
“Din Dili” Üzerine
Her alanın kendine has bir kavramlar dünyası/dili vardır. Dinin de bir dili vardır. Kur’an’ın dili “Din
Dilidir.” Her ilmin bir dili vardır. O dil bilinmezse o ilmin ifade ettiği yüksek manalar anlaşılamaz.
Matematiğin, hukukun, tıbbın, biyolojinin, astronominin, tabiat bilimlerinin, sosyolojinin, felsefenin
velhasıl her ilmin kendine has bir dili vardır. Siyaset, hukuk, sanat, ekonomi vb. insan kaynaklı iken;
din ilahi kaynaklıdır ve insanın dikkatini ötelere, metafizik âleme çevirir. Ama bu dünya ile de ilgilenir.
Emirler, yasaklar, helaller, haramlar dinin bu dünya bakan yüzüdür. İşte tam burada iyi kurgulanmış
bir din diline ihtiyaç vardır. Yoksa dinin dünyaya bakan yüzü sanallaşır, içi boş bir ritüele
dönüşür.
Dinin aşkın, yani aklı aşan boyutu kadar rasyonel bir boyutu da mevcuttur. Dini anlamaya, yorumlamaya
ve hayatımıza indirgemeye çalışırken bu her iki boyutuna {aşkın-rasyonel} dikkat etmek
gerekiyor. Dinin bir ideolojiye indirgenmemesi ya da anlaşılması mümkün olmayan bir dogmatizme
dönüşmemesi için bu şarttır. Bu dengenin gözetilmediğini hemen hemen tarihin her dönemde din
adına işlenen vahşetler göz önüne sermektedir. Tarih boyunca cehalet dini dogmalaştırmış, siyaset
dini ideolojileştirmiştir.
Tarihte ortaya çıkan en önemli kırılmalardan biri de siyasi farklılık/çekişmelerin dini alana çekilerek
din dilinin belli bir kitleyi savunan ve kendi dışındakileri öteki gören bir söyleme dönüşmesidir {sünnilik,
şiilik gibi}. Siyasi alanda yaşananlar, {Muaviye ile başlayan iktidar oyunları} din dilinin çerçevesinin
sapmasına, sebep olmuştur. Böylece din dili kavramlar dünyasına olmadık anlamlar yüklenmiş;
din belli bir grubun, kurumu veya güçü elde tutmanın bir aygıtı haline dönüştürülmüştür.
Dolayısıyla ortaya çıkan din dili ümmeti bir araya toplamaktan çok ayrıştırmaya hizmet etmiştir.
İslam dünyasında din dili “korku” ile bütünleşmiştir. Hz. Peygamber’in, “müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz;
kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz” uyarısına rağmen, dini söylem biçiminde korku egemendir.
İnsanlar, günah korkusu ve suçluluk duygusuyla din içerisinde tutulmaya çalışılmaktadır. İslam
korkuyu bütünüyle göz ardı etmez. Ancak, İslam’da esas olan Allah’ın rahmetinin her şeyi, kuşatmış olmasıdır. Allah, “Rahman”dır; merhamet O’nun en belirgin niteliğidir. Allah’ı doğru anlamak, ancak
O’nun “özünde merhametli” olduğu gerçeğini algı biçiminin merkezine yerleştirmekle mümkün olabilir.
Dinin korku merkezli dilini anlayabilmek için birazcık gerilere gitmek gerekmektedir. Bu toplum
son iki asırdır korkularla yaşamaktadır. Bu korkular, özne bir ümmeti nesne bir ümmet yapmıştır.
Hala birbirimizle uğraşmaktan, birbirimizi suçlamaktan vaz geçemedik. Bu durum bizi mağlup
medeniyet olmaya götürmüştür. Din dilinin korku merkezli olması, çok ciddi sorunları beraberinde
getirmektedir. Her şeyden önce, din birleştiricilik vasfını kaybetmektedir. Siyasetin ürettiği bir takım
olumsuzluklar, korku egemen din dili sayesinde toplumda kalıcı hale gelmeye başlamaktadır {yanlış
kader anlayışı gibi}. Daha açık bir ifadeyle korku kültürü, hem dinin etkinliğini azaltmakta, hem de
din istismarını kolaylaştırmaktadır. Bütün dini yapılarda okumaktan insanlar hala korkmakta ve
yapılarda bunu onaylayıp körüklemektedir.
Din dilindeki görülen sapmalardan biri de dinin bilimle karıştırılarak, din dili kavramlar dünyasını,
bilimsel bir dilin istila etmesine kapı aralamaktır. Bu anlayış modern bilgiyi eksene alarak buluşların,
icatların vahye tasdik ettirilmesine çalışmaktadır. Her şeye bilimsel bir kılıf aramaya çalışılır. Görüldüğü
gibi din dili sorunu sadece geçmişe özgü değil. Bugün de o sorun halen devam ediyor. Bunun
ortadan kalkması; din dilinin dini bir çerçeveye oturtulmasına bağlıdır. Yani din dilini oluşturan
kavramların dinden hareketle anlaşılması, yorumlanması ve hayata dönüştürülmesi gerekiyor. Dinin
bütünselliğini dikkate almak diğer bir değişle Murad-ı İlahiyi yakalamak gerekiyor. Aksi halde din
dili ümmetin dili olmaktan çok belli bir grubun, fırkanın ya da belli bir coğrafyanın dili kalacaktır.
Aslında Hz. Ali’nin kendi döneminde Kur’an’a önyargıyla yaklaşan kimseler için söyledikleri; din
diline nesne muamelesi yapanlar için de geçerli olduğuna inanıyorum: “Kur’an konuşmaz. Onlar
Kur’an’ı konuştururlar.’’
Mevcut din dili, genel bir dil değil; kelam, felsefe, tasavvuf, fıkıh, hadis, tefsir gibi ilmi disiplinlerin
ortak dilinden oluşan özel bir dildir. Bu disiplinlerin hepsinde de zamanın siyasal anlayışlarının
etkisi vardır. Bu dil ile bugün kitlelere, dinin içeriği ve mesajını iletmek mümkün olamamaktadır.
Yani din diye aktardığımız şey tarihin ta kendisi olmaktadır. Diğer bir ifadeyle bir zaman dilimindeki
din algılarını din diye sunmaktır. Bu dille yazılmış metinleri ancak ilahiyatçılar veya özel gayret
sarfedenler anlayabilmektedir. Yani bu disiplinlerin kavramlar dünyasını anlamak, özümsemek ve
yeni bir kalıba dökme işi zor bir iştir. Mevcut din dilini doğrulayanlar; istsinasız herkesin bu işi yapabileceğini
iddia etmiş oluyorlar. Bu disiplinlerin dili özel bir dildir. İsteyenler bu alanda kendilerini
yetiştirmelidir ve bu elzemdir. Fakat buralardaki mesaj ve sadra şifa düşünceler bu özel dil içerisinde
kaybolup gitmektedir. Genel bir dil olmadan, düşünceler yerleşmez, topluma ulaşmaz, toplumdan
rağbet görmez.
Kitlelere dinin mesajını iletmek, onlara dini bilgileri yüklemek değildir. Malesef bugün din götürü-
yoruz diye, ağdalı bir dille dinin belki de kabı götürülmektedir. Yani içinde din olmayan boş bir kap.
Bu komşunuza boş tabak verip, kendinizi tatlı götürdüm diye kandırmaktır. Bu durum toplumda
istenilen davranışların, yani dinin hayata dönüşmemesini netice vermektedir.
Aşırı dogmatik ve lafızcılığımız din dilinin tıkanmasına sebep olmuştur. İnsanların kalıplaşmışlığı
ve şekilden öze kanatlanamayıp anlamla tanışamaması aşılması gereken çok önemli bir sorun. Aşırı
şekilcilik, özü gölgelemektedir. Din üzerinde yeniden bir zemin etüdü yapılmalıdır. İslam düşüncesinin
yaşadığı tutulma mevcut din dilinin sorgulanmasına ve yeniden kurgulanmasına bağlıdır.
Kur’an’ın din dili Allah merkezlidir. Salt kavramlara indirgenen Allah, eyleme yansımamakta yani
fiiliyata geçirememektedir. Nihayetinde Allah inancı ahlaki fonksiyonunu da ortaya koyamamaktadır.
Dil müşterek bir iletişim vasıtasıdır. Bu da insanın dünyayı anlaması, eşyayı algılaması ve ifade etmesi
demektir. İnsan dil vasıtası ile anladığını anlatır ve dil yoluyla kimlik kazanır. Yine insan dil vasıtası
ile duygu ve düşüncelerini ve böylece kendini ifade eder. Mevcut din dili eski {köklü} bir dildir diye
yeniden kullanılamaz. İllede eski din dilini kullanmayı savunmak aracı amaç yerine koymaktır.
Kur’an’ın indiği toplumun dilini kullanması, evvelki ilahi kitapların dillerinin farklı oluşu dilin bir
araç olduğuna en güzel delildir.
İslami davette Kur’an merkezli bir din dili birliği sağlamak çok önemli bir husustur. Bunun için de
dinin sabit ve değişkenleri bilinmelidir. Dinin sabitleri: Allah’a, ahirete, kitaplara, peygamberlere,
meleklere iman; adaleti her alanda ayakta tutmak, emri bilmaruf – nehyi anilmünker, ahlak ve
ahkamdır. Ancak topluma ulaştırılacak bu sabitler herhangi bir mezhep, tarikat veya cemaatin
yorumları olmamalıdır. Toplumda din noktasındaki kafa karışıklığının giderilmesi için analitik
düşünmeyi öğretmek gerekiyor. Dinin değişkenleri noktasında farklı yorumların olabileceğini, ayrı
düşünmenin ayrılmayı gerektirmeyeceği hususunda davetçi güzel bir din dili kullanmalıdır.
Ümmetin geleceği açısından, din dilinin mutlaka korkudan arındırılması gerekmektedir. Toplumu
bir arada tutan temel kurucu değerlerin aşınmasına yol açan korku, aynı zamanda uzlaşı kültürünün
oluşmasına da engel teşkil etmektedir.
Korku merkezli din dilinden kaynaklanan korkularımızın içinde boğulup kalmak istemiyorsak,
korkularımızın çoğunun öğrenilmiş, sonradan üretilmiş korkular olduğunu bilip onlarla bir şekilde
yüzleşmeliyiz. Korkularla yaşamak, insanın tabiatına uygun değildir. Korkunun yaşam biçimi haline
gelmesi, insanca yaşamanın olmazsa olmazı olan adaletin ve yüksek güven kültürünün kök hücrelerinin
kuruması demektir. Bunun yok oluş olduğunu herhalde söylemeye hacet yoktur.
Yeni bir din dilinin kurgulanması için; toplumdaki din anlayışları, dini sapma ve yabancılaşmanın
nedenleri, din düşmanlığı gibi sorunların tespit ve analizi yapılmalıdır. Yeni bir din dili kurgusu,
mezhep, tarikat ve cemaatler üstü bir yapı olmalıdır.
Din dili, muhatapta huşu/kalbi saygı, hayret ve hayranlık uyandıran bir mahiyette olmalıdır. Akla
ve kalbe hitap etmelidir. Hayret ve hayranlık uyandıran mesaj yüklü din dili akla hitap edip insanı
imanın kapısına getirirken; kalbe hitap eden din dili ise pratik ahlakı ve sorumluluk bilincini yeşertecektir.
Din dilinde öne çıkarması gereken hususlar olarak şunları sıralayabiliriz:
1. Kur’an’ı önceleyen bir bakış açısı sunmalıdır: Hz. Ali, alimi Kur’an’ın önüne hiçbir şeyi geçirmeyen
olarak tanımlar. Toplumda dini kaynağından öğrenme bilinç ve ahlakının yerleşmesine
temine çalışılırsa, toplumda Kur’an’ın önüne bir şeyi geçirmeyecektir.
2. Dinin kapı olduğu duvar olmadığını pratiğe çıkarmalıdır: Dindar insanların bireysel, ekonomik,
toplumsal, mezhebi, mesleki durumlarından dolayı yaşadıkları sorunlar mezhepçilik, tarikatçı-
lık, cemaatçilik duvarlarıyla örülmekte ve çözümsüzlük sunularak bütün çıkış kapıları din adına
kapatılmaktadır. Din kapı iken duvar yapılmaktadır. Din, tıpkı kapısı ve penceresi olmayan tavanı
kapalı bir odaya {!} dönüştürülmektedir.
3. Rivayet kültürünün değerlendirilmesinde metot takip etmelidir: Bir rivayet, Kur’an’a, akla, sünnete,
tarihe ve bilime arz edilmelidir. Rivayetin konusuna göre yerine göre birine veya hepsine
arz edilmelidir.
4. Rivayet konusunda toptan red veya toptan kabul mantığından uzak bir dil kullanılmalıdır.
5. İnsanda farkındalık meydana getirmelidir: Kainat, insan, hadisat kitaplarını Kur’an paydasıyla
okuma becerisi geliştirecek bir dil olmalıdır.
6. “Din dili, yaşayan imanın dili, müminlerin anlayışlarını yönlendiren ve hayatlarına yön veren temel
bakış açısı ve tutumları dile getiren bir dildir. Bu bakımdan din dilini emprik {deneyci} dünyaya işaret
eden veya tanımlar arasında ilgi kuran {analitik} bir dil değil, bizim nihai mukadderatımıza ilişkin
kanaatlerimizin dile getirildiği bir dil olarak görmek gerekir.” {Turan KOÇ, Din Dili, 17}
7. Hasan HANEFİ’nin dediği gibi din dili teolojik dilin gölgesinden ve ağdalı anlatımından soyutlanmalıdır.


