
Ortadoğu’da su kıtlığı her geçen gün kendini hissettiriyor. Eğer bölgede, su kıtlığını yönetecek bir “Su Barışı” devreye sokulmazsa, 2040’lı yıllarda petrol yerine su için yaşanacak savaşları görmemiz işten bile değil.
Geçmişte çöldeki kabilelerin en önemli güç göstergelerinden biri sahip oldukları su kuyularıydı. Kazanılan her kuyu bir zafer, kaybedilen ise büyük bir hezimet sayılırdı. Kabile savaşlarının su kuyularına yakın yerlerde yapılmasının sebebi de buydu. Yine Sasaniler ve Arapların Benu Bekir kabilesine ait olan Zû Kâr kuyusu başında yaptıkları savaş bu açıdan anlamlıdır. Bir kabileyi yok etmenin en kestirme yolu su kuyularını zehirlemekti. Bu sebeple gücünü korumak isteyen kabileler sadece su kuyularını elde tutmayı değil, o kuyuları iyi muhafaza etmeyi de bilmeliydi…
Modern Ortadoğu’da Fırat, Dicle, Nil ve Şeria nehirleri tarih boyunca hidropolitik ve dini açıdan büyük önem taşımıştır. Hatta bu nehirlere kutsiyet bile atfedilmiştir. Petrolün keşfinden sonra politik alanda petrolün önemi daha fazla olsa da son dönemlerde su kaynaklarının da en az petrol kadar önem kazandığını söyleyebiliriz. “Su hayattır”dan “Su politikadır”a geçişin özellikle Ortadoğu ayağına bakıldığında ise kuyu başını tutmaya tekabül eden, hidropolitik suların taksiminde ciddi sorunlar yaşanıyor. Adeta tarih tekerrür ediyor ve kabilelerin yerini devletler alarak suyun akış yönüne müdahale edilmek isteniyor.
‘Barış Suyu’ Mümkün Mü?
Tarihi vesikalar ilk su savaşlarının dört bin beş yüz yıl önce gerçekleştiğini gösteriyor. Dicle ve Fırat’a hakimiyet kurmak için yapılan bu savaştan sonra da su kaynakları üzerindeki hakimiyet mücadelesi yüzyıllarca devam etti.
Türkiye’nin 1986’da Ortadoğu’daki su sorunu çözme girişimlerinden biri olan “Barış Suyu Boru Hattı” Filistin, Ürdün gibi ülkelerce olumlu görünmesine karşın Suriye ve Suudi Arabistan’ın kesin muhalefeti sebebiyle gerçekleşemedi. Türkiye, bu projeyle Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin suyunu paylaşmayı teklif etmişti ancak Arap medyasında Türkiye’nin suyu İsrail’e sattığı algısı oluşturuldu. Mesela Kahire’de yayınlanan Al Alam Al Youm Dergisi: “Su Krizi: Türkiye İsrail’e Arap Suyu Satıyor” başlıklı bir makale yayınlamıştı. Gerçekte ise Türkiye’nin önerisi suyu komşularıyla paylaşmak ve İsrail’e su sağlanması konusunu onların insiyatifine bırakmaktı. Özetle Barış Suyu, bölgede su krizine yönelik atılmış iyi niyetli ve işbirliğine yönelik bir adım iken önyargılar ve çeşitli husumetler sebebiyle gerçekleşemedi.
“İsrail, Çölü Yeşertebilir” mi?
Ortadoğu’daki su krizlerine kaynaklık eden Fırat ve Dicle Nehirleri ile ilgili Tevrat’ta geçen ifadeler sebebiyle Yahudilerin bu bölgeye yönelik politikalarında hidropolitik gerekçelerin ötesinde, dini gerekçeleri olduğu da iddia edilmektedir. İsrail’in su politikalarında bu tür dinsel dinamiklerin ne kadar etkili olduğu bilinmemekle birlikte, İsrail’in kuruluş felsefesinde var olan “çölü yeşertme” iddiası bölge siyasetinde suyun ne kadar önemli olduğunu göstermekte.
Bir diğer hidropolitik su Nil Nehri’dir. Mısır, kendisi için hayati önem taşıyan Nil suları için komşularıyla gerilimler yaşamaktadır. Etiyopya’nın 1994’ten beri inşa etmek için uğraştığı Nahda barajı nedeniyle Nil sularında görülen azalma ve tarıma getirdiği olumsuz etki yüzünden Mısır, Etiyopya ve Sudan’ın savaşın eşiğine geldiler. Bu sebeple olsa gerek en üst seviyede, eski Mısır Dışişleri Bakanlarından Butros Ghali açıkça: “Bölgemizdeki savaşın geleceği politik değil, Nil’in suları olacaktır” demişti. Mısır’ın nüfus artışıyla paralel yükselen su ihtiyacı Mısır için “Su Krizi” endişesini daha da körüklüyor. Mısır’ın yüzde 97’si çöl olduğu da göz önüne alınıldığında krizin boyutu daha iyi anlaşılabilir. Mısır basınında su kesintisi haberlerinde artış dikkat çekiyor. Bazı bölgelerde su kesintilerinin uzun sürmesi halkta ciddi itirazlara sebebiyet veriyor.
İRAN, LÜBNAN ve SURİYE
İran’da ise durum daha tehlikeli boyutta; Ortadoğu’da genelde devletler arasında olan su krizi İran’da ise şehirler arasında bile görülebiliyor.
Lübnan’ın hidroelektrik kaynağı olan Litani Nehri’nden yeterli enerji üretememesi sebebiyle ülke ciddi bir elektrik krizi yaşamaktadır. Çeşitli dinsel ve mezhepsel sorunlar yaşayan Lübnan’ın halkta hoşnutsuzluk yaratan sorunların başında yine suya bağlı olarak elektrik problemi gelmektedir.
Suriye ise, İç savaş öncesi son dönemleri incelendiğinde toplumsal ve politik huzursuzluğa ek olarak 2006-2011 yıllarında ülkenin neredeyse yarısının ciddi içme suyu sıkıntısı çektiği görülebilir. Bu tür huzursuzlukların iç savaşa etkisi tam olarak kestirilememekle birlikte su yoksunluğunun toplumsal tansiyonu yükselttiği iddia edilebilir. Uzmanların Ortadoğu ve Su Sorunları ile ilgili oldukça karamsar öngörüleri bulunmaktadır. Bölgede Su ile ilgili bir “Su Barış Projesi” devreye sokulmazsa çok değil 2040’lar bölge için petrolün yerini alan Su Savaşlarına bırakabilir.


