Yazılar

Hayatı Anlamlandırmak

Dünyaya gelen her varlık kendine tayin edilen ömrü tamamlamak zorundadır. Bütün varlıklarda olduğu gibi, insan denilen varlığada tevdi edilen hayat kendi tercihi değildir. Dünyaya gelirken kimden, nezaman, nerede ve nasıl bir ortamda hayata merhaba diyeceği kendisine sorulmadan,fikri alınmadan bahşedilmiştir.

İnsanı diğer varlıklardan ayıran ve üstün kılan en bariz özelliği ona akılın bahşedilmiş  olmasıdır. O, bu akıl sayesinde eşyayı betimleyebilmektedir. İnsan tabiatı gereği ben kimim, nereden geldim nereye gidiyorum, varlık sebebim nedir…? gibi sorularla kendine hayatta yer bulmaya çalıştığı andan itibaren kimliğini bulmaya/kişiliğini oluşturmaya başlar. Bu kişilik insanda zaman içerisinde oluşur. Kişiliğin oluşmasına etki eden faktörler vardır; İçinde bulunduğu ailesi, çevresi, eğitim aldığı kurum ve yaşadığı coğrafyanın kültürüyle insanın kendisinde ister istemez bir kişilik/şahsiyet meydana getirir. Yaşamak zorında kaldığı  hayata, kişiliğin kaynağı olan dünyagörüşü damgasını vurur rengini verir. Bütün bu etkenler kişinin yaşayacağı hayatı; neyi, nasıl, neye göre yapacağının nirengileridir. Yani dünyaya gelen her insan şöyle veya böyle bir yaşam şekline göre hayatını düzenleyerek tamamlar. (3/185, 35/11)

Hayat şekli olarak sahih islamı benimseyen insan şunu iyi bilir/bilmelidir ki; kendisine bahşedilen ömrün sonunakadar, teslim olduğu sahih islami hayat şekline göre tamamlamak zorundadır.(12/101) Çünkü müslümanlık doğuştan kazanılan bir hak olmadığı için, (16/78) kişinin müslüman bir ebeveyinden dünyaya gelmesi onu müslüman yapmaz. Kafirden doğanın -eğer isterse- müslüman olabileceği gibi, Müslümandan doğan da iman etmediği taktirde  islam dışı (cahili) bir hayat şekline göre hayatını düzenleyebilir. İslam’a iman kalıtsal ‘irsi’ yola geçen bir olgu degildir. Karpuzun çekirdeğinden karpuz, kavunun çekirdeğinden kavun çıkar, ama insan ne karpuzdur, ne de kavun. Müslüman olmak için anne-babanın müslüman olması değil, kendisinin isteyerek ve neye-niçin iman ettiğini bilmesiyle olur. (Tahkiki iman) Kişi neye iman etmiş ise inandığı o şeyin müslümanıdır.(teslim olanıdır) Dolayısıyla bilinçli mü’min bütün bir hayatı inancının gereğini yerine getiren ve her anının imtihan olduğu bilinciyle hareket edendir. Onun yürümesi, (31/18,19) ticareti, (83/1,2,3) komşularıyla ilişkisi (4/36), aktine vafası (5/1), bakışı (24/30,31), konuşması (2/83), (31/19)…Hayata dair neyi nasıl yapacağı konusunda apaşmadan danışacağı bir merci vardır.(16/36)  “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (51/56,58)

Mü’min kendisini yaradana kul olandır.(12/40) Dolayısıyla Allah’a kul olmayı seçenin artık özgürlük hakkı diye bir lüksü olamaz. Kul; itaad eden, boyun eğendir/iradesini itaad ettiğine teslim edendir. Kul olmasının gereği, kendisine verilen hayatı O’nun belirlediği kurallara göre yaşamak zorundadır. Bundan dolayıdır ki itiraz edemez. İman ettiğini söylemekle akidleşmeyi/kontratı yapmış demektir. Kurallara itiraz etme hakkını akidleşmeden önce kullanmalıdır. İnsan isterse Allah’a iman eder, istemezse etmez. Yaratıcı yarattığı insana iman edeceği varlığı seçme ve isteği doğrultusunda hayat çizgisini belirleme şansını vermiştir. O, ya yaradana kuldur ya da başka şeylere .“Bir kalpte iki sevda olmaz.” (33/4) Müslümana yakışan akdine riayet etmektir. “Allah’dan korkulması gerektiği gibi korkun ve sizler ancak müslümanlar olarak can verin.!” (3/102).

Hayat bir imtihan ve imtihan da hayatın bir gerçeği ise, bakalım ahdimize sadık kalacakmıyız diye hayatın her alanında ve anında deneneceğiz anlamına gelmekdemektir bu. ”İnsanlar İman ettik dedikten sonra, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?” (29/2)
İslam, tıpkı dolu bardağın içindeki su gibi hayatın bütün alanlarını doldurmaktadır. Suyun içerisine başka bir şey eklemeye kalktığımızda tadını, rengini, özelliğini değiştirerek bozduğumuz gibi, bir kısmı da bardaktan taşıp dökülecektir. Çünkü dolu bir şeye başka bir şey ekleyebilmek için önce ondan eksiltmeliyiz ki, boşalan yere ötekini/başkayı koyabilelim.
‘Hayat boşluk kabul etmez’ Hayatın her alanını Kur’an’nın ilkeleriyle doldurmayan müslümanlar başka şeylerle (dünya görüşleri) dolduracaklar ve dolayısıyla bir uyumsuzluk meydana gelecektir. Bu yüzden islamın iyi bilinmesi gerekmektedir. (Bardağın sahih, Kur’andaki islamla doldurulması gerekmektedir.) Hayatına islam dışı unsurları sokanlar, ya islamı iyi bilmiyorlar, ya da gereği gibi teslimiyet yok demektir. ‘Emrolunduğun gibi dosdoğru ol’mak, (11/112) yoksa sadece Allah elçisi Muhammed’e mi ait bir emir?!
Öncelikle, Allaha’a verdiği sözde dosdoğru olmak, akdini yerine getirmek, kulluğu sadece O’na has kılmak, ancak O’na ibadet edip, ancak O’ndan yardım dilemek, ölçüde tartıda hile yapmamak, iftira etmemek, namazları gafletten uzak huşu içinde kılmak, yeryüzünde kibirli yürümemek, yapılan iyiliği başa kakmamak, konuşurken ses tonuna dikkat etmek, akraba aleyhine dahi olsa doğru şahidlikte bulunmak, emanete asla hıyanet etmemek, sözünde durmak…daha sayabileceğimiz bir çok Kur’anla belirlenen kural, müslümanın hayatını kuşatan/anlamlandıran kurallardır.
İslam hayatın tamamını kuşatıyorsa -ki öyle- o zaman müslümanım diyen insanların hayatlarındaki bu çelişkiye ve bunca islam dışı unsurlara ne denmeli?
Hiç kimse Allah’ın imtiyazlı kulu değildir. Kim işin gereğini yapar, hikmetle hareket ederse Allah ona muvaffakiyet verir. “Kim Allah’ın dinine yardım ederse Allah’da ona mutlaka yardım edecektir”(47/7) Hayatı anlamlı kılan şey, yapılacak işi yapılması gerektiği gibi yapmaktır.
İşi gereği üzere yapma konusunda kendisinde bizler için çok güzel örnekler olan Allah’ın elçisinin hayatında ki şu olay bize çok şey anlatmaktadır. Bi’setin 13. yılında gerçekleşen hicret hadisesini bilmeyen müslüman yoktur. Ama ders çıkaranımız çok azdır. Bu zorlu yolculuğa çıkmadan önce resulullah arkadaşıyla birlikte yolculuk planını yapmıştır. En iyisinden iki deve satın alıp günlerce besiye çekmişler, antramana tabi tutmuşlar, yol güzergahlarını belirlemişler, izlerini kaybettirecek yollara baş vurmuşlar, kendilerine de klavuzluk işini (Medine yol guzarğahını) en iyi bilen müşrik bir adamı kılavuz olarak seçmişler ve vakit geldiğinde de planı uygulamışlar. Bu olaydan şunu görüyoruz; olsunda nasıl olursa olsun mantığıyla hareket etmemiş Allah’ın elçisi. Yapılması gerekenlerin en iyisini en dirayet sahibi insanlarla yapmış. ‘Klavuzluk işini bizden biri yapsın da bedavaya getirelim, develerde ucuz cinsinden olsun, nasıl olsa Allah bize yardım edecek’ dememiş.
İşleri gereği üzere yapma konusunda, biz müslümanlar Allah’ın elçisine ne kadar benziyoruz diye sormamız, düşünmemiz lazım değil mi?!

Hayat bir realitedir. Bu realiteden hiç kimse kaçamadığına göre ve bazı şeyler zaman zaman zorlaşsa da güçlüklere sabırla dayanarak hayatı anlamlandırmak bizlerin elinde. Eşyanın tabiatına uygun/işi gereği üzere yaptığımızda başarmışız demektir. “Allah kullarına vusatlarının üstünde yük yüklememiştir.” Sonsuz sonda vaad edilene kavuşacaklara selam olsun diyorum…

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir