GenelYazarlardanYazılar

Hayatımızın Yanlışını Nerede Yapıyoruz?

“Sizden önce ilahi yasaların değişmezliğini kanıtlayan birçok olaylar gelip geçti. Yeryüzünü gezip dolaşın da Allah’ın ayetlerini yalan sayanların akıbetinin nasıl olduğunu yakinen görünüz.” (Ali İmran 3/37)

Bu ayetle rabbimiz bizden önce bu hayatı yaşamış olan toplumların neler yapıp ettiklerini ve bunların sonucunda başlarına nelerin geldiğini, araştırıp öğrenmemizi istemektedir. Bu yasaların değişmezliğini de hatırlatarak; hiç kimsenin bu yasalardan kaçamayacağı ve sonucun bizim için de aynı olacağını anlamamızı istiyor.

Rabbimizin kâinata koymuş olduğu değişmez yasaları vardır. Bunlar herkes için değişmeyen özelliği ile hükmünü icra eder. Bu yasaların hükmü inanan için ne ise inanmayanlar için de aynıdır. Dünya hep aynı istikamette aynı hızla dönmekte, yer çekimi kanunu herkes için işlemekte, suyun kaldırma gücü, rüzgârın itme kuvveti… ve benzeri hiçbir yasa kimseye özgü değildir. Herkes için aynıdır. Güneş daima doğudan doğup batıdan batmaktadır. Sağlık ve sıhhatin korunması için gerekli olan şartlara kim riayet etmez ise hastalanması kaçınılmaz olacaktır. Hayatın kulluk bilinciyle yaşanması için konulmuş kurallarını ihmal etmenin sonucu; isyan ve tuğyan ile sonuçlandığı gibi;  Bu noktaya gelen toplumların akıbeti de bellidir. Kangren olan uzvun kesilmesi nasıl gerekli ise; sosyal ve ahlaki bakımdan bozulan toplumların da Allah Teâlâ’nın takdir edeceği şekilde ıslahı veya helaki mukadder olacaktır. İşte bu gerçek, bir sonraki ayette şöyle açıklanmaktadır:

“Bu (Kur’an), bütün insanlığa bir açıklamadır. Takva sahipleri için de bir hidayet rehberi ve bir öğüttür.”(Ali İmran 3/138)

Bu gerçeği Kur’an, bütün insanlık için ortaya koymasına rağmen; inananların buradaki imtiyazları, inanmış oldukları bir kitabın bunu açıklamış olmasından dolayı bu rehberliği şüphe duymadan kabul ederek herkesten önce hayata geçirmeye çalışmalarıdır.  Eğer böyle yapmazlarsa, hayatın en büyük yanlışını yapmış olurlar. Allah kâinata ve toplumsal olaylara koymuş olduğu yasalarını ihmal edenler kim olursa olsun sonucunu göstermeyi asla “imhal” etmez. Anında karşılaşacakları takdir edilen acı sonucu gösterir.

Nitekim Allah’ın resulü içlerinde olmasına rağmen, emri tartışıp yerlerini terk eden okçuların, zafer sarhoşluğu ile ganimet toplamaya dalan savaşçıların ihmalinin sonucunu hezimet olarak karşılarında bulmuşlardı. İşte ilk acı tecrübeyi müminler burada yaşadılar. Bu gerçeği gereği gibi anlamayanların dağılan düşüncelerini rabbimiz şöyle toparlayarak düşünmelerini istemektedir:

“Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer gerçekten inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.”(Ali İmran 3/139)

Esas vurgunun yapıldığı noktaya dikkat edelim! “Eğer gerçekten inanıyorsanız üstün gelecek olan sizsiniz.” İnanmış gibi yaparak değil. Gerçekten inanmışsanız, bir işin gereği olan yasaları yerine getirmenin önemini, gevşeyip dağılmanın nelere sebebiyet vereceğini,  gerçekten iman etmenin insana vereceği moral gücün önemini ve emre itaatin gerekliliğini vurguladıktan sonra “gerçekten inanıyorsanız, üstün gelecek olan sizsiniz” müjdesini veriyor. Buna rağmen sızlananlara da şöyle buyuruyor:

“Eğer size bir yara dokunduysa; şüphesiz o kavme de o kadar yara dokunmuştur. Hem o günleri Biz, insanlar arasında döndürür dururuz. Bu; Allah’ın iman edenleri bilmesi (bizzat yaptıkları ile bilinmeleri) ve içinizden şahitler edinmesi içindir. Allah, zalimleri sevmez.” (Ali İmran 3/140)

Burada olayı tüm boyutları ile gözler önüne koyarak, hiç boşa sızlanmayın. Size bir yara/ geçici bir mağlubiyet dokunmuşsa, daha fazlası ile onlara da dokunmuştur. Onlar sızlanmıyorlar da size ne oluyor? Hem biz bu günleri (Zaferi ve mağlubiyeti) insanlar arasında döndürür dururuz.  Bunun sebebi ise; bizzat kendi yaptıklarınız ile imanınızı, samimiyetinizi ve sadakatinizi ortaya koyarak kendinize şahitlik etmeniz ve bunu bizim bildiğimiz gibi diğer insanlarında bilmesi görmesi ve örnek alması içindir. Sizler bu davanın uğruna sahip olduğunuz her şeyinizi feda ederek gerçek Allah’ın şahitleri oldunuz. Allah da size şahitlik eder. Zalimleri ise asla sevmez.

Benzeri bir durum Mülk suresinin ikinci ayetinde de dile getirilmektedir: “Hanginizin daha güzel iş yapacağını  (kendi yaptıklarınızla )ortaya çıkarmak ve sizi imtihan etmek için Allah hayatı ve ölümü yarattı. O azizdir, gafurdur.” (Mülk 67/2)

Burada rabbimiz zihinlerimize şunu kazımaktadır. Sizler bir şerefin sahibi olmak istiyorsanız; bu şerefi hak edecek bir emeğin, gayretin ve ödenmiş bir bedelin sahibi olacaksınız. Bedeli ödenmeden neyin sahibi olabiliyoruz ki, Müslüman olma şerefinin, mücahit olma şerefinin, kahraman olma şerefinin, Allah yolunun şahitleri olma şerefinin, böylece âlemlere üstün olma şerefinin ve nihayet Allah’ı razı ederek cenneti hak etme şerefinin sahibi olabilelim? Bunların her birine ulaşmak için ilk gayret bizden gelecek. Gücümüzü aşan yerde de Allah’ın yardımı imdadımıza yetişecektir. Bizlerin bu gerçeği gereği gibi anlamakta zorlandığımız için, bulunduğumuz durumu kabullenemiyoruz. İstiyoruz ki, İsrail oğullarının Musa (as)’a “Rabbinle birlikte git savaş biz burada oturacağız” dedikleri gibi rahatımızı bozmak istemiyoruz. Ve şöyle söyleniyoruz:

Biz Müslüman’ız, Allah bize niçin yardım etmiyor? Halkı Müslüman olan ülkeler olarak niçin sefilleri oynuyoruz? Bunca yapılan zulmü caniliği Allah görmüyor mu?…. ve benzeri sorular arka arkaya diziliyor. Görünen o ki bu işte bir yanlışlık var.  Ancak yanlışı nerede yapıyoruz ve nerede arayacağız?

Bu yanlışlık, Müminlere yardım sözü veren Allah Teâlâ’nın sözünde mi? Yoksa yardım edileceğini ümit ettiğimiz “Müslümanlarda” mı? İşte bu soruyu sorup muhatabını tespit etmek oldukça zor geliyor. Allah’ın vadinden dönmeyeceği kendi kitabıyla tescilli olduğuna göre, (Rum 30/6) hatayı, Müslüman olduğunu söyleyenlerde aramamız daha doğru olacaktır.

İşin ucu yine gelip bize dokunmaktadır. Bizim gibi işin içinden çıkamayan bir adam,  bizim geldiğimiz noktaya gelir.  Yaşanan olaylar karşısında şaşkına döner ve tanrıyı arayan adam diye bir kitap yazmaya karar verir. Sonra olayların iç yüzünü görüp anlayınca fikrini değiştirir. İnsanların insan olmalarının gereğini yapmadıklarını, duygusuz, duyarsız, bencil ve caniliklerine, insanlıklarını yitirmişliklerine bakar, kitabının adını “Tanrı Adam Arıyor”  şeklinde değiştirir.  Allah bizleri insan olarak yaratıp, imanla İslam’la şereflendirdi. Kur’an’la yolumuzu aydınlattı, Peygamberlerle örnek bir yaşam ortaya koydu, ilk Müslümanlar ile de yaşanırlığını gösterdi. Bütün bunlara sırtını dönüp sekiler bir yaşantının dibini görmeye çalışan biz Müslümanların Allah ile münasebetleri sadece görüntüden ibaret hale geldiği için, toplumda Müslümanca bir duruş, anlayış ve davranış görmek mümkün olmuyor. “İnandığınız gibi yaşar, yaşadığınız gibi de ölürsünüz” (Mûtû kel yaîşu) sözünde ifade edildiği gibi yaşıyor ve ölüyoruz. İşte hayatımızın hatasını burada yapıyoruz. İslam’ın ismiyle Kur’an’ın resmiyle avunuyoruz. Müsteşrikler gibi okuyor kapitalistler gibi yaşıyoruz. Elimizi vicdanımıza koyup düşünelim! Hangi anlayışımız, hangi yaşayışımız ilk Müslümanların haline ve yaşayışına benziyor. “Dünya yansa içinde bir bağ berdimiz yok” gibi rahatımızı bozmuyoruz. Konforumuzdan taviz vermiyoruz. Malımızdan harcamıyor, canımızdan ödün vermiyoruz. Biz Allah için bir şey yapmazken, Allah Teâlâ’nın bizim için bir şey yapacağını düşünmemiz abesle iştigal olmaz mı?   Rabbimiz: “siz beni anın ki bende sizi anayım. Bana şükredin nankörlük etmeyin” (Bakara 2/152)buyurmuyor mu?   Allah Müslümanlara-müminlere yardım edeceğini vaat ediyor. Kendisini mümin Müslüman zannedenlere değil. Başta ölçüyü koyarak şöyle tespitlerde bulunmuştu:

“Müminler malları ve canları ile Allah yolunda cihad ederler”(tövbe 9/20),   “Allah, Müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın aldı”(Tövbe 9/111),  “Allaha ve ahiret gününe inanlar Allah yolunda cihat etmekten geri kalmak için senden izin istemezler”(Tövbe 9/44) gibi onlarca ayette müminlerin özelliklerinden bahsetti. Öncelikle bizim bunlara bakarak durum tespiti yapmamız gerekmektedir. Ayrıca kitabı bu gözle okuyarak not alalım.  Bu özelliklerden hangisine sahip olduğumuza bakalım. Eksiklerimizi ikmal etmek için çalışalım. Şunu baştan bilelim ki, içi boş sloganlar ile ne Müslüman olunur ne de Allah razı edilir.  Allah Teâlâ, iman ettiğini söyleyen insanlardan bu sözlerindeki samimiyeti, Allah için yapacakları feragat ve fedakârlığı, davranışları ile ortaya koyacak insan/ Müslüman arıyor!  Bu zalim dünyanın elinde çırpınan insanlığı görmüyor musunuz?

“ Size ne oluyor da: Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip gönder, katından bize bir yardımcı lütfet” diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz”(Nisa 4/75) buyuruyor. Biz Allah’ın çağrısına kulak vermezken; Allah bizim çağrımıza cevap verir mi?  Allah Teâlâ da insanlığa yardımını onların eliyle ulaştırmak için; mümin, muvahhit, mücahit, mesaisini Allah’ın dininin yüceltilmesi için harcayan Allah erleri arıyor!  Oturduğu yerden ahkâm kesen,  işleri gönlünce olmayınca Allah’ı yardıma çağıran, kedini bu işlerden müstağni sayan zamanın modern mele ve Mütreflerine rabbimizin cevabı şudur:

“De ki: «Allah’ın size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeğe; ya da birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter. Bak, anlasınlar diye ayetlerimizi nasıl açıklıyoruz!” (Enam 6/65)

Bütün bu olanlardan anlıyoruz ki Allah, intikamını birbirimizin eliyle alıyor! Yaptığımız yanlış, yaşadığımız kavganın esas sebebidir!  Biz halimizi düzeltelim ki, Allah da bizim halimizi düzeltsin!

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı