Yazılar

Değişim Sürecinde Dönemsel Kaoslar VE STRATEJİ SAVAŞLARI

İnsanlar tarihi,farklı inanç sistemlerinin, medeniyetlerin mücadelesinin tarihidir, esas olarak.Ancak bu temel gerçekliğe rağmen, zaman zaman, aynı medeniyet havzası içindeki güç odaklarının iktidar savaşları öne çıkmaktadır.Ki asıl bu türden olanlar, dikkatli okunmalı ve mücadelenin ana çizgisinin söz konusu medeniyetin temel referansı ile kurmaya çalıştığı ilişki doğru analiz edilmelidir…

Yaşadığımız yüzyıl, bir önceki yüzyıldan tevarüs eden düşünsel ve siyasal kavramlar ve modeller eksenindeki güç odaklarının iktidar savaşlarının gündemde olduğu; modern, post-modern ve post-modern ötesi dönemlerin uzantısı görünümündedir.Her ne kadar farklı tarihi arkaplana sahip topluluklar, organizasyonlar ve devletler, bu iktidar savaşında belirli bir misyon ile yer almaları bahse konu olsa da bu yöntemin, onların alternatif bir medeniyetin bütüncül kodlarını insanlığın dikkatine sunmaları için uygun vasat oluşturması söz konusu olmadığından düşünsel ve siyasal açmazlarının girdabında sürüklenmekte ve zamanla sisteme eklemlenmektedirler.Ve algı ile gerçeklerin, ideolojik eksenin birbirine ters olduğu(sözde evrensel) değerlerle Müslümanların değerlerini telif etmeye çalışan, jonus yüzlü(hem doğuyu hem batıyı memnun eden) stratejilerle çıkış arayan kadrolar, yapılar, insanlığın aradığı doğruların gündeme gelmesini geciktirmektedirler.Tarihi süreç içerisinde zaten düşünsel netliğinin üzeri örtülmüş, ana kaynakla bağlantısı sorunlu hale getirilmiş bir zihin yapısı, hayat tarzı, geleneksel tortular yerine, bu kez de, modernist sapmalarla insanların önüne atılmaktadır.Dönemsel işbirliklerinin zorladığı ideolojik kavramlardaki yakınlaştırma çabaları, dolayısıyla aldatıcı kuramlar ve çözüm önerileri, “sistem-içi” yöntemlerle insanımıza sunulmaktadır.Kısaca ifade etmek gerekirse, Müslümanca bakış; tevhid, adalet çizgisinde hakikat arayışının terk edildiği ya da bulanıklaştırıldığı, malum küresel merkezlerin stratejik hesaplarıyla paralel hareket etmenin çıkar yol görüldüğü ve bununda cahili ölçütlerle (“evrensel değerler”, zamanın ruhu, reel şartlar vb.) meşrulaştırılmaya çalışıldığı bir dönemden geçmekteyiz…

Değişen bölge şartlarının, yaşanılan bir kaos/geçiş döneminin ardından giderek belirginleşme eğilimine girdiği bir vasatta, insanımıza yön verenlerin kafa karışıklığı ve cahili mülahazalarla yaptıkları işbirliklerini de ıskalamadan bölgemizdeki son gelişmeleri anlamaya, yorumlamaya çalışalım… Yemen’deki son gelişmeleri, İran’ın hızla küresel sisteme entegre olma sürecinin yeni aşamasını ve kısaca Yeni Türkiye’nin yeni anayasa ve yeni siyasal sistem arayışının öne çıktığı kritik “seçimi”ni değerlendirmeye gayret edelim…

Yemen’de yaşanan süreç ve hatalı okumalar…

Yemen, Osmanlı döneminde isyanlarla gündeme gelen, Batılı emperyalist güçlerin stratejik hesaplarında hep önemli görülen bir coğrafya.Stratejik konumunun yanısıra sosyolojik yapısıylada her türlü operasyona, manipülasyona açık bir ülke Yemen.Hatırlanacağı gibi yakın zamana kadar Kuzey ve Güney Yemen olarak iki kutuplu dünya düzeninin yansıması olan iki devlet sözkonusuydu bu coğrafyada.Her ne kadar 1979’da bu iki ülke arasında bir birleşme anlaşması imzalandıysada, iç dinamiklerdeki karışıklıklar ve dış etkenler bahse konu anlaşmanın yürürlüğe girmesine imkan tanımadı.Haliyle iki Yemen devleti birbirlerini kollamaya devam ettiler.Suudi Arabistan’ın komşusu ve stratejik bir konuma sahip Yemen, Suudi Arabistan’ında hep gündemindeydi.Zaten haritaya bakıldığında rahatlıkla görülebileceği üzere, bölgedeki petrolün dış dünyaya sevkinde Yemen coğrafyasının kritik önemi hemen farkedilecektir.Stratejik konumu başta olmak üzere çeşitli nedenlerle Yemen, hep dikkatlerin üzerine çevrili olduğu bir ülke olmuştur.Dolayısıyla bu ülkede, tarihi kökleri olan sorunların, bölgedeki değişimlere paralel olarak daima kullanıldığı, stratejik hesaplar adına manipüle edildiği bilinmektedir…

Son gelişmeleri hazırlayan süreçte; 1990’lı yıllardan itibaren, bir taraftan El-Kaide’nin temelini oluşturduğu söylenen grupların önü açılırken, diğer taraftanda geleneksel Sünniliğe çok yakın olan Zeydiliğin içinde mezhepçi faaliyetlerin yoğunlaştırıldığı görülmeye başladı.Bir süredir Husiler diye adını duyduğumuz örgütte, 1992’de Hüseyin Husi’nin kurduğu Ensarullah isimli, İran destekli bir hareket olarak gündeme gelmiştir.Evet, Husiler, o zamanki Yemen hükümetinin ayrımcı ve ötekileştirici politikalarına karşı oluşmuş bir yapıdır.Ve Husiler, 30 milyon nüfusa sahip Yemen’de yüzde 5’lik bir tabana sahiptir.Lakin bu gerçekliklere rağmen Husiler’in zamanla kendi çapını ve gücünü aşan bir oyunun içinde yer alması ve bölgedeki güç ve çıkar hesaplarının bir parçası haline gelmesi manidardır…

2003’de, Suudi Arabistan ve ABD güdümündeki Yemen yönetimine karşı protestolar başlamış ve zamanla çatışmalar derinleşmişti.Öyle ki 2004’de Husiler’in liderinin öldürülmesiyle söz konusu çatışmalar çok daha yoğunlaşmıştı.Zamanın devlet başkanı Ali Abdullah Salih yönetimi ile Husiler’in çatışmaları süreç içerisinde evrildi.Öyleki zamanla çarpışan tarafların pozisyon değişiklikleri kimlikleriyle birlikte ele alındığında dikkat çekici bir tablo ortaya çıkmıştır…Yani, Yemen’de dün olduğu gibi bugünde bazı güç odaklarının hesapları doğrultusunda oynanan oyunlara rağmen manipülatif haberler ve yorumların kamuoyuna hakim olduğunu görmekteyiz.Nasıl mı?..Yaşanan süreci takip edelim…

Arap baharı olarakta nitelenen bölgedeki değişim ve dönüşüm sürecinde Husiler ile El-Kaide, kendi duruşlarıyla paralel bir mücadeleyi dönemin yönetimine karşı yürüttüklerini hatırlayalım.Bu arada bölgedeki gelişmelerle paralel olarak, Yemen’de belirli toplumsal temele sahip olan İhvan’ın giderek zayıflatılmasıyla ülkedeki güç dengeleri değişir.Zamanla gücünü kaybeden merkezi yönetimin karşısındaki Husiler dönemsel olarak güçlenmeye başlarlar.Yani bölgedeki değişim sürecinin bir geçiş dönemini yaşaması, Yemen’deki dengeleri de etkiler…Dolayısıyla bugün Yemen’de Suudilerin politikalarına karşın İran’ın nasıl bir hesap içinde olduğu ve tarafların, dönemsel olarak, bölgedeki güç oyununun neresinde yer aldıklarını anlamaya çalışmadan hatalı değerlendirmeler yapmak doğru değildir.Hele hele bölgedeki değişim sürecinin temel dinamiklerini görmezden gelerek olayları, dönemsel çatışmaları mezhepsel perspektifte okumaya çalışmak, eğer bir cehaletin eseri değilse dönemsel gelişmelerle sürecin ana çizgisi arasındaki farkı görememek anlamına gelir.Dolayısıyla Suudiler’in önderliğinde oluşturulan koalisyonu “sünni cephe” olarak adlandırılması ne kadar yanlışsa İran’ın bölgedeki faaliyetlerini ve stratejik hesaplarını Şii cephe oluşturma çabası olarak yorumlamak da o kadar yanlıştır;hatalı ve yüzeysel bir okuma olarak tehlikeli bir yaklaşımdır.Çünkü, burada, konjonktürel gelişmelerin büyüttüğü bir olgunun bölgedeki petrolün sevk yollarından birinin güvenliğini tehdit edecek boyuta gelmiş olması ve bu gelişmelerden bazı bölgesel unsurların rahatsızlık duyması söz konusudur.Keza ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin Suudilere destek vermiş olması da petrolün güvenliği bağlamında algılanması gerekmektedir.Dönemsel olarak petrolün güvenliğinden sonra “İran meselesi” ve bölgedeki değişim sürecinin geleceğiyle ilgili strateji savaşlarının konuyla ilgisi ele alınmalıdır.Unutulmaması gereken önemli bir hususta, diğer bazı coğrafyalarda olduğu Yemen’deki çatışmalar da , meseleyi ısrarla mezhepçi eksende değerlendirenlerin ne yaptıklarının bilincinde olduklarıdır.Ve bu odakların asıl niyetleri, bölgedeki yeni denge arayışlarında kendi stratejilerinin önünü açacak, hareket kabiliyetlerini arttıracak bir enstrüman olarak mezhepçiliği kullanmak istemeleridir…

Husiler’in Ocak 2015’de yaptıkları darbe ile Yemen’in başkenti Soma’yı ele geçirmeleri, Cumhurbaşkanı ve hükümetin istifa etmeleri;Cumhurbaşkanı Hadi’nin ülkenin güneyindeki Aden’e kaçması ve istifasını geri aldığını açıklaması; Husiler’in ülkenin güneyine doğru ilerlemeye devam etmeleri ve Yemen’in büyük şehirlerinden Taiz ve Aden’i işgal etmeleri…Tüm bu yaşananlardan sonra Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyonun  kurulması ve böyle bir konjonktürde Yeni Türkiye’ninde söz konusu “Kararlılık Fırtınası” adı verilen harekata destek açıklamaları doğru okunmalıdır.Bu arada, bölgedeki gelişmelere bakış açısı bölgedeki yeni konumuyla paralellik arzeden (Ilımlı) laik Yeni Türkiye’nin yanı sıra dönemsel işlevi belli olan Mısır’daki darbeci Sisi yönetiminde Yemen’i “darbeci”lerden kurtarmak üzere oluşturulduğu söylenen koalisyona dahil olması da Yemen ile ilgili manipülatif yorumların doğru olmadığının bir başka göstergesidir.Bölgedeki değişim sürecinin bu fetret döneminde, oyun içinde oyun oynandığı, son gelişmelerin de dönemsel şartların ortaya çıkardığı krizler olduğu çok net olarak görülebilmelidir.

Konuyu tüm boyutlarıyla anlamaya çalışmadan, dönemsel olarak kim kazandı, kim kaybetti? yüzeyselliği içinde ele almak yanıltıcıdır.Ankara’nın Suriye politikasının ana çizgisinin çok net olmasına rağmen Yemen’de mevcut düzenden yana tavır koymasının ne anlama geldiği,keza İran’ın bölgeyle ilgili gelişmelerdeki duruşunu belirleyen stratejik yaklaşımını ve bunların dönemsel gelişmelerle ilişkisini birlikte değerlendirmek kaçınılmaz bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.

Irak ve Suriye’de olduğu gibi Yemen’de de İran ve ABD arasında bir mutabakat sağlandığı tezleri ise, yukarıda da belirttiğimiz gibi tamamen dönemsel okumalara dayanmaktadır.Bölgede Müslüman kardeşler çizgisini dönemsel olarak karşısına almayı kendi geleceği için(kısa vadede) gerekli gören Suudlar’ın, Mısır’daki kanlı diktatörlüğe destek vermesinin bu ülkenin Ortadoğu’daki ağırlığını yitirmesine ve kendi güvenliği ile ilgili kaygılarının artmasına neden olduğu yavaş yavaş netleşmeye başlamaktadır.Nitekim, hanedanın güvenliğiyle çok sıkı bağlantılı olan İsrail’in güvenliğinin yeni mekanizmalarla garanti altına alınamaması gerçekliğinin zorladığı yanlış adımın farkına varan yeni kralın Suudi Arabistan’ın pozisyonunu değiştirmeye çalıştığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Peki, Yemen’deki gelişmeler bağlamında bir kez daha gündeme geldiği üzere, İran bölgede giderek güçleniyor mu? Yoksa İran, bölgedeki değişim ve dönüşüm sürecinin temel dinamiklerini kendi cephesinden okuyarak hızla küresel sistemin bir parçası olmaya doğru savruluyor mu?Suriye politikası ile çok belirginleşen ilkesel yaklaşımlarını terk edip reel politikanın cazibesiyle mi hareket etmektedir?Bu ve benzeri soruların başlı başına değerlendirilmesi lazımdır.Ancak, bu aşamada, tıpkı Yemen konusunda olduğu gibi İran ile (P5+1) ülkeleri arasındaki Nükleer Enerji Çerçeve Anlaşması’nı da ele almak gerekmektedir…

İran nereye doğru evriliyor?

İran, siyasi boyutuyla öne çıkan/önemsenen devrimiyle birlikte küresel sistemin dışında bir pozisyon alarak bağımsız bir duruş sergilemesi küresel güçlerin uykularını kaçırmış; Müslümanları ise derin bir uykudan uyandırmanın yanında ciddi olarak umutlandırmıştı.Her ne kadar bu devrim, düşünsel bir dönüşüm üzerine bina edilen klasik bir devrim olmasa ve bu durumun ortaya çıkaracağı ciddi açmazlar İran’ın sistem-dışı niteliğini sürdürmesini zorlaştıracağının farkında olunsada Müslümanlar için büyük önem arzetmekteydi.Ne var ki korkulan olmaya başladı…Humeyni sonrası hızla evrilen İran, ilkesel ve ahlaki sorumluluklarından çok Şii (ulus-devlet) politiği zemininde kendi çıkarları ve güvenliğini ön planda tutan bir çizgide ilerledi…Ve son anlaşma bir kez daha gösterdi ki İran’ın ulus-devlet çizgisindeki savrulması, yeni bir duruşa doğru ilerlemesi arizi bir durum değildi.Hatırlanacağı gibi daha önceki yıllarda Batı’nın “liberal” diye nitelediği liderlerin yapmak istediklerini, sözkonusu liderlerin önünün kesilmesi ve bir kısmının göz hapsinde tutuluyor olmasına rağmen, Velayet-i Fakih’in zımni desteğiyle Ruhani ile kontrollü bir şekilde gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.Nükleer anlaşma ile birlikte yaşanan süreç çok daha netleşmiş ve içeride ve dışarıda yeni denge arayışı aşamasına gelmiştir, ne yazık ki…

Başlangıç tarihi Şah dönemine kadar uzanan İran’daki nükleer çalışmaların, belli bir süre sonra “İran İslam Cumhuriyeti”nin ‘reel politik’ hesaplarının bir enstrumanı haline gelmesi de rejimin duruşundaki evrilme ve güvenlik kaygılarıyla beraber gündeme geldi.Her ne kadar nükleer anlaşma konusundaki somut gelişmeler daha önce söz konusu olsa, Yeni Türkiye ve Brezilya’nın öncülüğünde bir çerçeve anlaşmaya çok yakınlaşılsa da dönemin şartları bu anlaşmanın akim kalmasına neden oldu.Ama gerek İran’ın izlediği çizgi ve gerekse de küresel güçlerin bölgeyle ilgili stratejileri bu kez nükleer çalışmalarla ilgili bir (ön) anlaşmaya imza atılması sonucunu doğurdu.

İran ile (P 5+1) ülkelerinin imzaladığı bu anlaşmada pragmatik boyutlar baskın gözükmektedir.Bu anlaşma başta ABD açısından, bölgedeki yeni düzen arayışı sürecinde açmazlarını aşmada ciddi imkanlar ve hareket alanı sağlarken, İran içinde, geldiği çizgiyi muhkemleştirmek ve küresel sistemle uyumlu pozisyon alması açısından önem arzetmektedir.Aynı zamanda İran’ın bu anlaşmayla ekonomik rahatlama sağlaması ve dış baskıları hafifletmeside devrimden bu yana yaşadığı değişim açısından trajik bir manzarayı da ortaya koymaktadır.Her ne kadar bu vahim durumun İran’ın iç dengelerini nasıl etkileyeceğini şimdiden öngörmek mümkün olmasa da, İran’ın bölgedeki duruşunun değişmesi Müslümanlar açısından olumsuz sonuçlar doğuracağı çok açıktır.

Eğer İran ile Batı arasındaki bu ön anlaşma, mevcut zeminde devam ederek sonuçlanırsa, bu öncelikle ABD-Rusya ilişkilerindeki dengeyi etkileyecektir.Aynı zamanda, bu gelişme kaçınılmaz olarak İsrail’deki radikal unsurlar başta olmak üzere bölgedeki eski düzenin bir süre daha devam etmesi ve değişimin niteliği konusunda farklı yaklaşımları olan güç odaklarını rahatsız edecektir.Zira İran’ın süreç içerisinde sisteme entegrasyonu bölgedeki güç dengelerinde değişikliğe neden olabileceği gibi, ekonomik savaşlarda, özelliklede bölgedeki enerji projelerinin şekillenmesinde etkili olacağı açıktır.Nitekim anlaşmayla ilgili Obama’nın; “…Bu gerçekten Ortadoğu’da yeni bir savaş başlatmaktan daha kötü bir seçenek mi?” vurgusunun yanı sıra Lavrov’un; “Varılan anlaşma, Ortadoğu’daki genel güvenlik durumunu ve İran’ın bölgedeki sorunların çözümüne katkı sağlamasını olumlu yönde etkileyecek.Varılan bu anlaşma, siyasi ve diplomatik çabalarla en zor sorunların çözülebileceğine kanıt teşkil etti.” şeklinde açıklamaları; İsrail ve dostlarının bu gelişmelerden tedirginlik duyduklarının değişik belirtileri, ne demek istediğimizin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacak göstergeler olarak okunabilir…Aynı zamanda tüm bu değerlendirmeler, birilerinin “ABD’nin bundan sonra Şii jeopolitiğinin önünü açacağı ve bu yolla ‘Sünni eksen’in gücünü azaltmayı düşüneceği…” yönündeki manipülatif, mezhepçi ve hiçbir derinliği olmayan iddialarının da, yeni bölge denge arayışında geçerli olmadığının da bir göstergesidir.Zira söz konusu gelişmeler, bölgedeki değişim ve dönüşüm sürecinin temel dinamikleriyle birlikte gündemdedir Bölgede yaşanan dönemsel gelişmeler ve hamlelerden, ilkesel sürecin esaslarında bir değişiklik öngören sonuçlar çıkarmak mümkün değildir.Küresel güç merkezleri ve yerel işbirlikçilerinin yeni bölge tasavvurlarında, dönemsel gelişmelerin aldatıcılığı ve yakıcılığına rağmen, esasta bir zımni uzlaşma, daha köşeli bir ifadeyle bir zorunluluk devam etmektedir.Son gelişmeler, yeni düzen arayışının merkez ülkelerinin ılımlı çizgilerinin daha da ılımlı bir çizgiye taşınması, kontrolünün kolaylaştırılması gibi önemli bir etkisi olsa da strateji savaşını sürdüren küresel güç odaklarının bölgeyle ilgili projeksiyonlarında esasta bir değişiklikten söz etmek mümkün değildir.Bu bağlamda, yeni bölge dengelerinde Yeni Türkiye’nin merkez konumu devam etmektedir…(Ilımlı) laik demokrat Yeni Türkiye’nin bölgedeki değişim süreci başta olmak üzere Yemen ve nükleer anlaşma konularındaki yaklaşımları da bir kez daha göstermiştir ki merkezi konumunu giderek güçlendiren Türkiye, değişen dünya ve bölge dengeleri açısından vazgeçilmez özelliklere ve stratejik öneme sahiptir…

Yeni Türkiye’yi , ideolojik çizgisi ve yeni misyonunu ıskalamadan okumak…

Hiç şüphesiz bölgedeki değişim ve dönüşüm sürecinin, yeni denge arayışının kilit ülkesi Yeni Türkiye’dir.Ve Yeni Türkiye’yi yönetenler bunun bilinciyle hareket ederken kullandıkları dil ve kültürel arkaplanları nedeniyle hep yanlış tanımlanmakta ve konumlandırılmaktadırlar.Nitekim Cumhurbaşkanı’nın İran ziyaretinde de bu bir kez daha görülmüştür.Öyleki İran Cumhurbaşkanı ve diğer yetkililerin gözünün içine baka baka R. T. Erdoğan’ın, ‘mezhepçi’ anlayışları telin etmesi ve muhataplarının bu konuda sessiz kalmış olmaları manidardır.Siyasi devrim yapmış İran İslam Cumhuriyeti’nin iddiaları ve politikalarının   son dönemdeki algısını, Ilımlı laik Türkiye’nin ideolojik çizgisi ve misyonunu dikkate almayan okumalar, bir Müslüman zihnin kabul edemeyeceği kadar vahim ve düşündürücüdür.İçinde bulunduğumuz kaos ortamı ve kafa karışıklığını çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır, bu manzara…

İdeolojik çizgisi ve bölgedeki yeni misyonu gereği “jonus” yüzlü Yeni Türkiye’nin mezhepçi, ulusçu, ötekileştirici bir politikayı tercih edemeyeceği artık anlaşılmalıdır.Bu gerçekliğe rağmen hala Yeni Türkiye’nin mezhepçi dış politikasından bahsetmeyi anlamak mümkün değildir.Ancak, bu konudaki ısrar ve malum çevrelerin sözcülüğünü yapanların, mezhepçi dış politikadan bahsetmeleri, bir süre sonrada Yeni Türkiye’nin ‘mezhep eksenli’ dış politikadan ‘eski ayar’larına dönmeye başladığını iddia etmeleri olsa olsa bir algı yönetiminin parçası olabilir.Böyle bir ortama ve tüm dönemsel sıkıntılara rağmen yeni düzenini oturtma mücadelesi vermekte, Yeni Türkiye.Ama henüz yeni düzenini anayasal bir zemine dayandıramaması ve bölgede ve “sistem-içi”nde yaşadığı sıkıntılar, yaşadığı her seçimi olağanüstü seçim havasında yaşamasına neden olmaktadır.”Sistem-içi” güç ve çıkar mücadelesindeki gerginlik, alınan mesafelere rağmen istenildiği düzleme çekilememektedir…

Ama, her şeye rağmen, gelinen aşama, Yeni Türkiye’nin uluslar arası sistemdeki yeni konumu ve misyonu, kendi içindeki farklılıkları yeniden tanımlayacağı anayasal yapıyı kurmaya mecbur kılmaktadır.Dolayısıyla Haziran-2015 seçimi, yeni anayasa, siyasal sistem değişikliği ve “çözüm süreci” gibi çok önemli tartışma gündemiyle yine gergin ve her zamankinden daha çok provakasyonlara açık bir vasatta yapılacağı görülmektedir…

“Durum sizin sandığınız gibi değil”, “ne yapalım başka çaresi yok” gibi ilkesel ve ahlaki sorumlulukların üzerini örtmeye yetmeyen gerekçelerle gözümüzün önündeki temel yanlışlıklara, ilkesel sapmalara, ahlakı dışlayan politikalara sessiz kalamayız.Müslümanca düşünen, ümmet bilinciyle olaylara yaklaşanların, çeşitli gerekçelerle, ilkesel hata ve çarpıtmalara karşı tepkisiz, tavırsız kalmaları kabul edilemez…

 

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir