GenelYazarlardanYazılar

Yalancı Peyğamberler

Konuya verdiğimiz başlık hakkında birkaç şey söylemek gerekirse, öncelikle “Peğamber” kelimesi Farsça bir kelime olup, doğaüstü güç veya olayların kendilerine atfedildiği mitolojik veya yarı mitolojik insanlar için kullanılmaktadır. Bu insanlar bazı metotlar uygulayarak bu makama geldiklerini; aç kalmak (bir lokma, bir hırka) vücuduna belirli işkence yöntemleriyle acı vermek, bir köşeye çekilip tek başına yaşamak vb. yol ve yöntemlerle belirli yerlere yükselip, tanrısal özellikler elde edildiğine inanılan kişiler olarak bilinir. Çünkü o bu makamı ‘hak’ etmiştir. Dolaysıyla yarı tanrısal bir varlık olarak “haber” getirmesi de doğal karşılanmıştır. Fiilin kökeni olan “peyamhaber” anlamına gelmektedir. Dolayısıyla peyğamber, “haberci” anlamını taşır. Ayrıca Türkçede “yalvaç” sözcüğü de “Haberci” anlamına gelir. (TDK) Ama dilimize Farça dan geçen bu kelime daha çok yaygınlık kazanmış, galat-ı meşhurlardan biridir. (Türkler, ‘İslam’ı’ Farsilerden öğrenmiş desek abartmış olmayız)

Bu bağlamda, Peyğamber sözcüğü, Kur’an’nın “Allah resulü” dediği kavrama tamda denk gelmemekte, Tevhid açısından birebir karşılığını vermemektedir. “Resul” ise: Risalet eden/edici) “elçi” demektir.   Elçiliğin üzerinde bir üst makam vardır ve elçi o makama bağlıdır. Çünkü o makam tarafından görevlendirilmiştir, bu görev çalışılmakla, bazı metotlar uygulamakla elde edilebilecek bir atanma değildir. Kur’an-ı Kerim’ de; “nebi” veya “enbiya”, bazan da “resul” veya “rusul” diye geçer. “Nebi”, arapça bir kelime olup, “nebe’ ” kökünden türetilmiştir. Yani “haber verici” anlamına gelir. Ancak nebe’, herhangi bir haber değil; bize bildirilen fevkalade değerde, çok önemli bir haber, bir tebliğ demektir. ‘Nebe’, yalnız, doğruluğunda hiç şüphe olmayan bir haber için kullanılabilir (Rağıb el-Isfahani el-Müfredat, Nebi maddesi).

Kavramları kullanırken çok dikkat edilmesi gerektiğini sürekli vurguluyoruz. Bazen kendimizde farkında olmadan yerli yersiz bize ait olamayan bu kavramları yanlışlıkla kullanıyoruz taa ki farkına varana kadar. Dini düşünce ve ideolojilerde, bazı kavramlar nötrdür, dolaysıyla kullanılmasında bir sakınca yoktur ama bazı kavramlar vardır ki masum değildir. Sizin anlatmak istediğinizle karşı tarafın anladığı şey aynı olmaya biliyor, başkasının/düşünce/din/ideoloji vs. Nötr olmayan kavramları ödünç alınarak kendi düşüncenizi ifade etmeye kalkar isek fatura kullandığınız düşüncenin hanesine yazılır. Örneğin; Hıristiyan teolojisinin başat kavramlarıyla İslam’ı anlatmaya kalkarsanız! Bizim anlattığımız şey İslam olmayacaktır Hıristiyan’ın kafasındaki anlamı senin anlatmak istediğine giydirecektir; bizim Allah elçisi dediğimizle onun İsa/Profeyt dediği şey aynı şeyleri anlatmıyor. Onun İsa/Profeyt’en kastı teslis akidesinin bir parçası olan İsa Allah’ın oğlu, kutsal varlık olarak anlıyor. Yine, siz özgürlük dediğinizde modernizmin özgürlükten kasteddiği şey aynı olmayacaktır. Modernizmin özgürlük dediği şey, Allah da dahil hiç bireyin hayatına karışmasına müsaade ettirmemektir.  Dolaysıyla “Peğamber” kavramı da Zerdüşlüğe ait aittir ve masum bir kavram değildir. Bunun yerine Allah Resulü/Nebisi demek daha doğru ve bizim kavramlarımızdır.

Yalancı payğamberler, toplumda büyük etki bırakan ancak gerçek olmayan bilgilerle dolu kişilerdir. Bunlar gerçeği çarpıtan, halk üzerinde etkili olmayı amaçlayan simyacılardır. Genellikle insanların tedeyyün içgüdüsünden istifade ederek dini, siyasi veya sosyal konularla ilgili sahte öngörüler sunarak insanları manipüle ederler. Bunlar bazen Mesih, kahin, mehdi, şeyh, evliya, gavs vb. isimlerle ortaya çıkmışlar ve halada çıkmaktadırlar. Ve birçok insan da bunların peşine takılıp tapınma içgüdülerini tatmin etmektedirler. Ali Bulaç, yakın tarihte zuhur etmiş özelde Hasan Mezarcı üzerinden bu sahte Mesihlerin uzunca bir listesini verir. (Yalancı peygamberler, sahte Mesihler ve kurban üzerine!) makalesine bakabilirsiniz.

Bunlar tarih boyunca hiç eksik olmadılar ve hep olagelmişlerdir. İnsanlığın kadim sorusu sonucu; nereden geldim, niye varım ve ölüm sonrası ne olacağım sorularından doğan merak, güvensizlik ve korkularından doğan boşluğu doldurma adına yalancı ‘peyğamberler’in çıkmasını sağlamış ve zaman zaman da birçok kültürde de etkili olmuşlardır. Hatta bunların uğrunda insanlar savaşıp canını bile vermişlerdir. Müslümanların tarihi kaynaklarında bazı şahıslar yer alır.

Muhammed as sağ iken peygamberlik iddiasında bulunan Esved el-Ansî bunlardan biriydi. Necran yakınlarında Peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan kişilerin ilkiydi. Yemen bölgesinde yerleşik Ans kabilesine mensup Esved halk arasında ‘Zu’l Hımar’ diye anılıyordu. ‘Hı’ ya da ‘ha’ vurgusuyla okumaya göre ‘eşekli’ ya da ‘peçeli’ manasına gelen ‘Hımar’ anlatılanlara bakılırsa iki durumda da Esved’e uygun sıfattı.. Onun yanından ayırmadığı terbiyeli bir eşeğinin olduğu ve Esved kulağına ‘Rabbine secde et’ dediğinde hayvanın ön ayaklarını büküp çömeldiği, ‘kalk’ dediğinde kalktığı rivayet ediliyordu.. Günümüz sirk hayvanlarının marifetleri düşünüldüğünde ilginç yanı olmayan bu olay o çağda gizemin kanıtı olarak görülüyordu. Esved’in Peçeli diye anılmasının sebebiyse muhtemelen Kahin olduğu için daima yüzünü örten peçe takarak gezmesiydi… Onun kabileler nezdinde önemsenmesini sağlayan bir diğer olay tertiplediği gösterilerde yüz kadar hayvanı yere çizdiği bir çizgi üzerinde hizaya dizip sonra hepsini sırasıyla mızraklaması ve bu vahşi gösteri sona erene kadar hayvanların yerlerinden kıpırdamamasıydı. Esved bunu kendisindeki ilahi güçle açıklıyordu.

Muhammed as hastalandığını duyunca kabilesinin ve Mezhic kabilesinin desteğini alarak peygamberliğini ilan etti. Necran‘dan topladığı birliklerle Sana Valisi Sehr ile yirmi beş gün savaşarak onu öldürüp bölgeyi ele geçirdi ve onun karısı Merzubana Azad’la evlendi… Bir süre sonra Yemen‘in tamamını kontrol altına aldı. Muhammed as bölgeye gönderdiği valileri Yemen‘den geri çekildi.  O bölgeye gönderdiği Mu’az b. Cebel, Ma’rib’de bulunan Ebu Musa el-Eşari’ye iltihak etmiş daha sonra İkisi birlikte Hadramevt’e gitmişlerdi. Bahreyn’den Aden’e ve Taif’e kadar uzanan geniş bir bölgeyi kontroluna aldı Esved ve bazı vilayetlere vali tayin etti. İbnül-Esir’in ifadesiyle, “Esved’in çıkarmış olduğu fitne bir alev gibi, Hadramevt’ten Taif, Bahreyn ve Ahsa’dan Aden’e kadar her yeri kaplamıştı. Ve daha sonra karısının yardımıyla bu adam öldürüldü. (Hüseyin Aygül, TDV Ansiklopedisi)

(Tuleyha bin Huveylid, Müseylime bin Habib veya meşhur ismiyle; Müseylime’tül el Kezzab ve Seccah) da aynı iddialarda bulunmuşlardır.

Mesih ve kahinlik Kur’an vahyedilmeden öncede var idi. Mehdi, şeyh, evliya, gavs… bunlar daha sonradan Tasavvufun yaygınlaşmasıyla zuhur eden, kendilerini birtakım kavramlarla gizleyerek direk ‘peyğamber’ olduklarınını söylemeyip, ledünnü ilmiyle veya direk aldıkları şeyle; ilham, keşif, tecellî, vârid, ihtar gibi isimlerle kamufle olmuşlardır. Onların tarifine göre ilham: “Allah’ın, doğrudan veya melek aracılığıyla iyilik telkin eden bilgileri insanın kalbine ulaştırması” olarak tarif ederler. Ama bu tarif Allah elçilerine indirilen vahiy içinde kullanılır.  Bunu, İmam Gazali şöyle tarif eder; “Kalbin melekût âlemiyle irtibat kurup doğrudan bilgiler alabilmesi için her türlü kötülükten arınması ve büyük bir mücâhedeye girişmesi gerekir. Bu gerçekleştiği takdirde kalpteki perdeler kalkar ve oraya Allah’tan veya meleklerden bilgiler gelir.” (İhya, III, 143-146, 159; Şifâü’s-sâil, s. 30-31; İthâfü’s-sâde, VII, 245-246, 263)

İlham, Batı dünyasında mistisizm; Doğu dünyasında ve özellikle İslam aleminde tasavvufun gerçeğe ulaşma yollarından biri ve sezgi ile eş anlamlı kullanılmıştır. Sufiler ilhamı bir bilgi edinme yolu olarak kabul etmişler. (Cürcani, Ta’rifat, s. 35)Formun Üstü

Buna vahiy deseler biliyorlar ki, Muhammed as ile vahiy son bulmuştur. Çünkü o “Hatem’in Nebidir” Yani vahiy kapısı mühürlenmiştir. (Ahzab 40) İsminin önüne alim unvanı koyulan birtakım insanların kariyerinden de istifade ederek kendi hezeyanlarının doğruluğunu ispatlamak için aldıklarını iddia ettikleri ilhama/keşfe, rüyaya bağlamışlardır.

Said Nursi de ilhamı derecelere ayırır; “İnsanlarda havas tabaksını teşkil eden alim ve evliyaların ilhamıdır. Evet, Allah hususi bir konuşma tarzı ile insanlardan kalbi ve maneviyatı terakki etmiş alim ve evliyalar ile kuvvetli bir ilham ile konuşur. Evliyaların kalp aynasına gelen bu ilhamlar dini hüküm açısından bir şey ifade etmez. Ama Kur’an ve sünnetin özüne ve ruhuna uygun bir tarzda gelen bu ilhamlar kaziyey-i makbule nevinden kabul edilebilir. Bunun din ile çelişen bir tarafı yoktur.” (Sözler- On ikinci Söz. Sorularla Risale) Risale-i Nur şakirtleri son cümleyi yumşatarak üstatlarının sözlerine masumiyet kazandırmayı hedeflemişlerdir.

İlahi ilham ile kitap yazma-yazdırılma ve kendisine yazdırılan/ilham edilen kişinin özel, toplum için seçilmiş, gönderilmiş bir kişi olduğu iddiaları elan devam etmektedir. Günümüzde bile bu iddiaya sahip yasa, kitap ve külliyatlar oluşturulmaya ve kendilerine uygulama alanı bulmaya devam etmektedirler. İslam dünyasında Kur’an’dan sonra Allah tarafından yazdırıldığına inanılan birçok kitap bulunmakta ve bunların İslam’dan ayrılan, inanç ve ibadet olarak birer din olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.  Bu bağlamda, Türkiye de dünden bugüne meşhur olan ve kendilerine de vahiy geldiğini iddia eden; Mevlana Celaleddin Rumi, Said Nursi, Tasavvuf şeyhleri, İskender Evrenesoğlu, Hasan Mezarcı vb. örnek olarak verebiliriz.

Allah’a karşı yalan uydurandan veya kendisine hiçbir şey vahyedilmemiş iken, “Bana da vahyolundu.” diyenden ya da “Ben de Allah’ın indirdiği ayetlerin benzerini indireceğim.” diyenden daha zalim kim olabilir?…” (En’âm 93)

Kur’an’ın yanı sıra başka kaynakları da din edinenler, bu kaynaklarla din adına uydurdukları yalanları Allah’a dayandırmakla, bu dini dejenere etmeye, genetiği ile oynamaya kalkmışlar, heva-heves ve kuruntularının esiri olarak, “rüyamda, keşifle veya kalbime ihtar olarak bana da vahyediliyor” diyerek hezeyanlarını ortaya koymuşlardır. Bunlara örnek vermek gerekirse:

Risaleyi Nur için; “Bu bana yazdırıldı” diyen Said Nursi (Risale-i Nur Külliyatı, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 2078) Bu yazdıklarını, yazması için kendisine kim icbar eyledi? Eğer bu icbar eden Allah ise bunun adı vahiy değil midir!?

“Resâili’n-Nur baştan başa ism-i Hakîm ve Rahîmin mazharı olduğundan, bu üç âyetin âhirleri ism-i Hakîm ile ve gelecek yirmi beşinci dahi Rahmân ve Rahîm ile bağlamaları münasebet-i mâneviyeyi cidden kuvvetlendiriyor.”

“İşte bu kuvvetli münasebet-imâneviyeye binaen deriz ki: تَنْزِيلُ الْكِتَابِ (indirilen kitap) cümlesinin sarîh bir mânâsı; Asr-ı Saadette vahiy suretiyle kitab-ı Mübînin nüzulü olduğu gibi, mânâ-yı işârîsiyle de her asırda o kitab-ı Mübînin mertebe-i arşiyesinden ve mu’cize-i mâneviyesinden feyiz ve ilham tarîkiyle onun gizli hakikatleri ve hakikatlerinin burhanları iniyor, nüzul ediyor diyerek, şu asırda bir şakirdini ve bir lem’asını cenah-ı himayetine ve daire-i harîmine bir hususî iltifat ile alıyor.” (Şualar, Birinci Şua. Sorlarla Risele Sitesi)

Sadeleştirilmişi: Asr-ı Saadette vahiy ile kitab-ı Mübin indirildiği gibi, manevi işaretlerle her asırda Kur’an’ın indiği arştan onun manevisinden feyiz ve ilham yoluyla hakikatinin burhanları iniyor ve bunu bir hususi ikram ile alıyorum.

Bununla da yetinmeyip, Kur’an’da yer alan ve Kur’an’ın özelliklerini anlatan ayetlerden 33 tanesinin cifir/ebcet hesabına tabi tutarak bunların tamamının Risele-i Nur’a işaret ettiğini iddia etmiştir; “Kur’an’ın âyât-ı meşhuresinden, Sözler adedince otuz üç âyetin hem manasıyla hem cifir ile Risale-i Nur’a işaretleri uzaktan uzağa icmalen görüldü. Ayrı ayrı tarzlarda otuz üç âyet müttefikan Risale-i Nur’u remizleriyle gösterdiği hayal meyal görüldü.” (Risele-i Nur Külliyatı Birinci Şua)

“Risale-i Nurlar, ne Doğu’nun kültüründen ve ilimlerinden, ne de Batı’nın felsefe ve bilimlerinden alınmış ve iktibas edilmiş bir nurdur. O, gökten inmiş Kur’ân’ın, Doğunun da Batı’nın da üstünde olan Arş’taki yerinden alınmıştır.” (Şualar. Birinci Şua)

Cifir hesabıyla Kur’an ayetlerinin Risale-i Nura nasıl işaret ettiğine iki örnek:

“Kulumuza indirdiğimiz kitaptan dolayı bir şüphe içinde iseniz onun benzeri bir sûre de siz getirin.” (Bakara 23) Ayetini ebcet hesabıyla Arapçası 1372 sayısına tekabül ediyor. Bu da Risele-i Nurun başlangıç tarihidir. Dolaysıyla bu ayet Risele-i Nura işaret etmektedir. “Sizin içinizden size bir elçi gönderdik. Sizlere ayetlerimizi okuyor, arındıryor, kitabı, hikmeti ve size bilmediklerinizi öğretiyor”. (Bakara 151) Ayetinin Arapça harfleri 1338’dir. Bu tarih Sadi Nursi’nini inzivaya çekilip Risale-i Nur’u yazmaya başladığı tarihtir. ( Sikke-i Tasdik-i Gaybî Risalesi)

Bu ve bunun gibi Kur’an’a/vahye işaret eden 33 ayetin kendine ve kendi kitabına işaret ettiğini söylemekle kalmayıp Risle-i Nur kitabı içerisinde “bana ilham veya ihtar olundu ki” diye başlayan birçok hezeyanlarla doludur. Kur’an ayetleri sanki onun kendi eliyle yazdığı kitabını tastik etmek için indirilmiş!

Kendisine vahyedildiğini söyleyen bir tek Said’i Nursi değildir.

Celaletdin Rumi, Mesnevi’nin ön sözünde: “Şüphe yok ki mesnevi gönüllere şifadır, hüzünleri giderir… Şanları yüce, özleri hayırlı katiplerin elleriyle yazılmıştır… Temiz kişilerden başkalarının dokunmasına müsaade etmezler… Mesnevi Alemlerin Rabbinden inmedir… Batıl ne önünden gelebilir, ne de ardından … Tanrı onu korur ve gözetir.“ (Mevlana, Mesnevi, mukaddime, VII. Mesnevi, Milli Eğitim Bakanlığı yay, 1991 İstanbul, c.I. s.7)

Bu ifadelerin tamamı Allah’ın kitabı Kur’an için söylenmiştir.

“Kur’an’dan, inananlara şifa ve rahmet olan ayetleri indirmedeyiz ve bunlar, zalimlerin ancak ziyanlarını arttırır.” (İsra 82)

“Derler ki: ‘Bizden hüznü giderip yok eden Allah’a hamdolsun…” (Fatır 45)

“O, şerefli ve sâdık yazıcı meleklerin elindeki yüksek, tertemiz ve çok değerli sahifelerdedir” (Abese 13,14,15,16)

“Ona temiz olanlardan başkası dokunamaz. Alemlerin rabbinden idirilmedir.” (Vakıa 79, 80)

“Batıl, ona önünden de, ardından da gelemez…” (Fussilet 42)

“Hiç şüphe yok ki o Zikri / Kur’ân’ı biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz.” (Hicr 9)

Sultan Veled bunu şöyle anlatıyor; Bir dostu; ‘Mevlana neden Mesnevi’ye Allah kelamı diyor, böyle demese daha iyi olacak, başkalarına izah etmekte zorlanıyoruz’ der.

Bunu duyan Mevlana şöyle çıkışır;

“Ey eşşek, niye Kur’an değildir?

Ey köpek, neden Kur’an değildir?

Ey kahpenin dölü, niye Kur’an değildir?”

Sonra da şöyle ilave eder,

“Bizim Mesnevi’miz Kur’an’dan daha yücedir ve onu Kur’an görmeyen eşektir” der.

Celaleddin Rumi Mesneviyi Kur’an ile mukayese yaparak: “Mesnevi alemlerin Rabbinden inmedir. Din asıllarının asıllarının asıllarıdır. Tanrı’nın en büyük fıkhı, en aydın yolu, en açık bürhanıdır. Mesnevi içinde kandil bulunan kandilliğe benzer. Şüphe yok ki Mesnevi gönüllere şifadır.” der.  (Mikail Bayram, Anadolu İslam Algısının Oluşumunda Celaleddin-i Rumi)

Uydurduğu yalanı Allah’a dayandırandan daha zalim kim olabilir? Onlar, Rabb’lerinin huzuruna çıkarılacaklar ve şahidler de: “Rabb’lerine karşı yalan uyduranlar işte bunlardır.” diyeceklerdir. İyi bilin ki Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.” (Hud 93)

Bu Allah katındadır” derler, halbuki Allah katından değildir. Onlar o yalanı Allah’a karşı, bile bile söylerler.” (Al-i İmran 78) Formun Altı

Bu iki kişiyi örnek vermemizin nedeni, Türk toplumunda çokça tanınan ve ‘evliya, veli, bedi’ sıfatıyla anıldıkları içindir. Yoksa tasavvufun bütün ‘büyükleri’ aynı iddiada bulunmak kaydıyla dinin genetiğiyle oynamaya kalkmışlardır; Muhyitdin Arabi, Hallacı Mansur, Beyazit-i Bestami, İmam-ı Rabbani, Abdul Kadir Geylani… ve bugün onların çömezleri konumunda olan ve aynı yolu takip eden ne kadar ‘Şeyh’ ve varyantları var ise hepsi de aynı yolun yolcularıdırlar. Bu tasavvuf büyükleri denilen zevatın hangisinin kitabını okursanız okuyunuz yukarıda verdiğimiz örneklerin çok daha fazlasını göreceksinizdir… merak edenler için ‘Menakip-ül Arifin, Ahmet Eflaki’nin kitabını okumalarını tavsiye ederiz.

“Keşif, ilham ve rüya yoluyla elde edildiği iddia edilen bilgi, bu bilgiye sahip olan kişiler dışında kimseyi bağlamaz, bağlayamaz. Böyle bir kapının aralanması uzun vadede ciddi teolojik, sosyolojik, siyasal ve psikolojik sorunlara yol açacaktır. Ama en önemlisi de teolojik anlamda dinin tahrip edilmesine imkan sağlayacaktır. Böyle bir bilgi kaynağından bahsetmek, zamanla kontrolden çıkabilecek istismara eğilimli dini cemaatlerin ortaya çıkması için iyi bir zemin oluşturmaktadır.” (Latif Tokat. Dergipark.org.tr)

Her kim ki, kendisine bir şeylerin keşif/ilham/ihtar yoluyla vahyedildiğini söylerse söylesin ve bu kişinin adı, ünvanı ve makamı her ne olursa olsun, bunların tamamı kendilerinin “peyğamber” olduğunu iddia ediyordur demektir. Dolaysıyla yalancıdırlar. Bizler gaybi haberi ve bilgisini sadece Allah’ın Resullerine vahyedildiğine inanıyor ve onların sonuncusu olan Muhammed as ile de bu yolun (vayih) “hâtem”lendiğine/kapandığına iman ediyoruz.

Muhammed içinizden hiç birinizin babası değildir; fakat Allah’ın resul’ü ve nebilerin sonuncusudur. Allah, her şeyi en iyi bilendir.” (Ahzab 40)

“Vay o kimselere ki, elleriyle Kitab’ı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için, ” Bu, Allah’ın katındandır” derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların haline! Vay kazandıklarından dolayı onların haline!” (Bakara 79).

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı