
Heva Ve Hevesi İlâh Edinmek
Hevasını ilahlaştıran1kimseyi gördün mü? Allah, bir ilme dayalı olarak2, onu sapkınlıkta bıraktı. Ve onun kulağını ve kalbini mühürledi. Gözlerine perde çekti. Artık Allah’tan başka kim onu doğru yola iletebilir? Öğüt almaz mısınız? (45 Câsiye 23)
- Bir kimsenin; Tutku, kuruntu, bencil ve çıkarcı isteklerle, sahip olunan olanakları imtiyaza dönüştürmesi, vahiy yerine nefsine hoş gelen şeylere uyması “Heva ve hevesini ilâh edinmesi” anlamına gelir. İlah ise; hizmet edilen, tapınılan, kulluk edinilen, koruyucu, gönülden bağlanıp sığınılan, yüceliği karşısında hayrete düşülen, duyularla idrak edilemeyen varlık demektir. Hak veya bâtıl olsun tapılmaya lâyık görülüp ibadet edilen her varlığa ilah adı verildiği ve âlihe şeklinde çoğulu bulunduğu dikkate alınırsa, ilahın tanrı anlamına geldiği, Allah’ın ise bir ve kendisinden başka “gerçek ilah” olmayan diğer bir ifade ile Allah’a özgü bir isim olduğu ortaya çıkar. İlah’ın başına belirlilik takısı getirilerek Allah ismi Allah’a özgü özel bir isim olmuştur.
2.”Allah’ın bir ilme dayalı olarak saptırdığı kimse” ifadesiyle; O kimsenin sünnetullah gereği, tercihlerinin vahye uygun olmayan sapkın bir yaşam tarzına sahip olduğu bilgisinden hareketle Allah sapkınlığı seçen bu kimseleri kendi iradeleri doğrultusunda sapkınlıkta bıraktığını vurgulamaktadır. Nitekim, Nahl Suresi 93: “Allah, dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat Allah dileyeni saptırır, dileyeni de doğru yola iletir. Siz, yaptığınız her şeyden sorumlu tutulacaksınız.” Ayetinde de ifade ettiği gibi Allah, sapkınlığı gerektiren şeyleri yapanı saptırır; doğru yola iletilmeyi gerektiren şeyleri yapanı da doğru yola iletir, demektir. Kimin neyi hak ettiğine kararı Allah verir. Son cümleden de anlaşılıyor ki “dilediğini tercih etme sorumluluğu” insanın kendisine aittir.
Allah’ın bir kimseyi dalâlete itmesi, o kimsenin kalp ve kulağını mühürlemesi ile ilgili, bu ayetin siyak ve sibakından ahiret düşüncesini ancak nefsiyle hareket eden ve nefislerine kul olan kimselerin inkâr ettikleri açıkça anlaşılmaktadır. Ahireti inkâr edenler nefislerinde ki köleliği daha da artırarak inkâr çukuruna iyice batarlar. Hiçbir kötülükten çekinmeden, başkalarının haklarına tecavüz etmekten ve zulümde bulunmaktan sakınmazlar. Hak ve hukukun onlar nezdinde bir anlamı yoktur. Hiçbir şeyden ibret almadıkları gibi, onlara nasihat da fayda sağlamaz. Gece gündüz arzularının peşinde koşar heva ve heveslerini tatmin etmek için her yola baş vururlar.
Tüm bunlar, ahireti inkâr eden bir insanın bu inancının ahlâkını felce uğrattığının apaçık örnekleridir. Çünkü bir insanın davranışlarından kendini Allah’a karşı sorumlu olduğunu hissetmesi, onun bütün yaşamı boyunca insanlık dairesi çerçevesinde hareket etmesini gerektirir.
Bu gün çağımız Müslümanlarının en büyük sorunu gayb-i bilgilere dayanan ahiretin varlığı ve orada hesap vereceğine dair gerçeklere karşı imanında net olmayan şüpheler içerisinde bulunmalarıdır. Oysa Kur’an’ı yaşam rehberi edinmek için gereği gibi anlayarak okumuş olsalar Kitap’ın muhtelif birçok ayetlerinde; Dünyanın ahiretin tarlası olduğunu “ne ekerse onu biçeceğini” yani sınav gereği kendisine verilen nimetlerle ve başına gelecek olan musibetlerle kaçınılmaz olan ölüm başına gelinceye kadar imtihana tabi tutulduğunu öğrenmiş olacaktır. Ahirete intikal ettikten sonra da Allah (cc.) dünyada ki bütün yapıp ettiklerinin eksiksiz olarak hesabını soracaktır. Sınavını kazananlar ebedi olarak cennete, kaybedenler ise yine ebedi olarak cehenneme gideceklerdir. Kur’an da cennetinde, cehenneminde katları veya tabakaları olduğundan bahsedilir. Dolayısıyla insanoğlu sahip oldukları sevabı ve günahları oranında hak etmiş oldukları yerdeki mekânlarına yerleştirileceklerdir.
Yukarıda ki 45/23. Ayetin konusunu kendi konumumuzu da sorgulayarak kısaca özetlemek gerekirse; Müslüman olduğumuzu ve İslam coğrafyasında yaşadığımızı bununla da yetinmeyip İslam dünyasında Allah’ın dinine örnek gösterilecek tek ülke olduğumuzu gururla dosta-düşmana öğünerek ilan etmekte hiçbir sakınca görmüyoruz. Peki, nüfusu 86 Milyona dayanmış olan bu ülkede Mümin manada kişiliğe sahip yani Ahirete gerçekten iman eden, inananların oranı hakkında ne düşünüyoruz?
Ülkemizde siyaset yapıyorum gayesiyle yalanı meslek edinmiş fakat inandırıcı olmak için arada bir de doğru konuşmalar yapan neredeyse istisnasız siyasetçilere ve onları yüzde 70-80 oranında seçme yarışına giren bir topluma sahip olduğumuzun farkında mıyız? Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyayı verseniz mala, mülke, hazza doymayan gözünü uzaya diken yerli Karunların, işletmelerinde, fabrikalarında, dev zincir marketlerinde köleliği modernleştirerek ölmeyecek kadar açlık sınırında işçi çalıştırarak mazlum emekçinin hakkını gasp eden sanayici ve iş adamları yurdumun insanları değil midir? Yakınını işe yerleştirmek için adamını bulup, rüşvet vererek o işe çok daha liyakatli olan binlerce mazlumun hakkına tecavüz eden veya buna tevessül eden yığınları düşünelim. En büyük günahlardan olan tek yâda kitleler halinde haksız yere insan öldürülen, sistemli olarak insanları aldatan, dolandıran yani her türlü zulümlere maruz kalan insanların sokaklara çıkma güvenliğinin ortadan kalktığı bir ülkede endişe içerisinde yaşam savaşı veriyoruz. Müslüman bir toplumun içerisinde Kur’an ahlakına hiçte uygun olmayan tarzda bu coğrafyayı sarmış olan günah sarmalını işleyenler; şayet kısa bir ömür uğruna bu yaptıklarından dolayı ahirette mutlaka hesap vereceklerine ve ebedi olarak cehennem azabı çekeceklerine inandıkları ve iman ettikleri halde yine de bu günahları işlediklerini söyleyebilir miyiz.
Demek ki Müslüman olduğunu düşünen ve bunu her ortamda itiraf etmekten onur duyan bizler toplumun bütün katmanları olarak başımızı iki avucumuzun arasına alıp sakin bir şekilde uzun uzun tefekkür ederek “Ahirete olan İnancımızı” ciddi ve samimi bir şekilde sorgulayarak daha vakit henüz geçmeden kendimizi Kur’an’la çek ederek dinde ki yerimizi tayin etmeliyiz. Çünkü ahirete iman eden bir toplumda akıl sahibi olan hiç kimse yukarıda yer alan fiilleri işleyemez. Kur’an’ın bir hükmünü dahi inkâr eden kimsenin münkir olacağı ayetlerle sabittir. Allah her kese özgür iradesiyle tercih hakkını vermektedir. O halde bu hakkın tefekkürle, bilincine vararak kullanılması gerektiğini önemine binaen tekrar takdirlerinize sunuyorum.
Bir sonra ki sayımız da bir başka konuda buluşmak üzere Allah’a emanet olunuz.


