gösteren, ümmetine kusursuz kulluğun örnekliğini sergileyen insandır. Dinde elçinin örnekliğini devreden çıkarırsanız geriye söz/ metin kalır ki; o metinden insanların her biri kendine göre bir anlam çıkartacağından insanlar kadar farklı anlayış, farklı ibadet şekilleri ortaya çıkar. İşte insanlık tarihi boyunca dinlerin bozulması bu yolla olmuştur. Bu nedenle rabbimiz:
“Andolsun ki, , sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için Resûlullah güzel bir örnektir.” (33/21) buyurmuştur. Bu örneği kaybeden meşruiyetini de kaybeder.
Şimdi bu konunun halli için resulü yönlendiren ayetlere giderek olayı yerinde görmeye çalışalım. Çünkü resul de konumuz olan ayetlerden anladıklarıyla tespit ederek salat’ın /namazın edasına/ ikamesine çalışmıştır. Yirmi üç yıllık vahyin tebliğ ve hayata geçirilmesi veya uygulamasıyla ilgili herhangi bir uyarı almamıştır. Bu demektir ki resul ayetleri doğru anlamış ve doğru uygulamış. Yapılan uygulama Allah tarafından kabul edilmiş demektir. Bunun için de yapılan uygulamaları düzelten bir ayet gelmemiştir.
Resulullah’ın anlayış ve uygulamasında herhangi bir yanlışlık olmadığına göre; onun anlayış ve uygulayışı elbette bütün ümmeti bağlayıcıdır. Yeter ki bu anlayış ve uygulama bizlere sağlam bir şekilde gelmiş olsun. Fili uygulamalar tüm ümmet tarafından yaşanarak intikal etmiş olduğundan; bu gün bile tüm ümmet tarafından aynı şekilde ikame edilmektedir.
Ayetlerin geliş sırasını izlediğimizde; namaz’ın hayata geçirilişinde tedrici bir çizginin izlendiğini görüyoruz. İlk gelen surelerden Müzzemmil’de şöyle ifade ediliyor “Gecenin yarısında veya üçte biri kadar bir zamanda kalk tane tane / ağır ağır Kur’an oku. Doğrusu biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz.”(73/2-5)
“Rabbin senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalkıp namaz kıldığını, seninle beraber bir topluluğun da böyle yaptığını biliyor. Geceyi ve gündüzü takdir eden Allah, sizin onu sayamayacağınızı bildiği için sizi affetti. Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun… Onun için Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a güzel bir borç verin…”(73/20)
Yine ilklerden olan Kaf suresinde “onların söylediklerine sabret, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini överek tesbih et. Geceleyin secdelerin ardından da onu tesbih et“(50/39-40) buyrularak, gece secdelerinde güneşin doğuş ve batışından önce Rabbin tesbih edilmesi de ilave edilmiş olduğunu görüyoruz.
Taha suresinde ise yine bir ilave var: “Onların dediklerine sabret. Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini överek tesbih et. Gece saatlerinden bir kısmında ve gündüzün taraflarında da tesbih et ki hoşnutluğa eresin.”(20/130)
“Ailene namazı emret, kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırıyoruz, sonuç takva sahiplerinindir.”(20/132) Görüldüğü gibi öncekilere “gündüzün taraflarında da tesbih et” ibaresi eklenmiştir. Devamla Rum suresinde de benzeri ilaveler görüyoruz:
“Sizler akşamlarken ve sabahlarken, günün sonunda ve öğleye eriştiğinde, göklerde ve yerde övgü kendisine mahsus olan Allah’ın şanı yüceltilir.”(30/17-18)
Bu ayette de “öğleye erdiğinizde ” ifadesi ilave edilerek vakitlerin beşe ulaştığını görüyoruz.
Bu ayetle ilgili Abdullah İbni Abbas’tan şöyle bir rivayet de gelmektedir. “Bu ayet beş vakit namazı içinde toplamaktadır”. Akşamlarken, akşam ve yatsı, sabahlarken, sabah, günün sonunda ikindi, öğleye eriştiğinizde öğle namazına işaret etmektedir” der.
Namazla ilgili daha birçok ayet vardır. Ancak yukarıya aldığımız ayetlerde görüldüğü gibi önceleri sadece gece namazından bahsedilir iken (73/3-5, 73/20) buna güneşin doğuşundan önce ve batışından önce ilave ediliyor. (50/39-40) Bu süreç devam ederek buna gündüzün iki tarafı ve gece saatleri de (20/130) ilave edilerek beş vakit namaz tedricen tamamlanmış oluyor. İlk günlerde ki gece namazı ise Resulullah’ın nev’i şahsına ait olmak üzere bırakılıyor. (17/79) Böylece tedrici bir yöntemle gönderilen Kur’an’da namaz konusunda da benzer bir uygulamayı sergilediğini görüyoruz.
Bu ayetler kendisine anladığı bir dil ile gönderilen Allah’ın Resulü de yukarıya meallerini verdiğimiz ayetlerden anladığını hayata geçirmiş, 23 yıllık risalet hayatında vahiyler devam etmesine rağmen “beş vakitte kıldırdığı namazların ne vakitleriyle ilgili, ne de rekâtlarıyla ilgili herhangi bir tenkide uğramamıştır. Bunun bir tesadüf olmadığını düşünüyoruz. Konuya şu iki ihtimali değerlendirerek yaklaşmak istiyoruz.
Birincisi; vakitlerin Kur’an ayetlerinin delaletiyle anlaşıldığıdır. Çünkü gecenin üçte biri, yarısı veya yarısından biraz az, gündüzün iki tarafı, güneşin doğuşundan ve batışından önce, gece saatleri gibi ifadelerin o günkü konuşulan dilde birer karşılıkları vardı. Bu ifadeler zaman bakımından herhangi bir kesitin adıydı. Allah’ın elçisi bu ifade edilen zaman dilimini doğru bir şekilde anlamış olduğundan ikinci bir ayetle uyarılmamıştır. Bu ise yapılan işin Allah tarafından onaylandığının açık delilidir.
İlk Müslümanlar gece namazı için kalktıkları miktarın doğru olup olmadığı konusunda endişe duyuyorlar. (73/2-4) Allah’u Teâlâ da aynı surenin 20. ayetinde bunu şu ifadelerle gösteriyor:
“Şüphesiz Rabbin, senin ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun gecenin üçte ikisinden biraz az, yarısı ve üçte biri kadar vakit içinde kalktığını bilir. Gece ve gündüzü Allah ölçer; sizin bu vakitleri takdir edemeyeceğinizi bildiğinden tövbenizi kabul etmiştir. Artık, Kuran’dan kolayınıza geleni okuyun; Allah, içinizden, hasta olanları, Allah’ın lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacak olan kimseleri ve Allah yolunda savaşacak olanları şüphesiz bilir. Kuran’dan kolayınıza geleni okuyun; namazı kılın; zekâtı verin; Allah’a güzel ödünç takdiminde bulunun; kendiniz için yaptığınız iyiliği daha iyi ve daha büyük ecir olarak Allah katında bulursunuz. Allah’tan bağışlanma dileyin; Allah elbette bağışlar ve merhamet eder.” (73/20)
Bu nedenle beş vakit namazın vakitlerinde de doğru anlaşılmayan yahut yanlış uygulanan bir durum olsaydı bu konuda da böyle bir uyarıyla düzeltilirdi diye düşünüyoruz.
İkincisi ise ; vakitlerdeki rekât sayılarıyla ilgilidir ki bu konuyu dile getiren ayetlerden (73/2-4-20, 50/39-40, 20/130, 11/114, 30/17-18, 2/43, 2/238-239) hangi vakitte kaç rekât kılacağımızı anlamak bize göre mümkün görünmemektedir. Rekât konusunda bilgi olarak bütün vakitleri kapsayan genel bir açıklama var. Seferde düşman korkusu olduğunda namazları kısaltmak ile ilgili (4/101), savaşta Peygamberimizin varlığında iki gruba ayrılarak, bir grubun silahlarıyla beraber kıyama durup secdeden sonra savaşa gitmeleri ve diğer grubun gelerek kıyamda iştirak ederek devam etmesi olayı (4/102), yine bir tehlikeden korkarsanız namazı, yürüyerek veya bir hayvana binmiş olarak kılın. Güvende olduğunuz zaman bilmediklerinizi size öğrettiğim gibi Allah’ı anın. (2/239) ayetlerinde anlatılan durum.
Bu ayetlerden akşam namazının üç, sabah namazının iki ve diğerlerinin de dört olduğunu anlamak mümkün değildir. Ancak 4/102. ayetten rekâtın kıyamla başlayıp, secde ile bittiğini kısaltılan namazında iki kıyam ve ona bağlı secdelerden ibaret olduğunu anlıyoruz. Fakat bu bilgiler bizi sabah namazında ki secde ve kıyam sayısının kaç olduğuna götürmüyor. O halde Peygamber bu bilgiyi nereden aldı?
“Allah uğrunda gereği gibi cihad edin. O sizi seçmiş babanız İbrahim’in yolu olan dinde sizin için hiçbir zorluk kılmamıştır. Daha önce ve Kur’an’da, peygamberin size örnek olması, sizin de insanlara örnek olmanız için size Müslüman adını veren O’dur. Artık namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın. O sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır.“(22/78) Bu sorunun cevabını burada aramak istiyoruz.
Babamız İbrahim’in yolu olan din bütünüyle kaybolup gitmiş miydi? Yoksa bugün olduğu gibi içleri tahnit edilerek tevhidi çizgiden uzaklaştırılmış mı idi? Bu noktadan baktığımızda çeşitli kaynakların verdiği rivayetler de İbrahim (a.s)’dan gelen dinin bazı sütun başlarının kaldığını, tümüyle yok olmadığını görüyoruz. Hac ve namaz, nikâh gibi davranışların bazı değişikliklerle beraber devam ettiği bir vakıadır.
Ayrıca ticari merkez olan Mekke’de az da olsa Yahudi ve Hıristiyan olanlar var. İbrahim’i çizgiyi devam ettiren muvahhidiler de var. Bunların namaz kıldığı ile ilgili rivayetler olduğu gibi, Peygamberimizin de İslam’dan önce namaz kıldığına dair rivayetlerde az değildir. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde namazın, o toplumun bilmediği bir olay olmadığı ortaya çıkıyor. Ayrıca namazı emreden ayetler de sanki sadece bilinen bir şeye işaret ediliyor. “Namazı kılın zekâtı verin”(2/43) Zekât ibadeti de Peygamberimizin atası Kusay zamanından beri alındığı bilinen bir uygulamadır. Şayet namaz bilinen bir ibadet olmasaydı nasıl kılınacağıyla ilgili geniş bir bilginin verilmesi de gerekirdi diye düşünüyoruz.
Kur’an’ın üslubunda görünen şudur; bilinen bir şeye sadece işaret etmekle yetinilir iken, bilinmeyen veya değiştirilen kısımla ilgili en ince ayrıntıya kadar malumat verilir. “Namazı kılın zekâtı verin” diyen Kur’an :”Namaz için kalktığımızda… diye buyrulan abdest ile ilgili ayette neler yapacağımızı yerlerini tarif ederek ilgili tüm teferruatı saydığını görüyoruz.
Nikâh konusunda :“Yetimlere karşı haksızlık etmekten korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın… ” 4/3 buyuruyor. Nikâhlamanın nasıl yapılacağıyla ilgili malumat vermiyor. Ancak kimlerin nikâhlanacağı ve kimlerin de nikâhlanamayacağı ile ilgili ve bunun arkasından gelecek konularla ilgili yüzlerce ayette açıklık getirerek aile hukukunu ortaya koyduğunu görüyoruz.
“Ey inananlar! Namazı kılın, zekâtı verin ve elçiye itaat edin ki size merhamet edilsin.”(24/56) Burada da namazın nasıl kılınacağı ve zekâtın nelerden ne miktarda verileceği ile ilgili bilgi verilmemiştir. Çünkü namaz ve zekât konusu bütün peygamberlerde uygulana gelen bir ibadet olduğu için biliniyordu. Namaz emri gelince, kimsenin namaz ne demek, zekât nasıl bir şeydir diye sorulduğuna dair hiçbir haberin gelmemesinin tesadüf olmadığını düşünüyoruz. Kur’an bilinen bir konuda malumu ilan etmiyor, sadece yapılması veya terk edilmesi gereken bir olayı/ davranışı hatırlatıyor o kadar.
Konuyu bizim bilmemize ve uygulamamıza gelince, bizlerde namaz ile ilgili uygulamayı Rabbimizin Kur’an’da (22/78) örnek gösterdiği, Hz. Muhammed (a.s)’ın peygamberlik hayatı boyunca kitle halinde insanların önüne geçerek yaptığı uygulamalardan öğreniyoruz. Namaz kılmayı ondan gören ve öğrenenler, öğrendiklerini nesillere öğreterek bize kadar toplumlarda kitleler halinde kesintisiz bu güne kadar ulaşmıştır. Kıyamıyla, kıraatiyle, rükûsuyla, secdesiyle ve rekât sayısıyla ilgili herhangi bir ihtilaf olmamıştır. Bütün görüş sahibi insanlar nezdinde ortak olmasının sebebi budur diyoruz.
Burada Peygamber (as.)’ın uygulamasını göz ardı ederseniz, her grup kendine özgü bir namaz anlayışı ile karşımıza çıkar ki, kimin kıldığının namaz olduğunu tespit etmekte mümkün olmazdı. Bu nedenle elçinin örnekliği ve uygulamaları asla göz ardı edilemez.
Vakitlerin birleştirilmesi konusuna gelince; Buhari de İbni Abbas (r.a)’dan 325. numaralı hadiste “Nebiyi Ekrem (sav) Medine’de öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı birlikte sekiz rekat ve yedi rekat olarak kıldırdı” (Buhari Tec., c. 2, s. 486) Bu konu Ebu Davut da yine İbni Abbas’tan “herhangi bir korku ve sefer olmadığı halde” diye ilave edilmiştir. Bu sözler Müslim ve Nesei de benzer rivayetlerle vardır. Ayrıca Veda Haccı’nda Peygamberimizin Arafat’ta öğle ile ikindiyi, Müzdelifede de akşam ile yatsıyı bir arada kıldığı konusu bütün ümmetin ittifakıyla nakledilmiş ve aynen uygulanmıştır.
Peygamberimizin bu tür bir uygulamaya gitmesine sebep olan şey nedir? Bunun Kur’ani bir dayanağı var mıdır? Bizi biraz da işin bu kısmı ilgilendirmektedir. Namaz vakitlerinin belirlenmesinde tedrici bir yol izlendiği beş vakit namazın hemen ilk günden itibaren emredilmemiş olduğunu ayetlerin ifade ettiği mesajdan anlamak mümkün olduğu gibi; çeşitli şartlarda nasıl eda edileceği ile ilgili açıklamaları da yine ayetlerin delaletinden anlamamız mümkündür. Bu konuyla ilgili açıklamayı da İsra 78. ayetinde görmek mümkündür. Ayetin siyak ve sibakında anlatılan müşriklerin son tutumları peygamberi içlerinden çıkarıp sürmekten bahsederken: “Bütün peygamberler konusunda yasamız budur. Bizim yasamızda bir değişiklik bulamazsın” (17/77) buyruluyor. Ufukta bir sefer hem de zorlu bir sefer görünüyor. İşte bu seferde uygulanacak namazla ilgili bir tespit:
“Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar namaz kıl sabahın Kur’an’ını da. Çünkü sabah Kur’an’ı görülecek bir şeydir/ şahitlidir- meşhurdur.”(17/78) Burada vakitler üçe indirilmektedir. Güneşin sarkması, zevalden batıncaya kadar. Gece ise fecr’e kadar. Fecr ise gündüze kadar. Bunu şöyle de ifade edebiliriz. Gündüz namazı (öğle ve ikindi), gece namazı (akşam ve yatsı), fecr namazı (sabah namazı) olmak üzere üç ana vakit ortaya çıkmaktadır. Aralarını fasılalarla açarsanız beşe çıkar. Nafilelerle yediye çıkar. (Teheccüd/gece ve Duha/ kuşluk)
17 / 78’de devamla “Gecenin bir kısmında sana mahsus bir nafile namaz kılmak üzere kalk. Böylece Rabbinin seni güzel bir makama ulaştırması umulur”. Bunun devamında hicrete izin veren ayet zikredilerek Hakk’ın geldiğini batılın gittiğini, Hakk’ın batıla galebe çaldığını ve batılın mağlubiyetini haber veriyor. (17/80-81)
İşte böyle bir ortamda bu ayet geliyor (17/78). Daha önce ne zaman namaz kılınacağı ile ilgili bilgiler verilmiş iken bu ayetin yeni bir uygulamayı hatırlatması gayet açıktır.
İşte Resul’ün seferdeki vakitleri birleştirmesi kendi inisiyatifi ile olan bir uygulama değil; kendisine vahyedileni tatbik etmesinden ibarettir diyoruz.
Mukim iken uygulamasına gelince; bunu on yıllık Medine hayatında bir defa yapmıştır. Bununla ilgili olarak İmam Malik “şiddetli yağmurdan dolayı yaptığını” söylüyor. Seferdeki şartlar mukimde de vaki olursa tamamını terk etme yerine malum vakitlerde birleştirerek Resulullah’ın yaptığı gibi çoğunu ayrı ayrı kılmak kaydıyla böyle bir uygulamanın da yapılabilirliğine bir ruhsattır.
Dileyen bu ruhsatı tercih eder dileyen de azimetle amel eder. Hesap sorucu olarak Allah yeter.
İnanıyoruz ki meşruiyetimizi kabul edecek olan Allah’tır. İnsanlar eder etmez o kadar önemli değildir. Önemli olan Allah’ın kabul etmesidir. Çünkü hesabı ona vereceğimize inanıyoruz.
Rabbimizden niyaz ediyoruz ki, hepimizi rahmetiyle ve merhametiyle hesaba çeksin. Müslüman olarak canımızı alıp, Salihler arasına katsın inşaallah!